Neler Okuyacaksınız
Din, Dil, Örf, Adet, Gelenekler; Bireylere Kimlik Kazandırır
Şimdi efendim, şu hakikati çok iyi görmemiz lazım. İnsanlar, birey olarak yani fert olarak hudayinabit varlıklar gibi yaşama durumunda değillerdir. Bir araya gelerek cemiyetler oluştururlar, mahalleler oluştururlar, topluluklar oluştururlar. Bunun en tekâmül etmiş manası da millettir, devlettir. Bu efendim keyfiyette, bu kemiyette insanlar hayatlarını devam ettirirler. Birey olarak kendisinde bulunanlar da şahsında bulunanlar da toplumun aynasında bunlar yansırlar. Yani kendi iç dünyasında ne varsa, toplumda da o mevcuttur. Bir başka ifadeyle, toplumda olan şeyler onun iç tabiatında mevcuttur. Fakat bu öyle nazik bir dengedir ki, her milletin kendine has bir karakteristik yapısı vardır. Bu, onun genelde toplum oluşundan fert oluşuna kadar uzayan bir çizgi halindedir. Yani bir toplumun bireyi ile a toplumunun bireyi ile b toplumunun bireyi ve onlardan meydana gelen topluluklar, milletler birbirinin aynı değildir, farklıdırlar. İşte bu farklılıklar veya onları vücuda getiren etkenler; din, dil, örf, adet, gelenek, efendim hatta tarih, vatan, bayrak, sancak, efendim asker veya ordu her neyse millet kavramları. İnsanlar bu efendim teşkilatlar veya bu efendim ifadeler üzerine hayatlarını bina ederler. Onlar da kendilerini bulurlar veya o değerler onların hayatına yansır. Şimdi A toplumuyla B toplumu arasındaki farklılık, bu değerlerden kaynaklanır. Dilinden kaynaklanır, tarihinden kaynaklanır, örfünden kaynaklanır, adetlerden kaynaklanır. O milletler, birbirine sınır ülkeleri de olsa; mesela Yunanistan'la biz sınır komşularıyız. Suriye'yle biz sınır komşusuyuz, İran'la biz sınır komşusuyuz ama bizi biz yapan değerlerle Yunanları Yunan yapan değerler farklıdır. Onların anlayışıyla bizim anlayışlarımız çok farklıdır. Kısaca, “bunlar nedir?” diye söylediğimizde cevaben; işte bizim dilimiz var, kültürümüz var, geleneğimiz var, dinimiz var, örfümüz var ve âdetimiz var. Hülasa bütün bunlar bize bir kimlik kazandırıyor. Biz bu kimliğin, bu kimliğin kazandırdığı karakteristik vasıflarla hayatımızı devam ettiririz ve bize zevk veren de budur, bizi biz yapan da budur.
Şimdi dikkat ederseniz, soğuk savaş dönemlerinde milletler hep bu değerler üzerinde hesaplar yaparlar. Sıcak savaş dönemlerinde kılıçlar, kalkanlar, toplar, tüfekler konuşur, birbirini mağlup etmek için ama soğuk savaş dönemi böyle değildir. Soğuk Savaş döneminde, bahsettiğim bu değerleri efendim değiştirmek, kendi istediği kulvara sürükleyebilmek için milletler devamlı bu casuslar savaşında aşağı yukarı bunları tezgâhlamak için efendim, kültürler savaşı bunlardan bir netice elde etmek için var olan savaş sınıflarındandır, nevilerindendir. O bakımdan biz, kendi temel dinamiklerimizi ayakta tutabilmemiz, bu değerleri korumamıza bağlıdır. Dilini korumayan, dinini korumayan, örfünü, âdetini, geleneğini ne bileyim ideallerini korumayan; vatanına, bayrağına, sancağına, askerine sahip çıkmayan milletlerin ayakta kalması, durması zor, belki de imkânsızdır.
