info@profdrhaydarbasenstitusu.org

Haftanın Sohbeti - Hadis İnkarcılığı - Birlik ve Beraberlik / 8 Mayıs 2000
12/09/2025 DİNİ YAŞAM 21

    Neler Okuyacaksınız

İslam’a ve Peygamberimize Yönelik Saldırılar Tarih Boyunca Sürmektedir

Şimdi efendim, iddiaların son zamanlarda Hazreti Peygamber efendimize yönelmesi öyle tesadüfen olmuş şeyler değildir. “Haçlı hilal” dediğimiz kavga ebede kadar devam edecek olan bir kavgadır. Hattı zâtında bizim insanımızın görmesi gerektiği husus da, bunun hiçbir zaman dumura uğramadan kıyamete kadar devam edeceği gerçeğidir. Bazı sözlerle kendilerine avutmaları ve de bu insanların tuzağına düşmeleri öyle oluyor ki, hem nefisleri adına büyük bir zarar, hem maneviyat adına, hem de millet memleket adına çok ciddi zararlar oluşturuyor. Yani insanımızın çok az bir gafleti, milletimize çok büyük bir faturaya mal oluyor. Binaenaleyh başta din ilmiyle uğraşan arkadaşlarımız bu hususu çok iyi bilmeleri ve de görmeleri lazım ki, insanoğlunun fıtratı gereği tabiat sahnesine çıkışından şu ana kadar vücuda getirdiği kavganın temelinde yatan kalplerinde taşıdıkları imanın kavgasıdır, itikadın kavgasıdır. Zaten milletler bu inançlar etrafında kümeleşmişler ve de hayat sahnelerini bunları yansıtmışlardır. Şöyle veya böyle… Efendim şimdi bu gerçeğin dışında toplum olarak bizim kalmamız bir defa mümkün değil. Kaldı ki Türk milleti misyonu gereği Müslümanlığa “evet” dedikten sonra Mâverâünnehir bölgesinde hep İslam'ı yaşamış, örfünü, âdetini, geleneğini, kültürünü onunla beraber vücuda getirmiş. Geçmişte “Türk” dendiği zaman “Müslümanlık”, “Müslümanlık” dendiği zaman da, “Türklük” hatıra gelmiştir. Bunu hiç kimsenin unutmaması lazım. Hatta bizim Orta Doğu hâkimiyetimizin döneminde İslam ve Müslüman olan Arap kardeşlerimiz ne hazin tecellidir ki bu tip aldatmaların, yanıltmaların birtakım misyonerlerin aletleri haline gelip, maalesef İslam'ın birliğine, Müslümanların birliğine helal getirecek davranışlar içerisine girmişler. Neticede de Hicaz bölgesinden bu aziz milletin çıkmasına vesile olmuşlardır. Şimdi tabi oyun çok yönlü oynanıyor ve bu oyunu sahneye koyanlar da bilerek bu işi yapıyorlar. Öyle gelişigüzel yapmıyorlar, planlı, programlı, metotlu bir tarzda ortaya koyuyorlar. Ve nereye dil uzatacaklarını, nereye ayak uzatacaklarını gayet iyi biliyorlar. İnsanımızın Peygamber Efendimize olan bağlılığı, saygısı ve de hürmeti tarihte hiçbir millete nasip olmayan bir ayrıcalık taşır. 
Şimdi bu milletin gönlünden Peygamber sevgisini çıkartabilmeniz için, direkt olarak karşı çıkmanız mümkün değil. Karşı çıktığınız zaman birçok şeyi düşünmeniz lazım. O halde dolaylı yollardan Peygamber Efendimize karşı çıkılıyor. Ve güya hakkaniyet payı varmış gibi işte hadislerin metinleri, hadislerin ravi zincirleri vesaire gibi, birtakım bahanelerle Cenâb-ı Peygamber Efendimiz ‘in ve Müslümanlığın üzerine geliyorlar. Düşünebiliyor musunuz mesela Gaytana, Renan, Goldzıher bunlar müsteşriktir ve konuları da Cenâb-ı Peygamber Efendimiz ‘in hadisleridir. Yani ne kadar böyle büyük bir ilgi alaka ki Resulullah'ın hadislerine bu kadar yakınlık olsun, onu araştırsın, onu efendim hayatına geçirmeye gayret etsin. Elbette ki bütün bunlar sahnelenmiş rollerdir ama kendi dünyalarında efendim bu ifsatları kolay kolay yapamamışlar. Ancak İslam dünyasında kendilerine buldukları, kendi yardımcılarıyla birlikte mesela Cemaleddin Efgani, Reşit Rıza, Muhammed Abduh işte bunlar vasıtasıyla bu oyunu gündem etmişlerdir. Yoksa durup dururken gelip de bu adamlar kalkıp Resulullah'a dil uzatmaları, hadislere dil uzatmaları hiç ama hiç mümkün değil. Şimdi Cemaleddin Efgani çok enteresandır, Renan'ın hayranıdır. Ve düşünebiliyor musunuz, İslam medeniyetini şiddetle eleştiren bir münkirdir, Cemaleddin Efgani. Şimdi bu güya İslam âleminde bir çığır açmış. Ya öyle münkir adamın bir çığır açması mümkün mü? Fakat tarih içerisinde bunu ben çok yerde söyledim ve söylüyorum. Bize o dünyadan transfer edilen, tercüme edilen kitapların tamamı İslam'ın zeminini insanımıza unutturmuş, farklı farklı kulvarlarda İslam'ı düşünmemize vesile olmuşlardır. Yani İslam'ı adeta biz bir ideoloji, bir siyasi mantalite olarak hayatımıza geçirme çabasında olduk. Bu insanların yönlendirmesi. Efendim ve çok hazin tecellidir ki buna karşı çıkan da, bunun yanında olan da bugünkü efendime söyleyeyim insanlar yani Türkiye'de bulunanlar da aynı meseleye çanak tutanlardır. Adam karşı çıkıyor Amerika'ya gidiyor, Amerika'da Moon'la beraber ki Hristiyanlığın bir tarikatıdır. Efendime söyleyeyim orada staj görüyor, eğitim görüyor aylarca.  Sorarsan medeni bir insandır, hakikatte aklını ve fikrini farklı yönlere bazı sebepler münasebetiyle nikâhlamış adam bunlar. Ve konuştukları zaman mangalda da kül bırakmazlar.

Hadislerin Güvenilirliği İnkâr Edilemez, İnkârcılığı İse Büyük Tehlikedir

Neyse şimdi gelelim iddiaların çok batıl ve de yanlış olduğunun izahına ve de ispatına. Bakınız Cenâb-ı Peygamber Efendimiz Allah şefaatinden mahrum eylemesin. Evet risaletinin ilk yıllarında hadis yazmayı menetti. Doğrudur bu ama niçin? Çünkü o dönemde Müslüman olan insanların tamamı putperestti. Dolayısıyla Tevhid Akidesiyle bunu karıştırırlar endişesi vardı. Yani Tevhid Akidesini karıştıracaklar; ayetleri hadislerin yerine, hadisleri ayetlerin yerine. Sonra ilk Müslüman bunlar. Bu karışıklığın önüne geçmek için Allah'ın sevgilisi buna önce “yazmayın” buyurdu. Ama hemen arkasından da “hadislerimi yazın” emrini verdi. Yani “net söylüyorsam onları yazınız” emri. Şimdi birincisini söyleyen insanlar, ikinciyi söylemiyorlar. İfade edebildim mi? Dolayısıyla çok korkunç bir yalanın Müslümanları kurbanı yapmak istiyorlar. Burası iyi anlaşıldı değil mi? Şimdi kaldı ki Resulullah'dan Devri Saadet’lerinde hadis rivayet edenler, az evvel yanılmadıysam on on beş tane iddiası var. Yani bu kadar büyük bir yalan olmaz. Cenâb-ı Peygamber Efendimiz'in 124.000 sahabesi var. Her sahabenin bir tane hadis rivayet ettiğini kabul edersek, Peygamber Aleyhisselam Efendimiz ’in en azından 124.000 hadisi olur, değil mi? Ki bu çok tabidir. Kaldı ki onlarca yüzlerce binlerce hadisi Resulullah'dan rivayet eden Cenâb-ı Peygamber Efendimiz ‘in sahabeleri var. Oradan başlayalım. 
Ve hadis tedvinlerine, tasniflerine birkaç dakikada olsa göz atalım. Ve ne büyük yalanların döndüğünü ilmen görelim. Bakınız burada ben size sadece yedi tane sahabe ismi söyleyeceğim. Bu sahabelerden nakledilen hadislerin tamamı Hz. Hureyre'den 5.375 hadis, Resulullah'ın devrinde Peygamber Efendimiz ‘in yanında yaşamış bir sahabe. Kaç tane hadis rivayet etmiş? 5.375. Abdullah İbn Ömer 2630. Hz. Ayşe validemiz yani Resulullah'ın hanımı, annemiz 2210 hadis. Enes bin Malik 2286 hadis-i şerif. İbn Abbas 1660, Cabir bin Abdullah 1540 hadis, Ebû Said el-Hudrî 1170 hadis. Bak şu yedi sahabenin rivayet ettiği hadis. 1540, 1170, 1660, 2286, 2210, 2630, 5.375. Şimdi yedi sahabenin rivayet ettiği hadis 17.000 üzerinde, düşünebiliyor musun? 124.000 sahabeyi bu işin içine biz koyarsak, eğer “Resulullah ‘tan zamanımıza 10-15 hadis geldi” diyen insanın yalan sözünden başka ne sözü olabilir ki? Yani korkunç bir iftira, korkunç bir iftira. Şimdi bir başka tarafa geçiyorum. Bakınız burada Sahih-i Buhârî, Sahih-İ Müslim, Sünen-i Ebu Davud, Sünen-i Tirmîzî, Sünen-i Nesâî ve Sünen-i İbn Mace’de. 35.647 hadis var, 35.647. Ahmet Bin Hanbel'in Müsned’inde, İmam Malik'in Muvatta’sında 31.000 küsur hadis var. Taberânî'nin el-Mu'cemü'l-Kebîr'inde, yine Taberânî'nin el-Mu'cemü'l- Evsat'ında, Taberânî'nin el- Mu'cemü's-Sağîr'inde de aşağı yukarı 56.000, 57.000 hadis var. Kaldı ki, Teyâlîsî'nin Müsned'i var, Bezzâr'ın Müsned'i var, Ebû Ya'lâ'nın Müsned'i var, Dârimî'nin Müsned'i var, Dârekutnî'nin Sünen'i var, Beyhakî'nin Sünen'i var, Sa'd bin Mansur'un Sünen'i var ki bunlarda da en az 30.000 - 40.000 hadis var. Yani şimdi bu kadar gerçeği bir insan nasıl inkâr edebilir? Bunun adına dense dense ne denir? Onu söyle bana? Büyük bir ihanet, değil mi? Şimdi kalkıp da bunu bu tarzda izah etmenin, efendim hakikatleri gizlemenin hiçbir faydası yok ki. Neyi sen yok etmeye çalışıyorsun kardeşim? “Güneş balçıkla sıvanmaz.” Kaldı ki Cenâb-ı Peygamber Efendimiz ‘in her hareketi, her sözü Allah'ın kontrolünde ve vahiy olduğunu da Cenâb-ı Hak bizzat Kur'an'ında beyan ediyor. Esteuzubillah “Ve ma yentıku anil heva, İn huve illa vahyun yuha” (Necm Suresi, 3. ve 4. Ayet) Ne diyor Cenâb-ı Hak? “O hevayı nefsinden konuşmaz” Onun konuştuğu nedir? Vahiydir. Yani Resulullah'ın hiçbir boş sözü yoktur. Kim söylüyor bunu? Cenâb-ı Hak söylüyor, yani her söylediği söz vahiydir. Şimdi gelelim Cenâb-ı Hak istisna vermiyor ayette. Bakın “Ve ma yentıku anil heva” “Hevasından konuşmaz” (Necm Suresi, 3. Ayet)   İki, “İn huve illa vahyun yuha” “Onun konuştuğu her şey vahiydir.” (Necm Suresi, 4. Ayet)    Yani “illa” ya bir şey ilave edip de, bir “illa” daha koyup da deseydi ki: “Şu şu şu meseleler müstesna”, demiyor. “Hevayı nefsinden hiçbir şey konuşmaz, onun konuştuğu her şey vahiydir.” Bitti. Onun için vahiy, metluv ve gayr-i metluv olmak üzere ikiye ayrılır. Bu nedir? Kur'an olan vahiy önümüzde Kur'an-ı Kerim, hadis olan vahiy Cenâb-ı Peygamberin hadisleri ve sünnetidir. Şimdi bunlar bilmeden bu işi yaptıklarını zannetmiyorum. Bilerek ya da bilmeyerek, bir büyük hem ihanetin hem de küfrün içindedirler. Bizi takip eden kardeşlerimiz bunda zerre kadar yanılmasınlar. Sonra bakınız bir başka ayet-i kerime var. İslam'da diyor: Esteuzubillah “ Ve ma atakumur resulu fe huzuhu”  (Haşr Suresi, 7. Ayet)  “Resul size ne getirdi ne verdi, bunun tamamını alın” diyor Allah. Bak burada istisna da yok, yine burada. “Ve ma nehakum anhu fentehu” (Haşr Suresi, 7. Ayet)   “Neyi de nehyetti ondan hemen kaçın” Bak burada da istisna yok dikkat ederseniz. İzah edebildim mi? Şimdi durum bu olunca Cenâb-ı Peygamber Efendimizin hadislerinden on tane, yirmi tane, bin tane… Lafları korkunç bir iftira, bir bühtan ve bir rezalettir. Yüz binlerce hadisi vardır. İzah ettik bak; yedi tane sahabeden rivayet edilen hadis-i şeriflerin adedi on yedi bindir. Yüz yirmi dört bin sahabenin her birinin bir tane rivayet ettiğini kabul etsek, bak; yedi tanesi on küsur bin rivayet ediyor. Diğerleri de birer tane rivayet ettiğini kabul edelim, yani birer tane olaya şahit olmuş, peygamberden. Otomatikman yüz yirmi küsur bin hadis olmayacak mı, yüz otuz bin hadis olmayacak mı? İşte bizim elimizdeki bilgiler de bu realitenin kendisini yansıtıyor. Sonra Hadis-i şerifler öyle gelişigüzel de derlenmemiş yani, tedvin edilmemiş, tasnif edilmemiş. Bu işin üstatları uleması aylarca yıllarca işin üzerinde durmuşlar. Ve zamanımıza kadar gelen bir ilim, bir ilim metodu olarak, metodoloji olarak, bir kural olarak, bir kanun olarak efendimize söyleyeyim Allah hepsinden razı olsun, şefaatlerinden mahrum eylemesin, bize emanet etmişlerdir. “Hadislere o şekilde sahip çıkıp efendim Cenâb-ı Peygamber efendimizin de şefaatine nail olalım” diyorum. Bu konuda bizi takip eden kardeşlerimiz kesinlikle hiçbir fitnenin, ivazın, şüphenin etkisinde kalmamalarını tavsiye ediyorum. Aksi takdirde Cenâb-ı Peygamber efendimizin mübarek hadislerinden, sözlerinden, eylemlerinden zerre kadar şüphe Allah'ı gücendirir, Allah'ı darıltır. 
“Usvetun Hasene”, “Peygamber de sizin için en güzel örnek var.” Bu hadisler, bunlar olmadığı takdirde bu sünnet, bu hadis olmazsa biz bu örneği nereden tanıyacağız? Değil mi? Bir defa Kur'an'ı canlı hale getiren Allah sevgilisinin sözleridir, hayatıdır, uygulamasıdır. Ve Kur'an'ı Peygamberden iyi anlayan ikinci bir insan da gelmemiştir. Şimdi adam kalkmış bugün konuşuyor. “Ne konuşuyorsun?” “Kur'an'daki İslam.” “Neymiş o İslam?” Onun anladığı İslam. Bak şimdi bu o kadar büyük bir iddia ki; Peygamberin anlamadığını, Hazreti Ebu Bekir'in anlamadığını, Ömer'in anlamadığını, Hazreti Osman'ın anlamadığını, Hazreti Ali'nin anlamadığını, o sahabenin anlamadığı Kur'an'ı bizim bu beyzade hem de efendime söyleyeyim, Moon’a gidip çadır kuran; Amerika'da bu adam anlamış. Sen kimi kandırıyorsun? Onu söyle bana bakayım. Hiç kimseyi kandıramazsın.


Mevlâna İle Oynanırsa Hem Türk İslam Alemi Hem Bütün İslam Alemi, Bir Medeniyet Sarsılır

Burada bir milleti, bir milletin medeniyetini hatırlarsanız bendeniz bir ara Mevlâna Hazretleri’nin hayatını yazarken orada büyük bir zâttan bahsetmiştim, Ahmed el- Bedevî Hazretlerinden; ki Ahmed el- Bedevî de çok büyük bir zât; Evliyâ-i Kirâm hazerâtından, kerametleri meşhur, hakikaten ismi üzerinde, Bedevî Araplarından bir zât. Hiç kimse bu zâtın üzerinden bir şeye gitmez, oynamaya gitmez. Gerek düşüncesinden, gerek görüşlerinden, yaşayışından hiç bir insan bugüne kadar belki de ilk defa bizden duyuyorsunuz bunu. Hatta ben konferansta bunu anlatırken Konya'da bir arkadaş “Hocam” dedi, “ben ilk defa bu zâtı duyuyorum” dedi, “Ahmed el- Bedevî Hazretlerini” Hatta Rivayetlere göre Bedevî Hazretleri Mevlana'nın fevkinde de olduğu manen İfade edilir. Onunla Allah arasında. Yalnız ortada bir gerçek var. Ahmed el- Bedevî Arap’tır. Şimdi Ahmed el- Bedevî 'nin şahsıyla oynamak, Bedevî bir kaç Arap’ı ilgilendirir. Bütün İslam dünyasını ilgilendirmez ve ilzam etmez. Ama Efendim Mevlana ile oynanırsa; hem Türk İslam âlemiyle, hem bütün İslam âlemiyle oynanır. Bir medeniyet sarsılır. Neden? Çünkü asırlar boyu Türk milleti efendim gerek mutasavvıf, gerek uleması, gerek müfessirleri, gerek muhaddisleri, gerek mezhep imamlarıyla İslam'ın temelini teşkil etmişlerdir. Onun için hep bunlara vurmak gerekiyor, hep bunları yıkmak gerekiyor. Bu bakımdan bizim geçmişteki ulemamız ile oynanması ve şuandakilerinin de beynini işgal edilmesi gerekiyor. Yani bu kadar işi detaylı saptıran insanı siz başka ülkede bulamazsınız. Hala bile bak İslam dünyasının başından çekilmiş olmamıza rağmen, korku o kadar şiddetli ki…  

İslam Dininin Son ve Tek Hak Din Olduğu Kur’an’da Sabittir

Kur'an'ın beyanına göre “Kurtuluş ancak Müslüman olmaktan geçiyor.” Yani bir insanın hakikat üzere olması neyle mümkün? Kur'an'a ve Resulullah'a bağlı olması ile mümkün. Şimdi biz bunu Kur'an'ın ayetleriyle beraber dilerseniz izah etmeye çalışalım. Bir defa Peygamberimiz âlemlere rahmet olarak gönderildi. Niçin? Bütün insanlığı hidayete sevk ettiği için, hidayetlerine vesile olduğu için. İki, Esteuzubillah “Ve ma erselnake illa kaffeten lin naşi” (Sebe Suresi, 28. Ayet)  “İnsanların tamamına” Cenâb-ı Hak diyor. “Beşiren ve neziren ve lakinne ekseren nasi la ya'lemun.” (Sebe Suresi, 28. Ayet)  Yani “hem müjdeleyici, hem korkutucu bütün insanlara gelmiştir.” Peygamber Aleyhisselam Efendimiz’in dışındaki bütün peygamberler bir zamana ve bir kavme gelmişlerdir. Bu ayet-i kerimeden anlıyoruz ki: Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz ne bir zamana, ne de bir kavme değil, ya. Bütün insanlığa ve kıyamete kadar gelecek olan insanlara… Bunun mekânı, zamanı yok. Ve Cenâb-ı Hak da bu ayetlerin devamında bir başka ayet-i kerimede, “Beni seviyorsanız Muhammedime tabi olunuz” buyuruyor. Yani Allah'ın sevdiği insan kimdir? Muhammedine tabi olanlardır. Bu dinin dışında, “din insanları da kurtuluşa erdirmez” hükmünü nereden çıkartıyoruz? “İnned dine indallahil islam” “Allah'ın indinde bir tane din olan İslam'dır” ( Ali İmran Suresi, 19.Ayet) “İnned dine indallahil islam” “Allah'ın indinde tek din İslam” ( Ali İmran Suresi, 19.Ayet) Ve bu dinin son dini olduğunu nereden anlıyoruz? Esteuzubillah “El yevme ekmeltu lekum dinekum ve etmemtu aleykum ni'meti ve raditu lekumul islame dina” (Maide Suresi, 3. Ayet) Cenâb-ı Hak dini İslam olarak tamamlıyor, İslam'ı tamamlıyor ve din olarak bunu seçiyor, razı oluyor ondan. Değil mi? Ve bundan sonra da din yok. Hatem'ül Enbiya Muhammed Mustafa, din olarak da İslam. Şimdi bunun dışında bir insan, bir başka kurtulma yolu ararsa kendi kendini yanıltır. Ancak biz şunu çok açık ve net olarak ifade edelim ki: Bizim itikat esaslarımıza göre durum bu olmasına rağmen tarihin hiçbir dönem ve devrinde bir başkasının zorla Müslüman edilmesi veyahut da bu yola ikna edilmesi gibi bir tavır, bir düşünce, bir hareket olmamıştır. Bugün eğer biz bu meseleleri konuşuyor isek İslam âlemini özellikle Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin hudutları dâhilinde yaşayan Müslüman kardeşlerimize fevkalade bir efendim taarruz vardır. Dininden uzaklaştırma, milli benliğinden yok etme ve bu tesanütü, bu kültürü, bu havayı insanımızdan alma gibi fevkalade ciddi gayretler ve de çalışmalar vardır. Elbette ki kendi nefsimizi müsaade etsinler de bizde koruma hakkına sahip olalım ve konuşmamızın, müdafaamızın ana esprisi de budur, bunu demek istiyorum. 


Din Bir Tanedir, O da İslam'dır

Din bir tanedir. Zaten Allah indinde tek din İslam olunca İbrahim'i dinler olmaz, İbrahim'i din olur. Yani bu senin benim hayalim değil. İbrahim'i din nedir? Ayet-i Kerim'e de Cenâb-ı Hak buyuruyor ki: Yani İbrahim kim? İbrahimciler kimler? Hazreti İbrahim'in döneminde Bu Allah'ın beyanı; “İbrahim'e inananlar ondan sonra Muhammed'ime tabi olanlardır” diyor Cenâb-ı Hak. Demek ki İbrahim'i kimmiş? Müslümanlarmış. İbrahim'i dinler var mıdır? El cevap yoktur. Din bir tanedir o da İslam'dır. Sonra, gerçekten ben çocukken çok iyi hatırlıyorum. Camilerde sohbet ederken, daha doğrusu talim ederken, okurken, “Millet-i İbrahim” diye bir kavram vardı, o günlerde. “Hangi millettensin?” “İbrahim Aleyhisselam'ın milletindenim.” Biz bunu Müslüman olarak o zamandan bu tarafa Türkler bunu hayatına çok açık ve seçik olarak geçirmiş, bu tarz bir eğitimi hayatlarına yansıtmışlardır. Kaldı ki Cenâb-ı Peygamber Efendimiz ‘in devrinde gerek Museviler, gerekse İseviler Rasulullah'a bir gün geliyorlar. “Biz daha fazla İbrahim'iyiz” iddiaları var. Hristiyanlar diyor ki: “Biz bunlardan fazla İbrahim'iyiz.” Musevi Yahudiler de diyor: “Hayır, onlar değil biz daha fazla İbrahim'iyiz” Cenâb-ı Peygamber efendimiz her ikisine de, her iki gruba da diyor ki: “Hayır sizin ikiniz de İbrahim'i değilsiniz.” Bunun üzerine, “Senin Peygamberini biz kabul etmiyoruz.” Ayet-i Kerime iniyor, “Allah'ın hükmünü inkâr mı ediyorsunuz?” Yani, “Resulullah’ın söylediği bir hükümdür. Eğer siz inançta samimiyseniz o hükme tabi olun, gerçeği bulun” demektir bu. Anlatabildim mi? Ve yine bundan sonra Ayet-i Kerime nazil oluyor. İbrahim kimdir? İbrahim'i kimdir? “ Bizzat Hazreti İbrahim'in döneminde Hazreti İbrahim'e inananlar artı Hazreti Muhammed'e inananlardır” diyor Cenâb-ı Hak. Olay bu kadar açık ve sarihtir. Eğer kurtuluş istiyorsak bundan başka da yol bulmamız mümkün değildir. 


Türkiye, Dış ve İç Tehditlere Karşı Birlik İçinde Olmalıdır

Bizi takip eden kardeşlerimiz şu olayı çok iyi görmeleri lazım. Bakınız şu üzerinde yaşadığımız yer İstanbul yani eski Bizans'ın hâkimiyetinde olan bir yerdir. Burası hala Romalıların devamı olan ve de Yunanlıların ideali olan bir yerdir. Yani, “burası bize aittir” diyorlar. Biz bunu kabul etsek de bu budur, etmesek de.  Yunanlıların “Megali ideali” diye bir gayeleri var. Bu gaye o kadar eskilere yansıyor ki, hala bugün Trabzon'da Pontus sevdasını canlandırma gayretleri mevcuttur. Yakın tarihlerde efendim orada yapılan çalışmalar bu işin çok açık ve net olarak bir işgal programı veyahut da orayı tekrar alma şeklinde, geriye alma tarzında ortaya çıktığını bize ispat ediyor. İki, diğer taraftan Rusya yani şu anlattığım mesele bir hayal değil. Rusya Çarlık döneminden bu tarafa, sıcak denizlere inme; özellikle İstanbul Boğazı, Çanakkale yani Karadeniz, Boğazlar, Ege, Akdeniz sevdasını “hayatta kalma” gerekçesi olarak, yaşamını sürdürme mantığı olarak ifade ediyor. Dolayısıyla Rusya'nın da demek bu maksatla gözü bizim üzerimizde. Diğer taraftan çok basit su meselesini ısıtıp ısıtıp gündeme getiren Suriye. Onlar da devamlı surette hır çıkarma peşindedirler. Artı diğer taraftan Ehl-i Sünnet, Şia arasındaki mücadele yeni değildir.  Ehl-i Sünnetin başını biz Türkler, Şia'nın başında İranlar çekmiştir. Bu kavga kabul etsek de, etmesek de devam ediyor. Tamam mı?  Şimdi şöyle herhalde unuttuğum devlet kalmadı etrafımızda. Yani nereye bakarsak sanki Türkiye Cumhuriyeti Devleti bir ateş çemberi içerisinde sarılmış vaziyettedir. Şimdi bu, bu devletin istiklalini, istikbalini; bu milletin Milli birliğini, beraberliğini yok etmen gerekir ki, maksatlarına nail olabilesin. Onun için biz içimizde de çok dikkatli olmalıyız. Yani gaflette olursak geçmişte düştüğümüz yanılgılara tekrar düşebiliriz. Düşünebiliyor musunuz, adamlar İngilizler, İstanbul'a misyonerlerini gönderiyorlar. İstanbul'da padişahlık döneminde misyonerler medreselerde eğitim yapıyorlar. Ve bu medreselerde eğitim yapan insanlar, faraza İstanbul'da eğitim yapıyorsa Anadolu'ya gidiyor, Türk milletinin aleyhinde o günkü Osman'ın aleyhinde faaliyette bulunuyor. Yetişiyorlar, bugünkü Ortadoğu İslam âlemine, Hicaz bölgesine gidiyor. Müslüman insanımızın aleyhinde gidiyorlar. Ve mesela o günkü kavgaları, İslami kavgaları yeşertmek, ortaya çıkartmak için elinden geleni ardına koymuyorlar. Kimler bunu yapıyor? Bizim kendi topraklarımız üzerinde dışarıdan gelip de, efendim misyoner olarak yetişen ve fakat bundan bizim haberimizin olmadığı, öz ve öz Türk sandığımız insanlar; meğer adam İngiliz. Yani bu adamlar bunu kendi hatıralarında yazıyor. Biraz da bizi affedersin enayi yerine koyuyorlar.

Türk Milleti Orta Asya’dan Anadolu’ya Gelerek Kalıcı Bir Medeniyet Kurmuştur

Şimdi Türkiye, Türk milleti Orta Asya'dan gelişi itibariyle malumunuz Balkanlar ve diğer taraftan Doğudan gelişte de Malazgirt'te 1071'de Alparslan dedemizle birlikte Anadolu'ya giriliyor. Büyük bir medeniyet bu topraklar üzerine geliyor. Ve bu medeniyet çok kalıcı bir medeniyet. Şimdi bir devletin ömrü 200 sene, 300 sene olursa çok uzun ömürlü bir devlet kabul edilir. Ama Osmanlı'ya baktığınız zaman onun evveli, onun daha evveli; mesela Selçuklar dönemi 300 küsur senedir. Efendim geliyorsunuz Osmanlı 600 küsur senedir. Efendim neredeyse 500 yılı geçen ki neredeyse değil Osmanlı geçmiş 600 küsur sene olmuş; iradesi sağlam, güçlü devletler kurabilen bir yapıya malik. Zaten Türkler 16 devlet kurabilmenin tecrübesini ve de bilgisini yaşıyor. Yani bu, bu tarafı çok güçlü. Bu topraklara yerleştikten sonra da İslam âlemin özellikle başı olmuş. Efendim, Batı dünyasının istediğini elde edebilmenin önünde en büyük engel olarak görülmüştür. Şimdi kabul etsek de, etmesek de etrafı ateş çemberiyle çevrili olan bu ülkenin, bu milleti geçmişteki bu azametinin her zaman “Acaba tekrar o günlerin insanı olabilirler mi?” Tereddüdü ile şüpheli bakılan insan topluluğudur. Onun için çok ciddi oyunlar, hesaplar yapılır. Yanlış anlama, eğer senin çocuğun varsa çocuğunu da alabilmenin kendi tarafında asker yapabilmenin plan programını, benimkini de seninkini de yani burada. Çünkü bizi bizden başkası yıkamaz. Bunu çok iyi bilelim. Böyle büyük büyük tehlike var. Yani her zaman ayık olmamız lazım. Bizim insanımız saftır, çok rahat alet olabilir, oluruz.  Bazı konularda çok hassas olmalıyız, ayık olmalıyız, diri olmalıyız. 


Şehitlerimizin Kanıyla Yoğrulmuş Bu Ülkeye Sahip Çıkmalıyız

Şimdi bazı arkadaşlarımız bazı zaafları nedeniyle Müslümanlığa, bazı kardeşlerimiz bazı zaafları nedeniyle millet varlığına çok rahat hasım olabiliyorlar. Bunların her ikisi de yanlış. Bu millet de bizim, bu din de bizim, bu devlet de bizim, bu vatan da bizim. Geçmişinize şöyle bir nazar edin, eminim ki mutlaka sülalenizde sizin de bildiğiniz bir şehit vardır. Ben geçmişime baktığım zaman bunu çok iyi görüyorum. Çanakkale Muharebesinde bizim mahalleden 29 şehit varmış. Onu daha yakında öğrendim. Allah Allah! Bu çok enteresan bir olay. Benim dedem rahmetli, annemin babası, Sarıkamış da şehit oldu. Ya bu kadar şüheda kanıyla yoğurulmuş bu ülkeyi vallahi ben öyle bedava, “Ya bizim kelle gider, ya…” Öyle şey yok, bunu bilelim. Bu vatana sahip çıkacağız, bu millete sahip çıkacağız. Şimdi, şu hususu çok iyi belirlememiz lazım. Bazen bazı yanlışlar gündem edilerek ihanet edenlerin safına geçilmek isteniyor. Bu çok büyük bir yanlıştır. Niye? Gafletten, dalaletten, cehaletten insanlar yanlış yapabilirler. Bu vatanın evladı olarak, bu vatanın sahibi olarak, bizler ne yapacağız? Onları ayıktıracağız. Bir babayı düşün evde, aile reisi. Çocuğu yanlış bir iş yaptı diye efendime söyleyeyim, onu kazanmak mı ister? Yani ıslahını mı ister? Yoksa gitsin, gebersin ne olursa olsun, mahvolsun, helak olsun mu ister? Onu söyle bana. Elbette kazanılmasını ister. Tedip edilip, terbiye edilip bir noktaya taşınmasını ister. Şimdi bu ülkenin sahipleri olarak bizler elimizdeki malzememiz bizim insanımızdır. Sarhoşu da, serkeşi de ne bileyim evliyası da, eşkıyası da. Hülasa yediden yetmişe hep bizim insanımızdır. Bunlara bu nazarla bakacağız. Bunlar bizim insanımızdır, diyeceğiz. Ve sahiplenme duygusu, kazanma duygusu ile hepsiyle efendime söyleyeyim barışık bir hareket tarzı benimseyeceğiz ve kazanmaya çalışacağız, gayret edeceğiz. Bunu derken de “ayıktırmayalım, yanlışını söylemeyelim” bu da yanlış. Kulağını da çekeceksin “Ne yapıyorsun, ne ediyorsun” diye ikaz da edeceksin. Hülasa insanımıza sahip çıkmamız lazım. Ben ülkemiz insanının, ülkemizin şu anda olduğu kadar belki hiçbir dönem ve devirde birliğe muhtaç olduğunu zannetmiyorum. Çünkü her biri bir tarafa çekiyor. Bu aziz vatanın, istiklal ve istikbalini düşünmek; eğer samimiysek her birimizin boynunun borcudur. Anlatabildim mi? Doğusu, batısı, güneyi, kuzeyi hepsi bize aittir. Efendim içi yaralı bir insan olarak, böyle olayları değerlendirip, o hamasi duygular ile insanımıza sahip olacağız. Ve insanımızın tamamını bir ve diri tutan milli ve dini duygulardır. Bu iki duyguyu sen kaybettin mi, balon gibi sönersin. Direncin yok olur. Az evvel bahsettiğimiz ülkelere karşı dirençsiz kalırsın. 


"Tek Bilek, Tek Yürek, Tek Bünye" Olmalıyız

Şimdi Cumhuriyetin ilk dönemlerinde, daha doğrusu kurulma aşamasında Amerikan mandası olmak isteyenler çoktu. Aynı, Bakıyorum aynı zihniyet bugün de hâkim. “Biz şurada olalım işimiz bitsin” diyor. Yok. Biz büyük bir Türk Milletiyiz. Biz o millet kimliğiyle beraber dünyada örnek efendime söyleyeyim bir lider millet, devlet olmamız lazımdır. İnsanımıza bu aşkı, bu muhabbeti, bu gayeyi aşılamamız lazım. Şu anda benim gördüğüm kadarıyla bunlar bizde noksan. Anlatabildim mi?  Dahası var, bizde bir kimlik sıkıntısı var. İnsanımız adeta kendinden bıkmış. Adeta kendinden kaçıyor. Değil. Biz dünyanın en medeni, en olgun, en kâmil, en evrensel milletiyiz. Buna inandıracağız kendimizi ve öyledir de. Efendime söyleyeyim, Allah'ın en kâmil dini bizde, en mükemmel medeniyeti, medeni insanı da yine bizdedir.  Buna sımsıkı, bu anlayışa sarılacağız. Millet bireyleri olarak “tek bilek, tek yürek, tek bünye” bütün dünyaya böyle haykıracağız. Siviliyle, askeriyle, bürokrasisiyle, hamalı ile çiftçisiyle, çöpçüsüyle, siyasisiyle hülasa yediden yetmişe, kendi kendimizi eleştireceğiz. Doğru. Ama bunu dışarıya taşırmayacağız. “Bu bizim meselemizdir” diyeceğiz. Ben bu anlayışla yeniden bir organizasyonun vücuda gelmesini ve böyle bir beraberliğin olmasını şahsen bize, bizi seyredip izleyen kardeşlerime tavsiye ediyorum. Yeise düşmeyelim. Bak bu hâller bizi nerelere kadar taşıdı. İktisadi durumlarımız aslında Türkiye'nin çok ciddi gelirleri var. Samimi olarak konuşuyorum. Dünya şartlarına bakıldığı zaman bizim insanımız çok da çalışkan. Bu hatta ekonomik tablolara baktığımız zaman enflasyonu bir anda düşüremiyoruz. Niye düşmüyor? Bu neden biliyor musun? Hattı zatında milletin milli kaynaklar da belli olmayan çok farklı gelirleri var da, onlar hesaba katılmıyor ve katsan da önüne geçemezsin, bundan istediğin neticeyi alamıyorsun. Mesela ben Karadenizliyim.  Bizim bahçede, bağda bahçede, lahana var, pırasa var, domates var, salatalık var ne biliyim; ahırda ineğimiz, var tavuğumuz, var; sütümüz var, yağımız var, peynirim var… Ee baba ben yiyeceğimin yüzde ellisini kendi, belki de yüzde altmış, yüzde yetmişini kendi kaynaklarımdan alıyorum. Kalıyor yüzde otuzu veya yüzde kırkı. Şimdi tabi millet çok çalışkan. Bizi idare eden, siyasi irade bu milleti çok iyi değerlendirmesini bilmesi lazım. Biz en kısa zamanda dünyanın en güçlü en büyük, bir devleti ve milleti olabiliriz. Millete güvenip, bu milletin kabiliyetini bilen insan inancı buna tam olur, diyorum. Fazla konuşmaya gerek duymuyorum. Bizi takip eden kardeşlerimize saygı, sevgi, hürmetlerimi arz ediyorum efendim. 
 

Bu sohbeti video olarak izlemek için play butonuna basınız



Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir