
Neler Okuyacaksınız
İnsanlık Tarihindeki Arayışlar, Mutluluğu Keşfetmede Başarısız Olmuştur
Şimdi efendim insanlığın tabiat sahnesine çıkışından zamanımıza kadar, esasen insanın mutlu olabilmesi için çok ciddi arayışlar içerisine girilmiş. Gerek tarihçiler, gerek edipler, gerek efendime söyleyeyim felsefeciler, filozoflar ve hepsi insanın mutlu olabilmesi için formüller geliştirmişlerdir. Mantaliteler ortaya koymuşlardır, tezler geliştirmişlerdir. Ama enteresanlığa bakın ki bu tezlerin hiçbiri de insanlığın aradığı hayat tarzı olmamıştır ve olması da mümkün olmamış. Ancak risalet sahibi olan Allah'ın sevgili kulları yani nebiler, peygamberler, etrafında kümeleşen insanlar, onlar bulundukları topluma, çevreye, cemiyete, millete ve onları örnek alanlara çok ciddi saadet kaynağı, huzur kaynağı, mutluluk kaynağı olmuşlardır. Nerede ilahi mesajdan bir numune, onunla alaka ilgi var. Oraya gittiğiniz zaman üç kişide, beş kişide olsa veya binlerce, on binlerce insan da olsa tamamında bir huzur, bir saadet, bir mutluluk var. Şimdi bunun sebebi ne? Tabi sebebini anlayabilmek için evvela insan dediğimiz karakteri çok iyi tanımamız lazım.
Kanaat-i şahsiyem benim o ki, bugün asıl tanınması lüzumu olan varlık insandır. İnsan tanınmıyor. Siz şimdi tanımadığınız, bilmediğiniz bir varlığın huzuru, saadeti, mutluluğu için planlar, programlar, projeler ihdas ediyorsunuz. Gel gör ki ortaya koyduğunuz bu projeler biri uygulandığı zaman arayış yine bitmiyor. İkinci bir uygulama projesi aranıyor, üçüncüsü aranıyor, dördüncüsü aranıyor. Hülasa insanlık tarihi dikkat ederseniz hep aramakla ömrünü tamamlıyor. Ve bu arayışın adına materyalist felsefede “tekâmül” deniyor. Aslında bu ciddi bir boşluğun, ciddi bir açlığın gerek maddi manada, gerekse manevi manada yani fizik ve metafizik anlamda insanın tatmin olamadığının göstergesidir. Neden diyeceksiniz? Çünkü bunun yanında az evvel de söylediğimiz gibi öyle toplumlar var ki, böyle bir arayışa kesinlikle ihtiyacı yok. O tarzı hayatına geçirdiği zaman mutludur, adaletlidir, huzurludur, sevgi, muhabbet, her şey onların bulunduğu çevrede, cemiyette mevcuttur.
Şimdi demek istediğim şu, temelinde bu işin insan denilen varlığın, insan tarafından tanınmamış olması. Bir başka ifadeyle insanın meçhul olarak kabul edilmesidir. İnsan meçhul olunca herkes kendine göre bir formül icat ediyor. O formüle onu adapte etmeye çalışıyor veya zorlayarak “bunu sen hayatına geçireceksin” diyor. Tabii zorlanarak hayatı uygulamaya geçiren insan da bedbin bir vaziyette huzursuz ve mutsuz oluyor.
İnsanın Manevi Yönünü İhmal Etmek, Toplumsal Bunalımların Temel Sebebidir
Cenâb-ı Hak Kur'an-ı Kerim'inde, Melâike-i Kirâm Hazeratına “ben yeryüzünde bir halife yaratacağım” buyuruyor. Şimdi arkası çok mühim değil, halife yaratacağım sözü çok büyük mana taşıyor. Yani insan bir yönüyle Cenâb-ı Hakk'ı, halife ne demek? Temsil etmek demek. Bir yönüyle Vacibu’l vücud olan Allah'ı temsil eden mukaddes ve muazzez bir varlık. E düşünebiliyor musunuz, siz bu mukaddes varlık Allah'ın yeryüzündeki halifesi olduğu halde Allah'la irtibatını bir saniye bile kuramıyorsunuz. Tamamen onun murakabesinden, muhasebesinden çok ama çok uzak bir dünyanın mamulü ve mahsulü gibi bir tarz ona veriyorsunuz. Hayata geliş maksadı onunla beraber olmak, onun sevdasını, sevgisini iç tabiatında yaşayıp dış tabiatına yansıtmak olan bu varlık zerre nispetinde bunları hiçbir yerinde bulamıyor. Yani kalbi açlığı, ruhi boşluğu öyle bir dengesizlik vücuda getiriyor ki, siz bu dengesizliğin adına ekonomik istikrarsızlık demek suretiyle bir cümlede işi bitirmeye çalışıyorsunuz. Ben var olduğumdan bu ana kadar ekonomik istikrarsızlık, iktisadi tutarsızlık hep konuşulur durur.
O zaman sadece bugün değil düne gittiğimiz zamanda olay budur, ondan evveline gittiğimiz zaman olay yine budur. Demek ki biz asıl olarak kabul ettiğimiz madde ile insanın belki bazı yönlerini doyurmak, tatmin etmek mümkün. Ama öyle bir sahası var insanın ki siz onu onunla tatmin etmeniz hiç mümkün değil. Gözün açlığını, bir insanın karnını doyurmakla, cebini doyurmakla yapamazsınız. Göz aç. Burada bir şey var. Peygamber aleyhisselâm Efendimiz ne buyuruyor? “İnsanoğlunun iki vadi altını olsa, bir üçüncü vadi altının olmasını arzu eder. Onun gözüne ancak bir avuç toprak doyurur.” Bu ne demektir?
Demek ki insan madde ile doymaz. Sadece madde ile… Maddesiz de olmaz tabi. Yani ekonomi olmadan da olmaz ama sen her şeyi bunun üzerine bina edersen bununla da olmaz. Zaten insan iki kanatlı bir kuş. Bir kanadı dünyada, birisi ahirette. Onun maneviyata bakan yönü de var, maddiyata bakan yönü de var. Bir başka ifade ile onda behimi arzular, hayvani duygular da var. İlahi ulvi, meleki duygular da var. Şimdi bu iki gücün birleştiği mekân, insan dediğimiz varlık. O halde bir tarafı madde ile tatmini mümkün iken diğer tarafı hiç mümkün değil. Maneviyatla tatmin olan bir tarafını siz sadece bununla ikame edip hayat tarzına devam ettirseniz maddi tarafını da doldurmanız mümkün değil, doyurmanız mümkün değil. O halde her ikisini at başı yürütecek bir dengeyi ortaya koyacaksınız. Günümüzde maalesef bu yapılmıyor. Ne yapılıyor?
Ekonomik sahada çok ifrata gidiliyor, maneviyatı terk ediliyor. Metafizik yorumlarla işi ele almak isteyenler de işin fiziki boyutunu belki tam olmayacak ki onlar da bu çırpınış maalesef günler, aylar, yıllar demeyeyim, yüzyıllar boyu devam ediyor. Şimdi bu arayış böyle gider. Niye? Çünkü dediğim gibi onun hep fiziki tarafından ona bakıyorsun. İnsanı bir göz kabul ediyorsun, bir ağız kabul ediyorsun, bir mide kabul ediyorsun. Ama insanda öyle bir dünya var ki kalp dünyası. O bir başka âlem. Oranın da kendine mahsus gözü var, kulağı var. Bu dünya asıl insanın cevheri de bu; bu âlemi, bu, bu tarafı. İşte burası boş, burası aç. Bunu doyurabilmek, bunu tatmin edebilmek için ne lazımdır?
Başta söylediğim risalet sahibi şahısların yani peygamberlerin getirdikleri ilahi prensiplere kulak vermek lazım. Onlara kulak verip hayatına gerek itikad olarak, gerekse amel olarak geçirdiğin zaman bir boşluk başlıyor dolmaya. Ya o zaman işte insan, insan olmaya, kendini tanımaya başlıyor. Siz ekonomik kaide ve kurallarla insaniyeti de elde edemezsiniz. Belki onlar insaniyetin elde edilebilmesi için bir takım vasıtalar olabilir. Ama insanlığın kendisi olamaz. İnsanlık farklı bir fikirdir, düşüncedir, duygudur, bir anlayıştır. İnsanlık farklı bir şey. Yani insan olmak çok farklı bir boyuttur. Şahsıma göre bugün onun işte bu metafizik yönüne dönerek yapılması gerekenlerin tamamen dış kulvarında ve onu yaratanla arasındaki irtibatı kopartarak başıboş salıverilmiş bir varlık gibi düşünülüp hayat tarzı içerisine sürüklendiği için, insanoğlu her bulduğunda kendini açlığını gideremiyor. Yeni yeni arayışlarla efendim çok şiddetli bir bunalımın, buhranın maalesef yaşayıcısı durumunda bu anda oluyor. Ama burada Türk toplumu olarak biz çok şanslıyız. Çünkü geçmişimizde maddiyatla maneviyatı at başı dengeli bir surette yaşamış bir medeniyete, bir kültüre, bir olguya sahip bir milletiz.
Son zamanlarda ne olmuşsa o köklerden kopartılıp efendim kupkuru bir tabiri caizse ağaç dalına döndüğümüz için bizim huzurumuz, saadetimiz, mutluluğumuz veya zenginliğimiz istenildiği manada değildir. Dünyadaki hangi millet, hangi devlet olursa olsun onlardan çok daha müsait ve de imkânlara malik topluma, millete biz sahibiz. Bu manada belki dünyanın huzur kaynağı da biz olabiliriz. Eğer inanır bu dediğimiz kulvardan projeler, programlar, planlar ihdas edip onu iki yönlü bir varlık haline getirebilirsek diyorum efendim.
Maddi ve Manevi Dengesizlik, Toplumsal Adaletsizliğin ve Ekonomik Darboğazın Temel Sebebidir
Ekonomik darboğazın olmasının nedeni de yine o maddi manevi dengesizlik. Metafizik düşünceden veyahut da prensiplerden efendim bir başka ifadeyle manevi dünyadan kopuk olan insan egoist oluyor, hırsız oluyor, yolsuz oluyor. Yani öyle bir dengesiz insan var ki. Sen şimdi gidiyorsun tımarhaneye, tımarhanedeki insanın eline silahı veriyorsun, bu insandan bunu hayır üzere kullanmasını istiyorsun. Doktoru da vurur, hastayı da vurur. Bu hasta… Yani bu neyse yanlış anlama öteki de o.
Evet kapital para -efendim- iş görür ama adaletle eğer emeğin karşılığıyla dengeli olursa iş görür. Emeğin karşılığıyla dengeli olmuyorsa bu dengeyi bu unsuru kaçıran birisi var. Yani insan çürümüş, insan. Tamam mı? İnsan vazifesini ifa etmiyor, ikame etmiyor. Çürüyen insan toplumda adaleti temin etmiyor. Sen düşünebiliyor musun? İşçi çalışacak, işveren onu soymaya gayret edecek. E böyle bir yerde huzur olur mu? Böyle bir yerde adalet olur mu? Ama bir de şu mantıkla, yahu nasıl olur da ben bu çalışanlara çalıştığının fazlasını, hak ettiğinin fazlasını veririm de Allah benden razı olur, inancındaki bir insanı düşün. Netice böyle olmaz ki. Değil mi? Ha işçi de o takdirde şu düşünceye malik olsa yahu biz alıyoruz ama bunu hak etmiyoruz. Daha fazla nasıl çalışsam da bunu hak etmeye durumuna gelsem o da bu mantıkla o zaman o toplumun içerisinde Allah aşkına düşünelim. Az evvel ifade ettiğimiz dengesizlik, ekonomik dengesizlik olabilir mi? Elbette ki sen kapitalin üçte birini 15-20 kişiye veya 100 kişiye verir de, 70 kişiyi açlıkla talim ettirirsen bu işi çözemezsin. O zaman ekonomi ekonomi der durursun. Cotarelli gelir, istediği gibi kotarır, binler, on binler sokağa çıkar, efendime söyleyeyim bu işi çözemezsin. Olayın temelinde o boşluk var.
İtikat ve İbadet Hem Kulluktur Hem de Sosyal Hayatın Sigortasıdır
İnsan ibadetle, imanla ölecek hesap verecek. Hesap verme inancına malik olan bir insanın kalkıp da bu adaletsizliği başkasının hakkına, hukukuna tecavüz yapması mümkün değil. Bu bana sorulacak. Öyle ki attığım her adım, konuştuğum her söz, aldığım her nefes, ilahi güç, irade beni hesaba çekecek diye düşünecek de, bu insan kalkacak senin cebindekini, benim elimdekini alacak. Bu mümkün değil. Zerrenin hesabının sorulacağını bilen bir karakter, bir şahsiyet mümkün değil. Hiç kimsenin hakkına, hukukuna tecavüz edemez. Bunu sen şimdi bir patron düşün, bunu sen şimdi bir bakan düşün, bunu sen şimdi bir vekil düşün, bunu sen şimdi bir tüccar düşün. Onu nereye koyarsan koy, o mükemmel insan çalıştırdığı veya muhatap olduğu, kim olursa olsun. Memurdu, işçiydi, çiftçiydi neyse… Hepsinin hakkını, hukukunu gözetir. Ha işte o akaidin olması lazım ki böyle bir mükemmeliyet, böyle bir karakter, böyle bir şahsiyet ortaya çıksın.
Bu akaidin devam edebilmesi için de Rabbiyle irtibatının kesilmemesi gerekiyor. İşte ibadet de o irtibatı kuran nedir? Hattır, hat. İbadetle insan Allah'a devamlı miraç eder, ona gider. Bugün çok samimi konuşuyorum. Asıl bizim noksanımız, yanlışımız, sahibimizden uzak olmamız, kendi kafamıza göre bir takım tarzlar icat etmemiz. Ne oluyor bu? Bir bataklığa batıyorsun, battıkça batıyorsun, battıkça batıyorsun. O da yuttukça yutuyor, karşı tarafta senin batmanla bir tarafta yukarı çıkıyor ya. O da yuttukça yutuyor, o da batıyor. Sen madden batıyorsun, o da manen batıyor. Anlatabildim mi?
İşte akait, itikat, insanın o seviyeye, o mükemmel seviyeye gelmesini, bu halin devamı da Allah'la irtibat kurması için ibadet ile mümkün olacağından itikat ve ibadet insan unsuru için hayatın vazgeçilmez ana şartıdır. Ana şartıdır. Hem kulluktur hem de sosyal hayatın teminatı bir başka ifade ile sigortasıdır, diyebiliriz efendim
İslam, Yaşayan ve Örnek Olan Müslümanlarla İnsanlığa Şifa Olabilir
Tabii herhangi bir dine inanmak şimdi konuştuğumuz meseleyi de halledemez. İnanayım. Nereye benzer bu? Suya ihtiyacın olduğu zaman sıvıdır diye benzin içebilir misin? Mazotu kullanabilir misin? Su, o da sıvı o da sıvı. Ha tabi bunun gibidir. Şimdi insanın fıtratına o ilahi reçete cevap vermesi lazım. O yol onu Rabbine taşıması lazım. Hele senin kendi dünyandan ihdas edip ortaya koyduğun efendim din olursa bu, bu o zaman çok başka bir şey olur yani. Çok daha yani bakmandan başka bir işe yaramaz. Onun için sadece bizim toplumumuzun değil açık ve net konuşuyorum. Bütün insanlığın bile istisna Asyalısından, Avrupalısına, Amerikalısından, Afrikalısına kadar bilmem Uzakdoğulusundan efendim Avusturyalısına kadar dünyanın neresinde olursa olsun, hangi cins insan olursa olsun, İslam'a ihtiyacı vardır. Ve burada en büyük mesuliyet de maalesef bizdedir. Çünkü biz o dinin mükellefleriyiz. Yesevi , Ahmet Yesevi Hazretlerinin devrinde nasıl böyle İslam ahzedilmiş, Türk boylarına, İslam dünyasına demir çarıkla taşınmışsa kalpler doymuş, gönüller ihya olmuş ve bir medeniyet, insanlık medeniyeti ortaya çıkmış. O insanlar da maddeyi hallaç pamuğu gibi atmış, yoğurmuşsa bugün bu dünyanın bu insana, bu efendim millete ihtiyacı var. Bu dine ihtiyacı var. Kur'an'da Allah'ın “İnneddine İndallahil İslam” (Ali İmran Suresi, 19. Ayet) demekte ki maksadı da budur.
Şimdi efendim tabi insanın hatırına bu noktada şu sual gelebilir. E biz mademki vazifemizi yapmıyoruz o halde İslam'ın nimetlerinden, bu ilahi adaletten, bu şefkatten, bu merhametten insanlar istifade edemiyor ise; bunun da mesuliyetini biz taşıyoruz omuzlarımızda. Bir Müslüman öyle bir şahsiyet olmalı ki; bakınız burada Cenâb-ı Peygamber efendimizin “El muslimu men selimel muslimune min lisanihi ve yedihi.” Bakınız hadis-i şerif çok enteresan. “Müslüman o insandır ki, insanlar onun elinden ve dilinden salimdir.” Zarar görmez ya iyilik görür. Bak insan diyor, sadece Müslüman demiyor. Bu aynı zamanda bizim toplumumuz için insanlık için de bir büyük reçete. Yani Müslümanın bulunduğu toplulukta İslam'a inanmayan insanların bile adaleti, efendim huzuru, saadeti, mutluluğu her şeyi temin edilir. Olması lazım. Allah ondan da onu mükellef tutuyor. Kavga çıkartamazsın. “İlla benimle olacaksın”, diyemezsin. “Benim gibi düşüneceksin”, diyemezsin. Onu da olduğu gibi kabul edip, ona da kendini sevdireceksin, dinini sevdireceksin, Allah'ını sevdireceksin. Bugün bu nezaket ve nezafetten maalesef biz mahrumuz. Tır tır tır, tır tır tır… Öyle bir şey ediyorsun ki baba sanki İslam senin tekerinde bir şeymiş gibi, metaymış gibi. Bu da maalesef etrafını inandığın o mukaddes ve muazzez dinden soğutuyor. Etrafını soğutunca da maalesef birlikten, dirlikten… Zaten İslam'a inanmayan insanları bir tarafa bırak. Kendi aranda bile tesanütü, tevhidi temin edemiyorsun.
O bakımdan hatırlar iseniz biz uzun zamandan beri İslam'ı evvela bizim kalplerimizde, kalp dünyamızda tevhit ile yaşayacağız ki birliği kendi dünyamızda, iç tabiatımızda, İslam'ın o tatlı, o faydalı evamir-i ilahisini hâkim kılacağız ki senin gibi bireylerden oluşmuş insanlardan vücuda gelecek olan o müstesna topluluklar başka insanların da gıpta edip aman aman bizde böyle olsak diyebileceği bir tarzı sergilesin. Bir hayatı ortaya koysun. Bugün insanlık cidden buna ihtiyacı var. Ve şimdi o yanlıştır derken sen de orada değilsin ki. Sen de yanlışların içerisindesin, hilenin içerisindesin, iftiranın içerisindesin, dedikodunun içerisindesin, servetini yanlış kullanmanın hesapları içerisindesin. Güçlüsün, zayıfı yok etmenin gayreti içerisindesin. Sorsan o Müslümanlığı da kimseye vermezsin. Milletin başını da affedersin böyle pıt pıt pıt şey edersin ya… Bu tip, bu manzaralar, bu anlayış, bu idrak işte maalesef toplumun beklediği saadeti, huzuru, dengeyi temin edemiyor. Evet, İslam'a ihtiyaç var ama onu hayatında yaşayabilecek insanla beraber olur ise bu ihtiyaç efendim giderilebilir diyoruz efendim.
Toplum Fertlerin Aynasıdır
Biz dikkat ederseniz kurallar, kanunlarla beraber toplumu düzene koymak isteriz. Ama düzene koymak istediğin insanın kendisi düzende değilse ne olacak? Hırsızlığa mani olacaksın. Tamam oluyorsun, görünür de oluyorsun. E tuvalete giremezsin yanına ki, musluğu kırıp çalıyor. Samimi konuşuyorum. Mesela adam ne kadar sen gözetlersen gözetle, tedbirini alırsan al. Amerika'da 1967 veya 1968 yanlış olmasın efendim 15 dakika New York'ta elektrikler kesiliyor. Dünyanın en büyük soygunları oluyor orada. Düşünebiliyor musun? Bunu şunun için söylüyorum. Yani sen ideal bir topluluk düşünüyorsun, bir cemiyet düşünüyorsun, bir millet düşünüyorsun. Ama onun bireylerini o topluluğun planını, programını, projesini yaşayacak olan daha doğrusu o binanın yapıtaşı olarak dökmüyorsun. Ne yapıyorsun?
İnsanın iç dünyasında bir sürü kavga var. Hile var, desise var, ifrat var, tefrit var. İnsan kendiyle barışık değil. Komiser yapıyorsun onu, polis yapıyorsun onu veya herhangi bir kolluk kuvvetinin üyesi yapıyorsun. Ya bu adam kendiyle kavgalı kardeşim. Bir yalnız yerde olsa kendi kendiyle kavga ediyor. Bir misal olarak. Şimdi bu insanla sen istediğin adaleti, istediğin huzuru, istediğin barışı getiremezsin. Kanun gücüyle, kanun kuvvetiyle ancak bir noktaya kadar işi taşıyabilirsin.
Sonra kanun, medeni insanların olduğu, medeni halin devam etmesi için, efendime söyleyeyim, kurallardır. Adamın medeniyetle alakası yok. Ne kadar onu yani, sen şimdi affedersin, hayvanı ne kadar adam edeceksin yani? Evet, sureti insan ama sireti bozuk. Şimdi işte İslam, İslam akaidinde o topluluğun vücut bulabilmesi için, istediğin topluluğun, adaletin, huzurun, saadetin, müsavatın, merhametin, şefkatin hülasa insanlığın olduğu, hâkim olduğu o topluluğa kavuşabilmen için evvela o bireyleri yetiştirme mecburiyetin vardır, mükellefiyetin vardır. Onlar yan yana geliyor, o toplum oluşuyor. Şimdi bu mantığa göre bir insan toplum oluyor. Daha doğrusu, cemiyette, topluluklarda, şehirlerde, köylerde, meydanlarda seyrettiğin hadiseler senin benim iç tabiatımızdaki yansımalar. Öyle değil mi?
Şimdi yalnız başımıza bunları icra edemiyoruz. Ama topluluğun içine girdik mi kayboluyoruz. Çeşitli hile ve desise yollarıyla bunları ortaya çıkartıyoruz. O halde şunu diyebiliriz. Toplum, cemiyet, insanın aynasıdır. Yani bir toplum ne kadar düzgündür, affedersiniz. İnsanları ne kadar kalitelidir. Eğer hapishanelerinde isyan varsa, sokaklarında, caddelerinde gasp, soygun varsa, şurada burada hırsızlık varsa, müsaade et de onun bireylerini çok temize çıkartma. Yani o hadiseler, o birey aktörlerinin fonksiyonu. Yani onların dışa yansımasıdır. Anlatabildim mi? Şimdi biz maalesef bu kaderi yaşıyoruz.
İşte İslam o bireyi az evvel ifade ettiğimiz akaitle, ibadetle. Ha sen inandım diyorsun, sadece sözle bunu bırak. İddian var, ispatın yok. İspatın ibadetindir, amelindir. Bu yok. Bizim toplumumuz maalesef öyle bir dengesizlik icra ediyor ki Allah'la arasındaki akait kurallarının tamamına inandım demesine rağmen onu oraya taşıyacak hiçbir hattı devreye koymuyor. Evet telefon var ama hat kesik baba. “Alo” diyorsun, hat yok. Sahibinden cevap alamıyorsun. Bugün biz bu haldeyiz. O insanı işte ekmel noktaya taşıyacak olan o efendim ahlakı, o fazileti, o birey olma mükellefiyetini ona kazandırdığımız zaman o insan kazanılıyor. Dolayısıyla o kazanılan insanlardan ifade etmeye çalıştığımız mükemmel toplum, mükemmel düzen, ahlak tezahür ediyor diyebiliriz efendim.
Bizim medeniyetimiz bu, geçmişimiz bu. İnanalım. Bizim şu anda en büyük noksanımız maalesef kendimize inanmıyoruz. Kurtuluşu başkalarından arıyoruz, başka dünyadan, başka milletlerden arıyoruz. Bizim en büyük noksanımız bu. Bizim dinimiz çok güzel, dilimiz çok çok güzel. Her şeyimiz güzel. Örfümüz güzel, âdetimiz güzel, geleneğimiz güzel, maneviyatımız güzel, güzel oğlu güzel ama gel gör ki ona bakan gözlerimiz güzel değil. Buyuz yani biz. Başkasına baktığımız zaman “ooo ne kadar güzel!” Lan yok oğlum ya bunlar çürümüş adamlar ya. Batmış gitmiş.
Batı'nın Hesabı Bu Güzel Vatanın Üzerindedir
Yani bu adamlardan biz şimdi, biz şimdi bunlardan medet umuyoruz. Ya ben zaten bunu anlamıyorum. Benim üzüldüğüm nokta bu. Bu yeni değil ki. Bu adamlar bize tarih boyu “Barbar Türkler, Barbar Türkler” diyen adamlar, yeni değil ki bu. Papa bir ara dedi ki numara çekmek istedi. “Diyalogla biz dünyayı kardeş edeceğiz.” Hesabı, dünyanın başına merkezine geçmekti. Baktı bu iş olmayacak. “Yok” dedi. “Bizden başka kurtuluş yolu kimse yok.” “Öyle Müslüman. Nereye kurtaracak? Mümkün değil. Hristiyanlarını da hepsi kurtaramaz.” Kim kurtarır? “Ancak Katolikler kurtarır.”
Şimdi bu kadar efendim kilitlenmiş ve de farklı bir şey terim geldi hatırıma ama söylemeyeyim. Boş bir akaide inanca malik olan insanların bizim maalesef dünyamızda cirit oynatmaları, at koşturmaları, çok affedersiniz benim zoruma gidiyor. Ve bu insanların maalesef Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları tarafından medh-ü senalar edildiği, bunlara hüsnü zanla niçin bakılmadığımızın hesabı soruldu. Böyle bir dönem yaşıyoruz. Efendim Batı'nın sadece Papa'nın değil topyekûn Batı'nın hesabı, gözü bu güzel vatanın üzerindedir. Bunu unutma. Ve büyüklerin çok güzel sözü vardır. “Su uyur düşman uyumaz.” Sen şimdi sepeti elini sokuyorsun. Orada engerek yılanı var. “Elimi sokmaz” diyorsun. Yani ihanetin bu kadarı olmaz. Fazla konuşmama gerek yok. Bunlar belli olan neticelerdir. Allah ahmaklıktan bizi ayıktırsın diyorum. Başka ne diyeyim, diyeceğim bu.
Ramazan'ın Manevi Fırsatlarını Değerlendirmek, Kulluğun Gereğidir
Evet o zaman teşekkür ediyorum. Bizi takip eden kardeşlerimize hayırlar diliyorum. Ramazan-ı Şerif yaklaşıyor. Bu günlerini kardeşlerim değerlendirsinler. Kul olduğumuzu unutmayalım. Allah'a bir adım atarsak en az on adım ile o bize cevap verir. Yürüyerek gidersek o bize koşarak gelir. Onu zikrederek anarsak o bizi her daim anar ve de zikreder. O mutluluğu, o huzuru vicdanımızda kalbimizde yaşarız. Ben bu mübarek günlerde kardeşlerime böyle bir kulluğu, ibadetle her anlarını değerlendirebilecek bir kulluğu, sıhhatlerimi varsa iktidarları yerinde ise pazartesi, perşembe günlerini, sünnet-i seniyyedir Resulullah’ın. Oruç tutsunlar veya bir tanesini oruç tutsunlar. O zaman bir ay içerisinde her hafta bir gün oruç tutarlarsa, bir ay oruç tutmuş sevabı alırlar. Bunda hiç şüpheleri olmasın. Kur'an okusunlar, istiğfar etsinler, selâtü selâm getirsinler ve de bu fakiri unutmasınlar. Bizim için de Allah'a dua etsinler diyorum. Bizi takip eden kardeşlerime hayırlar, saygılar, sevgiler arz ediyorum. Allah'a emanet olsunlar diyorum efendim.
Bu sohbeti video olarak izlemek için play butonuna basınız