Avrupa Birliği, Bizim Millet Olma Vasfımızı Yok Ediyor
Ben bu sorunun içerisine bir şey daha ilave etmek istiyorum; son günlerde bizi birtakım birliklere davet eden siyasi yöneticilerimiz var. İşte Avrupa Birliğinde olmamızı arzu eden yöneticilerimiz var. Ben şahsen bundan 5-6 yıl evvel böyle bir birlikteliği arzu ediyordum ama şimdi gelinen noktada çok açık ve net konuşuyorum: “Böyle bir birliktelik bizim millet olma vasfımızı yok ediyor.” Sen de senin dinini kabul etmiyor adam, anlayışını kabul etmiyor, yaşayışını kabul etmiyor. Senin dinini kabul etmesi demek; örfünü, âdetini, geleneğini kabul etmesi demektir. Şimdi bunlar üzerine gelip pazarlık yapılıyor. Bu pazarlıkların neticesinde ben, ben olmaktan çıkıyor yani kendi kimliğine dönüşmüş bir insan, “A beni, kabul etti.”
“Beni kabul etmedi ki!”
“Beni kendisine benzetti; ben öyle birlikteliği ne yapayım?” İfade edebildim mi?
Bizi Biz Yapan Bu Değerlerden Hiç Kimsenin Taviz Vermeye Hakkı Yoktur
Onun için milletimiz bilhassa bu konuda çok iyi düşünmesi ve kendisini temsil eden siyasi iradeyi de ikazla ayıktırması lazım. Senelerce değer verdiği birtakım konular var, mevzular var. Onun için binlerce canı telef etmiş, ondan sonra da diyor ki, “Sen bunu boşu boşuna heba ettin.” Affedersin, bu millet yani çok affedersin cahil midir? Tarih boyu, değerlerini koruyabilmek için her şeyini feda eden bu millet, böyle bir düşüncenin ithamına layık değildir. Ona hakarettir. Onun için derim ki, “geldiğimiz noktada, siyasi iradenin de temkinli adım atıp konuşması, ona göre davranması şarttır ve de zaruridir. Bizi biz yapan bu değerlerden hiç kimsenin taviz vermeye hakkı yoktur."
Şimdi efendim kabul etsek de etmesek de kavgaların temelinde toplumlar arasındaki asıl ölçü inançtır, itikattır, dindir yani. Bunu siz yok edemezsiniz. Ha, sen yok edersen, sen silinirsin. Şu anda dikkat edersen, Avrupa Birliği'nde olmak isteyen bizden taviz istiyorlar. Kendilerinden hiçbir şey vermiyor ki! “Benim gibi olursan benimle beraber varsın.” diyor. Anlatabildim mi? “Seni ben olduğun gibi kabul etmiyorum.” demiyor ya “benim gibi olursan” diyor. O halde böyle bir birliktelik bize lazım değil. Açık ve net konuşuyorum.
Toplumların Mücadelesinde Esas Mücadele Eden Akaitlerdir, İnançlardır
Bu son Sırp-Bosna Savaşı'nda hatırlarsanız, NATO gücü geldi bu bölgeye efendim asker koydu. Oradaki askerler yani Srebrenica’daki askerler Hollandalıydı. Sırplar geldi dedi ki: “Biz burada birtakım icraatlarda bulunacağız, siz de ses çıkarmayacaksınız.” NATO'ya söyledi bunu. Kime karşı? Orada Müslümanlara karşı. 8 bin insanı diri diri sahalara, toprağa gömüyorlar, adamların sesi çıkmıyor. Bunlar müseccel yani vesikalı olaylar. Davaları görülüyor. Peki sana soruyorum: Bu kadar zulmü efendim bu derece himaye eden topluluğun o parçası, acaba bütününden farklı mıdır? Veya bütünü o parçadan farklı mıdır? ... Değildir. O halde burada mücadele eden efendim nedir? Akaitlerdir, inançlardır. Her zaman bunu ifade etmeye çalışırım.1974’te Kıbrıs Çıkarmamızda bizi kabul etmeyen, orada Türklerin zulme uğradığını bilmeyen Batılı hiçbir devlet yoktu. Hepsi “zulmediliyor, yanlış işler yapılıyor, Rumların yaptıkları insanlığa sığmaz diyordu.” Amerikalılar da vardı bunların başında Batının tamamı da vardı. Nereye kadar bu devam etti? Efendim Türk askeri Kıbrıs'a çıkana kadar. Asker çıkardıktan sonra neticesi o kadar enteresan oldu ki hepsi birden bize sırtını çevirdi. Niye? Siz Kıbrıs'a asker çıkardınız. Ya bir saat evvel sen demiyor muydun ki; “Rumlar yanlış yapıyor.” Hem yanlış yapıyor, oradaki masum çocukları, kadınları katlediyor vesaire. Bunlara mâni olmuyorsun, hem de benim yaptığım insani hareketin yanında bulunmuyorsun. Neden? Çünkü Yunan, Rumlar, Batının şımarık evladıdır, çocuğudur. Mutlaka onun yanında olacaktır. Sen yüzde bin değil, yüzde elli bin de haklı olsan, yanında olmayacak. Şimdi bu son günlerde sanki o insanlar gitmiş, yerine çok farklı insanlar gelmiş. Nasıl bunu bizim aydınımız, bizim siyasimiz düşünebilir? Böyle bir gafletin içerisinde bulunabilir? Bunun olması şahsen beni çok üzüyor.
Toplumlar, Kendi İnançlarını Devam Ettirebilmek İçin O İnançların Etrafında Beraber Olurlar
Şimdi söz sözü açarken bakınız, şu Batı'da Sayın Diyanet Başkanı şeye gidiyor, Vatikan'a gidiyor, Sayın Papa'yı ziyaret ediyor. Biz insani diyalogların tamamen yanındayız ama hangi mantık üzere oraya gittiğinin bizim tarafımızdan bilinmesi de bir zarurettir. Eğer bu milleti, beni temsilen bir yere gidiyorsan, bunu benim bilmem lazım. O Vatikan ki, Türkiye'yi bölmek için elinden geleni ardına koymamıştır. Bilhassa Güneydoğu hareketinde, efendime söyleyeyim PKK müntesiplerini kabul etmiş, yaptıkları icraatı, yaptıkları işi meşru olarak dünyaya ilan etmiştir. Arkasında durmuştur, malumunuz efendim bu bizim eserde de mevcuttur. Ben detayına girmek istemiyorum.
Eee, sen ne adına, niye gidiyorsun? Sebep ne? Onu söyle bana. Kiminle diyalog kuracaksın? Ne için kuracaksın? Yani biraz daha biz bu işi bölelim diye midir bu? Kısaca, eğer bir milletin idare edenleri, efendime söyleyeyim bürokratları, aydınları yaptığı hareketlerin mahiyetini bilmezse, o millet yok olmaya mahkûm kalır. Kaldı ki daha evvel Sayın Yılmaz Bey, Diyanet Başkanı, PKK liderinin yaptığı icraat nedeniyle “Bunlarla işte barışmanın mümkün olmadığı, hak edilen cezasının verilmesinin gerektiğini” de kendisi beyan ediyor. Ne oldu ki birdenbire bu işler değişiyor?
Kısaca şunu demek istiyorum; yani bunların dindarları bile hani “dindar insanlar bir noktada merhametli, şefkatli ve de adaletli olur.” diyoruz değil mi? Dini bilenler, dini yaşayanlar… E bunların bizzat merkezindeki insanlar bizim imhamızı arzu edip plan ve programı, projeyi hazırlayan kişiler. Türkiye Cumhuriyeti Devletini bölmek isteyenlerin efendim yaptığı davanın bir hak dava olduğunu ilan ediyor dünyaya. Şimdi sen gel de ki; “Toplumlarda hâkim güç, efendim akaidler değildir, itikatlar değildir.” Bu kendi nefsini karıştırmaktan bir şey olmaz. Onun için misalleri geliştirmemiz kolaylıkla mümkündür ama bu, bunlar yeterlidir, zannındayım. Yani toplumlar, kendi akaitlerini, inançlarını devam ettirebilmek için efendim siyasi, iktisadi, hukuki ve de fiili savaşlarda o inançların etrafında beraber olurlar. Hiç kimse bizi kandırmasın.
Canavarlığın Adı “Medeniyet” Oldu
Medeniyet anlayışımız, ölçümüz değişmiş vaziyette maalesef. Şimdi günümüzde medeniyet denildiği zaman, teknik ve sanatta ileri giden insan hatıra geliyor. Ne kadar fantom uçağın varsa, sen o kadar medenisin yoksa medeni değilsin. Hâlbuki medenilik çok farklı bir kavramdır. Nedir medenilik? Medeni insanın insan olmasıdır, insanca yaşamasıdır, insanlara yardım etmesidir, fakiri fukarayı gözetmesidir, düşkün insanların elinden tutmasıdır, yardıma muhtaçlarla beraber olmasıdır. Hülasa, insanca toplum içerisinde yaşamasıdır. Zayıfı ezmemesi bilakis onun yanında bulunmasıdır, adaletle muamelesidir. Can, mal, namus, din ve vicdan emniyetlerini temin etmesidir. Medenilik budur. Bizim kültürümüz, örfümüz, âdetimiz, Türk'ün örfü bunu, bunu tarif eder. Medeniyet dendiği zaman bizde bu tarif edilir, bunu biliriz, bunu anlarız. Ama şimdi bu kalktı. Bunlar olsa da olmasa da "Sen zengin misin? Senin silahın var mı? Sen güçlü müsün?" Medeni sensin. Yani bir noktada canavarlığın adı medeniyet oldu. Değiştirmiş olduk. Şimdi eğer teknolojide bu saydığımız vasıflar, medenilik hali yoksa Allah korusun, o en büyük canavardır. Canavardan da daha canavardır. Şimdi sen canavarın hilesine bir şey bulabilirsin. Efendim, onu önleyebilirsin ama insanınkini bulamazsın. İnsan canavarlaştı mı bu dediğimiz haleti ruhiyeden uzak oldu mu, merhametten, şefkatten, adaletten, sevgiden, hoşgörüden uzak bir varlık haline geldi mi, hep hayatını çıkarlar üzerine bina ettiği zaman, o oyunlar üstüne oyun bina eder ve onun hilelerinin önünden mümkün değil çıkamazsın. Şimdi maalesef dünyamız, bu tip insan topluluklarının oluşturduğu bir manzara arz ediyor. Bence bizim dünyamız yani Türk dünyası, belki iktisadi birtakım sıkıntılar içerisindedir ama medeni olması bakımından dünyanın en üstün ve en de medeni milletidir. Yalnız bizim insanımıza benim tavsiyem, kendine güvenmesidir. Kendi değerleri etrafında bir araya gelmemiz, nifakı, tefrikayı atmamız, çalışarak güçlenmemiz lazım. Biz her şeyi en kısa zamanda yapabilecek iradede ve iktidarda bir milletiz. Çok samimi konuşuyorum, sadece inandığım için değil, bildiğim için... Biliyorsunuz, biz aynı zamanda ekonomik hayatta da içli dışlı olan insanlarız efendim. Biz, dünyanın en ilerde ekonomik olarak, iktisadi olarak, en ileride gördüğümüz devletleri 2-3 senede yakalayabilecek evsaftayız, durumdayız. Bizim eksiğimiz, kendimize güvencemizin olmaması. Lütfen kendimize dönelim, bizde her şey var. Fazlasıyla var.
Mesuliyetsizlik Hastalığı Bizi İstila Etti
Bak biz tarihimizden koptuk, dilimizden koptuk, örfümüzden koptuk, adetlerimizden koptuk ve milli kültürümüzden koptuk biz. Efendim, ciddi bir hastalık oldu bizde. Hiç mesela ülkemi kalkınacak, bir noktaya mı gidecek, bunda ben mesul değilim ki, Mehmet Efendi de mesul. Herkes kendi dışındaki insanlardan bir şeyler beklemeye başladı ve mesuliyetsizlik hastalığı bizi istila etti. Şimdi takdir edersiniz ki, insanların hayatta muvaffak olabilmesi, kendilerini yapacağı işe karşı mesul kabul etmesine bağlıdır. "Ben şu işi yapacağım, yapmakla mükellefim." Şimdi öğrencilik hepimiz yaptık. "Ben bu dersten 5 numara, 10 numara neyse alacağım," diyen öğrenci mutlaka alıyor. "Hayır, benim böyle bir dersim yoktur," diyen öğrenci de mümkün değil, 5 numarayı efendim dürbünle göremiyor. Yani şimdi biz maalesef bu mesuliyet noktasında çok gerilere gittik. İyi bir şokla ayıkmamız lazım.
İnanç ve Akaidimize Bağlı Olamadık
İki, inan ç ve akidemize bağlı olamadık. Az evvel söyledik ya, topluluklar, milletler, akaitleri üzerinde çok ciddi çalışmalar yapıyor. Bakın Batı dünyası, şimdi biz Batı'yı zannederiz ki inançlarına değer vermiyor. Yanlış! Amerika ve topyekün Avrupa, inancını dünyaya pazarlayabilmek için kurumlar oluşturmuşlardır. Milyarlar, katrilyonlar orada bütçelerinde mevcuttur.
Yani sen düşünebiliyor musun? Bir, kendi dini propagandasını yapacak örgütlerin Türkiye bütçesi kadar hatta daha fazla bütçeleri var. İcabında geliyor, senin adamını satın alıyor. "Onun anladığı dil budur," diyor, "Satın alıyor onu." Yanlış anlama, belki çok sizin yakın tanıdığınız insanlara da bu teklifler gelmiş olabilir. Şimdi böyle bir organizasyonun olduğu dünyada sen akaidine, dinine sahip çıkmıyorsun, Allah senin belanı verir ya! Bir taraftan diyorsun ki, "Bu adam aa dinle alakası yoktur." Diğer taraftan bakıyorsun ki, öyle dinle iç içe girmiş ki, seni kendi dininden edip kendi dinine transfer edebilmesi için katrilyonları harcıyor ve çok sağlıklı zannettiğin insanlar bir de bakıyorsun, elden çıkıp gidiyor, uçup gidiyor adeta. Niye? Satın alınmış haberin yok! Ha, o halde ne yapacağız? İnanç ve akaidimize, 7’ den 70’e yaşamasak dahi sahip çıkacağız. Sonra bizim akaidimizi, inancımızın o kadar müsamahakâr yönleri, tarafları var ki Cenab-ı Hak kulundan zatına kulluk bekliyor, şayet diyor; “amel edemezsen diyor akaidinde bozukluk olmasın, inancını bozma!” diyor. “Yanlış yapabilirsin ama ben ğafurururahimim seni affederim. Benim kapımda durmasını bil.” Bu, hiçbir akaidde yok elhamdulillah.
Gençlik Dünyamızda Başlayan Hürriyet Anlayışı; “Başıboşluk”
Şimdi diğer taraftan, yine bizim insanımız, bilhassa gençlik dünyamızda başlayan bir hürriyet anlayışı var; yani “başıboşluk” diyoruz buna. Baştankara giden bir hürriyet anlayışı. Onun için dikkat ederseniz, insanımıza ne verirseniz verin, tatmin olmuyor. Neden tatmin olmuyor? Şimdi nasıl hakları gasp edilmiş bir insan mustariptir, aynen onun gibi, öyle alabildiğine sınırsız bir hürriyet içinde yaşayan insan da mustariptir. O halde yapılacak olan şey, onun ihtiyacı nispetinde hürriyetini yaşamasıdır. İfade edebildim mi?
Bugün mesela, birtakım yönlendirmelerle, bizim birtakım kurumlarımızı devre dışı yapmak isteyen kurumlar var. Bunlar çok yanlış bir icraat içerisinde. Çok açık ve net konuşursak, silahlı kuvvetlerimizi refüze etme gayretleri içerisinde. Ahmak adam, bu eğer o devre dışı kalırsa, sen millet olma, vatanı bulma imkânlarını kaybedersin. Yok olur gidersin. Anlatabildim mi? Onun için o kurumlar, o değerler dimdik ayakta durması lazım.
Kaybettiğimiz Değerler Etrafında Bir Araya Gelmekten Başka Çıkar Yolumuz Yoktur!
Nereden başlıyor bu? İşte o baştankara giden bir hürriyet anlayışı; o hak, bu hak. Ne hakkı ya! Adam seni, zerre kadar bir şey vermez sana. Kendi, kendi adamı olmadıktan sonra, kendi misyonunu temsil eden fert olmadıktan sonra, zerre nispetinde sana yaklaşmaz. İnsan hakları! Ne insan hakkı? Seni bölmek için bütün bunları gündem ediyor. Öyle değil mi? Siyah beyaz mücadelesi Amerika'da sona erdi mi? Onu söyle bana. Bundan 5 sene evvel orada gördük. Çok basit olaylarda bir sürü zenci kırıp geçtiler. Hani hürriyet vardı? Değil mi? Yani bunu derken, ben onu da eleştirmiyorum, bir doğruyu ortaya koyuyorum. Sen nasıl oluyor da, kendi toplumunun mihenk taşlarını yok edercesine hürriyete ki hürriyet değil bu Allah rahmet eylesin, Necip Fazıl buna "eşek hürriyeti" derdi. Buna talip olup, asıl efendime söyleyeyim maksadından uzaklaşabilirsin. Yani ne hikmetse, bugün böyle bir haldeyiz.
Artı, günümüzde örnek alacağımız müşahhas örnekler azaldı. Yani biz buna geçmişimizde "kâmil insanlar" diyorduk. Bu örnekler azaldı, örnekler azalınca gençlik kimi taklit edecek, kim gibi olacak? Bu artık, bu yok. Bu olmayınca, ciddi bir bunalım dönemi başlıyor. Bakınız, bizim gençliğimizde kişilik problemleri çok, psikiyatrik olaylar çok fazla. Ama bundan 50 sene 60 sene evvel böyle değildi. Niye? Gittikçe bu saydığımız sorunlar artıyor ve kişilik bunalımları başlıyor. O bakımdan bütün bunları düşünüp, “kaybettiğimiz değerler etrafında bir araya gelmekten başka çıkar yolumuz yoktur!” diyorum.
Milletimizin Değerlerine Sahip Çıkıp, Millet Gibi Olalım
Şimdi Anadolu -tabi senin- nazar çeker. Çünkü burada birçok medeniyetler, kimlikler yaşamış artı bu topraklar üzerinde yaşayan büyük bir medeni bir millet var. Ve bu millet asırlar boyu bir dünyanın başı olmuş. Tamam mı? O topraklar, bazı insanların idealist mekânları olmuş, ideal toprakları haline gelmiş. Bu millet o topraklar olduğu müddetçe, mutlak surette bu kavga devam edecek. Coğrafyamız çok nazik bir noktada. Efendim, ben; "şunlara şunlara dönelim." demiyorum. “Milletimizin değerlerinin tamamına sahip çıkıp, millet gibi olalım.” diyor ve bizi takip edenleri saygıyla selamlıyorum.
Bu sohbeti video olarak izlemek için play butonuna basınız