info@profdrhaydarbasenstitusu.org

Haftanın Sohbeti - Fertlerin ve Toplumların Birlik Beraberliği / 1995
22/05/2025 SOSYAL HAYAT 4

    Neler Okuyacaksınız

Olayların Tahlilinde İnanç, Kültür ve Menfaatlerin Etkisi Kaçınılmazdır

Şimdi efendim, bir gözlemci olarak insanlar hadiseleri değerlendirirken, meselelerin, hadiselerin tamamen dışına çıkıp objektif olarak vücuda gelen hadiseleri tahlil etmesi lazım. Yani siz bir meselenin içerisine girdiğinizde veya bir taraf olduğunuzda nasıl bakarsanız bakın, işe çözüm getirmeniz mümkün değildir. Bu, bir. Yani mevzuları çözme bakımından, hadiseleri tahlil etme bakımından olayların dışında gözlem yapmanın şart ve de zaruri olduğunu bilmemiz lazım. Bu demek değil ki hadiselerin içine girip de şahit olmayacaksınız; çok olaya şahit olacaksınız. Ama bir taraf olduğunuz zaman o taraf olduğunuz vadide ve de istikamette reyinizi beyan etmemeniz de mümkün değil.
Hemen şunu ifade edeyim; şimdi bizim de taraf olmamamız mümkün değil, bir hadiseyi değerlendirirken. Çünkü kabul etsek de etmesek de biz bir inancı taşıyor ve de onu yaşıyoruz. Ha biz, bizim taşıdığımız inancı dünyanın fert ve toplum bazında yaşadığını; bu topluma, bu topluma ve ferde dünyanın bakışını çok zaman uzaktan seyretme imkanlarını bulabiliyoruz. İşte bizim avantajımız bu. Bakıp seyrettiğimizde gördüklerimiz önümüze çıkıyor; duyduklarımız da gördüklerimiz, inandığımız birleşiyor, tahminler doğru çıkıyor. Yani biz kendimiz yeni bir şey keşfetmiyoruz; bir şeye inanıyoruz, inandığımız o şeyi görüyoruz, gördüğümüz o şeyi de düşünüyoruz. Ama başta inandığımız bir şey var. O inandığımız şey neticede aynen çıkıyor. E çıkması da lazım. Çıkmazsa o zaman haşa insan inancından şüphe etmesi lazım.
Şimdi ben o bakımdan diyorum ki; “olayların tahlilinde ve de değerlendirilmesinde mutlak surette başta inancın, kültürün, efendim, bir de bunlara bağlı menfaatlerin mutlak surette alakası ve de ilgisi vardır.” yani hadiseler ortaya çıkarken bunların temelinde yatan ana faktör fert veya toplum bazında dikkat edin, mutlaka bir inanç ayrılığı veya birliği vardır; fikir birliği vardır, zevk birliği vardır. Bunlar olmadan insanların taraf olması mümkün olmuyor. İşte düşünce, fikir, inanç birliklerini böyle görüyoruz. 
Bu bir devlet içerisinde yaşayan fertten veya fertlerden, toplum, cemaatlerden, cemiyetlerden alın da devletler arası zemine kadar varın, aynı. Hiç şahsen ben farklı bir şey görmedim. Ya inanıyor bir şeye karşıdır veya bir şeye inanmıyor; ona ondan karşıdır. Artı zevk birliği vardır; ondan taraftır. Artı yoktur; ondan karşıdır. Artı, efendim fikri, düşüncesi aynıdır; ondan taraftır. Artı, fikri düşüncesi aynı değildir; ondan karşıdır. Yani ben bunun dışında hiçbir şey görmedim. Bilmem anlatabiliyor muyum? Ha, bir de bunları destekleyen birtakım menfaatler var. Zaten bu maddi menfaatler de bu düşüncelerin hayatta dal budak sarabilmesi için birer vasıtadır ki bunun da olması zaruridir. Yani o, o maddi sahiplerin menfaatlerin de temeline indiğimiz zaman yine burada manevi birtakım duyguların yattığını, inançların yattığını görüyoruz.
Evet, diyoruz “burada menfaat var; o bakımdan bu iş böyle oluyor veya burada bu taraf oluyor; maddi çıkarı olduğu için böyle oluyor.” Doğru ama onun da temeline baktığımız zaman neticede mutlaka fikri, zevk, duygu veyahut da inanç birliğinin olduğunu görüyoruz. O halde diyoruz ki; “kabul etsek de etmesek de toplumlarda vücuda gelen hadiselerin temelinde yatan ana faktör, amil fertlerin inançlarıdır.” Artık buna bağlı olarak bu inancın ortaya çıkabilmesi için bun… Maddi destektir. O zaman işte maddi saikler devreye giriyor. Diyoruz ki; “adamın veyahut da o toplumun veyahut o devletin birtakım menfaatleri var da ondan.” Bunu tercih ediyorum, onu tahrik eden ana amil. Bilmem burasını anlatabildim mi? Yine baştaki söylediğimiz gibi “inancıdır.”

Toplumsal Hadiselerin Çözümünde İnanç, Fikir ve Zevk Birliği Sağlanmalıdır    

Şimdi bu teşhisten sonra şunu hemen ilave etmemiz lazım: Eğer bir t oplumda birtakım hadiseler oluyorsa o toplumdaki hadiseleri vücuda getiren, o halde inanç ayrılıklarını bulmakta fayda var; zevk ayrılıklarını bulmakta fayda, fikir ayrılıklarını bulmakta fayda var. Bence olayın teşhisi buradan başlıyor. Bunu bulduğunuz zaman, A telakkisinden, düşüncesinden, B zevkinden, şu inancından diye bunun teşhisini ortaya önünüze koyduğunuz zaman bunun tedavisi mümkün olur. 
Günümüzde bilhassa toplum içi kargaşanın, efendim, uzamasının nedeni önümüze bunu koyup da tahlil etmiyoruz. Tahlil etmemiz lazım. Mesela Güneydoğu problemini biz nasıl hallederiz diye sorduğumuzda bence, acaba burada bir inanç faktörü var mı, fikri bir faktör var mı, zevk faktörü var mı? Ondan sonra menfaat. Bütün bunları birleştireceğiz. Ha şu var, şu var, şu var; koyacağız önümüze. Biz bunların ne kadarını, nasıl, ne şekilde cevaplandırabiliriz? Oturursun. Çok güzel bir zeminde meseleyi halledersin. Bir misal olarak verdim. Bunu ülkeler arası, efendim, ilişkilere taşıdığımız zaman aynıdır. O bakımdan diyorum ki; “insanlar arasında beşerî münasebetlerin hadiselerin temelinde yatan ana espri inançlarımızdır. Buna bağlı olarak menfaatlerimizdir, düşüncelerimizdir, fikirlerimizdir ve de zevklerimizdir.

