
Neler Okuyacaksınız
Siyasi Partiler Türkiye Cumhuriyeti'nin Anatomisinde Organlar Vazifesi Görürler
Şimdi şu hususu çok iyi bilmek lazım. Evvela bu son seçimlerin, mahalli seçimlerin milletimiz hakkında hayırlı uğurlu olmasını Cenâb-ı Hak'tan, niyaz ediyorum. Seçilen kardeşlerimizin milletimize, milletimizin arzusu istikametinde hizmetler yapıp muvaffak olmasını da temenni ediyorum. Bir defa şu hususu çok iyi bilmek gerekiyor.
Bizim ülkemizde, demokratik ülkelerde siyasi teşekküller yani partiler anayasal kurumlardır, kuruluşlardır. Bunu hiç unutmamak gerekir. Esasen bu anayasal kurumlar, Türkiye Cumhuriyeti Sistemi'nin de demokratik sistemin, parlamenter sistemin teminatıdır. Evvela bu hususi tespiti, hakiki tespiti yaparak mevzumuza geçmemizde faydalar var. Binaenaleyh, partilerin yeri, yelpazesi hangi noktada olursa olsun; gerek sağ, gerekse sol, gerekse maneviyat ağırlıklı, görüntüye malik siyasi teşekküllerimiz ne olursa olsun tamamı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın ve sisteminin kurum ve kuruluşu teminatıdır. Bunu çok iyi görmek ve de bilmek lazım. Onun için de milletin iradesi bu partilerde hâkimdir. Hiçbir parti kendi içinde milletin iradesini aşıp bir düzen kurmamıştır. Milletin iradesiyle yönlenmiş, belli bir noktaya gelmiştir. Millet ne demişse o partide onu yapma, o siyasi eğilimi ortaya koyma imkân ve fırsatını aramıştır. Evvela bunun da tespit edilmesi zaruridir. Yani, siyasi partilerimiz milletin iradesini yansıtan birer ayna mesabesindedir. Bunu görmemiz şarttır. Bu sebeple insanımız, vatandaşlarımız kendi düşünce, inanç ve fikir kanaatlerine göre Türkiye'de bulunan partilerde yerini almıştır veya yerini almaya devam etmektedir. Zaten bu onların da yasal hakkıdır. Şimdi bu yasal hak, onun demokratik hakkı, vatandaşlık hakkıdır. Bu hakkı da o insanın elinden hiçbir güç almaya yetki sahibi değildir. Alır, bu hakları kullanır. Şimdi burada, Türkiye Cumhuriyeti'nin icraat makamıdır partiler. Yani, devleti organik hayatının, devletin organik hayatının devam ettiren nelerdir? Kurumlar ve kuruluşlardır.
O halde Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin bunu bir vücut anatomisine benzetecek olursak bu anatominin elidir, kulağıdır, ayağıdır, gözüdür, kalbidir. Kısaca bu siyasi teşekküllerimiz Türkiye Cumhuriyeti'nin bekası, devamı için bu organizasyonun bütününde kendi mantığına, kendi mantalitesine göre bir yeri vardır. O yeri almıştır, orada devam ediyor. Zaten orada devam ederken de kendi düşüncesi istikametinde olan bireylerin, vatandaşların görüşlerini temsil etmektedir. Yani bir iki kişinin görüşü değil, o bireylerin görüşüdür. Onun için siyasi teşekküller Türkiye Cumhuriyeti'nin anatomisinde organlar vazifesi görürler. Şimdi bu organlar bir bütünü meydana getirirler. Bu bütünü meydana getiren organlar devamıdır ki bir seçim arifesinden sonra birbirine girsinler, birbirinin ardından gitsinler, birbirini çekiştirsinler. Bu hiçbir zaman demokrasi terbiyesine yakışmayan davranış ve hareket olur. Yani iradeye saygısızlık olur, milletin iradesine saygısızlık olur. Bu sebeple 27 Mart'ta yapılan mahalli seçimlerde çıkan netice ne olursa olsun, herkesin buna saygıyla hürmet etmesi ve neticeye katlanması zaruridir.
Vatandaşın eğilimini tespit edip, partilerindeki icraatlarını, bundan sonra yapacak oldukları program ve planlarını da buna göre gözden geçirmeleri nedir? Zaruridir ve de esastır. Yani bu yapılması lazım, kendi kendilerini takviye edip yenilemeleri lazım. Bu düşünce olursa, bu hareket olursa ki olması zaruridir, o zaman birlik ve beraberlik, bütünlük temin edilir. Ama yok, böyle değil de biraz ileri gittiğini kabul ettiği siyasi teşekkülün hatasını kendisine göre vebalini, kusurunu aramaya çalışırsa, o zaman birliğimize zarar gelir, beraberliğimize zarar gelir. Bu zaten demokrasi ayıbı olur. E nasıl bir düşünce ki senin düşüncen olduğu zaman, senin fikriyatın hâkim olduğu zaman doğru, bir başkasının düşüncesi fikriyata hâkim olduğu zaman yanlış. Bu batıda “faşist sistem” denir buna. “İlla benim düşüncem hâkim olacak buna”, “faşizm” denir. Sol da olsa bunun adı “faşizmdir”, sağ da olsa bunun adı “faşizmdir.” Yani başkasına tahammülü yoksa faşizmdir bu. İzah edebildi mi?
O halde bundan şiddetle kaçınmak ve de neticeye saygılı olmak lazım. Eğer biz neticeye saygılı olmazsak, demektir bu ki biz millete saygımız yok. Değil mi efendim? Millete saygısı olan herkesin seçimlerin neticesine de saygılı olması lazım. Aksi takdirde milli iradenin hâkimiyetini hiç kimse iddia edemez. E milli irade işte o sandıkta çıkan neticedir.
Türkiye Cumhuriyeti'nin Bekasına Tehdit Varsa, Devlet Geleneğimizin Bunu Engelleyecek Gücü Vardır
Şimdi efendim son günlerde benim müşahede ettiğim bir olay var. Televizyondan bir tanesi soruyor. “Siz” diyor “geldiniz” diyor “genelevleri kapatacak mısınız?” Şimdi o partinin programında zaten “biz şayet kazanırsak şunları şunları yapacağız” diye beyanatları var. Bunu gizlememiş adam ortaya koymuş. Şimdi aynı şeyi tekrar sormanın bir alameti bir işareti yok ki. Sanki genelevin ayakta olması sistemin teminatı gibi gösteriliyor. Yani sistem sanki milletin namusunu satmasıyla ayakta durulmuş gibi bir mantığın da sergilenmesi çok yanlış, abes bir olay. O zaman işte bu hareketler isteseler de istemeseler de vatandaşı görmek istemedikleri canibe sevk ediyor. Demek diyor vatandaş ki “ya bu, bunların bak düşüncesi ne kadar kötü böyle şey mi olur?” Bilmem anlatabiliyor muyum? Hülasa bu düşünceler yanlış. Bakalım kazandı ne yapacak ne edecek diye sabırla neticeyi beklemek gerekir. Buna göre de yaptığı güzel işse takdir edilir, kötü işse tenkit edilir, eleştirilir. Bunun beş yıl sonrası var. O zaman ortaya çıkarsın. “Bak şu programla gelmiştir, bu programın şu kadarını icraî faaliyetiyle beraber yapamamıştır. Şu kadarını da yapmak istemiş gene muvaffak olamamıştır” gibi. “Ama ben şunları şunları yapacaktım” düşüncesiyle beraber efendim bunun sergilenmesi zaruridir. Bunu ben şahsen bu olgunluğu şu ana kadar maalesef temaşa edemedim. Bu bizim demokrasi adına henüz daha ileriye gidemediğimizin bir göstergesidir. Hem de bu hatayı yapanlar bugüne kadar demokrasi tellallığı yapan arkadaşlarımız. Çifte standart. Bu milletin gözü âma değil ki hepsinin gözü açık ne yapıldığını kulağa da sağır değil. Hep görüyor işitiyor. Bunlar yanlış. Bunlar bence puan kaybettiriyor. Sabırlı olmak lazım. Şayet Türkiye Cumhuriyeti'nin bekasına tesir edecek bir hareket varsa bizde bir devlet geleneği var, gücü var, kuvveti var. Onu ikaz edecek merci var o zaman onlar faaliyete geçer harekete geçer. Böyle hiçbir şey yok. Sen hiçbir şeyin olmadığı yerde bir bardak suda fırtınalar kopartıyorsun misali. Kendi kendine atağa geçiyorsun. Bunlar yanlış.
Milletimiz Hizmet Edeni Arıyor, Engel Olanı da Gönderiyor
Diğer bir husus ben âcizane milletimizi çok sağduyulu gördüm bu seçimde. Her seçimde sağduyulu ama bu seçimde şu tip insanlara geçit vermediklerini özellikle müşahede edelim. Mesela hizmet eden insanı kesinlikle insanımız aradı, arıyor. Hizmete mani olan insanları kesinlikle tercih etmemiştir. Faraza bir kurum veya kuruluşun hizmetine mani olmak isteyen bir eşhas kadrosuyla hemen debelenmiştir. Sen zaten bir şey yapmıyorsun “iş yapacak olanların önüne engel oluyorsun” diyerek hiç tahmin edilmeyecek nitelikte neticelerle, faturayla beraber o insanları göndermişlerdir. Hakikaten insanımız çok basiret ehli. Allah razı olsun milletimizden. Ve insanımız hizmet eden kişiyi arıyor. O yakaladığı verilere göre, ipuçlarına göre “şu insan bize hizmet eder” inancı onda tekemmül ediyor ve bu inancı istikametinde o insanı arayıp bulmaya çalışıyor. Kanaatı pekiştiği zaman, güçlendiği zaman da güçlü bir şekilde o insana yüklenerek onu fevkalade bir etrafla, kadroyla hemen söz sahibi vazife başına getiriyor.
Diğer bir husus insanımız eşit muamele arıyor. Yani icraatı döneminde eşit muamele yapmayıp; kendi adamına başka, bir başkasına daha başka nitelikte davranan kişileri de kesinlikle benimsemiyor. Bu seçimlerde âcizane bunu da tespit eyledi. Yani adil hareket, adil düşünce ve hareket. Efendim adalet çok mühim. Malumunuz Hz. Ömer Radıyallahu Anh Efendimiz devletin işiyle meşgul olduğu zaman çalıştığı mum çalışma saati bitince kendi işine döndüğü zaman hemen devletin mumunu söndürüyor. Kendi işinde kendi mumunu yakıyor. Yani böyle adalete bizi sevk edecek o imajı verecek insanlara adeta bugünden tezi yok, arıyoruz gibi bir hava insanımızda gördüm ki çok büyük bir oluştur bu. Fevkalade bir oluştur. Allah bu hususta milletimize arzuladığı hak ettiği güzel idareyi de nasip eylesin diyelim.
İnsanımız Kesinlikle Bölücülüğü Kabul Etmiyor, İstemiyor
Bir de insanımız kesinlikle bölücülüğü kabul etmiyor, istemiyor. Bu konuda millet ve memleket için çalışan kim varsa o görünüşte belki siyasi iktidar partinin aleyhine gibi tavırlar milletimiz onu sonunda verdiği reylerle mükâfatlandırıyor. Diyor ki “sen bölücülük yapmadın, millet memleket hayrını düşündün” mükâfatlandırdı onu, baktık bu seçimde. Bunu gördük.
Diğer bir husus insanımız tembel insanı değil çalışan insanı arıyor. Kendi değer yargılarına göre, ölçülerine göre çalışan kim onu bulup onu onun etrafında halka olup çalışmak istiyor. Tembel insanı kabul etmiyor insanımız. Artı şahsi menfaatini değil milletin menfaatini düşünen şahıslar etrafında kadrolaşmak, meyli ve de istidadı âcizane yine bu seçimlerde müşahede eyledim.
Yine bir başka müşahedem şu oldu. Böyle durup dururken hiç olmayan bir şey varmış gibi gösterip de vaveyla çıkartıp, adeta senaryolar üretip milleti karışıklığa sürüklemek isteyenlere de insanımız çok acayip dersler veriyor. Yani bir zamanlar birtakım olaylar olmuştu. Adeta “Atatürk'ün arkasına sığınmayın biz sizi affetmeyiz. Atatürk de affetmez” dercesine ders verdi bu seçimde çok enteresan. Öyle değil mi? İnsanımız çok basiret ehli. Bu millet o bakımdan çok ama çok taarruzlara maruz kalmış bu basireti bu imanı her zaman onu dili tutmuştur, tutmaya da devam edecektir. Ben şahsen bu seçimden elde ettiğim veriler neticeler bunlardır diyorum.
Şimdi siyasi partilerimizden bir tanesi “kuruluş maksadım” diyor “milletin maneviyatına, tarihine, diline, örfüne sahip çıkmaktır. Dinine sahip çıkmaktır.” Adeta sanki bu suçmuş gibi buna yüklenildi. Milletimiz de bunu kabul etmedi. Dedi ki “siz de yüklenin, siz de kabul edin. Siz de dine, itikada, milletin bu maneviyatına, tarihine sahip çıkın.” Bunu demek istedi bence. Yani “onu karşınıza alıp da geleceğinize siz de sahip çıkarak bizim gönlümüzü fethedin” dersini vermiş oldu.
Devlete Ebedilik Sıfatını Kazandırmamız Lazım
Esasen devlet bizim anladığımız, ifadeye göre toplumun yasama, yürütme ve denetleme mekanizmasıdır. Devlet budur. Ne demek oluyor? Bu devlet o fertlerin kendisi demektir. Bunun hukukudur. Yani bu hukukun görünümüdür devletin adı, devlet budur. Yani toplumun dışında bir güç bir varlık değil. Onun için bizim toplumumuzda bilhassa Osmanlı İmparatorluğu döneminde devleti ebedi müddet fikri vardı. Bu ne demektir? Bu devlet ebediyete kadar sürecek, ayakta kalacak, bunu biz böyle tutacağız. Düşünebiliyor musun? Kundaktaki çocuğa bu terbiye veriliyor. Bu namelerle o çocuk yetişiyor. Delikanlılık çağına geldiği zaman da o devleti ayakta tutabilmenin sevdasını adeta yaşıyor. Şimdi bence biz bunu bugün insanımıza veremedik, veremiyoruz. Yani “ebedilik” sıfatını devlete kazandırmamız lazım. Efendim ne olur yani ebedilik sıfatı devlet elde ederse ne olur? O zaman hariciye politikamız buna göre tayin ve tanzim edilir.
Şimdi bakınız Yahudilerin enteresan bir kanaati vardır, inancı vardır. Bütün dünya insanlığı Yahudi ırkına hadimdir, hademedir. Hizmete memurdur. E ne olacak yani? Bu anlayış, bu inanç Yahudileri dünyada söz sahibi yapmaya itmiştir. Ve de nüfusu çok az olmasına rağmen, Yahudi nüfusun bulundukları toplumda hakikaten en başarılı söz sahibi kişilerdir. Biz kabul etsek de, etmesek de bir üstünlük ne bileyim, psikoloji içerisine girmemiz zaruridir. Bu üstünlük psikolojisine aslında bizim girmemiz neye hizmettir? İnsanlığa hizmettir. Çünkü bizdeki ölçüler insanlığın ölçüleri olduğu zaman insanlık kurtulacaktır, insanlığa huzur gelecektir, barış gelecektir, saadet gelecektir, birlik gelecektir, beraberlik gelecektir. İnsanlık kendini kazanacaktır. Kısaca bizim neslimizin, bizim milletimizin böyle kendisini her zaman ifade etmeye çalıştığım peygamber neslinden ve peygamber ashabından sonra görmesi çok büyük bir meziyet olması lazım. Bu meziyete bizim kavuşmamız gerekir. Buna kavuştuğumuz zaman işte o zaman bizim hariciye politikamız çok daha güçlü olur. Dar kalıplar içerisinde, dar bir dünya içerisinde bunu ne yapmayı, düşünmeyiz. Örfümüz, âdetimiz, geleneğimiz, dinimiz hülasa bu istikamette gerek dâhili politikamız gerekse harici politikamızı ne yapmış oluruz? Tekemmül etmiş oluruz. Bu yok şimdi.
Şimdi düşün şurada Suriye var yanı başımızda. Irak var, İran var, Yunan var, Rusya var. Şimdi “şununla iyi, bununla kötü olalım” demek için söylemiyorum. Ama bir nükteyi tespitte çok büyük faydalar var. Bir insan bir iş yapmaya teşebbüs ettiği zaman şayet onu bir kadroyla yapacaksa etrafında bulunan şahısların her şeyini göz önüne getirir. Benim bu arkadaşlarla beraber hangi noktalarda birliğim var, hangi noktalarda birliğim yok? Bunu çok iyi tespit etmek gerekir. Basit bir kadrolaşma harekâtında bile bu adettir. Eğer sen 20 hususta, 20 hususun 19'unda birbirine ters sadece birinde birbiriyle mutabıksanız o işiniz çok gidecek anlamına gelmez. O sonunda, eninde sonunda bir, üç, beş neyse; gün, ay, yıl sonra bitecek -sana nesini verir- ihbarını verir. Ama “bütün özellikleriniz, sıfatlarınız, hususiyetleriniz birdir, beraberdir” deniliyorsa ha o zaman sizin bu işiniz çok gidecek. Ömrü bunun uzundur. Niye? Özellikleriniz, zevkleriniz, sıfatlarınız. İşte devletler de böyle. Biz devletlere bakacağız. Hangi devletin bizimle beraberliği var, beraberliklerimiz var? E bizim Suriye ile beraberliğimiz var mı? Irak ile var mı? İran ile var mı? Var. Birçok beraberliklerimiz var. Şimdi biz bu beraberlikleri unuttuk. Bu beraberlikleri unuttuk.
Bize denildi ki “bunlar sizin dostunuz değil, arkadaşınız değil, akrabanız değil.” Bize o gözlüğü taktılar. Biz şimdi hep bunlara böyle bakıyoruz. Bize bunu söyleyen de hakikatte hiç beraberliği olmayan insanlar. Şimdi o beraberliği olmayan insanların sözlerini delil kabul ederek biz bu dünyayı görüyoruz. Ve o dünyayla olan politikamızı o kadar kesin hatlarla beraber şey ettik ki en basit bir su meselesinde dahi bir araya gelip anlaşamıyoruz. Muazzam bir petrol dünyaları var. Bunlardan istifade edemiyoruz. Neden dolayı? İşte biz hariciye politikamızı bu dünyayla zamanında güzel tanzim edip oturtamadığımız, belli mikyaslar üzerine kuramadığımız içindir bu.
Şimdi derim ki ben partiler partizanlıktan vazgeçecekler. Hariciye politikamızı gözden geçirip bir devlet politikası tespit edecekler. Dâhiliye politikamızı da aynen tespit edecekler. Gelmeden evvel bir haber dinledim. Zannıma göre TRT'deydi. İsrail bundan birkaç yıl evvel çok ciddi bir enflasyonun eşiğindeydi. %300'lere varan bir enflasyonla beraber mücadele eden İsrail hükümetleri en sonunda karar verdiler. Dediler ki “iktidarıyla, muhalefetiyle itiraz yok, ittifak var. Şu enflasyonu aşağı çekeceğiz. Bir devlet politikası haline getireceğiz” dediler. Hakikaten de getirdiler. %350 olan enflasyon şu anda % kaç biliyor musun? %10'a indi. İşte bu politikayı bizim partili partisiz insanımız kabullenmesi lazım. Bu noktaya gelmemiz lazım. İnsanlarımızın birliğe beraberliğe, onun için çok ama çok ihtiyaçları var. Bunu yapmadığımız takdirde biz milletin menfaatlerini, devletin menfaatlerini göremeyiz.
Gerektiğinde Risk Almayan Devletler Büyük Devlet Olamaz
Sonra biz büyük devlet olmaya, kendini adamış bir milletiz. Geçenlerde ilim ehli arkadaşlarımız konuşuyor. “Ya Türk dünyasına açılmayı biz çok gündem ettik. Çok bunun propagandasını yaptık. Rusya hemen tepemize indi.” Bu yanlış. Yani sen bunu söylemesen Rusya seni kontrol etmeyecek mi? Murakabe etmeyecek mi? Buradaki incelik şudur. Biz o dünyayla ne kadar iç içe olabilirsek, Türk illeriyle beraber ne kadar iç içe olabilirsek ve de bunun propagandasını insanımıza ne kadar güçlü bir şekilde psikolojik olarak kabul ettirebilirsek o zaman bütünlüğümüz çok rahat bir anda olabilir. Karşındaki düşman ne olursa olsun, onun senin üzerinde hesabı varsa o hesabı mutlaka tahakkuk ettirecek. Yoksa tahakkuk ettirmeyecek bir gözdağı manevrasıyla beraber çekip gidecektir. Ama biz Türk dünyasıyla ilgimizi kuruyoruz diye kalkacak da Rusya bize harp ilan edecek. Ederse etsin ya. Niye yaşıyoruz ki? Yani şunu demek istiyorum.
Bazı yerlerde devlet rizikoyu üzerine alacak. Bu riziko politikası bizde epey zamandan beri unutuldu. Dünyada büyük işler yapan milletler ve devletler kesinlikle rizikoya atılan milletler ve devletlerdir. Rizikosuz devletler büyük devletler olamaz. Değil mi? Rızkın onda dokuzu nerededir? Ticarettedir. O da nedir? Cesaret. Cesaret nedir? Rizikodur. Yani zararla kar müsavidir. Atılırsın onu lehine çevirirsin. Pasif olursun aleyhinde kalır. Aynen bunun gibidir. Hiç fark etmez.
Büyük Devlet Politikası, Müşterek Olduğumuz Hususlarda Disiplinli Bir Politika ile Birleşmektir
Şimdi biz geliyorum asıl anlatmak istediğim politikaya. Biz büyük bir milletiz. İçimizde ne cins insan olursa olsun büyüklüğümüzün göstergesi sayılır. Dili ne olursa olsun, dini ne olursa olsun, ırkı ne olursa olsun. Bu ırklardan vücuda gelmiş “mozaik” diyorlar şimdi ben buna “vücut anatomisi” diyorum. Ne kadar fazla olursa olsun o millet büyük millet olur. Düşün ki bir milletin içinde yetmiş iki dil konuşuluyor. Osmanlı böyle bir milletti. Onun için yirmi milyon kilometre kare üzerinde, zemininde bulunan insanlara hâkim idi, hâkimdi. E sen şimdi adamın diline karışırsın, diline karışırsın, rengine karışırsın, oturmasına karışırsın, yürümesine karışırsın. Sen üç kişiyi idare edemezsin böyle ya. İşin özü hürriyette, müsamahadadır. Müsamahanın özü de insanlara vereceğin, onlara layık gördüğün hürriyete bağlıdır. Ne kadar kısıtlarsan o kadar zarar edersin.
Hani “kediyi” derler “sıkıştırırsan üzerine atlar.” Bunun gibidir. “Ya Osmanlı bu kadar zemin üzerinde nasıl bu hâkimiyeti elde etti?” Tabi elde eder. Niye etmesin? Adamın ne diline karıştı, ne dinine karıştı, ne örfüne karıştı, ne âdetine karıştı. Ondan birtakım ittifaklar istedi. Ne dedi? “Benim bayrağıma hürmet edeceksin. Bu senin bayrağındır.” “Sancağıma hürmet edeceksin. Bu senin sancağındır.” “Vatanıma hizmet edeceksin. Bu senin vatanındır.” Değil mi? “Bu devlet senin devletindir. Bu asker, bu ordu senin askerindir.” Kısaca işte milletlerin ittifak ettiği hususlar var. Bunları hepsi hepimiz kabul edeceğiz. İşte o devletin ne haltı olur, ne Kürt’ü olur, ne Laz’ı olur, ne Boşnak’ı olur, ne Arap’ı olur, ne Acem’i olur. O zaman işte büyük devlet olur.
Böyle bir politikaya kimin ihtiyacı var? Şu anda bizim ihtiyacımız var. Bunu bulduğumuz zaman benim kanaatim işte Güneydoğu'da öyle korkuyla hâkim olmak bence hâkimiyet değildir. Korkuttun adamı, sindi. Sinmek değil ki. Şimdi üstünü külle örttün. Yarın açıldığı zaman yine kafana vuracak. Öyle değil. Onun gönlünü fethedeceksin. Ne diyor Hristiyanlar? Osmanlı İstanbul'u fethettiği zaman Fatih Sultan Cennet Mekânı Hazretleri “Hristiyan külahını, din adamının külahını görmektense, Osmanlı'nın sarığını tercih ederiz” diyor. Değil mi efendim? Olay budur. Ya.
İşte bu politika lazım, bu siyaset lazım. İşte insan idaresi budur. Siyaset nedir? İnsanı idare etme sanatıdır. Bizim böyle daha üç kişi idare edemiyorlar, millet idare edecekler. Yanlış ya. Evvela ben olsam bunlara bir aile idaresi terbiyesinden işe girerim. Çok mühimdir. Cenâb-ı Peygamber Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz, Allah şefaatinden ayırmasın. Bakın ne kadar renkte insanları idare etmiş. Ne kadar dilde insanları idare etmiş. Suud'u biliyorsun. Suudi Arabistan, Habeşistan taaa uç… Habeş'ten insan geliyor. Afrika'dan insan geliyor. Roma'dan, o topraklardan insan geliyor. Şu anda sahabelerin isimleri hatırlamıyorum. Hepsini böyle tutuyor. Aman ya Rabbi. Bu ne deha yani. Büyük bir insan. Allah onun güzelliklerini bize de ihsan eylesin de. İdare nedir bir öğrenelim.
Evet, kısaca efendim, ayrı ayrı ırklardan, ayrı ayrı dillerden, ayrı ayrı dinlerden olan insanları kendi boyutlarında, kendi vadilerinde alabildiğine serbest ve fakat müşterek olduğumuz hususlarla, alabildiğine disiplinli bir politikaya ben, “büyük devlet politikası” diyorum. Bunu bekliyorum, bunu istiyorum. Bizi idare eden, ferasetli siyasilerimizden efendim.
Din ve Vicdan Hürriyeti, Sivil Kurumların Anayasal Güvenceye Alınmasıyla Mümkündür
Şimdi bugün seçimin neticesinde bence bu görüldü. Fazla buna dedikodu yapmayalım. Şöyle bir bakalım hadiselere. Bence biz yerimizde sayıyoruz. Yerinde say, marş marş. Yerimizde sayıyoruz bu konuda. Bir hareket oluyor. “Aa asker niye kalktı?” Ya kardeşim sen böyle yaparsan asker kalkar tabi ya. Hiçbir şeye razı olmuyorsun sen. Kendinden başkası. İlla ben, illa ben. Böyle yanlışlık olur mu ya? Bence biz demokrasi sınavında pek ileri gidemedik. Müsamahamız kısır. Sanki Mevlana Hazretlerinin sülbünden, sülalesinden değiliz ya. Hâlbuki Hazreti Mevlana ne buyuruyor? “Gel ne olursan yine gel. Eğer kâfir, mecusi, putperest olsan da gel. Yüz defa tövbeni bozmuş olsan da yine gel” diyor. Yani bir defa birbirimize karşı mütehammil olmalıyız. Birbirimizi dinlemeliyiz. Efendim ve de karşılıklı konuşmasını, karşılıklı birbirine fayda temin etmesini bir defa gaye edinmeliyiz. Böyle bir anlayış içerisine girmeliyiz. Bu bence şu anda görünürde yok.
Şimdi benim siyasi partilere bir tavsiyem var. Esasen bakın hepsi diyor ki “din ve vicdan hürriyetine biz azami şekilde eğiliyoruz. Yer veriyoruz.” Peki din ve vicdan hürriyetine ne şekilde yer verilir? Bizim dinimiz günümüze kadar iki ana temel kurumla beraber gelmiştir. Bu temel kurumlardan bir tanesi mezheptir. Bir tanesi de meşreplerdir. Bu iki ana kurumu bizler toplumda sivil anayasal kurum hukuken yapmadığımız müddetçe, “din ve vicdan hürriyeti veriyorum, verdim” ifadeleri lafügüzaftan ibaret kalır. Değil mi efendim? Bunları biz vereceğiz topluma. O zaman ne olacak? O sivil toplumun ögeleridir bunlar. Diyaneti bunlar tayin edecekler, tanzim edecekler. Laik devlet bu işte. E sen şimdi alıyorsun dini de kontrolün altına. Ondan sonra, müftü efendi imamını istediği gibi tayin ediyor, müezzinin istediği gibi tayin ediyor. Ondan sonra diyorsun, “laik.” Böyle laiklik olmaz ya. A partisi geliyor, camiye A partisinden adam gönderiyor. B partisi geliyor, B partisine adam gönderiyor. Yani sanki orası camide politize yer olmuş. Bunlar yanlış. Ne yapacağız? Cemaatlerin inisiyatifine terk edeceğiz. O zaman ne olur?
İşte laik toplumda efendim sivil kurumlar anayasanın teminatı altına girdiği zaman partiler de o zaman ne yapamazlar? Onların anlattıkları anlamda dindar kesimi diyelim taraflarına celbedemezler. Niye? Diyecek ki “sen git işine canım. Ben zaten aradığımı buldum. Ne benimle uğraşıyorsun?” Ama vatandaş dinin aradığını bulamadığı için şimdi kendisine bir lamba yakanın, hemen peşine koşuyor. İzah edebildim mi? Yani başkalarına mani olmak yerine insanımızın istediğini verme demokratik geleneklerdendir, kurallardandır. Bunlar insanımızın dini yaşayışını anayasal teminatlar altına kurumlar halinde almamız lazımdır ve de zaruridir diyorum. Bunu yapmadığımız müddetçe bence dini istismar ediyor, kullanıyoruz. Benim kanaatim bu. “Peki beni kabul ediyorsun da niye bana işte ben dini kurum ve kuruluşların yaşanmasını, uygulanmasını reva görmüyorsun?” diye sorduğumuz zaman apışıp kalıyor. Demek hiç düşündüğü yok yani bu işlerin. Evet bunu diyebilirim ancak.
Laiklik Hem Dinin Hem de Devletin Teminatıdır
Şimdi zaman geliyor “laiklik” adı altında dine taarruz ediliyor. Zaman geldi bir grup insanımız da dedi ki “devletle dinin teminatıdır laiklik.” Şu son zamanlarda yavaş yavaş bunu söylemeye başladılar. “Hem devletin hem de dinin teminatıdır. Dini hayatın teminatıdır” dediler. Ama kahir ekseriyet günümüze kadar “laiklik” adı altında inananlara baskı ve zulüm yapmıştır. Düşünebiliyor musun ben bir hatıramdan bahsedeceğim.
1980'de adama soru soruluyor. “Sayın filan oğlu filan senin evinde oturup zikredilen insan sen misin?” diye soru soruyor siyasi şube. O da “hayır” diyor “benim evimde oturup böyle zikir mikir yapılmadı.” Yani Allah'ı zikretmek sanki suç. Şimdi laiklik eğer ülkemizde olsaydı esasen bunu sormak suç olurdu. Efendim o durum olağanüstü durum. Öyle şey mi olur yani hangi durum olursa olsun. Bir insanı sen dini hayatına nasıl karışabilirsin? Dinin biliyorsunuz itikad, ibadet ve muamelattan ibaret kural ve kaideleri vardır. “Ney sizin diyor ki?” “İtikad ve ibadette serbestsiniz. Muamelatta serbest değilsiniz” diyor. Müslüman da diyor “tamam muameleti sana terk ettik ama itikad ve ibadetimi rahat bırak” diyor. Onu da bırakmadılar. Şimdi şimdi işte efendim deniliyor ki “dini hayatın ve devlet hayatının teminatı nedir?” Laikliktir. Eğer böyle olursa ki olması lazım. Bence devletle milletin kaynaşmaması için hiçbir neden yok, hiçbir sebep yok. Az evvel dedik ya efendim hürriyet, hürriyetten korkmamalıyız.
Ama bunu derken “hürriyetten korkmamalıyız” derken kontrol ve murakabeyi terk etmeliyiz anlamına gelmez. Kontrol ve murakabe devamlı surette yapılsın ama hürriyetler de ardına kadar insanımıza verilsin. Zaten o senin verdiğin hak değil. O kendi hakkıdır. İnsan olarak dünyaya geliş nedeniyle Cenâb-ı Hakk'ın ona bahşettiği haklardır bunlar. Bunu zaten senin ona almana hakkın yok ki. Bunu almaya teşebbüs ettiğin zaman sen zalimsin, sen fasıksın. Yani seninle Peygamber Aleyhissalatü Vesselam Efendimiz'e karşı çıkan Ebu Cehil zihniyetinin ne farkı var? O baskıcı rejimin sistemin ne farkı var? Bu hürriyeti vermeliyiz. Bunu verdiğimiz zaman bence Türkiye'de dengeler yerine oturacaktır. Vatandaş arayış içerisine girmeyecektir. Şimdi insanımızın aramasının ana nedeni istediği dini hayatın, ibadeti hayatının anayasal teminat altına girmemiş olmasıdır diyorum ben. Evet bunu teminat altına almalıyız.
Bir Ülkenin Kalkınması Ancak Üretimini Arttırmasıyla Mümkündür
Şimdi bu başlı başına esasen bir program konusu. Üç beş cümleyle hülasa edelim. Biz bir defa şunu iyi bilmemiz lazım. Millet olarak çalışmadığımız müddetçe bu akıbetlerden kurtulmamız mümkün değil. Bunu kafamıza koyalım. İkinci bir husus biz sanayi devrimini kaçırmış bir milletiz. En kısa zamanda sanayi devrimini itmam ettikten sonra bilgisayar çağını çok güzel bir şekilde yakalamamız gene zaruridir. Bunu yakalayacağız. Ama öyle bir yarışla bu işin içine gireceğiz ki, adeta vatandaş olarak birbirimize rekabet etmeliyiz bu konuda. Ben âcizane bunları insan olarak, kendi nefsimizle, millet olarak görmedim, göremiyorum. Bunu yarış haline girerek bitirmeliyiz.
Diğer bir husus biz üretimi enflasyon gerekçesiyle tamamen durdurduk. Zaten bir ülkenin kalkınması ancak üretimini arttırmasıyla mümkündür. Ekonominin düzelmesi yine üretimin artmasıyla mümkündür. Ne var ki üretimi belli bir seviyeye getirene kadar gerçekten de enflasyon hızla yükselir. Ama o seviyeye geldikten sonra onu aşağı düşürmek basit meseledir. O da para politikasına bağlıdır. Para politikasını güzel ayarladığın zaman da enflasyon kendiliğinden aşağı, çok aşağılara inecektir. Ancak dediğim gibi biz üretimi istediğimiz seviyeye getirmemiz zaruridir ve de şarttır. Şu anda ülkenin içinde bulunduğu durum üretim istenilen seviyede olmadığı için devamlı parayla oynanıyor. Para politikası ne yaparsak yapalım enflasyonun önüne -efendi- karşılıksız olması münasebetiyle geçmesi mümkün olamayacaktır. Çok yakın zamanda çok ciddi zamlar gelecektir. Millet yine beklediğini bulamayacaktır, hayal kırıklığına uğrayacaktır. Yani biz kendimize düşeni yapmamız hep beraber çalışmamız ve de üretimi arttırmamız plan ve program dâhilinde efendim bir iş içerisine, vadisi içerisine girmemize bağlı. İyi pazarlar kurmamıza, iyi pazarlara girmemize bağlıdır diyorum.
Kendi Projemize Göre Dünyada Yerimizi Almalıyız
Şimdi dünya bizi hiçbir yere koymuyor. Elinden gelirse bir kaşık suda boğacak onu görmemiz lazım. Biz dünyaya, dünyada yerimiz nedir? Bunu bilmemiz gerekir. Dünyada bizim yerimiz çok mühim. Biz bak imparatorluk döneminde Balkanlara hâkimdik. Efendime söyleyeyim Asya'ya hâkimdik, Afrika'ya hâkimdik. Biz kendimizi öyle bir konumda, öyle bir yere koymalı, ona göre bir otoriteye malik olmalıyız ki eski günlerimiz olmazsa bile onu aratmayacak nitelikte bir politika, bir siyaset üretmeliyiz. Şimdi tabii bazı ülkeler uyguladığı iktisadi politikalar nedeniyle bize Türk illeri genelinde bir vazife veriyor. Avrupa dünyasında bir vazife veriyor. Asya'da bir vazife veriyor, Orta Doğu'da bir vazife veriyor. Kısaca onların kendi menfaatleri istikametinde bizim bir yerimiz var. Ben şahsen onların plan ve programına göre değil, kendi projemize göre dünyada yerimizi almalıyız. Bunun da ilk şartı birlik ve beraberliğimizdir. Millet olarak birbirimizi sevmemizdir. Ülke olarak kalkınmamızdır. Efendime söyleyeyim vatanımızın bekası, milletimizin istikbal ve istiklali için çalışmamız gayret etmemiz lazımdır, şarttır diyorum efendim.
Bu sohbeti video olarak izlemek için play butonuna basınız