
Neler Okuyacaksınız
Reform Yanlışların Hâkim Olduğu Bir Hayat Akışını Hayata Geçirmenin Adıdır
Şimdi efendim, esasen insanlık tarihi çeşitli dönemlerde birtakım yanlışların, bunalımların, buhranların içine düşmüş; her içine düştüğü bunalım döneminden kurtulabilmek için kendisine birtakım farklı yollar arama ve o yollardan kurtuluşu bulma gibi bir eğilimde olmuştur. Günümüzde de bundan olacak ki ciddi birtakım bunalımlar var, buhranlar var. Esasen bu bunalım ve buhranları ortaya getiren sebep, aynı düşüncenin aynı gayenin zamanla dava edinildiği sebeptir. Yani aynı çıkış yolunu bugün reçete olarak ortaya süren arkadaşlarımız zamanında bu mantıkla, bu, bu yolla, bu mantaliteyle İslam'ı yorumlamaya ve de hayata geçirmeye çalışmışlardır. Geldikleri nokta öyle olmuştur ki işin içinden çıkamamışlar. Bu sefer yapılan yanlışı daha büyüterek, daha güçlü hale getirme gayreti içerisine girmişlerdir. Bir defa reform, hayata ifrat ve tefriklerin hâkim olmasıyla, yanlışların, batılların hâkim olmasıyla vücuda gelmiş bir hayat akışını kendi akli melekesine göre düzeltmenin adıdır. Yani kendi kurallarına göre her ne kadar bunun adı şu veya bu olsa da, burada asıl maksat kendi prensiplerini kendi hayat görüşlerini, hayatı geçirmenin adıdır. Bir şey siz beğenmiyorsunuz, onu kabul etmiyorsunuz, onu yeni bir şeyle ki o şey sizin eserinizdir. Bu sizin eseriniz olan husus ne olursa olsun size aittir ve bunun kaynağı baştan sona kadar insanidir ve aklidir. Eğer siz bu tecrübeyi denemeyi din sahasında yaparsanız, dinin hükümleri yerine kendi hükümlerinizi koyacaksınız. Kendi prensiplerinizi, kurallarınızı koyacaksınız. O zaman dikkat ederseniz ortadan kaldırdığınız hususlar, dini kurallar, prensipler, kaideler yerine koyduğunuz hususlar kendi kurallarınız olacak. Bunun her ne kadar siz adına dinde diyorsanız.
Tefsir, Peygamber’in Ayetlerden Anladığı Maksadı Hayata Geçirmek ve Tanıtmaktır
Şimdi tefsir, şimdi tefsir, tefsirin çağı, içi, çağı dışı olmaz. Kur'an-ı Kerim'i en güzel şekilde mânalandıran Cenâb-ı Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz'dir. En güzel şekilde onu tefsir eden de yine Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz'dir. Biz Allah'ın maksadının, Resulullah tarafından nasıl anlaşıldığını anlayabilmemiz için Peygamber Aleyhisselam Efendimiz ‘in hayatına bakarız. Kur'an'ın yaşanmasına bakarız. Peygamber tarafından bu ayetler nasıl anlaşılmıştır ve de nasıl anlatılmıştır buna bakarız. İşte bu nasıl anlatılmış, nasıl yaşanmış, nasıl izah edilmişin adı tefsir oluyor. Efendim şimdi tefsir demek, ona kendi görüşlerinizi ilave ederek ortaya koyduğunuz bir hayat tarzı demek değildir. Yani Peygamber'in ayetlerden anladığı maksadı hayata geçirmek ve tanıtmaktır. Tefsir budur. E sen şimdi kalkıyorsun, bunu kendi yorumunla beraber, “bu demektir, şu demektir, şu zamanda böyledir, bu zamanda böyledir” gibi yanlış algılamalarla, bu işe, hem de çok basit bir bahaneyle. Efendim adam demiş ki, “şu kadar metreymiş.” Yani orada tali mevzular geçiyor, o günün şartlarında, faraza o miktar belirtiliyor. Bu Kur'an'ın tefsiri değil ki zaten. O miktar orada verilse de olur, verilmese de olur. Mantık, buradaki mantık, ayetin insanı sürüklendiği, kulvarda işin mahiyetini kavramaktır. Anlatabildim mi? Binaenaleyh bunu gerekçe göstererek, biz işte modern bir anlayış ile Kur'an'ı tefsir edeceğiz. Yani sanki peygamberi dereden çıkartacağız. Bunlar tabii ve hoş olmayan hususlardır. Kur'an-ı Kerim tefsir edilemez mi? Elbette edilir. Ortaya koyarsınız, râvîlerin rivayetlerini, Cenâb-ı Peygamber Efendimiz‘den hadis-i şerifleri hülasa, ulemanın görüşünü, bu kulvarda, sizinkini de bunlara aşmamak şartıyla, maksadı aşmamak şartıyla elbette yeni yeni tefsirler gündem edebilirsiniz. Ama bu Kur'an'ın ruhuna aykırı olmamak kaydı şartıyla.
Sünnet, Kur’an’ın Hayat Tarzıdır
Kur'an'ın manasını en güzel tarzda anlayan Cenâb-ı Peygamber Efendimiz'dir. Yani Resulullah'ın anlamadığı Kur'an'ı bizim anlamamız mümkün değil ki. Şimdi kalkıp da “ben Kur'an'dan şunu anlıyorum, anladığım şey Peygamber döneminde devrinde tarafından anlatılmamıştır” şeklindeki izahlar çok yanlış ve de batıldır. Onun için sünnet Cenâb-ı Peygamber Efendimiz'in Kur'an'ı anlayarak anlattığı ve de yaşadığıdır. Tamam mı? Yani sünnet Kur'an'ın dışı bir yol değildir. Bizzat Kur'an'ın hayat tarzıdır. Onun için sen o tarzı veyahut da o beyanı, o yolu kabul etmiyor yenisini hayata geçirmek istiyorsun. O Kur'an eğer Peygamber tarafından anlaşılmamışsa ki bunu demek istiyorsun o zaman senin anladığın Kur'an değildir. Peygamberin anlamadığı Kur'an'ı senin algılaman, anlatman hiç mümkün değildir. Değil mi? Bu konuda zaten Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz veya bütün peygamberler kendine göre vahiyleri en güzel tarzda anlayan, sahabelerine en güzel tarzda da anlatan ve yaşatandır. Bu yönüyle de olay çok sakat ve de yanlış.
Efendim felsefi yorumlar yeni bir hayat tarzı, yeni bir hayat görüşü demektir. Şimdi bu hayat tarzı ve görüşü Kur'an'ın ruhuna şu bakımdan ters düşer; bunun menşei Kur'an her ne kadar gösterildi ise de hakikatte insanın nefsi ölçüleridir. Yani bu o zaman Kur'an olmaz senin felsefi görüşlerin olur. Ki buna “İslam” demek mümkün olamaz.
Sünnet, Müslümanın Medeniyet Tarzıdır
Şimdi efendim İslam medeniyet dinidir. Ve bir insan modeli Kur'an tarafından çizilmiştir. Cenâb-ı Peygamber Efendimiz de bu Kur'an'ın çizdiği, ortaya koyduğu insan tipini Kur'an'daki beyan edilen insanı aynen olduğu gibi yaşamıştır. Yani sünnet zaten o insanın hem dış, hem iç tabiatının yansıma tarzıdır. Bir insan yani bir medeniyet tarzıdır bu. Bir insanlık anlayışıdır. Cenâb-ı Hak Kur'an-ı Kerim'de dikkat ederseniz müminden bahsediyor. Muttaki insandan bahsediyor. Kâfirden, münafıktan bahsediyor. Ve olaylar içerisinde kâfirin, münafığın efendim yaptıklarını gözümüzün önüne tablolar halinde seriyor. Ve bir de Müslüman'ın halini ortaya koyuyor. Demek ki Kur'an bize imanlı insan nasıldır, nasıl olmalıdır bunun donelerini, bunun sıfatlarını bunun vasıflarını ortaya koyuyor. Bu insanın adı da hem “Müslüman” hem de “medeni insan” oluyor. İfade edebildik mi? Şimdi işte bu insanın hayata mal edilmesi Kur'an'ın ve Peygamber'in meselesidir. Kur'an ve Peygamber bu insanı, Kur'an'da anlatılan insanı dava ediyor. Siz geliyorsunuz, 20. asırda, 19. asırda, 18. asırda, 17. asırda kendi şartlarınıza göre hayatı yaşıyorsunuz. Ama bir taraftan da Allah'ın hesabına kendinizi ayarlamak için bir model insan arıyorsunuz. Müslüman olduğunuz için de bu model insan, Kur'an'ın ve Peygamber'in size gösterdiği insan oluyor. Çok zor bir hadise değil. O modeli efendim yaşamak artı o sistemleri hayata geçirmek. Sistemlerin üzerinde Kur'an'ı kabul ediyorsunuz, İslam'ı kabul ediyorsunuz, insanı yetiştiriyorsunuz, Müslüman insanı. Zaten burada “yapınız” ve “yapmayınız” diye iki husus vardır yani emir ve nehiyler. Siz yaşadığınız hayat tarzına bu emir ve nehiyleri kabul ettiriyorsunuz. O Müslüman da o sizin hayat tarzınızda en güzel, verimli insan olmuş oluyor. Ama şart o iki hususu yerine getirmeye bağlı. Nedir bu? Emredilenin Allah'ın emrettiği helalları yapmak, nehyettiği haramlardan kaçınmak. Anlatabildim mi? İşte o yaşadığınız hayat tarzı buna müsaade edecek, etmesi lazım. Etmemesi için de hiçbir sebep yok.
Evamir-i İlahi, İnsanın Değişmeyen Özüne Hitap Eder
Tabii elbiseniz değişiyor, ayakkabılarınız değişiyor, eviniz değişiyor ama işin hakikati, ruhu, esası bir. Yani kapı değişmiyor. Ama kapının şekli değişiyor veya kapının malzemesi değişiyor. Evin penceresi değişmiyor. Pencerenin malzemesi değişiyor. Yani bugün insanlığın kullandığı malzeme değişmiştir doğru. Ama insanlığın duyguları aynıdır. Yine acı çekiyor, yine seviyor, mutlu oluyor, mutsuz oluyor, ıstırap duyuyor, ümit ediyor, bedbin oluyor. Yani siz insanı değiştiremiyorsunuz ki eşyaları değiştiriyorsunuz. Eşyayı değiştirdiğiniz zaman insanı değiştirdim zannında bulunuyorsanız kendi kendinizi yanıltıyorsunuz. Yani insan özü değişmez. İşte evamir-i ilahi bu öze göredir. Yani hangi zaman ve mekânda olursa olsun bu öze göre o evamir-i ilahiler hayata geçerse her malzeme, her hayat tarzı döneminde İslam gayet rahat, gayet güzel bir tarzda ve de şekilde yaşanır. Dediğimiz gibi helal ve haram sınırlarını korumak şartıyla.
Dinden Murat, Allah’a Kulluktur
Din bir doktrin değildir. Din bir rejim değildir. Din bir ideoloji de değildir. Din dindir. Ha dinden murat maksat nedir? Allah'a kulluktur. Kul tipidir, kul tiplemesidir. Ve siz o kul tiplemesini herhangi bir sistemde hangisi olursa olsun dediğim iki hususa dikkat ederek en güzel tarz ve şekilde hayata geçirebilirsiniz. Mesela Filipinler'de 1400'lü yıllarda iki tane İslam krallığı vardı. Çok da güzel, efendime söyleyeyim, İslam'ı yaşamışlar, krallık. Şimdi sorduğun zaman İslam krallık mıdır? Hayır. Hiç ilgisi yok İslam'ın. Yine Türk İslam âleminde sultanlıkla İslam çok güzel yaşanmıştır. Şimdi soruyorsunuz, Peygamber Aleyhisselam Efendimiz sultan mıydı? Hayır, bir peygamberdi. İki, sultanlık İslam mıdır? O da hayır. Bu nedir? Bu şudur: Demek ki bu insanlar evvela o Müslümanı, hayatı yaşayan Müslümanı İslam'ın kuralları içerisinde yetiştiriyorlar, eğitiliyor böyle bir insan. Ve o sistemin içerisinde o insan uygulamasını rahatlıkla önünü kapatmadan hayat imkânı buluyor. Bugün o yok. Bir başka sistem var, liberalizm. Dediğimiz gibi onun helal ve haram sınırlarını koruyarak onda da çok rahat bunu yaşayabilirsin. Demokratik anlayışlarda, sistemlerde çok rahat yaşayabilirsin. İfade edebildim mi?
Bütün mesele dine müdahale etmeden, onu sistemlerin üstünde kabul ederek yaşamak. İki, hususu birbirine tecavüzünü önlemektir.
Laiklikte Ne Vardır?
Mesela laisizmde , laiklikte ne vardır? Diyor ki laiklik, “devlet hayatı dini kurallarla beraber olmaz.” İşin özü bu. Değil mi? Yani din adına devlet kurallarının, ihtiyasıdır, hayata geçme tarzıdır. Laiklik bu. Demiyor ki laiklik, “din adına insanın kendi nefsini Müslüman veya şu veya bu dinde yaşamasıdır.” Bunu demiyor. “Yaşaması değildir” demiyor. Her insan Müslüman olabilir. Her insan Hristiyan olabilir. Her insan Musevi olabilir. Ama Müslüman olan, İsevi olan, Hristiyan neyse, insanlar devlet hayatına geçtiği zaman, devletin iradesinde bulunduğu zaman, din kaynaklı bir hükümle devlette yönetici olamaz. Yani din adına, efendime söyleyeyim, “şu doğrudur, bu yanlıştır” diyemez. Ama kendi nefsinde o dini kuralları yaşar. Laiklik bu.
Bir misal verelim. Düşünün ki hâkim bir insan. Şimdi insan öldürmek dinde de yasaktır. Bugünkü hukukta da yasaktır. İnsan öldürene din şu cezayı verdi diye hâkim hükmederse, o zaman laiklik ihlal edilir. Hayır, hukuk bunu böyle emretti. Hukuk buna böyle bir ölçü koydu, mikyas koydu derde hükmünü verirse, laiklik ihlal edilmez. İkisi de ceza veriyor. Anlatabildim mi? Birisi din kaynaklıdır. Ama aynı hâkim Müslüman olduğu için, efendime söyleyeyim, hem mahkemesini yapar, mahkemesini devlet adına, millet adına yapar, ibadetini de kendi adına, öğle vakti, ikindi vakti namazını kılar. O devlet adınadır mahkeme yapmak, icra etmek, ibadetini yapmak da nefsi adınadır, kendi adınadır. İfade edebildim mi? Nefsi adına yapabilir ama yaptığı ibadeti devlet adına yapamaz. Olay budur yani incelik burada budur.
Zaten gelinen dünyanın bu noktasında, bu döneminde bunun da böyle olma mükellefiyeti, mecburiyeti var. Özellikle ülkemizde barışın, huzurun, birliğin teminatı için bunu yapmaya mecburuz. Ne dini hayata karışacağız, ne dini hayat adı altında yönetimi yönlendireceğiz. Bu demek değildir ki Müslüman yönetici olamaz. Müslüman yönetici olur ama inancı adına hüküm ihdas edemez. İfade edebildim mi? İnancı adına yapamaz ama kurallar adına yapar bunu. Yani buradaki incelik sadece budur.
Hedef, Türkiye Cumhuriyeti'nin Misak-ı Milli Hudutları İçerisinde Bulunan Toprak Parçasıdır
Zaten bütün mesele Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve aziz Türk vatanıdır. Yani eninde sonunda oynanmak istenen oyun, milletin elindeki topraktır, ayağının altındaki vatan sathıdır. Dolayısıyla milletimizin çok ayık ve uyanık olması lazım. Tarih boyu bu böyle cereyan etti. Bu kaderi siz değiştiremezsiniz, “hayır böyle değildir” diyemezsiniz. Mesela Orta Doğu'da Filistin topraklarına baktığımız zaman böyle oynanmıştır. Hicaz bölgesine baktığımız zaman bu böyle oynanmıştır. Ki Hicaz bölgesinin orası bizim tasarrufumuzda bir bölgeydi. Orada beş binin üzerinde insan geliyor, Arap İslam âlemini Müslüman Türk'e karşı çıkartmak için. Halife niye onlardan da sizden değil? Yani adamların derdine bak. Yani halife neden Türk'müş de Arap değilmiş? Artı, neden bu kadar âlemi kalkıp da Osmanlılar, Türkler idare etsin? Bu sizin tabii hakkınız olamaz mı? Yani çok basit bahanelerle Müslüman Türk'e karşı, organize edilmiş o insanımız, o günkü şartlarda Osmanlı'ya karşı çıkıyorlar ve elimizden hepimizin bildiği gibi Hicaz bölgesi bir anda çıkıveriyor. Yani şu anda oynanan oyun bundan farklı bir oyun değildir. Yine hedef, Türkiye Cumhuriyeti'nin Misak-ı milli hudutları içerisinde bulunan toprak parçasıdır. Tartışma konusu olan bunlardır. Ege meselesidir, Kıbrıs meselesidir, aziz vatandır. Çok dikkatli olmamız lazım. Biz o bakımdan her zaman diyoruz ki bizim dini bütünlüğümüz aynı zamanda da milli bütünlüğümüzdür. Burada ne ifrat ne tefrit. Tamam mı? Evet bunu görmemiz lazım, geliyor.
Millet ve Memleket Meselelerinde Tek Yürek, Tek Bilek Olmalıyız
Şimdi tabii biz Türkler olarak tarihte 16 devlet kurmuş bir milletiz. Onun için çok ciddi tecrübelerimiz var. Bu tecrübeye binaen de ayakta durmanın imkân ve fırsatını buluyoruz. Ama geldiğimiz bu noktada bu bilgisi, bu deneyimi olan milleti kendi başına da bırakıyor değiller. Bir defa her tarafımızdan sarıldığımızı bilmemiz, buna göre de milletçe bir ve beraber olmamız, ufak tefek kusurlarımıza bakmadan, bir arada olmamız, tali meseleleri büyütüp bunu kin ve düşmanlığa kadar itmememiz, millet ve memleket meseleleri hakkında tek yürek, tek bilek, tek gövde olmamız lazım. Efendim bu da eğer Allah'a samimi, sağlam bir kul olmayı Eles meclisinde kabul etmiş bir imana malik isek çok rahat ve de fevkalade başarılı bir şekilde olur. Hayatı bu tarz bir algılamayla kardeşlerimizin yaşamasını ve de milletine, memleketine, bayrağına, sancağına, devletine, askerine sahip çıkması lazımdır. Asker derken hatırıma bir şey geldi. Biz asker bir milletiz. Bakınız Orta Asya'dan Anadolu'ya gelene kadar hayat tarzımızı ortaya koyun, efendime söyleyeyim bir disiplin, bir prensipler mecmu vardır bizim. Başıboş, gelişigüzel bir hayat tarzı yaşamış değiliz. Yani hayatımızda bizim çok ciddi bir disiplin vardır. Yani efendim onun için bize “asker millet” dense doğrudur. Osmanlı döneminde sultanlar aynı zamanda komutandı. Harpte herkesten önde gider, savaşır, gelir tahtına oturur. Yani bu bizde bir gelenektir. Bu anlayışı yediden yetmişe efendim biz miras olarak evlatlarımıza bırakmamız, o kuruma hep beraber sahip çıkmamız lazım. Bazı şeyler var ki bunlara suizanda bulunmak, onlarla istisnai bir tarzda onları değerlendirmek mümkün değildir. Mesela İslam'da iman, nikâh talak konuları neyse vatan konusunda, onu koruyan güç konusunda bu işin şüphesi de caiz değildir. Şakası da caiz değildir. Ciddisi de caiz değildir. Bunları milletçe el ele verip bu değerlere sahip çıkmak ve milletin başının tacı yapmak lazımdır diyor. Bizi takip eden kardeşlerimize hayırlar diliyorum efendim.
Bu sohbeti video olarak izlemek için play butonuna basınız