İnanç Birliği, Toplumlar Arasındaki Bağları Güçlendiren Temel Amildir

Bir mahsur yoksa bir iki misal de vereyim. 
 Şimdi mesela  görünüşte, efendim, bakınız, bizim Türk dünyası üzerinde hiçbir menfaatimiz yok ama Türk dünyasında vücuda gelen bir zararda, bir hadisede, bir olayda hemen sanki bize olmuş gibi tedirgin oluyoruz; acısını yaşıyoruz. Değil mi? İslam dünyasında bir olay olduğu zaman hemen bunun acısını yaşıyoruz. Mesela Bosna'da Bosnalı Müslüman kardeşlerimize bir olay oluyor, hemen bunu yaşıyoruz. Pazar yerine bir bomba düşüyor; sanki bizim evimize düşmüş gibi müteessir oluyoruz. Peki, bize bu hadiseyi yaşatan amil nedir? Bosnalı kardeşlerimizin imanıdır, Müslüman kardeşlerimizin imanıdır, Türk kardeşlerimizin imanıdır. Aynı duyguları, aynı imanı taşıdığımız için bizi müteessir ediyor. Bunun zıttı, kamilini düşünün; karşı tarafın bunlara hücum etmesinin, taarruz etmesinin, hasım olmasının, düşman olmasının temeli nedir? Gene o imandır. Yani seni nasıl o inanç o topluma, o fertlere yöneltiyorsa, diğerini de ona karşı çıkarıyor.
Şimdi, 20. asırda, asrın başlarında şöyle bir tez gelişmişti; artık insanlar inançlardan tamamen ari, ayrı, menfaate veya ekonomik çıkarlara dayalı kurumlar oluşturuyorlar. Bundan sonra inançların fertler veya toplum üzerinde etki etmesi mümkün değildir. Nitekim bunu komünizmle dünya uygulamaya çalıştı. Ne kadar uğraştı, didindiyse 70 küsur seneden 1917, 73 sene, bilemedin 74 sene dünya muvaffak olabildi bunda, ki o da yine bence komünizm bir, her ne kadar iktisadi bir doktrin gibi görünüyorsa da neticede materyalist bir inançtır, akidedir yani. Hiç kimse bunu gözden kaçırmasın. Bu da bir inançtır; bir şeye inanmaktır. 
Sen beşeriyette inanç duygusunun telakisini kaldırıp atman hiç mümkün değil. İnsanın tıpkı midesinin birtakım gıdalar ile doymasına benzer bu. İhtiyacınızdır sizin midenizi doyurmanız. Bazen öyle faydalı şeyler verirsin, beslenirsin, acıkırsın, bulamazsın, zararlı şey yersin, zehirlenirsin. Bunun gibidir yani. Ruhun da manevi ihtiyacı; itikattır, fikirdir, zevktir. İşte bu dediğimiz şeylerdir; mutlaka buna vereceksin. Bunu vermediğin takdirde onu batıl yoldan, farkında olsak da olmasak da biz alıyoruz. Fert de alıyor, toplumlar da alıyor ve bunu paylaşıyoruz. 
Yani kısaca biz bazı milletlere veya devletlere sahip çıkıyorsak maddi menfaat hiç zannetmem yani. Belki de 15 sırada gelir, önde gelmez. Hatta bunu çok sık misal veririm; 74 senesinde Kıbrıs'a çıkarma yaptığımız zaman çok iyi biliyorum. Bütün Avrupalı arkadaşlarımız, dostlarımız, müttefiklerimiz, hiç zararımız dokunmadığı halde şımarık Yunan'ın yanında hepsi yerini aldılar. Yunanistan'dan da hiçbirinin menfaati olduğunu ben zannetmiyorum. Hâlâ da yoktur. Neden? Yunan'ın şu anda ne ilminden bir şey olur, ne kültüründen bir şey olur, ne tekniğinden, ne sanatından, ne şusundan, ne busundan. Yani Batı dünyası bunlara hiçbir zaman Grek medeniyetine muhtaç değil şu anda. Ama değil mi ki, temel itibarıyla aynı duyguları, aynı inancı paylaşıyorlar; bizim yanımızda olmamışlardır, onların yanında olmuştur. 
Niçin bu misali verdim? Çünkü biz Yunanistan'dan çok daha fazla, bilhassa Batı’nın teknik olarak, sanayi olarak gelişmesinde Avrupa’da çok büyük hizmet gördük. Eğer Avrupa'ya bizim işçilerimiz gitmemiş olsaydı, bugünün Avrupa'sı bu noktada bulunamayacaktı, kim ne derse desin. Evet, bizim insanımız orada çalıştığının belki az veya çok karşılığını aldı ama Avrupa'yı da Avrupa yapan bizim insanımız olmuştur, kim ne derse desin. Yani kısaca bu temel ayrılıkları görmemek mümkün değil. Evet efendim.  

Rize Sel Felaketi Nedeniyle Geçmiş Olsun Mesajı

Efendim, bir defa bu sel felaketi münasebeti ile hayatını kaybeden kardeşlerimize Cenabı Hak'tan rahmet niyaz ediyorum. Cenabı Hak mekanlarını cennet eylesin. 
Yakınlarına Allah'tan sabır niyaz ediyorum. E tabii bu felaketiyle birlikte, insanımızın çok ciddi nispette maddi zarar görmesi, kabul etsek etmesek de e hakikaten o kardeşlerimize çok büyük bir ıstırap kaynağı olmuştur. Kim ne derse desin. Ateşin zorunu kazan bilir derler ama bize düşen vazife de bu kardeşlerimize sabır tavsiye etmek ve de telkin etmektir. Allah sonsuz sabır ve ecir ihsan eylesin. Geçmişlere tekrar rahmet eylesin diyorum.

Dünyadaki Her Halimiz, Ebedi Hayata Hazırlık İçin İmtihandır

Bu mevzuya girmişken şu hususu da hem kardeşlerimizi hem de bizi izleyen arkadaşlarımıza anlatmak da fayda mülahaza ediyorum. Efendim,  bazen bizim yanıldığımız bir nokta oluyor, dünyada biz ebedi kalıcı değiliz. Bugünkü zaman içerisinde insanların hayatta kalma süreci 60 yıl, 70 yıl, bilemedin 80 yıldır. Hatta Türkiye vasatında yaş ortalaması zannederim ki 60'ın altındadır; 55 ile 60 arasıdır. Biz bunu 60 yaş diyelim veya 70 diyelim; biz bu geçici alemde 70 yıl misafiriz. 
Bir yolcuyuz, bir kapıdan girdik, bir kapıdan çıkacağız; “iki kapılı bir handa yürüyorum gece gündüz.” Veysel, Aşık Veysel'in ifade buyurduğu gibi, hakikaten öyle, iki kapılı bir han. Birinden girdik, gidiyoruz. Kim ne zaman çıkış kapısına yakın, hiç kimse bunun farkında değildir. Bizim imamın, imanımız, itikadımız; herkes her an çıkış kapısına yakın olduğunu bilmesi ve de kabul etmesi lazım. Bunu kabul ederse hayatta yapacağı işlerini Cenabı Hakk'ın rızası istikametinde yapar ve de değerlendirir. Yani nereden geldiğini bilir, nereye gideceğini bilir, ona göre hayatını devam ettirir. 
O açıdan biz çok iyi bilmemiz gereken bir husus var. O da bu dünyanın ne kadar zaman olursa olsun o olduğu kadarı ile imtihan içerisinde bulunmamızdır. Her halimiz bizim için bir imtihandır, her halimiz. Zenginliğimiz, fakirliğimiz, orta halli oluşumuz, komşularla münasebetimiz, arkadaşlık kurmamız, zengin olmamız, kaybetmemiz, kazanmamız, ne bileyim belli mevkilere, rütbelere nail olmamız veya olmamamız, bütün bu haller bizim için birer imtihandır. Nereye imtihandır? Ebedi hayata hazırlanacak imtihandır. 
Şimdi bu soruların cevabını kulun iyi verebilmesi için devamlı rabbinin rızasını kazanma istidadı ve meyli ile haşır neşir olması gerekir. Yani bize düşen  vazife herhangi şartta olursa olsun Allah'ımızın rızasına vasıl olmayı gaye edinmemiz lazım. 

Hayır ve Şer Allah'tandır

Bu da ne ile  olur? Nefsimize zarar da gelse Allah'ın rızasına, affedersiniz kaderine rıza göstermemiz lazım. Fayda da gelse Cenabı Hakk'ın kaderine bizim ne yapmamız lazım? Rıza göstermemiz lazım. Esasen her insanın üzerinde Cenabı Hakk'ın bir hesabı var, bir kader hesabı var. Bu kaderi biz hepimiz yaşıyoruz. Bu hesap içerisinde çok güzel şeyler de var; bize göre çok çirkin, çok zararlı şeyler de var. Hattı zatında başta da anlatmaya çalıştığım gibi bunlar nedir? Birer imtihan sorusudur. Faydası da zararı da o tavrınıza göre. “Hayrihi ve şerrihi min Allahu Teala” Hayır ve şer Allah'tandır. Cenabı Hak, kutsi hadisinde öyle buyuruyor değil mi? 
 Amentünün esası, hayır ve şer Allah'tan. O halde bir şer hal, halinde yani bize göre musibet olan mesela bu zelzele, deprem, şu anda vuku bulan sel felaketi hakikaten çok büyük bir felaket, değil mi? Ha bu hallerde ne yapacağız? Sabredeceğiz. İsyan etmemeye dikkat edeceğiz. “Neden bunu verdin?” demeyeceğiz. Ha olmuştur; Cenabı Hakk'a teslim olacağız. Teslim olduğumuz zaman kurtuluşa erdik demektir. Yani zaten o anlamda isyan etsen eline geçecek bir şey yok. Ne yapabilirsin ki? Yani “Niye bunu bana verdin? Niye bu böyle olmuştu?” desen hiç etkin de olamaz. 
O halde ne yapmamız lazım? Sabırla, metanetle efendime söyleyeyim, Cenabı Hakk'ın kaderine rıza göstermemiz lazım. Fihi Ma Fih” te olması gerekiyor. Mevlana Hazretleri enteresan bir hikaye, bir fıkra naklediyor ki: “İki tane kuşu alın; canlı kuşu alın, ayaklarını birbirine bağlayın. İki canlı kuş uçamaz ama bir ölü, bir canlı kuş alın. Bak, iki canlı kuşun dört tane kanadı vardır, dört tane kanadı olmasına rağmen uçamaz. Ama biri ölü, biri de diri olursa iki kanatlı, o kuş diğer ölü hayvanı da uçurur.” Şimdi, Allah'ın kaderi önünde insan adeta nefsini Hakk’a teslim etmesi lazım ki insan Allah'a vuslat edebilmesi, uçabilmesi mümkün olabilsin. 
 Yani Allah'ın kaderi bir tarafta, iradesi bir tarafta uçuyor tabiri caizse; seninki bir tarafta uçuyor. E bu çatışıyor; o zaman gitmiyor. Biri bir tarafa çekiyor, biri bir tarafa çekiyor. Ha bu tip olayda ne yapacağız? “Allah'tan efendim, ya Rabbi sana şükürler olsun, hamdolsun” dediğimizde işte imtihanı kazanırız. Ben orada bulunan muhterem kardeşlerime; “bu büyük sabrı göstermelerini ve de kazanmalarını bi’iznillahi Teala tavsiye ediyorum ki, yaptıkları da budur.”
Bizim o tarafın insanı çok dindardır, dindardır; çok mutidir. Bugüne kadar hiçbir kardeşimiz orada bu tip olaylarda kaderine isyan etmemiş, hep rıza göstermiştir. “Hayrihi ve şerrihi min Allahu Teala.” demiş ve bu boyun eğmiştir. Allah geçmişlerimize tekrar rahmet eylesin. 

Musibet Anında Kaybedilen Canlar Şehadet Rütbesi ile Kazanır

Burada bakın, çok enteresan. Evet bu oldu; bizim şimdi ölmekte, ölerek hayatı kaybediyoruz, 60-70 yıllık hayatı kaybediyoruz. Ama bir sel felaketinde, böyle bir musibet anında kaybettiğimiz insanlar, hattı zatında çok kazançlı gidiyorlar. Neden? Çünkü böyle musibet anlarında hayatını Rabbi’ne teslim eden kardeşlerimiz, mutlak anlamda şehit oluyorlar. 
Ya, şehadet rütbesi. Kaç insanımız öldü orada? 12 insan, faraza; 12 tane şehit kazandık, değil mi? Sen hayatlarını bu kardeşlerimiz ibadetle geçirseler o rütbeyi elde edemeyeceklerdi. Bak, Allah'ın bir musibetle, hattı zatında onlara takdir ettiği büyük nimet var. O şehit kardeşlerimiz ahirette kim bilir ne kadar insana şefaat edecek. O akrabalarının kurtuluşu için belki hayatta yaşayan bazı günahkar kardeşlerimiz var. Sülbünden gelecek olan insan onlara şefaat edecekler. Manen onların kurtuluşuna bi’iznillahi Teala vesile olacak. Zaten, Kale Resul sallallahu aleyhi ve sellem peygamber alehisselatu vesselam Efendimiz, “Men hüridibillahu bihi Yusuf minhu.” buyuruyor: Allah bir kulunu severse ona bela verir. Belayı verdi mi ne olur? 
İşte en, bize göre en böyle kötü tarafı diyelim, ölümdür. Şehit oluyorsun, öyle bir rütbe kazanıyorsun ki e harbe giderken insan da şehit olmak için gider. E bunu kazanıyoruz. Artı, sağ kaldık. Allah günahlarımızı temizliyor o musibetle, o belayla. Birçok facia oluyor ama Allah bizi temizliyor. O ana kadar birçok vebalim vardı; günahımız vardı, bilerek yaptıklarımız, bilmeyerek yaptık… 
İşte Allah bizi temizliyor, adeta temizliyor. Su ile, sabunla, elbisenin, vücudun temizlendiği gibi manen günahlarından o kardeşlerimiz hiç korkmasınlar; tertemiz olmuştur bi’iznillahi Teala. Ölenler de, diri kalanlar da. Diri kalanlar, o musibete sabrettikleri için Allah onları temizliyor. Daha ha, bir de temizlendi, Allah onları bir de yükseltiyor, manen mükafat, ecir veriyor onlara. 
Kısaca görünüm bakımından, görünüş bakımından, dış manzara bakımından her ne kadar acı da olsa, bunun çok manevi faydaları vardır. Ee Allah tekrar kardeşlerimize, efendim, bu hadisede sabır ihsan eylesin, metanet versin, geçmişlerine rahmet eylesin. 

Felaketzedelere Maddi ve Manevi Destek Sağlamak Görevimizdir

Ancak tabii bunu derken bize de birtakım vazifeler düşüyor. Bu tabii oradaki  arkadaşlarımızın manen moralize edebilmek için, maneviyatlarını düzeltebilmek için dini vecibelerimiz arasında yapılması gereken sohbetlerdir, bunu yapacağız. İki; bunun da ötesinde, laftan öteye geçip herkes karınca kaderince, oradaki dostlarımıza, kardeşlerimize, arkadaşlarımıza madden yardım etmemiz lazım. Efendim, yardım kampanyaları oluşturmak gerekiyor. Efendim yardımlar bu; e artık para yardımı olabilir. Tabii birçok ev su altında kaldı benim duyduğuma göre. Efendim birçok binalar yıkıldı. Yollar tahrip edildi…
 Vesair. Maddi çok büyük zarar oldu. Malzeme yardımı olabilir, nakdi yardımlar olabilir. Bütün bunları iyi bir organize ile şimdi bizlere düşen vazife, bu organizeyi yapıp, artık bunu vilayet çapında bir organize mi olur, halk çapında birtakım organizeler mi olur, bilemeyeceğim. Mutlak surette bunu vilayetler, yani Rize Valiliği de yapar, zannıma göre Trabzon valiliği de yapar, organize ederler. Veya en azından bu organizeyi, organize edebilmek için toplantılar, efendim, seminerler oluştururlar. 
Bunların yapılması lazım. En kısa zamanda bu kardeşlerimizin yaralarının sarılması lazım. En azından yani açlıklarına, susuzluklarına, birtakım maddi dertlerinin ortadan kalkmasına mutlaka bizim de sebep olmamız lazım. Eğer bunu yaparsak, bu konuşmalarımızın değeri olur; yapmazsak, bunlar boş olmuş olur. Anlatabildim mi? Bunu yapmamız lazım. 

Trabzon'a Rafineri Kurulumu Fikri, Bölgenin Ekonomik Kalkınması İçin Tarihi Bir Fırsattır

Gürcistan kanalıyla nakledilecek olan petrol, zannıma göre Gürcistan'a ait bir petrol değil, Azeri petrolü olması lazım, değil mi? 
Müsaadenizle. Şimdi tabii bir defa bu tarihi bir olay, artı büyük bir fırsat. Rahmetli Özal'ın enteresan buluşları vardı. Derdi bir milletin eline efendim, şu anda bizim yakaladığımız fırsat gibi fırsat, ancak 100 senede bir, 200 senede bir geçer. Belki de Trabzon'un önüne çıkan 500 senede, 400 senede çıkacak olan büyük fırsat, bugün Allah'ın lütfuyla çıkmıştır. Ben buraya gelmişken bu bahsettiğiniz rafineri konusunda Sayın Yüksel'in, Vali Alaettin Yüksel Bey'in girişimini takdir ve tebrik ediyorum. Allah razı olsun. En azından insanımızı duyarlı hale getiriyor; “buna sahip çıkın” diyor. E bir zaten, bir mülki amirden beklenen feraset de budur, hareket de budur ve bunu yapıyor. Şimdi efendim peki burada bize düşen vazife nedir? Biz ne yapalım ki bu rafineri hususunda, efendim, Trabzon'a temini konusunda etkili olabilelim? Tabii bu, bunun için yine vilayetin nezdinde çok ciddi bir organizenin yapılması şart. 
 Yani çok ciddi bir organize yapılması lazım. Bu organize elbette gelişigüzel olmayacak. Sayın Vali Bey'in riyasetinde bence bir komite oluşturulması lazım. Bu komite çalışmayacak, bu komite denetleyecek. 
Benim acizane hatırıma gelen, bölgenin bu konuya olan ihtiyacını, gerek sınai yönden, gerek ticari yönden, gerek teknik yönden; artık bütün bu yönleri ele alabilecek, çalışmaları yapabilecek ikinci bir komisyon daha oluşturmaları lazım. Birinci komisyon Vali Bey'in riyasetinde; komisyon bunu organize edecek. Filan, filan, filan, filanlar bu komisyonda olsun. Bunlar çeşitli partilerden olabilirler ve olması da doğrudur; çeşitli cemaatlerden, çeşitli efendime söyleyeyim medya gruplarından olabilirler. Çünkü medyadan olmasında da şu fayda var; ee tabii bu, bu konuda araştırmacı olabilmesi için, gazeteci gibi istihbaratı toplayabilecek kabiliyeti de olması lazım insanların, değil mi? 
 Kısaca bu şeyler, komisyonların oluşması lazım. Komisyonlar, ikinci alt komisyon yani vazife yapacak icraat komisyonu teknik bilgi üzerinde durması şarttır ve de zaruridir. Nedir bu yani? Bu, bir damıtımdır ama nasıl bir damıtımdır? Bunu anlatacak, faydasını anlatacak. Varsa zararını beyan edecek. Mesela bazıları, efendim, bununla birlikte çevre kirliliği olabilir diye iddiaları olabilir. E şimdi çevre kirliliği olacak diye biz bu kadar kârdan vaz mı geçelim? Yani dünyanın eğer çevre kirliliği oldu diye sanayiden vazgeçtiğini hesap edersek, bugün dünyada bir tane rafineriye rastlanmaması gerekirdi.
 Değil mi? Ha yapacağız ama bunu nasıl yapacağız? İşte bu teknik araştırıcı, araştırmacı ekolün vazifesi bu olması lazım. Anlatabildim mi? 
 Bu, buraya ne lazımdır, e nelerle bu yap?... Artı hangi yerde öyle yapılabilir? Zannıma göre 3-4 bin dönümlük bir arazinin dolması şart. Çünkü bu Aliağa Rafinerisindeki o mıntıkayı hatırlıyorum da çok geniş bir bölge. Ee en azından öyle bir rafineri olması lazım, değil mi?
 Zannıma göre, bu  kimyevi damıtım araç ve gereçlerinin olduğu da yerdir ki, yani bu be… Petrolü benzin yapacak, bildiğimiz gaz yağı yapacak, efendim, mazot yapacak, fuel oil yapacak, artık hatta kullandığımız katran yapacak vesaire, vesaire; yani ayıracak onu, değil mi? Ana… Ne diyoruz buna? Analiz mi?  Damıt… Damıtma. Yani bütün bunlar yapılacak ki böyle bir kurumda en azından yani, o kadar yer; bir de 10-15 bin, belki de 7-8 bin, neyse artık rakamını bilemeyeceğim. Çok güçlü bir istihdam sahası, iş sahası açılacak, açılmış olacak. E düşünün bunlarla birlikte o 7-8 bin, 10 bin insanla birlikte ticaret gelişecek, değil mi? 
Petrol ürünlerinden yapılacak sanayi gelişecek. Yani sadece o, onunla da kalmıyor.  Tabii; yan kurumlar olacak, vesair kurumlar ki çok ciddi boyutlarda adım… Yani kısaca, Trabzon belki de Trabzon olalı böyle bir nimete ömür boyu kavuşmamış; bu anda kavuşarak en azından dünyanın bazı küçük devletleri var. Öyle güçlü bir kurum haline gelecek Trabzon. E bu bakımdan Trabzon'da birtakım olayların olması da çok tabii ve de normaldir. Onun için emniyet tedbirlerin de şu andan alınma itibarın alınması zaruridir ve de şarttır. Hatırlarsanız GAP projesi uygulama safhasına girdikten sonra Güneydoğu'da olaylar kızışmıştı. 
Bazı güçler müsaade et de yani sana rahat nefes aldırmasın. Şimdi seni Güneydoğu'da rahat bırakmayacak olan güçler, Trabzon'da “elini kolunu salla”, efendime söyleyeyim, “burada rahat nefes al” diyecek mi? Elbette de burada demeyecektir. Onun için burada çok ciddi emniyet tedbirlerinin de alınması lazım. Artık bunu vilayet emniyet ee İçişleri vesair bakanlıklar nezdinde yapılacak olan çalışmalar bunları belirler. Efendim, ee tabii buraya bu işin mal edilmesi hususunda halka da büyük vazife düşüyor. Halk bu konuda şartlanması lazım. Halk şartlandırmak gerekiyor. 
O halde halka bunu mal edebilmek için Trabzon medyası şu andan tezi yok, faaliyete geçmesi gerekir. Yani sen düşün ki o e damıtım, efendim kurumu vasıtasıyla, rafineri vasıtasıyla Trabzon'a milyarlar, trilyonlar akacak; bir yılda. E şimdi ee 100 kilo, 200 kilo tütün yapmak için seferber olan insanımız bir sene seferber ol… 200 kilo tütün yapmak için bu kadar parayı kazanmak için ne yapmamız lazım? Geceli gündüzlü çalışmamız lazım. Nasıl çalışacağız? E elbette siyasileri devreye koymak suretiyle. Bunlar bir siyasi birer güçtür. Yani bir güç devreye koyabilirsek ilgili bakanlığı, Enerji Bakanlığı, zannıma göre bununla, sayın başbakan, Enerji Bakanlığı,  Hariciye Bakanlığı vesair. E bu bakanlıklara e çok ciddi torpiller koymamız lazım, açık konuşalım. E bunu da kim yapacak? Halk yapacak. Bizler yapacağız. Ee nasıl yapacağız? İşte medyayla, televizyonlarımıza büyük iş düşüyor. Varsa gazetelerimize, çok büyük hizmetler düşüyor. E tabii bunun şuurunda olmamız lazım. Ee biz Karadeniz bölgesinde sanayiye başladığımız zaman, bütün bu kurumlar bizim karşımıza çıktı. Eğer bu rafinerinin de karşısına çıkarsa, yani çekeceği var, vilayetin de bu işe teşebbüs edenlerin de. Burası hakikaten o zaman Trabzon olacak. Ne bileyim, bu o kadar büyük bir nimet ki bunu düşünmek, bunu rüyada görmek bile hakikaten büyük bir nimet. 
Ne demek canım? En küçük delikanlımızdan en büyük yaşlımıza kadar, bir defa para sorunu olmayacak yani. E yani 10.000 insanın istihdam edildiği bir yer o. 

Trabzon Bölgesi Sanayisiz Kalkınmaz

Artı tabii her zaman üzerinde durduğumuz bir konu var. Bizim burası sanayi olmadan kalkınmaz. Geçen sene bana arkadaşlarımın verdiği bilgiye göre 160 gün hava kapalı geçmiş; yağmurlu, çamurlu. Efendim, ha burada turizm olacak. La turist gelecek de yağmur, çamurda mı yaşayacak ya? Yayla turizmi, e yaylada 5-6 ay böyle güneş güllük gülistanlık olsa, tamam ya, yayla turizmini teşvik et, yap. La yaylaya gidiyor herif; duman, duman, duman. Başka bir şey gördüğü yok.  Değil mi? E yani bizde gönül istiyor. Hakikaten tabiat fevkalade, acayip ama baba, gel görelim ki hava müsaade etmiyor. Yani, ne diyoruz buna? Hava şartları buna müsaade etmiyor. E binaenaleyh, biz şimdi hava açsın diye yani hep turistin gelmesine mi dua edeceğiz? Ne yapacağız şimdi? O halde biz bu bölgede tarım deniliyor, ara sıra tarım deniliyor. Ben buna da katılmıyorum. Zira burada, Akçaabat'ta, Sayın Kaymakam Bey'in riyasetinde bir toplantı olmuştu, iki yıl evvel, bizi de davet etti. Akçaabat'ın kalkınması hususunda bir tek kişi tarıma değinmiyor. Affedersiniz, sanayiye değmiyor. Hatta şu anda ismini unuttum, bir ilim adamı, profesör arkadaşımız burada sanayi de olmaz demez mi? Dedim ya, “ya bu arkadaş acaba hangi devletten, hangi milletten bahsediyor, hangi coğrafyadan bahsediyor efendim?” Yani dediler, buralıdır. Allah Allah! Hem buralı, hem bu sanayi burada olmaz. Neymiş? Madenler buraya uzakmış, bilmem şu uzakmış, bu uzakmış. Dedim, “ya dünyada sanayisiz kalkınan bana bir tek devlet göster, iki tane istemiyorum senden.” 
Hakikaten öyle, dünyada ülkeler bir, üretim yapar; iki, pazarlar. Genelde bütün ülkeler hem üretirler hem pazarlarlar. Dünyada sadece bir tek ülke vardır; o da küçük olduğu için üretmez, sadece pazarlar. O da Singapur'dur. Bunun dışında nereye giderseniz gidin, bütün ülkeler hem üretirler hem pazarlarlar. Şimdi biz neyi pazarlayacağız? Hadi söyle bakayım bana. Hiçbir şey. Ticaret yapacakmış, kimin malının ticaretini yapacaksın? Üretecek başkası. Sen burada, adam enayi mi? Açar burada bir büro, sana vereceği kârı kendisi temin eder. O kadar manyak mı? Ha, ticareti de bilmiyoruz, değil mi? 
Kısaca bizim bu bölge sanayisiz kalkınmaz. İnşallah bu rafineri bunun da başlangıcını, büyük çapta atılımını temin eder de bölgemiz layık olduğu maddi refaha kavuşur, insanımız rahat eder. Burada en çok sevinecek olan bizim kadın dediğimiz annelerimiz, ablalarımızdır. Şöyle ki bilhassa bu tütün mevsiminde bizim annelerimizin, ablalarımızın çektiği çileyi vallahi dünyada kimse çekmiyor. 
Nereden biliyorsun? Ben buralıyım. Yaz mevsimi, o tütün zamanı; tütünü fidanlık diyoruz, oradan alır gelir, bağına, bahçesine diker. O belli bir seviyeye gelir, başlar bunu kırmaya, damın altında dizmeye. O elleri zifir içerisinde acıdır. E onu yıkayacak, gidecek, çocuğunu yedirecek, o acı yerle beraber. İneğini sağacak, beyine hizmet edecek. Yahu bunu çok samimi konuşuyorum; dünyada ikinci bir ee kadın cemaati yoktur ki bu cefayı, bu çileyi çeksin. Bizim buranın kadını hakikaten çok cefakârdır. Allah hepsinden razı olsun, geçmişlerimize rahmet eylesin. Ee belki bu saikle sanayi de buraya gelir; bu anneler, bu ablalar da bu çileden, bu meşakkatten, bu eziyetten kurtulur inşallah. 
 

Türk İslam Aleminde Her Sahada Birlik ve Beraberlik Sağlanmalıdır- Bişkek 3. Türk Zirvesi Sonrası Değerlendirme 

Efendim, bu zirve çok büyük bir nimettir. Bu da aynen az evvelki rafineri olayı gibi çok büyük bir nimettir. Esasen çok geç kalınmış da bir harekettir bu. Ee şöyle ki, bize bizden başkasından fayda yoktur. Ancak bunların bu iktisadi, içtimai, hukuki, ahlaki birliğin olabilmesi için sanayi sahasında, ticaret sahasında birlik ve beraberliğin olabilmesi için o dünyada komünizmle 70 küsür sene iç içe kalmış olmaları münasebetiyle Müslüman kardeşlerimizin çok ciddi birtakım faaliyetlerle, dinle iç içe olmaları lazım. Ee çok ciddi hizmetlerimiz lazım. 
Ben, müsaade ederseniz bu konuda Azerbaycan'da yaşadığım hadiselerden misaller vereyim. Efendim, ee şimdi Azeri kardeşlerimiz Allah razı olsun, fevkalade bizimle beraber olma arzuları var, istekleri var. Buna biz sevda da diyebiliriz. Bizimle ticaret yapmak istiyorlar, bizimle sanayi yapmak istiyorlar. Bunu isterken de kesinlikle gönülden istiyorlar, yani yapmacık bir tavır bir şeyleri de yok. Beraber olalım diyorlar. Beraber gezelim. Hatta diyorlar, “bizim de Türkiye'de böyle barınaklarımız olsun, evlerimiz olsun, gelelim, orada belli zamanlarda biz de kalalım; siz de gelin, belli zamanlarda bizde kalın.” Yani bu kadar e iç içe olmayı, gönül gönüle olmayı istiyorlar. E tabii bu, bu işin olabilmesi ve de temenniyi aşabilmesi için bizim bu kardeşlerimizle olan bu duygularımızı bazı temellere bina etmemiz lazım. 
Bu nedir? İnançtır, zevk birliğidir, az evvel söylediğimiz, amel birliğimizdir. Onun için de efendim, İslami cemaatlere bilhassa Türkiye Cumhuriyeti devletine, bu kardeşlerimizin irşat ve ikazında çok ciddi vazifeler düşüyor üzerimize. Gideceğiz, bu arkadaşlarımızın İslam'ı tanımalarını temin edeceğiz; tanımanın ötesinde İslam'a sahip çıkmalarını, Müslüman olmanın gurur ve şerefini yaşamalarını temin edeceğiz. Eğer bu ruh onlarda diri kalırsa, hiç korkmayalım, bu birlik çok rahat ardından gelir. Ama efendim ee bunu temin etmezsek ve komünizmden kalan huylarını, davranışlarını önümüze alır da efendim bahane ederek eleştirirsek bu arkadaşlarımızı, o zaman hiçbir şey yapamayız. İşte misal vereceğim husus şu anda anlatacağım mevzudur. 
Mesela İlahiyat Fakültesi şu anda Bakü'de var. Efendim, üniversiteye bağlı bir fakültedir. Bunu Türkiye Diyanet Vakfı, Allah razı olsun gayret etti efendim ve açtı, açıldı. Artı şu anda, sosyal bilimler veren ilgi, bir ilim, düşünce fakültelerinin tamamında, mesela Şarkiyat fakültelerinin tamamında, buna Arap dili giriyor, Fars dili giriyor, Türk dili giriyor, tarih, coğrafya, edebiyat vesair. Bütün bunlarda 3 ve 4. sınıflarda da Elhamdülillah biz din derslerini koydurduk. Şarkiyat ilmi adı altında koydurduk. İnşallah ben, yine Sayın Murtuz Alaskerov ile yaptığım sohbette diğer fakültelere de aynı dersin konması için gayret ediyoruz, sözünü de aldım. Yani yüzde elli, tamamının değil de. “Yahu”, dedi “düşünelim”, dedi “hakikaten Türkiye'ye geliyorum”, dedi, “ezanları duyuyorum”, dedi, “ya insanların ibadet yaptığını görüyorum”, dedi. “Bir hoş oluyorum”, dedi, diyor. Şimdi bizden oraya hizmet için giden kardeşlerimiz, bu arkadaşlarımızın hatasını aramamaları lazım. Eğer bunlar geçmişte şu mezheptendi, bu mezheptendi der de bir ayrıcılık, ayrımcılık yapar, efendim araya bir çizgi çizersek, o zaman hem veremeyiz hem de orada çok açık ve net konuşuyorum, bölücülüğe vesile oluruz. 
Efendim, arkadaşımızın biriyle ben orada sohbet ediyorum. Mutlaka bu arkadaşların, hele talebe seviyesinde insanların hatası olacak. Yani Türkiye'de talebenin hatası yok mu? Birbirimizi biz kırardık ya 80'den önce talebeler hala sokağa çıkıyor, bağırıyor, çağırıyor. Belinde silah, bıçak, e burada var, orada olmayacak mı bu insan? Yani oradaki melek de buradaki şey mi? Buradaki melek de veya oradaki şeytan mı? Aynı insan. Oradaki de insan, buradaki de insan. Bunlar çeşitli duyguların, fikirlerin telkiniyle hareket ediyorlar. Bunlar doğru. Efendim, e bunlar, bu hareketler, bu tavırlar, bu anlayış, ee şu mezhepten kaynaklanarak bunlar bu hale geldiler. Dedim ilgili arkadaşa ki “ya dedim sen şimdi dedim, ilgili mezhebe de iftira ediyorsun. Ya bu adamlar 70 sene dinsiz yaşadı ya. Mezhep diye bunlar hiçbir şey bildiği yok.” 
Ben şahsen ehli sünnet vel cemaat meşrep ve mezhebini hem efendim, rektörlük seviyesinde oturduğumuz zaman arkadaşlarla, profesör arkadaşlarımızla anlatıyorum. Hepsi çok samimi konuşuyorum, pür dikkatle dinliyor. “Allah razı olsun” diyorlar. Artı çalıştığım fakültelerde, hizmet ettiğim fakültelerde, öğrencilere zaten ehli sünnetin dışında ben bir şey bildiğim yok. Bütün kaynaklarım ehli sünnet; hep oradan ders veriyorum. Kimse bana demiyor ki, “niye bunlardan bize ders anlatıyorsun da şundan anlatmıyorsun?” Sana diyen var mı? Yok. E niye dedim? “Bunu çıkartıyorsun öne yok, orası eskiden buydu da bundan bu başına”, bunu deme dedim. Bunu dediğin zaman otomatikman bu insanları sen hakikatte o efendim tarafın adamı yaparsın, o tarafa sürüklersin, sakın bunu söyleme. Şimdi bu davranışların olmaması lazım. 

Türk ve İslam Dünyasıyla Birlik, Güçlü Bir Geleceğin Temelidir

Bak, orada kabul etsek de etmesek de Avrupa'nın hesabı var. Türki cumhuriyetlerde…
Efendime söyleyeyim, İran'ın hesabı var. Adamlar kol, bir kol geziyorlar. Ha senin bu tavrın onların ekmeğine, bal sürer, yağ sürer. Bir defa bu havayı sıfıra indirmemiz lazım. Yani görüş farkı olsa bile biz hiç yokmuş gibi efendim davranacağız. Kaldı ki böyle bir taassup kesinlikle bu arkadaşlarımızda yok. Çok samimiyetimle ifade edeyim. Ee kendileriyle her türlü sohbetlerim oluyor. Gidiyoruz, aileleri bize hizmet ediyor. İnsan o yakınlığı, o ilgiyi, o alakayı, o sevgiyi, o muhabbeti görüyor. 
Çok samimi konuşuyorum, gözlerimiz yaşla doluyor. Hiç namaz kılmasını bilmiyor adam, seni seyrediyor namaz kılarken. “Efendim, bana da dua et, ben de namaz kılmasını hem öğreneyim hem bunu kılayım.”  diyor. Böyle, hala bu duyguda, bu düşüncede olan insanımıza biz bir taraflı bakar da sen şu tarafın adamıdır, adamısın dersek burada hizmet olmaz. Ben şimdi Türkiye'deki hizmet gruplarına sesleniyor ve diyorum ki; Türki cumhuriyetlere Allah rızası için gidin, bu cumhuriyetlerimize gidin ve burada çok insanımız bizim elimizi bekliyor, onlara uzatalım. Dinimizi, diyanetimizi öğretelim.” Bakın hatırıma şimdi geldi; biz Türki cumhuriyetlerden geçmiş yıllarda talebe de alıyorduk. Hâlâ da İstanbul yurdumuzda var. 
Bunlardan, Tataristan'dan gelen bir delikanlı, bir bakanın, şu anda hangi bakandı bilemeyeceğim, hatırımdan çıktı, oğlu, oğludur. Bizimle beraber. İnanır mısınız, bu delikanlı, tabii bizimle gençlerle beraber. Hiç kimse buna sen namaz kılacaksın, şunu yapacaksın, bunu yapacaksın demedi. Oradaki arkadaşlarımızı, gençlerimizi gördü, onlar gibi olmaya çalıştı. Namaz surelerinin hepsi, bilâ istisna, o sene gelen 140 kişilik bir grup var diye hatırlıyorum, hepsi bilâ istisna, namaz surelerini, namaz nasıl kılınır, bunları öğrendiler. Ulumu diniye, hepsini ama. Ve beş vakit namazına başlayan, başlamayan kalmadı; hepsi namazını kıldı. İşte namaza başlayanlardan bir tanesi de o bakan, Tataristan'da bakanlık yapan abimizin çocuğu. Memleketine gidiyor. Bu misal olsun diye söylüyorum. 
Ee Kazan'a gidiyor. Kazan'da tabii annesi bunu görünce, “Ya sen ne yaptın? Delilendin mi, nedir bu?” O da demiş annesine, “Ya ne delilenmesi ya? Allah var, ben de onun kuluyum, ibadet ediyorum.” Olmaz. Ninesi devreye girdi. Efendim, dedesi devreye girdi. Babası devreye girdi. Çocuk namazda ısrar etti. En sonunda demiş ninesi ki, “Ya, bizim büyükler gerçekten böyle bir şeyler yapıyordu, bırakalım bu çocuğu. Bu has bir şey yapıyor. Kötü bir şey de yaptı yok.” Ninesi namaza başladı, dedesi namaza başladı, annesi namaza başladı. Hem vallahi hem billahi, en sonunda ne oldu biliyor musunuz? Babası demiş ki, ya bu çok güzel bir şey demiş, hanım demiş. Ee oğlum demiş, biz bu işi nasıl burada yayarız, anlatabiliriz? İcmal’in bürosu açıldı. Şimdilerde kazandı, o çocuk açtı. Babası yardım etti. 
Şimdi şunu demek istiyorum: Ya bu insanlar bizi bekliyor. Burası Horasan'dan gelen erenlerle beraber... Ee Semerkant'tan gelen, Buhara'dan, Taşkent'ten bunlara “Alperen” diyoruz. Bugün Anadolu'dan gidecek Alperenler işte, o dünün yaptığı Alperenlerin aynısını bugün onlara yapacak ve de bu hizmetler olacak. Bu olduktan sonra bu bence, büyük bir temeldir. Bunun üzerine çok ciddi bir siyasi birlik atılacak, iktisadi birlik atılacak, sınai birlikler olacak. Niçin Türkiye şu anda yapacağı, imal edeceği, efendim, tasavvur edeceği harp sanayisini, bu dünyadaki kardeşlerimizin de istifade edeceği şekilde düşünmesin? Bunlara gerekli silahını, şusunu, busunu verecek tarzda bir pazar anlayışına gitmesin? 
Hadi söyle bana, “illa hep Batı, Batı’yı eleştiriyoruz. Şurası, burayı pazar ediyor; işte Rusya kullanmak istiyor, Amerika şunu yapmak istiyor, İngiliz şunu yapmak istiyor. Kardeşim, sen yaptın da almadı mı orası? Bak, ne diyorlar?” Dünyaya birlik çağrısında bulunuyoruz. Deme, hep beraber iş yapalım. Hepsi diyor;  “O halde biz imal edelim; silahımızı verelim kardeşlerimize” değil mi? Uçağımızı imal edelim, verelim onlara. F-16’yı öyle şey gibi pat pat pat at, gönder. Ne kadar büyük hizmet olur. Artı bunun karşılığında belki verecek parası yoktur; yeraltı kaynakları var. Biz de alalım bunları, işleyelim; petrolüydü, altınıydı… Ne bileyim, her türlü madenler var bu arkadaşlarımızın elinde. Fevkalade bir birlik meydana gelir bunun neticesinde. 
Bu birlikler, bizi onlarla aynı çatı altında diyebileceğimiz dünyanın en güçlü bir bloğu haline sokabilir. O zaman tabii İslam dünyası da şu ana kadar eğer İslam dünyası bizim yanımızda olamıyorsa, birtakım güçlerden de korktuğu ve de çekin, çekindiği esası vardır. O zaman onlar da “Ya demek bu Müslüman Türk kardeşlerimiz gene eskiden olduğu gibi şimdi de büyüme çabasında ve de döneminde, devresindedir.” Onları da ikna etmemiz, bir ve beraber olmamız her zaman ben söylüyorum; “bir elimiz Ortadoğu'da, Müslüman kardeşlerimizde, bir elimiz Türki Cumhuriyet'te, Türk Müslüman kardeşlerimizde. Ortada köprü bir Türkiye, büyük bir devlet inşallah.”
 

Bosnalıların Direnişi ve Türkiye'nin Tavrı Bosna'nın İstikbaline Umut Olmuştur

Şimdi Bosna olayında, aslında bu belki de bir saate yakın konuşulması gereken bir mevzudur. Bunu ileride konuşmak üzere söz verelim de bir iki cümleyle özetleyelim. Bosna olayında ee tabii Allah razı olsun Bosnalı kardeşlerimiz, Batı dünyasının hayalinden geçmeyen çok ciddi bir direniş ortaya koydu, korkunç bir direniş koydu ortaya. 
Onlar bu işin bir iki ay içerisinde biteceğini zannediyordu. Benim şu anda olaylara bakıştan çıkardığım netice bu. Zira Sırplar her türlü silahı elde ederken, Bosnalı kardeşlerimiz çok ciddi imkansızlıklar içerisindeydi. Askerleri yoktu, düzenli orduları yoktu. Harp devam ediyor, kardeşlerimiz düzenli ordusunu kuruyordu. Hatırlarsanız, Azerbaycan'da da aynı durum olmuştu. 
 Yani şu anda Bosna öyle bir noktada, evet zarar ziyan çok büyük oluyor ama artık istiklal mücadelesine giren bu milletin imhası, yok olması hiç ama hiç mümkün değil. Ee hatırlarsanız, Çeçenistan, efendim, Rusya'nın bir haftasını ancak işgal edebilecek. Hep o şekilde Kremlin Sarayı böyle hesap içerisindeydi. Şu kadar zaman geçti, kan kusturuyor adamlara.1 milyonluk Çeçenli kardeşlerimiz. Ha, o halde inanan insanın bileğini bükmek o kadar kolay bir hadise değil. Şimdi, Sırplar evvelden aldığı toprakları aşağı yukarı koruyabilecek davranışları ortaya koymuşlarsa da birçoğunu kaybetme durumunda, bundan sonra olabilirler. Sonra Sayın Başbakan’ın çok ciddi bir çıkışı oldu; yani artık müdahale etmemiz lazım şeklinde bir çıkışı oldu, bilmem hatırlıyor musunuz? 
 Şurada birkaç gün evvel. Tabii, Türkiye'nin bu topraklar üzerinde olan hareketlere tavrı dünyanın dikkatinden kaçmaz. Türkiye öyle, biz kendi kendimizi bilmiyoruz. Yani biz aslında öyle kolay yutulur bir lokma değiliz. Haliyle Batı'nın hesapları ve kitapları başta düşündüğü gibi olmadığı bir. 
İkincisi, zulüm derecesinden de üstün boyutlara vardı. Ve Türkiye'nin olaya sahip çıkma döneminde bulunduğu için de artık NATO'nun hadiseyi istese de istemese de buna siz, bunlar iç, bunları bir araya getirerek federasyon yapma düşüncesinden ki bugün gazetelerin aşağı yukarı yorumu bu tarzda oldu; işte “Amerika şöyle düşünüyor, Batılı ülkeler böyle düşünüyor.” deyin, ne derseniz deyin. Bence, olayda Bosnalı kardeşlerimizin direnişi, Türkiye Başbakanı’nın da az da olsa tavrı, hadiseyi bu noktaya getirdi. Eğer Türkiye Cumhuriyeti tavrını biraz daha şedit kor ve “biz de bu işte varız” derse, Bosna'nın istikbal ve istiklali yakındır diyorum. 
 Müslümanların, ben dünya Müslümanlığını bu konuda kınıyorum ancak Malezya'nın bir desteği olduğunu duyuyoruz uzaktan. Esasen dünya Müslümanları şöyle; zekatlarının binde birini, zekatını değil, binde birini oradaki kardeşlerimize vermiş olsaydı, bu işin neticesi kesinlikle böyle olmazdı. Yani çok duyarsız, ölü halinde. 
Rahmetli Akif'in, Osmanlı için söylediği güzel sözler vardı: "Hayret veriyorsun bana, leş mi kesildin?" Ne güzel, Allah gani gani rahmet eylesin. Aynı sözü ben bugün İslam alemine dönerek söylemek istiyorum: "Dehşet veriyorsun bana, leş mi kesildin ya? Nedir, niçin yaşıyorsun ki?" Müslümana vermezsen, burada çile çeken, sadakanı Müslümana vermezsen, yardım elini oradaki Müslüman, senin Müslümanlığından ne olur? Kaç paralık adamsın sen ya?" Yani o dünya da aslında gene bizi bekliyor. Onlara da gücenmeyelim. Bir insanın bir şeyi düşünebilmesi için şuurunun yerinde olması lazım, başının yerinde olması lazım. Baş yok, e şuur da olmaz, muhasebe de olmaz. Allah bunu nasip etsin efendim. 
 

Bu sohbeti video olarak izlemek için play butonuna basınız



Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir