info@profdrhaydarbasenstitusu.org

Haftanın Sohbeti - Kuzey Irak Politikası ve 1 Mart Tezkeresi / 3 Mart 2003
20/08/2025 SİYASET 18

    Neler Okuyacaksınız

Meşru Bir Sebep Olmadan Savaşa Girmek Hukuki ve Ahlaki Değildir

1 Mart 2003’de TBMM genel kurulunda görüşülen “Türk Silahlı Kuvvetleri'nin yabancı ülkelere gönderilmesi ve yabancı silahlı kuvvetlerin Türkiye'de bulunması için Hükûmet’e yetki verilmesine ilişkin başbakanlık tezkeresi” reddedilmesi  konusunda Prof. Dr. Haydar Baş ne dedi?  
 
Şimdi efendim bizi takip eden kardeşlerimize evvela saygı ve sevgilerimi, hürmetlerimi arz ediyorum. Gerçekten de kabul etsek de etmesek de ülkemiz yeni değil, uzun zamandan beri ciddi bir kuşatma altındadır. Her ne hikmetse bu kuşatma mahiyeti itibariyle gösterildiği halde bazı kurum ve kuruluşlar tarafından kabul edilmemekte bu kuşatma reddedilmektedir. Tabii biz bunu yapan insanları bu sohbetimizde sorgulayacak değiliz. Ancak böyle bir tehlikenin varlığını yani ülkemiz üzerindeki hesapların ciddiyetini ifadeyle bizi takip eden kardeşlerimize efendim hatırlattıktan sonra..
Şimdi bir ülkenin efendim savaşa girmesi için birtakım sebepler vardır.  Bu sebepler zuhur etmeden o ülkenin savaşa girmesi gayri hukuki ve mantıksız bir olaydır. Peki, bir ülke nasıl savaşa girer? Veya bir ülkeye siz hangi sebeplerden dolayı efendim savaş harbi ilan edebilirsiniz, savaş açabilirsiniz. Efendim bunun birincisi; bir ülkenin can emniyeti, mal emniyeti, namus emniyeti, din ve vicdan emniyeti, vatan emniyeti kısaca insan hakları dediğimiz hakların ortadan kalkma ihtimali olduğu takdirde o millet efendim kendisini müdafaya hak kazanır. Coğrafyasına tasallut eden düşmanlarını yok etmek üzere savaş etmeye hak kazanır. Şimdi bu bir kuraldır. Tarihte hiçbir millet veya devlet bu saydığımız değerleri tehlikeye düşmeden savaşa girmemiştir. Ha bunun üstünde olan birtakım hadiseler cereyan etmiştir, doğru. “Süper güç” dediğimiz güçlerin mevcudiyeti sadece günümüze ait değildir. Dün de bu güçler vardı, bugün de var, yarın da olacak. Ancak bu güçlerin yine bu değerler etrafında savaşa kilitlendiğini, harbe kilitlendiğini bu değerleri korumak üzere şayet dünyada tasarruf etme imkânına sahip ise, efendim mücadele ettiğini görüyoruz. Kısaca dünyanın adaletini, disiplinini, hak ve hukukunu savaş yoluyla da bunların temin ettiğini görüyoruz. Bu cümleden olmak üzere o devletlerin şahsına baktığımızda evvela kendi vatanında az evvel saydığımız insan haklarını doya doya yaşatır ve bu hakları başka milletlere, başka coğrafyadaki insanlara yaşatmayı gaye edinir. Böyle bir vazife üstlenir ama hakikatte bu vazifeyi bir defa yaşayan bir millet, yaşatan bir millet olmalı. Kimsenin hukukuna tecavüz etmemeli. Son derece adil olmalıdır. Şimdi bu bir kural. Şu ana kadar anlattığımız süper güç olmak içinde bir kuraldır. Sizin savaşa girmeniz için de bir kuraldır. Artı efendim savaşa girenlere karşı savaşmanız için de bir kuraldır. Şimdi bu kuralı biz Irak olayında önümüze koyuyoruz. Bu şablonu Irak hadisesinde yerine koyacağız. Bakalım bizim can, mal, namus, din ve vicdan vatan, emniyetimizin burada zarar gördüğü var mı? Yani ne derece bir zarar görüyoruz ki savaş kararı alarak efendim insanlarımızı yönlendirmemiz gerekecek. Şimdi soruyorum. Şimdi ırak olayında ne deniliyor? Efendim tezkere de efendim asker göndererek, bizim üzerimizden asker göndererek cephe açıyorsun. Yani sende harbe giriyorsun. “Yok, ben savaşa girmiyorum.” E baba bir sürü insan koyuyorsun o toprağı o coğrafyaya. E bunun adı savaş değil de nedir? İnsan ona, gülerler ya. İlkokul talebesi bile bu kadar cahilane söz söylemez. Savaşa resmen giriyorsun. Peki, savaşa girmene sebep, canınız tehlikede mi? Malınız tehlikede mi? Namusunuz tehlikede mi? Servetiniz tehlikede mi? Şöhretiniz tehlikede mi? Vatanınız tehlikede mi? Değil hiçbiri. Süper güç olan bir irade dedi ki: “Burada bir eşkıya var. Ben bu eşkıyayı halletmem için senin yardımına ihtiyacım var” dedi. “Ben işte bu gerekçeyle giriyorum.” Bu gerekçeyle senin savaşa katılmana imkân ve de ihtimal yoktur. Yani sen burada hak sahibi değilsin. Anlatabildik mi?  Bu, bu münasebetle ben diyorum ki Türkiye’nin Irak’a efendim müdahale konusunda, efendim bu hususlarda hiçbir zarar olmadığı halde varmış gibi göstererek efendim hattı zatından gizlemek istediği birtakım gayelere kavuşabilmek için, efendim yapmak istediği savaş, bulunmak istediği beraberlik meşru değildir; gayri meşrudur.  Onun için tezkerenin meclis tarafından kabul edilmemesi çok ciddi bir adaletin tecellisinden ibarettir. Bu bakımdan meclisi biz tebrik etmemiz lazım.  Millete kulak verdiği için, efendim sağduyuyu temsil ettiği için kulak vermemiz lazım, diyorum efendim. 


ABD’nin Askeri Müdahaleleri Milyonlarca İnsanın Ölümüne Yol Açmıştır

Şimdi az evvel dikkat ederseniz biz bir konudan bahsettik. Dedik ki dünyada süper güçler vardır. Bunlar dünyanın adaletini, hak ve hukukunu korurlar ve gözetirler. Bunların olması çok tabidir. Bunlar olmazsa olmaz. Ama siz şimdi diyorsunuz ki bu olmazsa olmaz devlet Amerika Birleşik Devletleri olabiliyor.  Vallahi bu “ben oldum” diyor.  İsterseniz onun karnesine bir bakalım.  Yani bu karne güzel mi, böyle bir hakka sahip mi, değil mi?  Onu biz değil, bizi takip eden kardeşlerimize seyircilerimize bu takdiri bırakalım dilerseniz . Bakınız efendim Amerika Birleşik Devletleri’nin henüz daha kuruluşu aşamasında keşfinden sonraki hali ben bahsediyorum. Avrupa'dan giden efendim insan toplulukları oranın yerlileriyle beraber ciddi bir mücadeleye girmişler ve binlerce, on binlerce, yüz binlerce Kızılderili dediğimiz insanları katletmişlerdir. Karnenin ilk notu bu. Sen buna “iyi de, kötü de” ne dersen de ilk not bu. İkincisi, bin sekiz yüz doksan sekizde Meksika’yı işgal etti. Yine aynı zümre. Yine aynı yıl Küba’ya girdi Amerika Birleşik Devletleri. Bin dokuz yüz yirmi bir de Nikaragua’da üç yüz kişiyi öldürdü. Bin dokuz yüz kırk beşte Japonya’nın Hiroşima ve Nagazaki kentlerine atom bombası dediğimiz dünyanın en güçlü bombasını attı. O günün şartlarında tam iki yüz elli bin insanın ölmesine, ciddi bir şekilde heder olmasına sebep olmuştur. İki yüz elli bin insan. Ki o günün şartlarında Japonya teslim olacağını beyan ettiği halde, ilan ettiği halde kalkıyor efendim Nagazaki ve Hiroşima’ya atom bombası atıyor. Yani o topraklar üzerinde bir ot yeşermiyor efendim. Şimdi ikinci, karnenin ikinci notu bu. Üçüncü notuna geçelim. Bin dokuz yüz elli, elli üç yılları arasında Kore’de yüz binlerce Koreliği öldürdüler. Bir tane iki tane değil, on bin tane de değil. Elli dörtte Guatemala’yı öldürdüler, binlerce yine. Bin dokuz yüz elli altı, bin dokuz elli dokuz yılları arasında Küba’da tam altmış bin insanı öldürdüler, altmış bin. Hatta bu savaşa katılan birçok Amerikalılığın kafayı üşüttüğü ifade edilir. Yani öyle ciddi derecede katliamlar yapıldı ki, neticede bu işi yapan insandır. Ya bunu yapan insan olduğu için vicdan muhasebesi yaptığı zamanın kafasını üşütüyor. Bir tane iki tane değil. Binlerce insan bu yüzden… Yani savaşa katılan Amerikalı tımarhaneye giriyor, deliriyor yani. Üçüncü not bu olsun mu?  Evet, nasıl gidiyor?  Efendim bin dokuz yüz altmış beşte Endonezya’da, bir milyon Endonezyalıyı öldürdüler. Haberin var mı bundan? Bir milyon Endonezyalı. Uzak Doğu’da, efendime söyleyeyim Amerika nerede, Endonezya nerede? Bir milyon Endonezyalı efendim hayata veda etti. Yine bin dokuz yüz altmış beş yılında Dominik’e paraşütleri indirdi. On bin kişi katledildi. Bin dokuz yüz yetmiş beşte Vietnam’dan kovulduğunda arkasından milyonlarca ölü ve sakat bıraktılar. Efendim, Vietnam’a altı yüz otuz sekiz bin ton bomba atıldı. Altı yüz otuz sekiz bin ton. Bu literatürden anlayan bilhassa efendim asker arkadaşlarımıza soralım, altı yüz otuz sekiz bin ton bomba ne demektir? Ondan sonra da…. Öyle değil mi? Devam edeyim, bin dokuz yetmiş, yetmiş beş yıllarında Kamboçya’ya ve Laos’ta bir milyon insan öldürdü, bir milyon insan öldürüldü. Kim tarafından? Amerika Birleşik Devletleri tarafından. Bin dokuz yüz yetmiş üçte Şili’de CIA’nın düzenlediği darbeyle otuz bin kişi katledildi. Şili'de oluyor bu olay. Efendim ve bin dokuz yüz seksen üçte Lübnan’a müdahale ediyor. Binlerce Lübnanlı müdahalede ölüyor. Aynı yıl Grenada’yı işgal ediyor. Yüz binlerce insan ölüyor Grenada’da. 1986 bunlar yakın tarih yani çok uzak tarihleri değil. Libya'yı bombaladı. Yüz binden, on binden fazla sivil öldü, Libya'da. Bin dokuz yüz seksen dokuzda Panama asker çıkardı. Beş binden fazla Panama’da öldü. Evet, bin dokuz yüz doksan bir de Irak’a saldırdı. Yüz bin sivil, yüz bin tane sivil, yüz yirmi beş bin tane de asker hayata veda etti. Şimdi Amerika Birleşik Devletleri kurulduğundan bugüne kadar dört yüz kez askeri saldırı yaptı. Sadece bin dokuz yüz kırk altı, yetmiş beş yıllar arasında iki yüz on beş kez askeri güce müracaat ederek savaş yaptı. Şimdi bu karneyi efendim önümüze koyduğumuz zaman dünya insan haklarını korumaya, kollamaya, can, mal, namus, din ve vicdan emniyetini teessüs etmeye yetkisi var mıdır, yok mudur? Bu adaleti ortaya koyabilecek bir irade midir, değil midir? Bunu efendim bunu milletimize bırakalım. Cevabı bu şekilde olsun efendim. Olay budur. 

Müşterek Değerlerimizi Korumak Millet Olarak Sorumluluğumuzdur

Şimdi efendim Türk milleti misyonu itibariyle gerçi biz o coğrafyada senelerce adaleti, merhameti, şefkati, iffeti, izzeti, insanlığa doya doya yaşatmış yüce bir milletiz. Bugünün böyle olmasının bana kalırsa aslında tarihte işlenilen suçun faturası olarak o bölgenin coğrafyasının insanına Allah’ın bir takdiri oluyor. Yani biz orada çok ciddi hizmetler yaptık. Çok ciddi efendime söyleyeyim adaletle muamele de bulunduk. Hala daha bizim üzerimize düşen vazifenin bu olması lazım geldiğine inandık, inanıyoruz. Şimdi niçin buna biz inandık? Bazı coğrafyalar vardır ki buradaki değerler müşterek değerlerdir. Bu değerleri isteseniz de istemeseniz de atamazsınız. Bunlar sizin efendime söyleyeyim ya örfünüzden, âdetinizden, geleneğinizden veya maneviyatınızdan, dininizden size kalmış mirastır. Bunu isteseniz istemeseniz de atamazsınız. Bizim dini kimliğimiz münasebetiyle mesela peygamberlere olan saygımız onların bulunduğu coğrafyayı ve kabirlerini korumakla bizi mükellef kılıyor. Sahabeyi korumakla bizi mükellef kılıyor. Ve oradaki insanlara yine hoş nazarla bakmayı bizi mükellef kılıyor. Şimdi Irak’a geldiğimiz zaman işte Şam affedersiniz Bağdat’tı, Basra’ydı, Kerbelây’dı, Necef’ti bütün bunlara baktığımız zaman bu değerlerin bolca bulunduğu, bu eserlerin burada bolca olduğunu görüyoruz. Dolayısıyla bu değerler münasebetiyle bu coğrafyayı da bu insanlar bize ne kadar karşı gibi dururlarsa dursunlar yine Türk milleti olarak korumak ve kollamakla mükellefiz. Efendim neden diyeceksiniz? Bakınız Hazreti Yuşa Aleyhisselam Irak'ta metfun, kabri orada. Yine hazreti Yunus Aleyhisselam bu saydığım insanlar peygamber.  Bunlar bu da Irak’ta bu insanlar da Irak’ta. Daha bizim mezhep imamımız İmam-ı Azam burada. Hem de Bağdat’ta, Bağdat'ın göbeğinde. Ahmet Bin Hanbel Hazretleri mezhep imamı yine orada. Dilersen   Burada not var onlardan okuyayım. Ne büyük zatlar var. Efendim İmam-ı Azam, Selmân-ı Fârisî ki bu Cenâb-ı peygamber efendimizin çok sevdiği sahabelerdendir. Huzeyfe Bin Yeman, bu da peygamberimizin sır kâtibidir. Yani Resulullah bazı sırlarını Huzeyfe Bin Yeman 'la paylaşıyordu. Bu zat da burada. Evet Musa Kazım Hazretleri ki bu peygamber efendimizin torunlarındandır. Hem ulema sınıfından hem evliya sınıfındandır; büyük zat. Allah şefaatlerinden ayırmasın. Bişr-i Hâfî, Abdullah Bin Mübarek, Ebubekir Şibli, Şehâbeddin Sühreverdî, İbrahim Havvâs, Cüneyd-i Bağdâdî, Davud-i Taî, Maruf el- Kerhi, Behlül Dana meşhur Türkiye’de çok şey ettiğimiz adını zikrettiğimiz. Ne bileyim Süfyân es-Sevrî, Zübeyr Bin Avvâm, Talha Bin Ubeydullah, Abdullah Bin Avm, Cabir Bin Zeyd, kısaca sahabelerin, tabiinin, ulemanın, evliyanın bolca efendime söyleyeyim, bulunduğu topraklar o beldeler. Şimdi böyle bir beldeye efendim hiç kimsenin hakkı, “filan insan yolsuzluk yapıyor, haksızlık yapıyor, zulüm yapıyor” gerekçesiyle girip de bu efendim mezarları çiğneyemez. Anlatabildik mi? E canım öyle şey mi olur? Bombayı attığın zaman herhalde demeyecek ki bu İmam-ı Azamın kabridir, buna uğramayayım. Bu Abdülkadir Geylani'nin kabridir, buna uğramayayım.  Bu Ahmed er-Rifâi'nin kabridir, buna uğramayayım. Bu Yunus Aleyhisselamın kabridir, buna uğramayayım. Ben buna uğramayayım diye bombanın aklı yok ki. Yani kısaca bugünün savaşlarında kullanılan silahlara baktığımız zamanki Amerika Birleşik Devletleri'nin dikkat edersek savaşlarda kullandığı yöntem, özellik olarak ciddi şekilde bombardıman etmesidir. Yok etme üzerinedir. Şimdi böyle bir manzarayla biz karşı karşıyayız. Onun için gene tekrar ediyorum. Bu tezkereyi meclis sınıfta bırakmış ise en büyük hayrı yapmıştır. Tekrar tebrik ediyorum, güzel şeyler.  
İşte bunları biz korumakla mükellefiz. Bunları korumakla mükellef olanlar, bu değerler Saddam’a ait değerler değil ki. Yani Saddam’ın değeri de “bırakalım o korusun bunları.” Bunu demeye hakkımız yok. Bunlar bizim değerimiz, müşterek değerlerimiz. Onun için biz bu müşterek değerleri korumakla mükellef olduğumuz halde, kalkıp da üzerimizden bazılarına yol verir, şu veya bu gerekçeyle oraya gönderir. Bu kabirleri çiğnersek samimi olarak ifade ediyorum ki Allah da bizi affetmez. İşte bu sorumluluğu yüce meclis gördü ve gerekeni yaptı sağ olsunlar, diyorum efendim.

Türkiye, Ulusal Güvenliğini Sağlamak İçin Kuzey Irak’a Müdahale Hakkına Sahiptir

Şimdi efendim Amerika Birleşik Devletleri’nin müttefik olmasına burada ihtiyacımız yok. Şundan, zira o coğrafyaya ABD'ye girdiği zaman, Amerika Birleşik Devletleri girdiği zaman hatırlar iseniz rahmetli Özal döneminde olacak bir “çekiç güç” denilen birkaç bin kişiden oluşan, üç bin kişi olması lazım zannedersem, Amerika Birleşik Devletleri “onlara yardım yapıyoruz” gerekçesiyle bunlar mevsuktur yani böyle sabit delilleri var bu konuda. Efendim her türlü yardımı mühimmatı vererek PKK’yı en azılı bir düşmanımız haline getirmiştir. Şimdi bir insanın iyi mi, kötü mü; hakkımızda aleyhimizde mi, değil mi hükmünü verirken on tane delil gerekmez. Bir tane bizim için bir delil var. Kaldı ki çok, çok daha aleyhimizde olan delilleri yan yana koymamız mümkün. Bu münasebetle bizim o coğrafyada az evvel bahsi geçen insanlarla beraber meselelerimizin halinde üçüncü bir devlete ihtiyacımız yok. Şimdi Kuzey Irak’ta kurulmakta olan illegal bir devletin efendim aşiretin diyelim devlet haline geçebilme gayreti ne olabilir? Bence fiilen de hukuken de hakkı olmayan bir tavırdır, bir tarzdır. Bir hakkın gaspıdır. Böyle bir hakkı gasp etmeye o coğrafyada olan insanlar hak sahibi değildir. Onun ilerisinde işte az evvel saydığımız bizim vatan emniyetimizin tehlikesi ve o bölgede bulunan insanlarımızın mağduriyeti, efendim kandırılması, vatana düşman edilmesi gibi çok ciddi neticeleri olan ve yine o bölgede ırktaşlarımız var ki onlara ciddi mağduriyetler getiren bir kompozisyon, bir oluş efendime söyleyeyim bizim harp sebebimizdir. Onun için burada oluşabilecek bir devlete mukabil Türk Silahlı Kuvvetleri “bu bizim savaş gerekçemizdir” diye ilan etmiştir. Bu bir savaş gerekçesidir. Bu savaş için ne Ahmet’in düşüncesini dinlemeye, ne Mehmet’in aklını alma ihtiyacımız yok. Zaten Kuzey Irak bölgesine bu münasebette bizim huzurumuzu vatan emniyetimizi, can, mal emniyetimizi, namus ve din ve vicdan emniyetimizi efendim dikkate alarak girme hakkına zaten sahibiz. Dolayısıyla bunun için bir tezkerenin çıkmasına da gerek yok. Şimdi senin evine bir adam geliyor giriyor, iki şamar atacaksın, polisten mi müsaade alacaksın? Ha? Bu oradaki savaş o şamar atmanın mukabilidir. Adamın elini kolunu bağlayıp iyi bir dayak atmanın mukabilidir. Anlatabildim mi? Ha öyle bir hareket olduğu zaman zaten orada bu insanlar dediğimiz tarzı, tavrı, savaşı hak etmişlerdir. Bunu da silahlı gücümüz, kuvvetlerimiz beyan ediyor, anlatıyor. Yani biz istediğimiz zaman Kuzey Irak bölgesine gireriz. Böyle bir tezkereye de bana kalırsa hiçbir ihtiyaç da yoktur. Efendime söyleyeyim, zalimin zulmünü engellemek için bu da zaten mükellef olduğumuz davranışlardan bir tanesi ve de en başta gelenidir, diyebiliriz efendim. 

ABD'nin Baskılarına Rağmen Halkın Tepkisi Irak Tezkeresinin Reddedilmesine Neden Olmuştur

Şimdi şöyle ki ekonomi ve hariciye bakanının Amerika Bush ziyareti esnasında aralarında çok ciddi bir diyalog geçiyor, konuşma geçiyor. Sayın Bush, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin, Amerika Birleşik Devletleri’ni bu konuda desteklemek mecburiyetinde olduğunu ifadeyle, “şayet bu tezkereyi” diyor, “geçirmezseniz biz de” diyor, “Kuzey Irak bölgesindeki” diyor, “Kürt gruplarıyla bu işi hallederiz” diyor. Efendim yani madem sen bunlarla beraber bu iş halledeceksin niye bu bana müracaat ediyorsun, sebep ne? “O zaman” diyor, “sizin” diyor, “buradaki hakkınız diyor tamamen” diyor “inhiraf olur.” 
İki, “IMF Dünya Bankası ve Dünya Ticaret Örgütü de” diyor, “size sırtını döner.” Ermeni soykırım tasarısı Amerika Birleşik Devletleri’nin bütün eyaletlerinde gündem edilir. Bunu söyleyen Sayın Bush, Yaşar Yakış Bey de Birleşmiş Milletlerin Irak konusundaki tavrını vereceği hükmünü, bunun geçerli olduğunu söylemekle beraber adam “tekrar onu” diyor, “yeniden biz Birleşmiş Milletleri ele alacağız yani ilave edeceğiz” diyor. Böyle hak ve hukuk tanımayan bir tavırla beraber efendim, Sayın Bush içindeki duygu ve düşünceyi yansıtıyor. Şimdi bütün bunlar dünya efkârı umumiyesi tarafından takip edilen özellikle kamuoyumuz tarafından, an be an, dakika bir dakika takip edilen konular olmuştur. Hatırlar iseniz kamuoyu çok ciddi bir tepki koydu ortaya. Bunun sebebi nedir? İşte Amerika Birleşik Devletleri yönetiminin bu tarz bize davranışı olmuştur. Bu münasebette de sen yapacağın yardımı “başına çal” dercesine halk tepkisini ortaya koymuştur. Binlerce, on binlerce, yüz binlerce vatandaşın efendim sokaklara dökülmesindeki mananın ifadesi daha ne olabilir? Binaenaleyh tezkerenin reddinde, kabul edilmemesinde efendim Amerika Birleşik Devletleri’nin yönetiminin mutlak surette menfi manada etkisi olduğunu kabul etmemiz şarttır ve de esastır, diyorum efendim.


Halkın İradesini Dinlemek, Meclisin En Temel Sorumluluğudur

 Şimdi meclis bana göre demokratik davranışını gayet güzel bir şekilde ortaya koydu. Bugün takip ettiğim efendim televizyon programlarında ABD yanlıları karnını ovuşturuyorlar. Sanki meclisin çok ciddi bir yanlışıymış gibi bunu lanse etmeye çalışıyorlar. Yok, “sebebi nedir? Niçin bu tezkere çıkmamıştır?” Doğru çıkmıştır. Verilen karar haktır, doğrudur, gerçektir. Manasında konuşan inanır mısınız? İnsan yok. Enteresan bir olay. Efendim, şimdi ama meclis, meclis sağduyusuyla beraber vatandaşa kendisini seçen o temsil ettiği vatandaşa kulağını verdi. Ne diyor bana? Onu dinledi. Onun dediği istikamette ve de oraya hakikaten müdahale gerekir mi, gerekmez mi? Adaletli bir şekilde değerlendirerek tezkerede efendime söyleyeyim geçerli oyu vermemiştir. O, o bakımdan efendim kamuoyunun tamamen yansıması tarzındadır bu, bu iş. Bu münasebetle hem demokratik bir iradenin ortaya çıkışı ve hem de efendim kamuoyunun ciddi bir şekilde temsil edilme olayı olmuştur. Şimdi bana kalırsa bugüne kadar mecliste hiçbir zaman halkı bu derece yansıtmadı. E bazıları diyor ki efendim “halkı siz zaten vekâleti aldıktan sonra dinlemek mükellefiyetinde değilsiniz.” Bu çok yanlış. Halkı sonuna kadar meclisin dinlemesi şart ve de zaruridir. Zira siz orada tiyatro oynamıyorsunuz. Millet asıldır. Siz millete vekilsiniz. Bu manadan hareketle meclis son derece onurlu bir tavır sergilemiştir. Kendilerini tebrik ediyorum. Aksi takdirde vebalini ömür boy ödeyemeyecekleri bir efendim suçun, suçu işleme manevi duygusunun altına gireceklerdi ki vicdanen rahat edeceklerini kesinlikle hiç zannetmiyorum. O bakımdan rahat olsunlar. Çok isabetli bir karar vermişlerdir. Bunu iyi bilsinler. 
Şimdi hükümete bu konudan dolayı “başarısız görüşmeler”, şey “başarısızdır” diyenler aslında tahrik ederek efendim bu tezkereyi tekrar gündem etmesine ve de Amerika Birleşik Devletlerin lehine bir hükmün çıkmasına vesile olsun diyedir. Olay budur. Yani burada çok enteresandır stratejiler çarpışıyor. Hükümet halktan efendim müspet oy almıştır, halkın desteğini kazanmıştır. Şayet bunu aksini yaparsa o zaman bu itibarı kaybettiği zaman bunun telafisi de yine mümkün olamayacaktır, diyorum efendim. Doğru bir iş yapmıştır. Bunda ısrar etmesinde fayda var. Efendim son olarak benim diyeceğim şu: Milletimiz her türlü zorluğun altından kalkabilecek iktidarda ve de güçtedir. Binaenaleyh yeise düşmeden kenetlenmesini, birbirine bağlanmasını, saygı ve sevgi ile birbirimize tutulmamızı bilmemiz lazımdır, diyorum. Her konuda olduğu gibi bu konuda da hayırlar niyaz ediyorum. Kardeşlerimizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum efendim. 
 

Bu sohbeti video olarak izlemek için play butonuna basınız



Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir