 ve Yansımaları.png)
- Türkiye'nin Siyasi Gücü ve Tarihsel Misyonu, Küresel Dengeyi Etkileyecek Potansiyele Sahiptir
- Yahudilerin Arz-ı Mev'ud İdeali İnançlarının Gereğidir
- İran Devrimi, Orta Doğu'daki Güç Dengeleri Nedeniyle Türkiye'ye Düşmanlık Olarak Yansıtılmıştır
- Körfez Krizi, Orta Doğu'da İsrail ve ABD'nin Çıkarlarını Pekiştirmiştir
- Birleşmiş Milletler Ambargosu ve Körfez Savaşı, Türkiye'ye Karşı Gizli Hesapların Bir Parçasıdır
- Türkiye, Güneydoğu'daki Siyasi Tehditler ve Ermeni-İsrail Planlarıyla Karşı Karşıyadır
- Globalleşme ve Haçlı Zihniyeti Karşısında Türkiye, Kendi Bağımsız Siyasetini Oluşturmalıdır
- Devlet ve Milletin Kaynaşması, Milli Bütünlüğümüzün Temelidir
Neler Okuyacaksınız
Türkiye'nin Siyasi Gücü ve Tarihsel Misyonu, Küresel Dengeyi Etkileyecek Potansiyele Sahiptir
1990'nın Ağustos ayında 2 Ağustos'ta zannıma göre çıkarma yapılacağı gece de bu işin müzakeresini yaptık, yapmıştık. Muhterem Baki Bektaş hocamız, zatı halleriniz, Baş ticaretin genel müdürü Sayın Bilal Bey ve şu anda isimlerini hatırlayamayacağım arkadaşlar. O zaman biz bir şey görmüş veya görmeye çalışmış bir şey ifade etmek istemiştik. Baktık ki neticede bizim o gün düşündüklerimiz, tespit ettiklerimiz, hakikaten düşündüğümüz, tespit ettiğimiz vadi üzere tahakkuk etti ve etmeye de devam ediyorum.
Şimdi benim asıl burada sizin sorduğunuz soruya geçmeden evvel söyleyeceğim birkaç cümle var. Biz Türkiye'nin siyasi kadrosunda vazife yapan insanlar değiliz. Neticede ilim ve ticarette uğraşan insanlarız. Sanayi ile uğraşan insanlarız. Bizler bir müzakere de bu neticeleri görebiliyoruz da, nasıl oluyor Türkiye'nin siyasi iradesi bu neticeyi göremiyor. Efendim, bunu çok ciddi düşünmek lazım. Eğer bizim siyasi irademiz bizim gördüklerimizi göremiyorsa o zaman çok yazık bu millete. Bunu belirterek o güne dönerek sorduğunuz soruya o günün içinden cevap aramak şartıyla geliyorum.
Efendim, kabul etsek de etmesek de dünyada her milletin, her kadim milletin kendine mahsus bir projesi vardır. Ve o topluluklar, o devletler hayatlarını bu proje etrafında geçirirler. Kendilerini, projelerini tahakkuk ettirdiği nispette muvaffak olmuş, ettiremediği nispetle de olmamış kabul ederler. Buradan ben şunu anlatmak istiyorum. Biz Orta Doğu'da, İslam âleminde, Türk dünyasında çok kadim bir milletiz. Binaenaleyh, bizim bu kadar köklü bir tarihe sahip olduğumuzu gören sadece bizim milletimiz değil, etrafımızdaki komşular da bunu görüyor. 600 sene gibi uzun bir zaman dünyaya hükmetmiş bir ecdadın nesli olduğumuzu, bizim dünyaya söylememize gerek yok. Onlar her zaman zaten bunun hesabını yapıyor.
Hatırlarsanız 90 yılı 1917'de kendisine vatan bulmuş olan komünizmin, Rusya'da aynı zamanda inkıraz dönemiydi. Yıkılmasına rastlayan bir dönemdi. Dünya artık çift kutuplu olmaktan öteye gidip, tek başla idare edilme sevdasına gitmişti, düşmüştü. Tabi o gün dünyayı tek başına idare etmek isteyen dünyanın iradesi, 600 sene İslam âlemine baş olmuş milleti, bir topluluğu, bir devleti görmemesi körlüktür. Değil mi?
Eğer Rusya'nın inkırazından sonra bir silkinişle Türk devleti, Türkiye Cumhuriyeti İslam âlemine baş olabilecek bir atılımda bulunur. Ve kendi soyundan, kanından, canından, dinden olan, dilinden olan Türk topluluklarıyla bir araya gelirse o zaman dünyada ikinci bir kutup başı doğar ki, artık bu kolay kolay da Rusya gibi mağlup olacak cinsten, bir devlet olmaz. Bilmem anlatabiliyor muyum? Tabi bunun hesabını bizim müttefikimiz, dostumuz, kardeşimiz çok zaman kendisine ağabeyimiz dediğimiz ABD çok iyi yapmıştır. Evet bu bir taraftan, bunu böyle bir tarafa koyup diğer taraftan dünyanın ikinci bir pozisyonunu ele almamız lazım. Şimdi ABD'nin bilhassa Orta Doğu'daki hesaplarına nail olabilmesi için, Türkiye'nin çıbanbaşı olacağını görmemesi mümkün değil.
İki, kabul etsek de etmesek de Yahudiler ve Yahudilik kadim bir dava, kadim bir millet olma özelliğini taşımaktadır. Çok eskidir. Dünyayı isteseniz de istemeseniz de Yahudi ‘siz tutmanız mümkün değil. Bu kavim beşeriyetle başlamış, onunla sona erecektir. Onun için insanlık kadar tarihi eski olan bu milletin, insanlık üzerinde hesabı olması çok tabidir. İspanya'dan çıkarılışından sonra Osmanlı'nın himayesinde o bölgeye sığınmaları şu anda İsrail Devleti'nin olduğu bölgeye sığınmaları ve ondan sonra burada bir devlet kurma hesabını yapmaları yeni bir olay değildir. Kaldı ki orada bir Süleyman Camii, Mescidi Aksa gibi tarihen onları oraya bağlayacak çok ciddi amirler ve faktörler de mevcut.
Yahudilerin Arz-ı Mev'ud İdeali İnançlarının Gereğidir
Şimdi ikinci ana faktörü izah ederken Yahudiliği tanıyalım diye bu kadar işe mufassal giriyorum. Elbette ki Yahudiler kendi bulundukları dünyada baş olma sevdası tabiatlarının gereğidir, inançlarının gereğidir. Onun için Yahudiliğin mukaddes kitabı olan Tevrat'ta her ne kadar mevcut Tevratlar Cenâb-ı Hakk’ın insanoğluna indirdiği Tevrat olmasa da onlar değil mi ki bunu Cenâb-ı Hakk’a, onların ifadesiyle Yahuda'ya mal ediyorlar. Onda aynen şu ifade mevcuttur. Sizin ülkeniz Anadolu'da içerisinde olan arz-ı mev'ud yani vadedilmiş memleketlerdir, buralardır. Bunun içerisine nere giriyor? Bunun içerisine Lübnan giriyor, Suriye giriyor, Irak giriyor ve Türkiye Anadolu giriyor.
Şimdi Amentü'nün şartından bir tanesi kabul edelim ki filan yeri almak olsa, her Müslümanın öyle bir yeri alma sevdası olur mu, olmaz mı? Şimdi Yahudiliğin iman şartı böyle bir vatana kavuşmaktır. Bu vatanın istesek de istemesek de zemini bizim topraklarımızda içine alan bir vatan parçasıdır. Ha o halde Yahudilerin bu kadar geniş bir arzı kendileri için vatan tutmak istemeleri çok tabii haklarıdır, inançlarının gereğidir.
E peki bu kadar geniş yer bunların vatanı olacak da o topraklar üzerinde yaşayan insanlar “aaa ne güzel inanıyorsunuz, iyi diyorsunuz gelin bu memleketi, bu vatanı siz alın” mı diyecek bunlara? Elbette demeyecektir. Onun için Ben-i İsrail'in önde gelen Rical-i Devleti yani devlet adamları Orta Doğu'ya şöyle bir baktılar. Burası bizim ama burada birtakım çıbanbaşları var bunları yok etmemiz lazım. O tarihlerde Saddam'ın da kendine has birtakım yanlış tutum ve davranışları vardı. Esasen olaya bir bütün olarak bakarsak Saddam'ı dünyanın istihbarat teşkilatları oyuna getirmek istiyordu. Çünkü aksi takdirde Irak'ın parçalanması zor belki de imkânsızdı. Saddam'ın hesapları çok güçlüydü. Ona göre Kuveyt'e girilecek. Kuveyt'teki topraklar Irak'a ilhak edilecek. Ve Kuveyt'te mevcut olan petrol havzası da dolayısıyla Irak'ın malı olacaktı. Adeta dünya istihbarat, güçlü istihbarat teşkilatları Saddam'ın sağ kolu olma meylinde, istidadında rol yaptılar. O Sayın Saddam'da daha evvel dikkat ederseniz senaryo bir anda ortaya çıkmış değildir.
İran Devrimi, Orta Doğu'daki Güç Dengeleri Nedeniyle Türkiye'ye Düşmanlık Olarak Yansıtılmıştır
Hatırlarsanız Türkiye'de bile bunun çok defa gündemi yapılmış. Durup dururken bize İran düşmanlığı zerk edilmeye çalışılmıştır. Neymiş İran'da bir devrim olmuştur. Sanki Türkiye'nin içerisinde bu devrim olmuş gibi korkunç propagandalar. Aslında olay İran'daki olan İslam devrimi filan değil. İran'da bir diriliş hareketi, bir oluş hareketi var. Şimdi Amerika hesap ediyor bir taraftan ki eğer bu hareket tutarsa Orta Doğu'da hâkimiyetini ilan edecek. Ben istediğim gibi çelik çomak oynayamayacağım. İsrail'in de düşüncesi arz-ı mev’ud olan topraklar benim elime geçemeyecek ve bu adamlar İslam âleminin başı olma iddiasında, “Ne olacak o zaman işimiz suya düşecek.” Hesaplar bu kadar iç içe girmiş girift bir muhasebe. Efendim biz kalkıp yeni kurulan İran… Dünyada biz hiçbir devletin iç işlerine karışmış bir millet değiliz. Ama bizi İran'daki olay o kadar yakinen ilgilendirmiştir ki, neredeyse deseler bize “biz de kalkıp efendim İran'a vurma gibi bir eğilme geçtik.” Yani hacısı hocası hepsi ayağa kalktı, hiç bizi ilgilendirmediği halde.
Hâlbuki İran'ın yakın komşusu olarak bize uzaktan hadiseleri seyredip değerlendirmek düşmez mi? Evet. En azından Müslüman olmaları münasebetiyle “Allah bunlara hayırlar nasip etsin. Allah işlerini düzeltsin” diye dua etmek gerekir. Değil mi? İslam'ın bu tavırları biz tamamen bir tepkiyle reddettik. Adeta İran düşmanlığını bir devlet politikası haline getirdik. Hatta o gerekçeyle Müslümanlık adına ibadet yapan insanları kontrol ve murakabe altına aldık. Bilmem anlatabiliyor muyum? Şimdi bunlar bizim bilerek yahut da bilmeyerek aldanışlarımızdan biri veya birkaçıdır. İran kendi içinde bir takım olaylar yapabilir. Bizi ilgilendirmez. Zaten o Şii'dir. Şii olması münasebetiyle bizim inanç ölçülerimizde uzaktan ve yakından bağdaşan tarafı yoktur ama bunu sen kime anlatabilirsin? Bilmem anlatabiliyor muyum? Bunu kimseye anlatamayız. O olaydan sonradır ki Türkiye'de bir İslam terörü dedikodusu çıkmıştır. Müslüman terörist olabilir mi? Kesinlikle.
Şimdi geliyorum asıl anlatmak istediğime. Hâlbuki olayın ana nedeni İran'ın Orta Doğu'ya Orta Doğu ülkelerine hâkimiyetinin efendim tahakkuk anında İsrail'in projesinin tahakkuk etmemesi konusudur. Amerikan'ın projesinin tahakkuk etmemesi konusudur. Gerçi bizde İran'ın bu ülkelere tasarrufu olmasını kabul etmeyiz. Zira bizimde tarihten kalma aramızda bir münazaramız vardır, bir yarışımız vardır. Biz baş olmak istemişizdir. İran'da baş olmak istemiştir. Bu tarihi bir mücadeledir. Ama biz bunu mücadele mantığı içinde yapmıyoruz, yapmadık. Efendime söyleyeyim bu nedenle bizim İran'ı kabul etmemiz diye bir meselenin söz konusu olması mümkün değil. Zaten İran'ın tasarrufu etmek istediği arazi üzerindeki insanların %80'i Ehli Sünnet ve'l Cemaat meşrep ve mezhep mensubu insanlardır. Bunların şayia intisap etmeleri mümkün değildir. Anlatabildim mi? Yani bunu da bilmemize rağmen ama tabi bu inceliği işte bu ABD olsun, İsrail olsun hem siyasi güçleriyle hem de istihbarat güçleriyle çok güzel değerlendirdiler.
Ve o zaman hatırlarsanız Saddam Efendi durmadan hiç kimseye sormadan bir gece baktık ki bir harp çıkarttı. İran'la beraber seneler süren savaş. Bir sürü masum insan efendime söyleyeyim heder olmuş, gitmiş, ölmüşler.
Körfez Krizi, Orta Doğu'da İsrail ve ABD'nin Çıkarlarını Pekiştirmiştir
Şimdi nereye geldik gelmek istiyoruz? Şunu anlatmak istiyorum. Dün İran-Irak savaşını hazırlayan bir senaryo vardı. O senaryo tamamlanınca ikinci bir senaryonun olması lazım. İşte ikinci senaryoda, Ortadoğu'da vuku bulacak olan işte Irak'ın Kuveyt’e girmesi ardından birleşmiş milletlerin oraya çıkmaz senaryosudur. Yani tabi seyri içerisinde olmuş bir hadise değildir. Bilmem anlatabiliyor muyum? Bunlar hep oynanan oyunlar. Daha doğrusu kurdun kuzuyu yiyebilmesi için kendine göre uyguladığı projeler. Tabi bu projeyi karşı taraf ehl-i basiret olmayınca rahat yutuyor ve oyuna geliyor. Kısaca arz-ı mev’ud kendisinin olması için efendim İsrail önünde Irak çok büyük engeldi. Onun aşılması lazım. Anlatabildim mi?
Hatırlarsanız o günlerde düğün değil, bayram değil. Efendime söyleyeyim Irak lideri Sayın Saddam, İsrail'i gündeme getiriyor. Bunun üzerine Amerika'da envai türlü silahlarla beraber İsrail'i üs haline koyuyor. Bunun sebebi nedir sence? Ne lüzum ya. Hâlbuki olay Kuveyt ile Irak arasındadır. Değil mi?
Niye gidiyor o İsrail'e? Neden İsrail'e Amerika yardım ediyor? Ha, burada bir bizim görmediğimiz veya göremediğimiz, zaten az evvel ifade etmeye çalıştığım siyasi irade de bunu görmediği için bence suçludur, göremediği için suçludur. Ne demek yani sen bir millet idare edeceksin, milletin üzerine hesap kurulacak, bunu görmeyeceksin? O zaman senin köyde ki Fadime Nene ’den ne farkın kaldı ya? Bırakalım da devleti bu idare etsin, değil mi?
Milleti idare eden iradenin mutlaka bunu görmesi lazım. İşte biz âcizane o gün bunu gördük. Dedik “bu oyun Türkiye’ye oynanıyor.” Niye? Hocam Irak var. Senaryonun bir tarafı da Türkiye’yi ilgilendiriyor. Neden Türkiye’yi ilgilendiriyor? Diyor adam ki, “burada benim vatanım” diyor. Ee biz istediğimiz kadar yurtta, dünyada bilmem nerede her tarafta barış ilan edelim. Seni kim dinliyor ya? Kim dinler seni? Hiç kimse dinlemezse…
İşte bu ifadelerin, bu anlayışın gereği işte Körfez olayı senaryo halinde gündem edilmiş ve bu gündeme malzeme olarak da Sayın Saddam seçilmiştir.
Ama Saddam bir noktada kendine göre haklıydı. Olabilir ki, ben Amerika’nın çok sevdiği bir insan olur onunla teşrik-i mesai geliştirirsem Orta Doğu’da güçlü bir baş olabilirim. Bu sevdaya kapıldı. Onlar da balık yemi olarak kancanın ağzında onu kullandılar. Attılar Kuveyt’in üzerine, ondan sonra da sahip çıkmadılar. İtiraf etti bunu. Bana Amerika bunu, bu sözü vermedi. Bana bunu söylemedi. Biz sana bu konuda kesinlikle müdahale etmeyeceğiz dedi. Ama arkasından gördük ki Amerika onu kolay kolay harcadı. Zaten senaryo buydu, harcanmasıydı. Harcanması lazım ki Irak diye bir devletin güçlü bir otoritenin ortada olmaması lazımdı. İşte onu temin ettiler.
Efendim tabi bu olay çok yenilikleri Orta Doğu dünyası için getirdi. Bir, İslam dünyası çok ciddi şu anda kontrol ve murakabe altındadır. Hem İsrail’in denetimi altındadır, hem Amerika’nın denetimi altındadır. Yani şu anda Orta Doğu çok ciddi bir kontrol ve murakabe denetimi altında hayatını devam ettiriyor. İslam âleminde hangi devlet olursa olsun bana kalırsa yüzde elli müstakiliyetini kaybetmiştir. Ne kadar hür irade sahibi olduğunu iddia ederse etsin, yüzde elli esir durumuna gelmiştir. Misal mi istiyorsun? Biz koskoca bir devletiz ve de milletiz. Hadi erkek diyeyim sana, ambargo uygulanan boru hattını aç bakayım. Elimiz titriyor oraya bile uzanamıyoruz. Bu mu hürriyet? Harp bitti, ortada hiçbir şey kalmadı. Değil mi?
Ama senaryo çok farklı… Orta Doğu’daki efendim İsrail’in önüne konulan engellerin aşılması. Onun için de bu projenin uygulanması gerekiyor ve uygulanmıştır.
Evet, İsrail Orta Doğu’da hâkimiyeti aşağı yukarı tahakkuk etmiş vaziyettedir. Önündeki bütün engeller kalkmıştır. Lübnan engeli kalkmıştır, Suriye engeli kalkmıştır, Irak engeli kalkmıştır hatta Türkiye engeli kalkmıştır. Türkiye ile anlaşma masasına oturmuştur. Değil mi?
Kısaca Orta Doğu’da oynanan İsrail oyunu bence tutmuştur. Tabi müttefiki olan Amerika ile beraber. Onun da kendine mahsus bir takım maddi çıkarları var. Ki o petroldür. Bunu her zaman söylüyoruz. “Bir damla kan, bir damla petrol.” Batı için bu ölçüdür. Bir İngiliz siyasi adamı bunu böyle söylemişti. Neticede geldiğimiz nokta bu, başlangıcı budur. Benim kanaatim bu hususta bu.
Birleşmiş Milletler Ambargosu ve Körfez Savaşı, Türkiye'ye Karşı Gizli Hesapların Bir Parçasıdır
Haksızın yanında bir alet olmuştur, Birleşmiş Milletler. Ve iki, Birleşmiş Milletler hukuku tamamen ihlal ediliyor. Öyle şey mi olur? Tabi ihlal ediliyor. Hem de buz gibi ihlal edilmiştir. İhlal edilme devam ediliyor. Şimdi efendim, hadiseyi uzun uzun anlatmaya veya tartışmaya da gerek yok. Şu anda efendim Birleşmiş Milletler’ in Irak’ tan isteyeceği bir şey kalmış mıdır?
Hiçbir şey kalmamıştır. Peki, nedir bu ambargo? Soruyorum. Yani biz eğer Birleşmiş Milletler tarafına geçip de desek ki, “Irak’tan şunu istiyoruz” Irak da buna mukabil olarak buna istediğimizi vermiyor, o zaman bu ambargoyu devam ettiririz. Yani Allah'a reva mı? Yüzlerce, binlerce, yüz binlerce insan efendime söyleyeyim heder olup gidiyor bu ambargo nedeniyle.
Kısaca korkunç bir proje uygulandı ve bitmedi, devam ediyor. Burada asıl oyun sadece Irak’a değil, Irak’ın da komşu olduğu bizedir. Yani biz biziz bu hadisenin içerisinde. Aslında hedef biziz. Az evvel söylediğim gibi sadece bu Irak’la başlayıp biten bir hadise olmuş olsaydı, bu kadar milyarlar trilyonlar zarar Türk Devletine verilmezdi. Ama şu anda çok güçlü zararı olan millet, devlet biziz. Yani belki de harp harcamaları da dâhil olmak üzere, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin yaptığı zararı hiçbir devlet yapmamıştır. Açık konuşmak lazım. Irak’tan sonra en büyük zarar ve ziyan Türkiye Cumhuriyeti’ne olmuştur. Ha demek şu anda bizim göremediğimiz ve yine bilemediğimiz Türkiye Cumhuriyeti üzerine oynanan bir oyun var, bir hesap var. Şu anda biz bunu görmekle mükellefiz. Bu oyunu Türkiye Cumhuriyeti’nin yıkması lazım, bozması lazım. Bununla mükellefiz. Değil mi?
Kısaca bütün neticeler alınmış olmasına rağmen, eğer hala efendim sıcak harp döneminde alınan kararlar bugün de devam ediyorsa, demek bizim görmediğimiz birtakım hesaplar daha devam ediyordur. Bu hesaplar Irak üzerinde olmadığına göre, çünkü Irak’tan alınacak bir şey kalmamıştır. Değil mi?
Irak'ta harp sanayi imha edildi. Bir şey kalmadı orada. Denildi ki sen harp sanayi… Tamam yok öyle bir şey kalmadı. İktisadi gücü tamamen parçalandı. Siyasi gücü parçalandı. Yani Irak'tan istediğimiz bir şey kalmadı. Ama yine uygulamalar, ambargo uygulamaları devam ediyor. O halde bunların bir nedeni olması lazım. Ben diyorum ki, bunların nedeni bizim göremediğimiz bir Türk Devleti aleyhtarlığıdır. Nitekim o hadiseden sonra hatırlarsanız Güney Doğu'da yara kangren olmuştur. Efendim Ermeniler istediği şekilde orada PKK'yla ittifak edebilmişlerdir. Hatta deniliyor ki, bunlar resmi ifadeler gayri resmi değil. Çekiç gücün himayesinde birçok terörist yetiştiği silahlarının bulunduruldu. Yani kısaca bize bir şeyler düşünülüyor. Bunu görmemiz lazım. Bunu sona erdirmemiz lazımdır, diyorum efendim.
Türkiye, Güneydoğu'daki Siyasi Tehditler ve Ermeni-İsrail Planlarıyla Karşı Karşıyadır
Türkiye iki bakımdan çok ciddi zararlar görmüştür. Bu zararlardan bir tanesi siyasidir. Ki Güney Doğu'da az evvel de ifade ettiğimiz gibi, bir Türk-Kürt meselesi devamlı körükleniyor. Bu siyasi olan zarar Allah muhafaza eylesin, devletin tamamını tehdit altında bulunduran bir siyasi zarardır, bir eylemdir, bir harekettir. Onun için diyorum ki Türkiye Cumhuriyeti bu çıkarmayı çok iyi değerlendirmesi lazım. Yani burada oynanan oyunlar niye bitmedi, niye devam ediyor? Çok iyi görmemiz lazım. Diğer taraftan tabi Amerika'nın hâkimiyetinin olduğu dünyada İsrail'in hâkimiyetini düşünmemek hayaldir. Artı yine Güney Doğu bölgesinde Ermeni hâkimiyetini düşünmemek hayaldir. Takip ediyorsanız şu anda Azerbaycan, bizim Güney Doğu, İran'ın bir takım biraz toprağı, Irak'ın, Suriye'nin toprakları olmak üzere orada bir harita yapma sevdasında Batı dünyası. Kime bu bu haritayı hazırlıyorlar? Bu zemini hazırlıyorlar. Hiç şüphesiz ki Ermenilere hazırlıyorlar. Yani orada birinci güç Orta Doğu'da, İsrail. Bana kalırsa ikinci güç de, Ermeni büyük Ermeni devleti idealidir. Bu iki idealin, bu iki düşüncenin, bu iki inancın kurbanı olarak da maalesef bizler seçilmişizdir. Bunu bizim görmemiz lazım. Hariciye politikamızı bu temelleri tespit ettikten sonra, bu hakikatleri tespit ettikten sonra, yeniden gözden geçirip çok ciddi tedbirler almak yanında, hareketlerde, aksiyonda bulunmamız lazım, diyorum efendim.
Globalleşme ve Haçlı Zihniyeti Karşısında Türkiye, Kendi Bağımsız Siyasetini Oluşturmalıdır
Yani birinde fevkalade duyarlı olmasına rağmen, diğerinde tamamen sağır ve kör oluyor. Görmüyor muyuz? Burada büyük bir hesap var diye. Ve biz kendi aleyhimizde oynanan oyunda bizzat Birleşmiş Milletlerin yanında yer alıyoruz. Kendi aleyhimizde oynanıyor bu oyun, gidiyoruz onların tarafında yer alıyoruz. Bizim kadar çok affedersin, gene teeddüp ediyorum. Milletimiz bunlardan hakikaten çok uzaktır. Biz enayi değiliz. Görmemiz lazım bunları.
Globalleşme diyorlar, küreselleşme diyorlar yani birleşme diyorlar. Biz hiçbir zaman onlarla bir olamayız. Bunu çok iyi görmemiz lazım. Bizim onlarla bir olabilmemiz için tarihimizden, örfümüzden, âdetimizden, geleneklerimizden her şeyimizden vazgeçmemiz gerekir. İstesek de istemesek de onlar bizi kabul etmezler. Sen şu anda dünyanın en güçlü iradesine, siyasetine, ekonomisine malik olacaksın. Kabul etmediğin bir devlet, hem de ileride çıbanbaşı olacak bir devleti hazmedeceksin. Bu mümkün mü ya? Adama deli derler. E bu deliliği Batı yapar mı? Yapmaz.
Kaldı ki az evvel de söylediğimiz gibi, bunun inancı buna müsaade etmiyor. Kabul etsek de etmesek de Avrupa'da korkunç bir haçlı zihniyeti hâkim. Yani dünya bugün dininin iradesinde yönlendiriliyor. Öyle değil mi? Hadi erkekseler Papa'nın dediğini inkâr etsinler veya buna karşı çıksınlar. Yani Batı dünyasında dini irade son derece güçlü ve de tasarruf sahibidir. Şimdi biz her şeyi kendi ölçümüzle değerlendirdiğimiz için hadiselerin nereye gideceğini bilmediğimizden dolayı, onların değer verdiği manevi kurum ve kuruluşlara itibar etmediğimiz gibi, belki de hiçe sayma durumumuz da mevcuttur. Orası bir tarafa şu anda efendim biz Türkiye Devleti olarak, Cumhuriyeti olarak bizim kendimize göre has bir politikamızın olması, Orta Doğu'yu kapsayacak bir siyasetimizin olması, artı Türk dünyasıyla bizi bir arada bulunduracak hem siyasi, hem de ekonomik bir iradenin bulunması zaruridir. Bunların hesaplarını Türkiye'nin yapması şarttır. Bu hesapları yapmadığımız sure içerisinde evet varlığımızı devam ettirebiliriz ama her an, her gün zorluklar içerisinde de inim inim inleriz. Bunu da çok iyi görmemiz lazım.
Efendim şu andaki ekonomik buhranların asıl nedeni kanaat-i şahsiyem bu hadiselerden kaynaklanıyor. Düşünebiliyor musun, Türkiye Cumhuriyeti yılda 100 trilyon üzerinde masraf Güney Doğu'ya yapıyor. Efendim fiili bir savaş olsa bu kadar insan harcama yapmaz. Bu nedir? E deme bizi bir takım güçler belli vadilere çekmek istiyor. Ekonomik olarak çökertmek istiyorlar. O halde biz barışçı yollarla hadiseleri yakalamamız, çözmemiz şart. Değil mi?
Bunları yaptığımız zaman oyunlar boşa çıkar. Ama yapmaz da bir omuza hareket edersek, işin içerisinden çıkacağımızı zannetmiyorum. Çok yoruluruz, çok terleriz.
Allah basiret ihsan etsin.
Devlet ve Milletin Kaynaşması, Milli Bütünlüğümüzün Temelidir
Tavsiyem milli bütünlüğümüzü korumaktır. Bunu diri tutmaktır. Millet ve devlet kaynaşmasını temin etmektir. Milletin bir merkez etrafında devlet iradesinin sarsılmaz merkezi etrafında varını yoğunu seferber edecek nitelikte bir iman aksiyonuyla, aşk noktasında harekete geçmesi lazım. Birbirine sarılması lazım. Artık dargınlıklar, küskünlükler kalkması lazım. Devlet milletinden, millet devletinden endişe etmemesi lazım. Her ikisi de birbirine itimat etmesi lazım. Her ikisi de birbirini kucaklaması lazım. Sakın ola da birbirine hesap sorma aşkına düşmemesi lazım. Ama şu anda ben bunu göremiyorum. Bunun olması şart. Devlet de millet hesaplaşmaya yüz tuttuğu zaman Allah muhafaza eylesin. Hadisenin boyutları çok derinlemesine uzar ve burada her iki kurum kuruluş da zarar eder. Biz devletle milleti ne olursa olsun barıştıracağız.
Bunun da tek çaresi bizim milletimiz elhamdülillah Müslüman bir millettir. İslam'ı ihya etmekle, ona sarılmakla, hatta teşvik edecek devlet bizi. Buna gelin sarılalım diye göreceğiz. Şu çözülmez gibi görülen problemler bir yılda çözülmezse, çok samimi konuşuyorum bileklerimi tamamen keserim. Değil mi?
İman bir mıknatıstır. Herkesi kendine çeker ve toplar. O zaman kavmiyetçilik iddiası da memleketimizden kalkar. Şu veya bu iddialar kendiliğinden sönüp gider. Tek irade, millet iradesi o zaman gerçek anlamda hâkim olur. Evet bunu diyorum, bunu tavsiye ediyorum efendim.
Bu sohbeti video olarak izlemek için play butonuna basınız