
Neler Okuyacaksınız
Kalkınma, İnsanın Kendi ve Çevresi İçin Faydalı Hale Gelmesidir
Şimdi efendim, kalkınma deyince insanın maddi ve manevi boyutlarda ilerlemesi, bir evvelki durumundan bir sonraki durumunun daha iyi olması anlamına gelir. Günümüzde her ne hikmetse kalkınma denildiği zaman, insanların iktisadi yapısının güçlü olması manasına geldiğini, maneviyatla hiçbir ilgi ve alaka kurulmadığını görüyoruz. Halbuki benim anlayışıma, idrakime göre kalkınma; “bizatihi insanın kazanılmasıdır. İnsanın kendi lehine, evvel emirde kendi lehine, saniyen, bulunduğu çevreye, cemiyete, devlete, millete, bütün insanlığa kazanılmasıdır.” kalkınma budur. Bu espri üzerine oturmayan kalkınma hamlesi veya anlayışı hiçbir zaman insanlığın menfaatine olduğu görülemez, görülmesi de mümkün değildir. O halde asıl dava insanı kalkındırmaktır.
Sen kendisiyle beraber çatışma halinde bulunan, kendiyle daima kavga halinde bulunan bir insana ne kadar iktisadi imkanlar, ekonomik imkanlar temin edersen et, o insan kalkınmış sayılamaz. Neden? Çünkü evvela insan kendi kendiyle harp halindedir. Uyuşmazlık içerisindedir. Bu uyumu temin edeceksiniz. Bu uyumu temin ettiğiniz takdirde, o insan artık hakikaten kendi lehine kazanıldığı için menfaati kendinedir, dolayısıyla etrafınadır. Demek isterim ki, “asıl problem insanın bugün kendisinde.” Yani sadece bizim Türk insanında değil, bütün insanlık alemine baktığımız zaman asıl dava insanın özünde yattığını görüyoruz.
İnsanın Asıl Problemi Kendisidir ve Bu Sorun İnançla Çözülür
İnsanlığın hukuki, iktisadi, ahlaki vesaire problemleri olmamış mıdır? Elbette olmuştur ve olmaktadır, olması da mukadderdir. Ama bütün bunların başında asıl problem insanın kendisidir. Kendine ait problemi insan olarak çözdüğümüz zaman, insanlık problemini hallettiğimiz zaman, göreceğiz ki, “buna paralel olarak olan problemler kendiliğinden ortadan kalkar.” Ben kalkınmada aslında bunu anlıyorum. Yani insanın evvela kendisi için kalkınması lazım, kazanılması lazım. Tabii takdir edersiniz ki insanı kazanan bir zihniyet var, bir hakikat var. Bu da nedir? Bu bir inançtır. Bu bir dindir. Elbette ki bu din de elhamdülillah Müslümanlıktır, İslam'dır. Tarihimizde biz bu dini, birtakım kurum ve kuruluşlarla beraber yaşadık. Bu kurum ve kuruluşlar insanımıza kendisini kazanma düşüncesini, duygusunu, fikrini aşıladığı için de insanımız kendiyle devamlı uyumlu haldeydi ve bu insan, kendisiyle uyumlu olduğu için ailesine de uyumluydu; çevresinde, mahallesinde, köyünde, kentinde, ülkesinde, bütün insanlık içinde uyumlu bir varlıktı.
O nedenle bu insanın olduğu yerde kavga olmamıştır, hırsızlık olmamıştır, gürültü olmamıştır, patırtı çıkmamıştır. Ha, demek oluyor ki, insanı kendi yararına kazanan tek yol Allah'ın dinidir. Yani Cenab-ı Hak zaten bu insanı adam etmek için tabiri caizse din dediğimiz ilahi kurumu, müesseseyi insanlığa gönderiyor. Bu kurumun ve bu yolun kural ve kaidelerini insan kendi iç tabiatında hâkim kıldığı zaman, bir bakıyorsun ki “insan denilen çok mükemmel bir eşref-i mahluk ortaya çıkıyor.” Ama bu mükemmel varlığı göremediğiniz zaman, insan çok affedersiniz hayvandan da aşağı noktalara iniyor. Hayvanlar düşündüklerini, hilelerini, efendim desiselerini öyle insanlar gibi planlı, programlı yapamaz. Onlar bir boyutta, zihin yoluyla bir boyutta hareket ederler. Ama insanda öyle kabiliyet var ki, bu kabiliyetini aklıyla beraber yönlendirdiği zaman; bir hayvan değil, binlerce hayvanın meydana getireceği zararın çok daha ötesinde zarar yapabiliyor, yapıyor.
Onun için diyoruz ki, “evvela insanı insan etmek lazım.” Eskiler adam olmak, adam olsun. İşte budur, adam olmak lazım. Tabii, tarihimizde bunun çok örnekleri var. Bizim İslami kurum ve kuruluş olarak bildiğimiz iki ana dev gibi yapımız vardır: Bunlardan bir tanesi mezhepler, bir tanesi de meşreplerdir. Bu iki kurum insanı yetiştirirdi. Yetişen insan, az evvel ifade ettiğimiz gibi, hem çevresine, hem cemiyetine, hem milletine, evvela kendisine, yararlı halde idi. Allah ile arasındaki münasebetleri çok güzel uyguluyor idi. Şimdi insanın nefsinin en mühim davası nedir? İnancıdır. Nefsin ihtiyacıdır inanç. Siz bu ihtiyacı ona vermediğiniz takdirde, onu isyana sürüklersiniz. Buhranın kaynağı budur.
Maddeten ve Manen Aç Kalan İnsan Düzeni Bozar
Aç olan bir insanı düşünün. Ne kadar aç durabilir? İki gün dursun, beş gün dursun. Onuncu gün çalacaktır, gasp edecektir, hile yapacaktır, şunu yapacaktır, bunu… Yani, siz maddeten insanı nasıl aç bırakma imkanına sahip değilseniz, malik değilseniz, manen de onu aç bırakma imkanına malik değilsiniz. Onun ruhunun doyması lazım. Ne ile doyacak? İşte din dediğimiz yolla doyacak, Allah’ı zikretmekle doyacak, Allah’ı sevmekle, Allah’tan korkmakla, ahiret hesabını, muhasebesini yapmakla. Bunu yaptığı zaman o ruh gıdasını alıyor. Çünkü Allah'tan geldik, ona döneceğiz. “Kalu inna lillahi ve inna ileyhi raciun”: Allah’tan geldiniz, ona döneceksiniz. (Bakara Suresi, 156. Ayet)
Şimdi Allah'a dönecek bir yol içerisinde, manevi bir kulvar içerisinde giden insanın hayatının düzeniyle buna inanmayan insanın hayatının düzeni bir olabilir mi? Eskiler derler; “bastığı karınca, toprak üzerindeki karıncanın hukukunu bile düşünür.” Bu insan işte bunu düşünür. Aksi takdirde o insan kendisiyle uyum halinde olmadığı gibi, çevresiyle, cemiyetiyle, milletiyle kavgalıdır, gürültülüdür. Yani biz; “uyumlu insan bekliyorsak, kalkınmış insan diyorsak, bunun akla gelmesi lazım.” Kalkınmış insan budur. Yoksa cebini doldurduğun adam kalkınmış demek değildir. Kimin hukukunu düşünüyor ki kendi hukukunu gasp etmiş. Aleme muhtaç olan dede başkasına himmet ede. Yani himmete muhtaç olan dede başkasına nasıl yardım edecek? Yani kendisiyle çatışma halinde olan, kendi hukukunu çiğneyen bir insanın; seninkini, benimkini çiğnememesi mümkün değil. İlahi kadere, hesaba inanacak bir insan ki bu hukuka uysun, onu teminat altına alsın. Sen şimdi böyle bir insanın eline, her tarafı tatminsizlik içerisinde bulunan insanın eline ne kadar mükemmel varlık verirsen ver; bu alet ve gereçler, alet ve edevatlar insanın aleyhine çok ciddi malzeme olur.
Bu anlamda ekonomik kalkınma diyorsanız ben buna katılmıyorum. Onu, insanlığın yararına ve de hayrına kullanacak olan bir dimağdan, bir beyinden, bir idrakten, bir anlayıştan bahsediyorsak, işte bu tipi evvela kazanmamız lazım. O tipin elinde; az önce söylediğiniz, tevcih ettiğiniz sanayi konusu insanları adam eder. Aksi takdirde, efendime söyleyeyim, en küçük bir enerji parçası insanların helâkına vesile olur.
Evet, o enerjiyle sen belki birkaç ülkeye bakarsın, birçok ihtiyaçlarını temin edersin ama bir anda da kafası bozulursa dünyayı yakıp yıkarsın, helâk edersin. Yani böyle bir kalkınma değil. Ya, nasıl bir kalkınma? Evvela insanı insan edecek bir anlayışa, bir şuura, bir mahiyete kavuşmak suretiyle. İşte bunun da anahtarı dindir. Meşrepler ve mezhepler; bu insanı bu insanı yetiştirmiştir, bu insanı yetiştirir. İşte bunun elinde, işte sanayi diyoruz. Sanayide ekonomik kalkınma. Bugün zaten ekonomi dendiği zaman hatıra ilk gelen unsur sanayi oluyor.
Sanayisiz Ekonomik Kalkınma Düşünülemez
Sanayisiz ekonomiyi düşünmek zor, belki de imkânsız hale geldi. Nereden diyeceksin? Bakın İslam dünyasına baktığımız zaman, yeraltı kaynakları çok mükemmel bir şekilde mevcut. Her türlü madenleri var; petrolünden altınına, gümüşüne kadar. Ne isterseniz o memleketlerde mevcut. Ama kalkınmış ülke dediğimiz zaman bugün, zannetmiyorum ki İslam ülkelerinden başlanarak sıralansın kalkınan ülkeler. En basit, iptidai bir teknolojiye sahip bir insan kalkınmış olarak zikredilir ama yeraltı kaynakları çok mükemmel, muazzam zenginlikleri olan ülkeler ise kalkınmamış olarak bilinir. Niye? Teknolojisi yok. Biraz sonra teknolojinin insan için ne büyük hayırlar getirdiğini, eğer hayra kullanırsak ne büyük mükafatlar getirdiğini ama şerre kullanırsak ne büyük zararlar açtığını da belki sorunuz icabı verilecek bir cevap olarak önümüze çıkacak.
Yani şunu demek istiyorum: “Teknoloji ile kalkınma bugün hatıra geliyor, iktisadi, ekonomik kalkınmada…”
Millet Olarak Kendimizi Korumak için Harp Sanayimizi Güçlendirip Ordumuzu Silahlandırmamız Şarttır
Ermenilerin Azeri kardeşlerimize yaptıkları zulüm ortadadır. Şu anda nükleer hazırlıklar onlar tarafından da başlatılmıştır. Rusya karşı olmasına rağmen, karşı görünmesine rağmen; Batı dünyası, Amerika karşı görünmesine rağmen, adamlar nükleer hazırlıklar içerisindedir. Bütün bu hazırlıklar kime karşıdır? Bana sorarsanız; bizim milletimize, Türk milletine karşıdır. Şimdi bunu bilen millet olarak, efendim insan olarak, biz ordumuzu güçlendirmeyeceğiz de ne yapacağız söyle bakalım.
Şurada, Ege’deki tehlike hemen ne zaman bir barut fıçısına dönmüş, bir kibrit atıldığı zaman o fıçı patlayacaktır. Biz hangi güçle Yunanların karşısında duracağız? Yani kimin teminatıyla biz Yunanların bize yapacağı oyuna mani olacağız? Hiç kimse buna teminat veremez ve zaten geçmişte bunun çok enteresan misallerini yaşadık. Orada masum yere öldürülen birçok insanın filmlerde gösterileri yapılması, resimleri sergilenmesine rağmen; “evet sizler haklısınız, bu adamlar zalimdir.” denmesine rağmen ne zaman çıkarma yaptık herkes karşımıza geçti.
Bugün de diyecekleri Yunan konusunda budur: “Evet haklısınız yanlış, bunlar yanlıştır, şudur, budur.” Kaldı ki 12 mile deniz hududunu çıkartmaları bunların kararıdır, Avrupa Parlamentosu’nun kararıdır. Dolayısıyla bu insanların bunlar tarafından desteklendiği, Ege’yi bir göl haline bunlara bahşetmek istedikleri korkunç bir realitedir. Şimdi demek isterim ki biz gerek Yunan, Batı’daki Yunan komşumuza karşı, doğudaki Ermeni komşularımıza karşı, efendim şuradaki komşularımıza, buradaki düşmanlarımıza karşı silah ve teçhizatta güçlü bir noktaya gelmemiz lazım. Bu da ne ile mümkündür? Harp sanayisini güçlendirmekle, kuvvetlendirmekle mümkündür. Ben şahsen harp sanayisinde alabildiğine bir umumi seferberlik ilan edilmesinden yanayım. Bu, bu noktada çok samimi konuşuyorum, tam benim kafam bir asker kafasıdır. Hiç taviz vermeye gerek yoktur. Muhterem askeri büyüklerimiz bu konuda ne düşünüyorsa aynı şeyi ben de düşünüyorum. Zira bu vatan, hepimizindir. Bu vatana hepimiz sahip çıkmamız lazım. Onların gösterdikleri istikamette amel edersek göreceğiz ki ordumuz çok ciddi derecede silahlanacak, çok mükemmel bir seviyeye gelecek.
Harp Sanayisine Yatırım Yapmak, Hem Türkiye'nin Hem de Türk-İslam Dünyasının Menfaatinedir
Efendim bunun masrafı olmayacak mı? Elbette olacak. Ya biz şu, şu veya bu kanalla beraber trilyonları kaçırıyoruz. Şu belediye şunu yaptı, bu belediye bunu yaptı. Bunları bir araya topladığın zaman 100 trilyona yakın bir masraf çıkıyor ortaya. Belki de yüzlerce trilyon çıkıyor ortaya. Bunları müsaade edelim de bu sahaya aktaralım. O kadar çok daha mükemmel, çok hem de verim getiren, kâr getiren efendim bir sanayi kurmuş olacağız. Bunu sadece ülkemizde de değil, Türk-İslam ülkelerinde de aynı sanayi kurum ve kuruluşlarını kurmak bizim de menfaatimizedir, oradaki kardeşlerimizin de menfaatinedir.
Şimdi Türk dünyası üzerinde malumunuz Rusya’nın çok ciddi hesapları var. Yani Rusya’da komünizm gitmekle, rejim çökmesiyle beraber Rusya’nın emelleri bitmemiştir. Yani çeşitli ittifaklarla Türk devletleri üzerindeki bilhassa toprak altındaki madenlerde ölene kadar gözü vardır ve bunların üzerinden hesabı kalkmayacaktır. Yani kısaca biz onların da elinden tutmamız lazım.
İslam ülkelerine gelince, bunlar da en küçük bir harp aletinden en büyük malzemesine kadar hep dış dünyadan transfer etmektedir. Yani kısaca bir harp sanayi kurulması halinde Türkiye’nin önünde pazar çok açıktır.
Neden biz bugüne kadar bu işte geç kaldık? Zaten ben bunu anlamıyorum. Niye geç kaldık ki? Sebep ne? Rahmetli Özal döneminde, F-16’lar görülüyor. Yani çok küçük bir gayretle çok ciddi imkanlara kavuşabiliyoruz. Bugün çok daha mahir silahları yapabilecek, uçakları yapabilecek, denizaltıları, deniz üstü gemileri, harp gemilerini yapabilecek kabiliyetimiz ve de imkanımız vardır. Bir an evvel bu işe başlamamız şarttır ve de zaruridir. “Bu hususta siyasi iradenin, efendim ordumuzun muhterem kademelerinde vazife gören efendim generallerimizle iş birliği, söz birliği, istişare yaparak faaliyete başlamaları şarttır ve zaruridir.” diyorum. Bilmem bu kadar kâfi midir?
Bizim En Fazla Muhtaç Olduğumuz Husus Milli Birlik Ve Beraberliğimizdir
Biz dünyada 600 sene gibi uzun bir zaman hükümranlık yapmış bir milletiz. Ondan evveline gidin, Selçuklar döneminde de öyle. Yani gücü sonradan kendisine yapıştırılan, böyle tutmacık bir millet değiliz, yapmacık bir millet değiliz. O bakımdan dünyada her millet ve de devlet, müttefiklerimiz de dahi, hem bizimle ittifak ederler hem de arkadan bizi takip ederler. Bunu hiç unutmayalım. Ha bize fayda kendimizden var. Başkasından bir şey beklemeyelim. Onun için A böyle dedi, B böyle dedi, böyle hareket edelim yok.
Ben, dikkat ederseniz o bakımdan diyorum ki, “bizim en fazla muhtaç olduğumuz husus milli birlik ve beraberliğimizdir.” Ne olursa olsun, bütün insanımızı ikna etmeliyiz, her konuda, beraber olmalıyız. Efendim birisi yüzüncü basamakta, birisi birinci basamakta. Birisi elliye çıkacak, ötesi elliye inecek ve müşterek bir zemin hazırlanarak; ülkenin, memleketin, ordusuna, milletine sahip bir anlayış, bir efendime söyleyeyim, tarzda işi götüreceğiz. Yani bu ülke bizimdir.
Benim şahsen her zaman söylerim ve varlıklarıyla da iftihar ederim, rahmetli anamın babası Sarıkamış’ta şehit oldu, harp esnasında. Şarapnel gelmiş, dedemi rahmetli, şehit etmiş. Şimdi benim tapum oradan başlıyor, yani bana göre. Seninki belki daha öteden başlıyordur. Eğer biz bir araya gelirsek, bugün çok ileriye gitmemiz gerekecek yani bizde çok tarihi tapular var, tescil edilmiş tapular var. Niye bu ülkeye sahip çıkmayacağız? Değil mi? Bu ülke bizimdir. Kiminle buna sahip çıkılır? Efendime söyleyeyim, başı boş sürü halinde insanlarla buna sahip çıkılmaz. Askeri eğitimini görmüş, teçhizatını kuşanmış askerle, orduyla buna sahip çıkacağız. O halde ordumuzun çok ama çok güçlü olması şarttır ve de zaruridir. “Sanayi o bakımdan bizim için ilk adımdır.” diyorum.
Sanayi, Tarıma Alternatif Değil, Destektir
Şimdi, önünde olması alternatif yani, kesinlikle sanayi kurum ve kuruluşları alternatif değildir. Sanayi mutlak surette, bütün kurum ve kuruluşlara destektir. Siz şimdi tarım diyorsunuz. Mesela bölgemizde tarım. Bölgemizde tarım ne tarımıdır? Tütündür ki bu da sanayi mamulü olarak aslında kullanılıyor, efendim fındıktır, efendim…Mısırdır, bu tip şeyler. Ufak tefek şeyler. Şimdi, arazimiz bizim coğrafi yapısı itibariyle ekmeye, biçmeye müsait değil. Yani burada biz yetiştireceksek mısır yetiştireceğiz. Yapacaksak tütün yapacağız. Yapacaksak fındık yapacağız. Şimdi, fındığın kilosu diyelim 100.000 lira. Tütünün kilosu 150.000 lira. Efendim, mısırın kilosu şu kadar lira. Bunlar ham mamul olarak satıldığı zaman azami senin alacağın bundan öte bir para değildir. Bunu bekletiyorsun, diyelim 3, 5, 6 ay. 5-6 ay bekledikten sonra %150, %50, %60, % 70 daha fazla para alabiliyorsunuz. Ama mesele bu değil. Mesele sanayi mamulü haline getirdikten sonra %300-%500 kazanmak var işte. %1000 kazanmak var.
Mesela ben size bir örnek vereceğim; siz tütünü sattığınız zaman, faraza 200.000 liraya sattığınızı kabul edelim kilogramını ki bugün zannederim bu kadar para da değildir ama tütün boyasını elde etmek için siz boya fabrikasına tütünü sattığınız zaman çok daha ciddi bir para, kâr elde edeceksiniz ve bir kilogram tütünden yapılmış boya, bundan takriben iki buçuk sene evvel 30 milyon lira Türk lirasıydı. 30 milyon. Şimdi, bunu sen 5 kilogram tütünden yap, 1 milyon eder. Yani 200.000 lira olsa kilogramı, 1 milyon liradır. 1 milyon lira nerede? Ki şu anda 50 milyonun üzerindedir boya fiyatı, tütünden yapılmış çok kaliteli bir boya oluyor, 50 milyon lira nerede?
Demek istiyorum ki ben, “efendim biz tütünü bu şekilde satacağımıza, gene satalım, bu konumda da sattığımız mamulümüz de olsun ama neden buraya bir tütünden, tütünü boya haline getiren bir boya fabrikası kurup da şu kadar parayı insanımızın emrine amade kılmayalım, 50 milyonu insanımız kazanmasın?” Bunu diyorum, bir.
İkincisi, mısır. Mısır özü yağı fabrikası yapıldığı zaman 4 kilogram mısırdan 1 kilogram yağ çıkıyor, yağ elde ediliyor. Mısır özü yağının bugünkü piyasada değeri ortadadır. Mısırın da değeri ortadadır. Yani sen 20 kilogram tütün, affedersin mısırdan alacağın parayı 1 kilogram yağdan alıyorsun. 16 kilogram istifaden oluyor. Neden biz kalkıp da mısırı yetiştirirken onun yanında Karadeniz bölgesinde bir mısır özü yağı fabrikası yapmayalım?
Geçmişte sayın Kaymakam Bey burada, efendim bir mısır özü yağı fabrikasının fizibilitesini bendenizden istemişti. Ben hazırladım, kendisine verdim. Bu zannıma göre bir buçuk yıl evvelki bir olaydır. O zaman 15 milyar lira civarında bir parayla bu fabrikayı bu bölgede kurmamız mümkün. Bir kişi bunu çok rahat kurabilir ama bugün bu para belki 20-25 milyar olmuştur. Hadi iki kişi kursun, üç kişi kursun, beş kişi kursun. Hem kendileri kâr edecekler hem vatandaşa kâr ettirecekler. Neden bunu biz yapmıyoruz ki?
Ha az evvel ne dediniz? Buranın insanı silaha çok meraklı, doğru. Zaten silah da sünnettir, silah taşımak da sünnettir. Yani insanımızın itikadi boyutları çok geniş olduğu için yoksa dan dun adam vurmak için bunu kullanmaz. Efendim evinde onu bulundurur.
Şimdi, bir kilogram demir, çelik haline gelmiş demirin siz kilosunu 100.000 liraya kabul edin veya 150.000 liraya kabul edin. İki kilogramdan bir tane silah yapıldığını düşünebilirsek, iki kilogramın tutarı 300.000 liradır, halbuki bir silah yani iki kilogramlık çeliği işler, işleyip de sanayide kullanılır hale getirdiğiniz zaman on dördünün fiyatı 100 küsür milyondur. Bizim insanımız aptal mı ya? Kaldı ki bir tornayla beraber en mükemmel silahı yapabiliyor.
Şimdi düşünün ki bu insana bir devlet desteği olmuştur. O en mükemmel silahı yapacağından benim şahsen kuşkum yoktur. Sadece bir tabanca yapmakla da değil. Biz bu arkadaşlarımızı serbest bırakalım. Bunlara ruhsatlar verelim, efendime söyleyeyim, bunlar en mükemmel topu, tüfeği bile yaparlar. Yani askeri teçhizatımızın belki de %50’sini bunların yaptığı silahlarla karşılayabiliriz. Bomba türü silahlar hariç.
Yani şunu demek istiyorum; “kesinlikle sanayi bir ülkenin ticaretine, bir ülkenin turizmine, şusuna, busuna, tarımına aykırı bir kurum değildir. Bilakis onu destekleyen, güçlendiren bir kurumdur.”
Üretim ve Pazarlama, Küresel Ekonomide Başarıyı Getiren Temel Unsurlardır
Ben size çok enteresan bir misal vereceğim. Bugün dünyada birçok ülkeler var. Bunlar ya pazarlama yaparlar veyahut da imalatını yapıp pazarlama yaparlar. Dünyada bir tek ülke vardır benim bildiğim, ikinci bir ülke tanımıyorum, sadece efendime söyleyeyim, pazarlama yapar. O da Singapur’dur. Nasıldır Singapur? Şimdi Japon iş adamları vardır, Çin iş adamları vardır, Malezya’dan iş adamları vardır yani o bölgenin efendime söyleyeyim iş adamları, Çin iş adamları gelirler orada mamullerini pazarlarlar. Singapur da çok mükemmel bir yerdir efendim, sadece pazarlama yapılır burada, sadece pazarlama ama dünyanın, Uzakdoğu’nun güçlü tüccarları burada her birinin bir yeri vardır.
Bir otel işletmeciliği vardır ayrıca hem o işi de yaparlar hem bu işi yaparlar. Bunun dışında Japonya’yı ele alın. Japonya’da hem imalat yapılır hem pazarlama yapılır. Malezya’da hem imalat yapılır hem pazarlama yapılır. Malezya gibi Uzakdoğu devleti ki bunların babaları, dedeleri yamyamdı, adam kesip yerlerdi canım. Hatta birçok eski mimarilerine giderseniz orada insan kafası asılı durmaktadır. Bu adamlar bugün Prodonsaka isminde çok mükemmel bir otomobil imal ediyorlar ve bunu Avrupa’ya ihraç ediyorlar, pazarlıyorlar Avrupa’da. Zannıma göre Türkiye’den de bunlara gidip pazarlama için şey istemişlerdi, bayilik istemişlerdi. Ancak direksiyonlarının sağ tarafta olması engeliyle bugüne kadar bu tahakkuk etmedi, edebilir de yakında. Ve bendeniz bu sanayi kurumunu gezerken hayretler içerisinde kaldım. 100 dönüm arazi üzerine kurulmuş bir kapalı saha var, fabrika sahası.
Ben kendileriyle şu sohbeti yaptım: Yetkili hem ticaret müdürü hem efendim imalat müdürleriyle birlikte sohbetimizde, dedim “ya biz sizle beraber ortak Türkiye’de bir fabrika kuralım.” Dediler ki, “biz esasen Mitsubishi firmasıyla ortağız. Ne zaman onun hisselerini kendimiz tahsil eder, alırsak o zaman müstakil davranma yetkisi bize geçer ve o zaman inşallah sizler ile düşünürüz.” ve bayiliği de o zaman bana teklif ettiler ama dediğim gibi direksiyon konusu yani sağdan olma konusu gündem edilince haliyle bundan “bu otomobili pazarlamak zor belki de imkânsız olur.” dedik ve ona giremedik. Şunu demek istiyorum: “Bakınız bir Malezya gibi devlet dahi üretiyor, pazarlıyor. Sadece bu değil, elektronik aletleri adamlar üretiyorlar, pazarlıyorlar.” Şu telefonlar, Tayvan’dan üretiliyor pazar, Kore üretiyor pazarlıyor. Efendim şu televizyonların tamamı. Senin o bildiğim Samsung’lar Sony’ler, zannetmeyin ki hepsi bunların Japonya’da üretiliyor, değil. Bütün bu yan ülkelerde efendim tamamı üretiliyor, vuruyor damgasını Türkiye dünyanın her tarafına gönderiyorlar. Bilmem anlatabiliyor muyum?
Hollanda Tarım ve Hayvancılığını Sanayi ile Destekleyerek Güçlenmiştir
Şimdi buradan şuna geçmek istiyorum: Yani biz burasını eğer pazarlama olarak düşünüyorsak sanayi buna şey değil, mâni değil. Sanayimizi yapalım, imalatımızla birlikte pazarlamayı yapalım. Daha güçlü olmaz mıyız? Şuraya Ruslar geliyorlar, uza… Efendim, Türk illerinden kardeşlerimiz geliyorlar, ben şuna çok iyi şahit oldum: “Bu kardeşlerimiz devamlı surette ütü masası çok basittir, bir de pasta fırını çok basit bir şey olmasına rağmen binlerce masa, fırın alıp gidiyorlar.” Daha birçok eğer onların ihtiyacı olan mamulleri tespit edip yapabilirsek bunları da verebileceğiz. Verme imkanlarımız var. Önümüzde çok ciddi bir pazar imkânı var. Yani şuraya getireceğim, eğer biz denizcilik yaparsak bunu sanayiyle desteklememiz lazım. Bizde konserve fabrikası olsa da bu balıkları, hamsiyi verimli hale getirip dünyanın her tarafına pazarlasak daha iyi olmaz mı? Değil mi?
Ormancılık keza öyle. Bölgemiz devamlı yağışlı bir bölgedir. Burada orman olmayacak da nerede olacak? Ama sen bunu kalkar kereste olarak ihraç edersen veya satmaya çalışırsan hiçbir kâr elde edemezsin. Fakat bunu işler de efendim bu şekilde pazarlamaya çalışırsan fevkalade kâr elde edersin. Kısaca her türlü mamulümüzün, mamulümüzü biz ne ile desteklememiz lazım? Sanayi ile desteklememiz lazım.
Kalkınmış ülkelere, tarımla kalkınmış ülkelere baktığımız zaman bunların başında nere gelir? Hollanda gelir. Hollanda sadece tarımla, hayvancılıkla kalkınmamıştır. Hayvancılığını sanayi ile desteklemiştir, tarımını sanayi ile desteklemiştir. Neden? Mesela üretmiştir, muazzam fabrikalar kurmuştur. Bu fabrikaların sütünü kaymak haline getirmiştir. Bizim bildiğimiz bu tulum peynirleri var, bunun haline getiriyor; kaşar peyniri, beyaz peynir. Bir sürü peynir çeşidi var. Bir sürü krema çeşidi var. Hangisini yiyeceğini insan diline soruyor, ağzına soruyor ki hangisini yiyeyim? O kadar mükemmel, leziz yapıyorlar. Dolayısıyla hayvancılık ileri gidiyor. Neden? Bir pazar sorunu yok.
Avrupa bugün açmış ağzını bekliyor. Dikkat edin, hiçbir para şey Hollanda parası kadar güçlü değildir. Neden? Çünkü sanayisini hayvancılığı, hayvancılığını sanayisine entegre etti. Tarımını sanayisine entegre etti. İşte ben diyorum ki, demek istiyorum ki, “biz bu bölgemizde hayvancılığımızı, ticaretimizi, ormancılığımızı, turizmimizi sanayiye entegre edelim.” Sonra bu bölgede turizm olmaz mı? Dünyanın her tarafında turizm olur ama bir de iklim şartlarını göz önüne getirmemiz lazım.
Bizde olsa olsa kıyı turizmi yerine yani deniz turizmi yerine ne dağ turizmi yani yayla turizmi olacak. Bu da yatırım istediği gibi çok ciddi hava şartları isteyen bir meseledir. Bizim burada kabul etsek de etmesek de zaten senede ya bir ay ya bir buçuk ay güneş var. Adamın yaptığı yatırıma değmez. Sen bir köye, bir yaylaya kaç tane turizm şeysi oteli yapabilirsin? Kaç yataklı turizm oteli yapabilirsin? Efendim kış mevsimi boyunca bu devamlı boş kalır. Sonbaharda hatta ilkbaharda boş kalır. Efendim diyelim ki sen Sis Dağı’nda ne yapacaksın? Bir otel kuracaksın, bir balık yetiştiren bir havuz açacaksın her neyse. Bunun ötesinde ne yapacaksın yani? Bu kaç kişi gelecek? Kaç gün gelecek? Ha bunları yapmayalım demiyorum ben. Bütün bunları yapalım ama sanayi destekli bütün kurumlarımızı, kuruluşlarımızı kuralım, verimi o da elde bir kâr olmuş olur. Sadece bölgenin kalkınmasını buna bağlayacak olursak bence hata yapmış oluruz. Onun için diyorum ki, “efendim, sanayi her türlü üretimin birincisi, birinci unsuru. Mesela “S+3T” formülü olursa çok daha faydalı ve de yararlı olur.” Bu hususta da bunu söyleyebiliriz efendim.
Gelişen Nakliye ve Pazarlama İmkanları ile Her Bölgede Sanayi Faaliyetleri Yapılabilir
Bugün nakliye ve pazar sorunu tamamen ortadan kalkmıştır. Neden kalkmıştır? Eğer biz pazar sorunu var dersek, Batı dünyasının hiçbir şeyi imal etmemesi, hiçbir kurum kurmaması yani sanayi kurumu kurmaması lazım, neden diyeceksiniz? Bu adamlar Afrika’dan bütün ham maddelerini getirirler. Onu biliyor muydunuz? Artı Japonya’nın kendine mahsus doğru dürüst bir ham maddesi yoktur. Hatta Türkiye’den kromu devamlı Japonlar alırlar. Yani dünyanın her tarafından ham maddeyi getirirler, kendileri bunu imal edilmiş hale getirir, sokarlar.
Eğer ham maddeyi nakil problemi göz önünde tutulacak olsaydı Japonlarla Batı dünyası kesinlikle bir tane fabrika kurmaması gerekirdi. Bu bence sanayi bilmeyen arkadaşlarımızın iddiasıdır. Hatta biz ilkokulda okurken sanayi nerede kurulacak? Ham maddenin çıktığı yerde. Orası müsait değilse kurulmayacak, hayda. Nedir ya?
Bugün bir tırı efendime söyleyeyim 20 ton yükü İstanbul’dan buraya 10 milyon, 15 milyon liraya getiriyorsun ya. Bun un sözü mü olur? Kaç para düşer buna ki? Artık dünya çok küçülmüştür. Bütün bu nakil vasıtaları, gemisinden efendime söyleyeyim kamyonuna, tırına kadar bu vasıtalar işi tamamen küçültmüştür. O bakımdan burada sanayi olmaz tezi bence çok yanlıştır. Hatta bendeniz burada bir porselen sanayi, bir seramik sanayi de kuracaktım.
Arkadaşlar dediler “Hocam yahu burada bunun toprağını bulamayız.” Şimdi ben Eskişehir civarında efendim kalkacağım, Kütahya civarından kalkacağım, bir tır, şey getireceğim, toprak getireceğim, kil toprak getireceğim. Buna 10 milyon lira para vereceğim, 15 milyon lira para vereceğim. Ya bundan senin elde edeceğin milyarlardır. 15 milyonun burada lafı mı olur? Yani biz mamul işlendikten sonra, ham madde işlendikten sonra ne kadar üzerine kâr koyduğumuzu bilmediğimiz için her birimiz eski kafalarla konuşuyoruz. Artık biraz gözlerimizi açalım, kitap okuyalım, dünyayı takip edelim. Ne olduğunu bilelim de ona göre konu… Bu iddia tamamen sakattır. Kaldı ki biz işlenmiş mamul maddeyi alıyoruz, soğuk metali şekillendiriyoruz. Yani bu ham madde de değil. İşlenmiştir, belli bir noktaya gelmiştir, iyi bir kârla satılan mamuldür, 100.000 küsür lira kilogramı. Ne düşüyor bunun bir takımına, biliyor musunuz 10.000 lira bir takıma düşüyor. 3 milyonluk efendime söyleyeyim işlenmiş mamule 10.000 lira düşüyormuş 3 milyon, 10.000 lira hayda... Yani bu nakliye problemi olur mu sizce?
Bunu iddia etmek ne demektir? “Ya gaflettir yahut da cehalettir; o halde gafilse ayıksın, cahilse okusun öğrensin.” diye diyoruz. Ben bunları kesinlikle kabul etmiyorum, bunlar yanlıştır. Pazar sorununa gelince, bunun tersidir. Bugün dünyanın her tarafına biz mamulümüzü pazarlayabiliriz. Bir pazarlama ağıyla beraber, her tarafına.
Hong Kong aynı Trabzon’un bir mislidir, gitmişseniz inşallah gidersiniz görürsünüz. Yani şimdi orada hem imalat yapılıyor, pazarlama yapılıyor da Türkiye’de Trabzon’da niçin yapılmıyor? Buranın günahı ne kardeşim? Yani bizim insanımız onlardan az mı zeki? Biz çok zeki insanlarız, değil mi?
Burada imal ettiğimiz mamulü Avrupa’dan aldığımız mamulü şekle sokuyoruz, yine Avrupa’ya satıyoruz.
Yani bu bence çok ciddi bir yanlışlıktır. Bu tezi gündem etmek, çok ciddi bir yanlışlık. Avrupa bunu orada imal ediyor, benimle rekabet edemiyor Almanya’da, tüccarı rekabet ede… Neden? İşçiye verdiği para çok fazla, düşünebiliyor musun be adam?
Asgari olarak sigorta masraflarıyla birlikte 4-5 bin Mark para veriyor, 100 milyonun üzerinde aidat veriyor bir kişiye. Sen bunun arasındaki farkla rekabete girsen herifi batırırsın. Onun için bakın biz Türkiye’de şu anda Batı’yı da çok iyi gözlemeliyiz. Neden çıkıyorsa o sanayi dalına girmeliyiz. Neden? Rakibimiz olmazlar diye. Yani biz düşünerek birtakım adımlar atarsak bence çok ciddi güç, güç kazanırız ve hiç kimse de bize rakip olmaz ve de olamaz.
Dar Bölge Sanayi Sistemi, Bölgesel Kalkınmanın Anahtarıdır
Benim daha evvel hazırladığım bir taslak proje vardı, dar bölge sanayi sistemi. Şimdi mesela bizim bölgemiz neresi? Trabzon bölgesi. Biz Trabzon’da asgari 100 küçük tipte sanayi kurumu yapmamız lazım. Bu efendim, tarım ürünleriyle ilgili de olabilir, deniz ürünleriyle ilgili olabilir, ormancılık ürünleriyle de ilgili olabilir, metalle de ilgili olabilir. Efendim, faraza Akçaabat’ta kırk tane sanayi kurumu yapmamız lazım ama küçük çapta. Şimdi arkadaşlarımızın burada takdir edemediği bir konu var. Küçük sanayi kurumları derken üretimi küçük değil, bugün artık hantal sanayi devri bitmiştir, küçük sanayi devri başlamıştır. Küçük, küçük kurumlarla çok ciddi kârlar elde ediliyor.
Ben size bir misal vereyim; Tekstilde kullanılan iğne vardır, makinelerin kullandığı iğne, efendim bu fabrikayı siz azami 30 milyara kurarsınız, bu 30 milyarın en az iki mislini bir yılda kazanırsınız. Neden? Çok küçük olmasına rağmen, yani 500 metrekarelik bir sahaya bu fabrikayı sıkıştırmanıza rağmen geliri o kadar muazzam ki, bu gelirle beraber ne üç misli ne beş misli. Bugün Kore bundan köşeyi dönüyor, Japonya köşeyi dönmüş, Almanya’da birçok tacirler köşeyi dönmüş. Yani siz bunu buraya kurduğunuz zaman çok güçlü bir verim elde edersiniz. Bina olarak küçüktür ama verim olarak çok fazladır. Bugün artık büyük sanayi düşünceleri, yani büyük yer işgal eden ağır sanayi düşünceleri tarihe gömülmüştür.
Yani büyük sanayi dediğimiz zaman ne demek istiyoruz? Bunu da bilmemiz lazım. “Bence büyük sanayi demek çok kâr getirmek demektir.” O güçlü, verimli, efendim makine tertibatını siz sanayi kurumunuza getirdiğiniz zaman 500 metrekarelik yerde trilyonları kazanırsınız. Ha işte demek istiyorum ki ben; “biz kendi çapımızda, o kadar da ileri giderek değil, kendi çapımızda işe başlayacağız. Bu tip küçük kurumları; elli tane, otuz tane, kırk tane, her kasabaya ve vilayete kuracağız. Burası artık bir sanayi bölgesi olacak, bir bölge.” Bu küçük sanayi kurumlarının bir de işlediği ham maddeler var. Ha bunların da işlendiği, ham maddelerin de işlendiği daha müstakil bir yerde yan sanayi, asıl merkez sanayi oluyor. Bu; hepsine mamulü satmış olacak, onu kuracağız ki buna ben “dar bölge sanayi sistemi” diyorum. Bunu biz Türkiye’de kurduğumuz zaman Batı dünyasında olduğu gibi sanayisiz köyler kalmayacak. Her köye iki tane, üç tane sanayi kurum ve kuruluşu olacak. Vatandaşımız artık bir başka yere göçmekten kurtulmuş olacak. Kendi sahip olduğu fabrikalarda çalışacak, pazarlamasını kendi yapacak ama bu çok ciddi bir kültür, çok ciddi bir önder istiyor. Buna kavuştuğumuz zaman zannederim ki biz bu işi başarırız.
Bendenizin sanayiye bu bölgede başlamasının asıl nedeni de budur. Yani bir örnek olmak, oluşturmaktır. İnsanımızın gözünde sanayiyi neden büyütüyoruz ki, sebep ne? Nedir bu ya? Batıda ben onların efendim, hayranlıkla anlattıkları sanayilerin kurumlarının en az yüz tanesini gezdim, en az. Hiçbir şey değil ya. Hiçbir şey değil bunlar ama hayranlıklarımı da gizleyemediğim birtakım elektronik, küçük bir bölgede olmasına rağmen, dağın arasında olmasına rağmen, trilyonları kazandıran sanayi kurumları da gördüm. Büyük yerleri işgal edenlere baktık, hiçbir şey değil ama küçük yerlerde çok mükemmel sanayi kurum ve kuruluşlarını gördüm. “Bu sistemleri getirip oturtmalıyız.” diyorum ben efendim.
Siyasi iradeden, mülki amirlerimizden, bürokrattan, tacirlerimizden, sanayicilerimizden şahsen bu yakınlığı, bu sıcaklığı insanımıza aşılamalarını, bu ruhu vermelerini şahsen ben istiyorum. Bu hususta hepimize Cenabı Hak hayırlı hizmetler ihsan eylesin. Milletimize bu konuda da başarılar lütfetsin diyorum efendim.
Bu sohbeti video olarak izlemek için play butonuna basınız