info@profdrhaydarbasenstitusu.org

Haftanın Sohbeti - Medeniyet ve Teknoloji - Trabzon / 1995
22/05/2025 SOSYAL HAYAT 7

    Neler Okuyacaksınız

Evvela, Mesaj Televizyonu'nun bu tip, dünyanın ve ülkemizin gündeminde olan bu konuları ele alıp halkımıza sunması, kabul etmek gerekir ki, çok büyük bir hizmettir ve hizmet anlayışıdır. Binaenaleyh bu anlayışından dolayı, bütün kadrosunu, Mesaj Televizyonu’nu tebrik ediyorum. Yaptığı çalışmalardan hayırlı neticelerin istihsalini Cenabı Hak'tan niyaz ediyorum.

İlim, Mutlak Hakikatin Kendisidir 

Efendim, ilim, bugün ifadesine, bugünün ifadesine göre, sebep-sonuç ilişkisiyle ifade edilen gerçekler mecmudur. Ama bu aslında, aklın çözülmesi gereken meseleler kabilinden anlaşılacak olursa, bugünün ifadesiyle buna bilgi de diyebiliriz, bilim de diyebiliriz. Benim ilme getireceğim tarif, biraz daha farklı boyutları olan tariftir. İlim, Hakk’ın ve hakikatin yansımasıdır, bilinmesidir, anlaşılmasıdır, beyan edilmesidir. İlim budur. Bu beyan edilişin akli boyutu vardır, kavrayışın akli boyutu vardır, iki kalbî boyutu vardır, bâtınî boyutu vardır. Bâtınî boyutuna, kalbî boyutuna hal ilmi, ki bizim bildiğimiz tarihten beri yaşadığımız tasavvuf; efendim bu hal ilmini elde etmede en büyük mekteptir, üniversitedir ve bu üniversiteye dahil olmayan bir insanın da kalbi boyutuyla manevi hakikatleri, manevi gerçekleri veyahut da kendi iç bünyesindeki psikolojik hakikatleri bulması öğrenmesi zor, belki de imkansızdır. Bunun bir de efendim, aklın verâsında olan ve fakat ilahi vahiy ile beraber anlaşılan boyutu vardır ki, buna topyekûn akıl denir. Akıl, ancak burada, hakikatleri anlayabilmede, kavrayabilmede ölçüdür. Yoksa hakikatleri keşfedip ortaya koymada ölçü değildir.
Şimdi, müsbet ilmin ilme verdiği tarifle bizim getirdiğimiz tarif arasındaki fark, o yeni bir görüşü ortaya koymak şeklinde, tecrübe ve sonuç ilişkilerinden ilham alarak yeni bir buluş, görüş, ortaya koymak olarak tarif edilirken, bizde hiçbir yeni görüş yoktur, bizim anlatmak istediğimiz tarifte bizde mutlak hakikatler vardır. Bu hakikatlerin kalbî boyutta yansıması vardır, aklî boyutta yansıması vardır. Bu hakikatlerdir yani bizde ilim dendiği zaman mutlak hakikatin kendisidir. Bunun beyan edilmesi, bilinmesidir.
Şimdi sen deneyle, tecrübeyle işe girdiğin zaman çok yanılacağın yerler çıkar. Göz yanılıyor bir defa, kulak yanılıyor. Eğer kulak-göz, deney-tecrübe-sonuç ilişkisiyle ilmî tarife kalkarsak, kabul edelim ki bugün biz gözün yanılgısını bilmiyoruz. Bundan 500 sene evvelini düşün. Bu şekilde ilim tarif edilseydi biz gerçekleri bulabilir miydik? Mümkün değil. Zira geçen bir sohbetimde de beyan etmiştim. Her cisim bir elektromanyetik dalgası yayınlar. Bizim bunu görebilmemiz için, gözün algılayabilmesi için saniyenin 1/6 kadarlık zamanı içerisinde bir algılama keyfiyetine malikiz. Bunun altında ve üstünde yayın dalgalayan elektromanyetik yani yayını dalgalayan cismi biz göremeyiz. Bu cisim yok demek değildir. Ama ilim bunu ancak yeni tespit edebilmiş. Şimdi burada anlatmak istediğimi bilmem ifade edebiliyor muyum?
Mesela siz, herhangi bir suyun içerisine şeffaf bir cisim içerisindeki suya, herhangi bir cismi batırdığınız zaman, dışarıdan baktığınızda su içerisindeki kısmı şişkin, dışındakini daha ince ve de kırık olduğunu müşahede edeceksiniz. Hakikatte ne suyun içindeki kırıktır ne de şişkindir. Bilmem anlatabildim mi?
Kısaca, bu tarifteki ilim, sebep-sonuç ilişkileri bilgi dersek daha iyi meseleyi anlatmış oluruz. Hakikatler, gerçeklerin kalbî ve aklî boyutta kavranılmasının adına ilim dediğimiz zaman meseleyi çok daha güzel tarif etmiş oluruz kanaatindeyim.

Bizim Kültürümüzün Kaynağı Dinimiz, Kitabımız ve Peygamberimizin Sünnetidir

Kültür. Şimdi efendim, her milletin kendine mahsus bir örfü vardır. Kendine mahsus bir adeti vardır. Geleneği vardır. Esasen örf, adet, gelenekler birbirinin mütemmimi olan şeylerdir. Bunlar birbirini tamamlarlar. Artı inancı vardır. Ben akşam Mesaj Televizyonu'nda bu, bu konuyu içeren bir program da seyrettim. Özellikle bütün arkadaşlarımız çok fevkalade fikirler beyan ettiler. Onları tebrik ediyorum. Hassaten Sayın Adnan Bey'i özellikle tebrik ediyorum. Çok güzel ölçüler ortaya koyarak meseleyi beyan ettiler.
“Bizim kültürümüzün kaynağı dinimiz, kitabımız ve Peygamberimizin sünnetidir. Bu kaynaktan mahrum olan kültür değildir.” mealine gelen, manasına göre çok güzel beyanlarda bulundu ki, hakikaten biz onunla beraber varız, kendisini tekrar tebrik ediyorum. Allah razı olsun, bazı şeylerin halkımız tarafından çok iyi bilinmesi lazım. Bir bölge müdürü sıfatıyla bir kardeşimizin bu şekilde hakikatleri beyan etmesi, birçok insanımızın ayıkmasına, aydınlanmasına vesile olacaktır ki oluyor. Nitekim, 40-50 kişilik bir topluluk halinde oturumu takip ettik. Her birini ayrı ayrı beğenmelerine rağmen, ‘Adnan hakikaten çok güzel konuştu, ne kadar güzel, ölçülü konuştu.’ diye takdir edildi.
Efendim şimdi, oradan ilham alarak şunu demek istiyorum: Örf, adet, gelenek, inanç, maneviyatın bir millet üzerinde yansıma şeklidir, kültür. Bir haldir. Bir söz vardır: Her yiğidin kendine göre bir yoğurt yiyiş tarzı vardır. İşte bu tarz. Yani algılama. Örfü algılama, adetleri algılama, gelenekleri algılama, dinimizi algılama. İşte bu algılama topyekûn milletin inancının yaşama şeklidir, biçimidir. Örfünün yaşama şeklidir, biçimidir. O bakımdan, “kültürle medeniyet adeta birbirini tamamlayan iki ana unsurdur.”  da diyebiliriz.

Medeniyet İnsanın İnsanca Davranış Biçimidir 

Medeniyet nedir? Medeniyet de örfümüzün, adetimizin, geleneğimizin ve inancımızın bize verdiği birtakım duygular var. Bu duygular ne? İnsan olmak. Eskiler derler, “adam olmak.” Adamın bir tanesi çocuğuna, "Oğlum, sen adam olamazsın." demiş ve iş bu ya, çocuk vali olmuş, gelmiş babasını çağırmış huzura. Demiş "Ey baba, hani sen bana adam olamazsın dedin. Bak, ben vali oldum." 
"Oğlum, ben sana vali olamazsın demedim, adam olamazsın dedim. Gene sen adam olmadın. Adam olsaydın, babanı sen ayağına çağırır mıydın? Gider elini öperdin." 
Şimdi, insan olmak çok başka şey.
Tekniğimiz çok güçlü olur, teknolojimiz çok güçlü olur ama insan olamayız. İşte bu insanlık hali medeniyettir. Nedir bu? İnsanlara iyi davranmak. Herkesin ağzında bir sakız. İnsanları gerçek anlamda…
Düşkünlere, fakirlere yardım elini uzatmak. Geri kalmışlığı itip, olduğu toplumu ileriye taşımak, ileriye götürmek. Örf bakımından, adet bakımından, maneviyat bakımından ona hizmet vermek. Sanat bakımından, sanayi bakımından, her bakımdan onu ileriye taşımak. Medeniyet bu. Ya, insanların arasını bulmak, adil olmak, haklının yanında olmak, haksızın karşısında olmak. Hakkını, haksıza haddini bildirmek.
İşte bütün bu efendim, deyim ve kavramların bütünleştiği bir hal vardır ki işte bu da medeniyettir. Yani insanın insanca davranış biçimidir medeniyet. İnsanlık halidir. İfade edebildim mi bunu?

Teknoloji İnsan İlminin Maddeye Yansımasıdır

Medeniyeti bugün biz bazı şeylerle karıştırıyoruz. Teknoloji de insan ilminin maddeye yansımasıdır. Şekil ile ifade edilmesidir. Bildiğinin, efendime söyleyeyim, bu örflere ait bilgi olabilir, adetlerimize ait bilgi olabilir. Ne bileyim, şu veya bu işte, maddenin şahsında görünmesi haline teknik veya teknoloji diyoruz. Bunların hepsi birbirinden ayrı, apayrı dünyalar ve de kavramlardır. Ancak kültür ve medeniyet adeta bir, efendime söyleyeyim, anneden babadan doğma iki kardeş gibidir. Yani bir milletin kültürüyle medeniyeti birbirini tamamlar, bütünler.

Teknikte, Teknolojide İleri Giden İnsanları Medeni Zannediyoruz 

Evet, onun için günümüzde yanlış anlaşılan da bir husus var. Onu da açık olarak ifade etmekte büyük fayda var. Teknikte, teknolojide ileri giden insanları biz medeni zannediyoruz. 
İnsanlık açısından çok geride. Uçağı yapmış, çok büyük bir hizmet. Ama uçağı milletin yararına kullanmıyor, hayrına kullanmıyor. İnsanlık açısından fayda sağlamıyor. 
Hiroşima’da, bilmem nerede, dünyayı yıkıyorsun.
Teknolojiyi yakalayacak, medeniyetiyle bütün insanlara örnek olacak. Bilhassa bugün Türk aydınına bu görev düşüyor. Geçmişte biz hem medeniyetin hem de tekniğin mümessili olduk. Düşünebiliyor musunuz, ben size bir misal vereceğim. Belki müşahhas olarak eğitim çağımızdaki insanımız bunu görmemiş, bu hakikatleri görmemiş olabilirler. 
Mesela, tıp ilminde biz çok ilerideydik. Sadece bir dalında değil, herkes İbni Sina’yı der, ama ben size bir başka dal söyleyeceğim. Psikiyatrik dal. 
Hani bazı sözler var, iple bağlanacaklar idi. Onları musiki ile tedavi eder idik. Bu Fatih’in döneminde, devrinde. O dönemde Batı dünyası, psikiyatrik rahatsızlığa duçar olmuş veya muhatap olmuş…
Cin çarptı bunu diye. Bizim İslam dünyasının değildir, bakınız bu işleri kimse çok iyi bilir. Nereden biliyorsunuz derseniz, ben İstanbul Sarıyer’de efendim, kaldığım evin yakınında bir kilise vardı. Oraya gidip gelen Türk vatandaşlarından öğrendim. Papazlar bu cin ilmini çok iyi biliyor diye. Yani falcılık bizim işimiz değil. Heyhat ki bugün aydın dediğimiz insanımız bunu bize mâl ediyor. 
Rahmetli Akif bu konuda ne kadar güzel söylüyor: "Çalış dedikçe şeriat, çalışmadın durdun; bir de onun hesabına birçok hurafeler uydurdun." Değil mi? “İnmemiştir, hele Kur'an bunu hakkıyla bilin ya mezarlıkta okumak ya da fal bakmak için” inmedi. İnsan olmak için, medeni olmak için inmiştir. Değil mi efendim?
Kısaca bugün insanımızın bilmesi gereken husus bu. Neyi bilecekmiş? Yani tekniğe malik olan insanları medeni zannetmeyelim. Öyle olmuş olsaydı, teknolojide ileri gitmiş insanlar bugün insanlığın hizmetinde hademeler olması gerekecekti. Bir ölçü vereceğim size Fa… Affedersiniz Yavuz Sultan Cennet Mekan Hazretleri, Allah şefaatlarından ayırmasın, büyük insandı. Bir hatırası hatırıma geldi. İşte medeniyet bu, anlatacağım ölçü. Bursa’ya gidip hilafeti aldıkları zaman İmam Efendi hutbe irat ederken ‘Hakim-ul Haremeyn’ Mekke’nin, Medine’nin yani Ravza-i Mutahhara’nın, Beytullah’ın hakimi unvanıyla onu zikrediyor. Ayağa kalkıyor büyük zat, hükümdar. ‘Öyle demedim.’ Diyor. ‘Hadim-ul Haremeyn’, ben gerek Resulullah’ın gerekse Beytullah’ın hizmetçisiyim. Hadim. İşte medeniyet bu. Hizmettir, hizmet aşkıdır. Bizim örfümüz bu şimdi. Adetimiz bu. Bak gelenek bu. Hep bunlar birbirinin mütemmimidir. Maneviyattan bir, manevi kaynağı Allah’ın sevgilisidir, Peygamberimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem’dir. 

Kavmin Efendisi Ona Hizmet Edendir

Bir gün Allah’ın sevgilisini bir bedevi Arap arıyor. Diyorlar filan yerde, Medine-i Münevvere’de hadise zeryan ediyor. Geliyor peygamberimizin olduğu yere. Bakıyor herkes yerde oturmuş, bunların biri diğerinden farklı değil. Bir delikanlı, çok affedersiniz bir zat da ayakta hizmet ediyor. Su ikram ediyor.
“Kim bunların efendisi, önderi yani peygamberi kimdir? Bana göstersene onunla sohbet edeyim.” Artık ne soracaksa. Ayakta hizmet eden zat da Alehisselatu vesselam efendimiz. Diyor ki: “Sizin efendiniz kimdir?” Cenabı Peygamber Efendimiz de başını dönerek cevap vermezdi. Bütün vücuduyla döner, çok nezaket ve nezafet ehli bir mübarek zat. İşte bu davranıştır medeniyet, insanlık hali. Buyuruyor ki, “hizmet eden insandır efendi.” Kavminizin efendisi kim? “Seyyidü’l kavmi kavimûn.” Kavmin efendisi ona hizmet edendir. 
Yani biz hizmet etmeyi efendilik, efendiliği de medeniyet biliyoruz. Anlatabiliyor muyum? Ha, burada neyi anlatacaktık? İşte bizim örfümüz, adetimiz bu. Geleneklerimizde insanlara, insanlığa hizmet. Fatih, Yavuz Sultan Cennet Mekan Hazretleri bunu yaptı. Yaşadığı hayatı boyunca insanlığa, İslam alemine hizmetle ömrünü tamamladı değil mi?

Medeniyet, Türk İslam Aleminin En Güzel Mirasıdır 

Şimdi, şunu çok iyi bilmeliyiz ki medeniyet Türk İslam aleminin en güzel mirasıdır, sermayesidir. Biz belki teknolojide çok geri kaldık ama Batı dünyasından çok medeniyiz. Bunu insanımızın çok iyi bilmesi lazım. Ben size medenilikten bir misal vereyim. Şu anda yıllık geliri sadece 10 milyon olan bir aileyi düşünün. Türkiye’de böyle insan yok mu? Var. 15 milyon olsun. 1 5 milyonu olan bir aileyi düşünün. Denemek için de bu akşam bunu yapmamız çok kolay. 
Bizim bu Akçaabat’ın herhangi köyünden birine de yerleşik bir aile olsun bu. Üç, beş nüfus sahibi bir aile. Yılık geliri 15 milyon. Ya hocam, bu kadar az geliri olan bir aile olmaz. Bunu 20 milyona çıkartalım.
Kapısına gitsek; Ahmet, Mehmet, her ne ise, ismini bağırsak çağırsak. “Selamün aleyküm, aleyküm selam. Ya kardeşim, yolumuz senin buraya uğradı. Kusura bakma, çok da yorgunuz. Müsaade edersek şöyle senin hanende 10 dakika, 20 dakika veya 1 saat dinleneceğiz.” Seni tanımamış olsa, ne olduğunu bilmemiş olsa ama siz kendinizi tanıttınız. “Ben filan oğlu filanım, arkadaşlarım filancılardır.” Hemen o arkadaş seni sanki çocukluktan beri tanıyormuş gibi, hiç yabancılık çektirmeden “O ne demek? Öyle şey mi olur?” der, kapısını ardına kadar açar. Karısı, gelini varsa, oğlu, çoluğu çocuğu seferber olur. Yıllık geliri 20 milyon olsun bunun. Bak, gecenin yarısında, saat 12’de veya 1’de yapacağı işi sana söyleyeyim. Hemen bir mükellef sofra hazırlar. “Hocam ne koyacak önüne?” Yumurta tavası. He, ayrandı, yoğurttu, süttü, peynirdi, kaymaktı, ne varsa, yağdı,  önüne gelir. Karnını temiz bir doyurursun. Bu bir, misalim birdir. Şimdi hangi millet medeni, onu anlayacağız. 
Dünyanın en medeni gibi bize anlatılan ve takdim edilen New York’ta bir ailesi olsun. Bunun da yıllık geliri değil, aylık geliri 100 milyon olsun. Gecenin saat 12’sinde veya 1’inde on beş kişi gittiğin o aile, on beş kişi gittik ya böyle bize ikramlarda bulundu, ona da iki kişiyle gitsen, sana ikram edecek bir bardak su bile bulup vermez. Kültüründe yoktur, medeniyetinde yoktur, örfünde yoktur, adetinde yoktur. Bilmem, bu misal bize bazı şeyleri anlatabilmiş mi?
Biz medeni bir milletiz, bu sadece böyle mi? Birimiz hasta olur; köylerimizde, mahallelerimizde herkes ayağa kalkar. Hep onun yardımına koşarız. Batı ahlakı bize empoze edileli de şu ana kadar, bunlardan tecrit edildik. Şimdi değil hastayla ilgilenmek, komşumuzun çocuğu ölüyor, anası ölüyor, babası ölüyor da farkında bile değiliz. Aynı apartman dairesinde, katında. Bilmem anlatabiliyor muyum?
Kısaca biz Batı’dan çok medeniyiz yani. Bunu demek için anlatmak istiyorum. Medeniyet kaynağı biziz. 

Bizim Batı Dünyasından Alacağımız Tekniktir, Teknolojidir

Peki Batı bizden nerede ileri; hangi mevzuda, hangi konuda? Batı bizden sadece teknikte, teknolojide ileridedir. O da, biz Tanzimat’tan bu tarafa Avrupa’dan almamız gerekenleri almadık. Almamamız gereken şeylere talip olduk. Yani bizim örfümüzü, adetimizi, geleneğimizi hiçe saymaya başladık; onların o tarihte yaptığı Sanayi İnkılabı’nı kavrayamadık. Dolayısıyla cepleri para gördü, bugünkü olduğu noktalara geldiler ve bu teknolojideki ilerleme, maddi boyutta görkemli bir surette kendini gösterirken onların kabalığını, hoyratlığını, ahlaksızlığını, ne bileyim, haksızlığını örttü, gizledi. İyi de propaganda yaptılar. 
Biz bunların adeta hiçbirini, şeyini görmek istemedik. Onun için de senelerden beri Batılı olacağız. Ne demektir bu? Örfümüzü terk edeceğiz, adetimizi terk edeceğiz, geleneklerimizi terk edeceğiz, medeniyetimizi terk edeceğiz demektir bu. Batılı olacak. Anlamı budur. Yok efendim, biz bunu demek istemiyoruz, o zaman Batılı olmayacağız. 
Batının, rahmetli Akif’in dediği gibi ama Akif’e ben orada ilim tabirinde katılmıyorum, onun dediği ilim de değildir, bilimdir, bilgidir yani, İlim Hakk’ın kendisidir; “Alınız ilmini garbın, alınız sanatını, veriniz hem de mesainize son süratini.” diyor. Yani Avrupa’dan almamız gereken şey, Batı dünyasından; tekniğidir, teknolojisidir. Yoksa çiğneyip posasını çöp tenekesine attığı ahlakından alacağımız bir şey yok. Anasının dilini ağlatmış Batı’nın zaten bu. Bıkmış adamlar. O ahlak ki, onunla beraber AIDS belasına duçar olmuşlar, kurtulamıyorlar. Adeta sarmış bunları; bir illet, bir hastalık. Sen şimdi onun gibi olmak istersen, ne demektir bu? Ben bu hastalığı transfer edeceğim demektir. Allah muhafaza eylesin. 
Kısaca bizim Batı dünyasından alacağımız tekniktir, sanattır, zanaattır. Kaldı ki bunların temeli de bize dayalıdır. Yani bu, şu anda evet ileri gittiler ama bunların temeli de bize aittir. Gerekirse bir başka sohbet zemininde bunları teferruatla anlatılırsa, hatta bir mevzumuz, bir konumuz da zannım o ki bu idi, anlatmıştık; tıp ilminde, matematik ilminde, coğrafya ilminde, tarih ilminde, geometri ilminde, bütün bunlarda işin hakikati bize aittir. Bizim onlardan alacağımız çok şey yoktur. Sadece teknik bilgidir, teknolojidir. 
Bir de adamlar şu anda mesela nizam fikrini iyi kavramışlar. Nizam fikrini. Bunu yerleşim bölgelerine iyi oturtmuşlar. Gerek maddenin nizamı, gerekse fikrin nizamı, bunu güzel oturtmuşlar, bunları alacağız.
Zaten bizim örfümüzde ve de maneviyatımızda hikmet diye kabul ettiğimiz üstün haller, Müslüman’ın yitik malıdır. Bunu gördüğü yerde alması da boynunun borcudur, ona farizadır. Bunu diyebilirim.

Medeniyet Özde Olur, Şekilde Değil

Şimdi medeni davranış, insanın insanca davranmasıdır. İnsanlık halidir. İnsanlık hali üzere olması bir insanın medeni davranışıdır. Onun biçimleri de örfüdür, adetidir, gelenekleridir. İşte kültür bunun yansıması oluyor. Davranış biçimi, kültür oluyor. Şimdi medeniyet bu olunca, insanlara insanlık yapmak olunca, siz çok güzel elbiseler giyersiniz. Eğer medeniyet elbise giymek, kravat takmak şeklinde tarif edilecek olursa, o elbiselerin altına barbarı koyabilirsiniz. Barbar bir insan, çok rahat o elbiseyi giyer. Buna şekilcilik denir. Halbuki bizim kültür, kültürümüz, örfümüz şekilciliği kabul etmez; özdür mühim olan.
Şimdi biz maymunu da o zaman medeni yapabiliriz; bir kravat takarız, güzel bir ceket giydiririz, ütülü pantolon giydirdik onu, oldu medeni. Oldu mu bu şimdi? Canım olur mu öyle şey? Bugün Batı’nın yaptığı, maymunun yaptığından farklı mı yani? Hep medeniyet şahikası ile hayata propagandayı basan bu adamlar gidin dünyanın her tarafında zulüm yapıyorlar. Bu medenilik değildir. Bir damla petrol için şu kadar insanın kanını akıtıyorlar, canına kıyıyorlar. Bu medenilik değildir. Batılı çok iyi giyinmesini bilir. Halbuki onların da kabul ettiği gibi, tabiatlarında hayvani ihtiraslar, bugün Batı’nın psikologları bunu itiraf ediyorlar. Bizimkiler okumadığı için bilmiyor. Okusalar, takip etseler, bizde diyor hayvani ihtiraslar çok güçlü. Terbiye olmamış. Menfaati için babasını harcar. Anlatabildim mi? 
Şimdi babasını menfaati için harcayacak bir insan, dünyanın en kıymetli kumaşından kravat taksa ne olur? Sen şimdi söyle, medeni mi olur? 
Bizde hak-hukuk vardır. Kısaca, şekil ile eşkâl ile medeniyetin ilişkisi, ilintisi, bağlantısı olamaz. Kim bu ilgiyi kurar? Şeklin ve şemailciliğin ne olduğunu bilmeyen, medeniyet kavramıyla da neyi anlatacağını anlayamayan insan kurar. Onun için biz çok ciddi kavram karışıklıkları içerisinde şu anda yorulup duruyoruz. Evvela medeniyet nedir, bunu insanımıza iyi bir anlatalım. İşte bu medeni insanı dünya bekliyor, yani bizleri bekliyor, bizim insanımızı bekliyor. Onun olduğu yerde emniyet vardır. Onun olduğu yerde adalet vardır. Onun olduğu yerde huzur vardır. Onun olduğu yerde saadet vardır. Onun olduğu yerde barış vardır. Onun olduğu yerde, ne bileyim, can emniyeti vardır. Onun olduğu yerde mal emniyeti vardır. Onun olduğu yerde namus emniyeti vardır. Onun olduğu yerde hürriyet vardır. Eğer o senin kravatın bu işi yapıyorsa, hep beraber o kravatı takalım, bu hüneri ondan alalım. Ama bu hüner o kravatta değil, değil mi?
İnsanda.
Hatırıma bir fıkra geldi. Nasrettin Hoca okuma yazma pek doğru dürüst bilmez. Getirirler ona bir mektup, “Oku hoca.” “Ya ben bilmem, beceremem okumasını.” “Aa, şu başındaki sarıktan, külahtan utanmıyor musun? Nasıl bunu sen dersin?” “Niye?” “Külah, sarık var başında.” “Keramet bunda mı?” der. “Evet.” Alır koyar hoca karşısındakinin kafasına. “O zaman sen oku.” der. Yani keramet efendim bizim kravatımızda, pantolonumuzda, gömleğimizde değil, bizdedir. İşte bugün medeni olduğunu zanneden dünyaya evvela bunu anlatacağız. Bizim aydınımız bu işi kavrarsa, hakikaten medeni olur.
Bu kadar kafi değil mi efendim?

Milletçe El Ele Verip Kendi Benliğimize, Kendi Medeniyetimize Dönmeliyiz  

Ben yalnız bir eğitimci olarak bir misal vermek istiyorum. Ondan sonra da takdiri bizi dinleyenlere bırakıyorum. Biz eğitim ve öğretimi Türkiye Cumhuriyeti'nde Batı dünyasını taklit ve tatbik ederken, bizim misalimiz Fransa olmuştur. Bizim hedefimiz iyi bir Fransız hanımefendisi gibi bir hanımefendi, iyi bir Fransız delikanlısı gibi bir Fransız şey Türk delikanlısı; ölçümüz bu oldu. Şimdi ona göre biz ona bilgi verdik, eğitim verdik. Şimdi yetişen neslimiz soralım, acaba Batılı insan gibi olmak mı istiyor; geçmişte dedeleri gibi, bu anlattığımız medeniyet mümessilleri zevat gibi mi olmak istiyor? 
Batılı gibi olmak istiyor. O zaman bu erozyon mudur, eurovision mudur? Bunun varlığı ortadadır efendim. Yani bunu gizlemeye gerek yok. Topyekun, milletçe el ele verip kendi benliğimize, kendi olgularımıza, kendi özümüze, örfümüzde, adetimizde, geleneğimizde medeniyetimize dönmeliyiz ve kendimize itimat etmeliyiz. Bu itimadı kaybettik, benim kanaatim bu. Bunu yakaladığımız zaman mesele tamamdır.

Milli Değerlerimizi Yaşatmalıyız ve Korumalıyız

Şimdi, bütün bunlar milli değerler dendiği zaman, bizim milletimizin tarih boyu yaşamış olduğu değerler anlamına gelir. Bunlar nedir? Bizim örfümüzdür, adetimizdir, geleneğimizdir, kısaca inancımızdır. Biz bunlarla haşır neşir olduk. Bir karakter ortaya çıktı, bir şahsiyet ortaya çıktı. Bunu yaşamaktır yani, bunu uzatmaya da gerek yok. Bu şahsiyeti bulup o ne ise, ona talip olmalıyız. Bu şahsiyeti bulana kadar da hep beraber efendim, hastalığı teşhis için müzakere, paneller, oturumlar, konferanslar, açık oturumlar tertiplemeliyiz. Nereden yıkıldıysak o noktaya dönüp orasını tamir etmeliyiz diyorum.
Cenabı Hak o hali yaşayan, arayan, yaşatan bir ruhu, bir zihniyeti, bir fikriyatı bize nasip eylesin ve Cenabı Hak geçmişte olduğu gibi medeniyetlere sahne olan merkez haline bizleri getirmeyi nasip eylesin diyorum efendim.
 

Bu sohbeti video olarak izlemek için play butonuna basınız



Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir