
Neler Okuyacaksınız
Suudi Krallığı Mekke’de Hacıların Rahat Edebilmesi İçin İmkanlar Hazırlamış
Efendim, Hac tabii İslam’ın 5 şartından bir tanesi. Bu münasebetle ömründe bir defa vakti yerinde olan yani hem sıhhati hem zenginliği müsait olan Müslüman’ın ömründe bir defa gitmesi farz-ı ayin bundan kurtuluş yok. Şimdi tabii nafile olarak yapılması da evvela bizim mezhep imamımızın İmam-ı Azam'ın sünnet-i seniyyesi oluyor. O da hem Umreye hem de Hacca hayatında çok değer vermiş, rivayetlere göre bu ikisini 55 defa eda etmiştir.
Tabii burada sebepler üzerinde durulursa çok fevkalade bir Mahiyet bir manzara ortaya çıkar ancak yaşayanın bile bileceği bir hal olduğu için zevk-i manevi diyerek geçiştirirsek yerinde olur kanaatindeyim. Şimdi 1981 ile günümüz arasında 1990 yılı arasında geçen gerek fiziki manada gerekse züccacın keyfiyeti kemiyeti manasında efendim bir değerlendirme yapacak olursak hakikaten çok ciddi farkların olduğunu müşahede ederiz. Bir defa coğrafi olarak Mekke gelişmeye müsait olmayan bir mekân ancak Suudilik yani krallık bu etraf dağları iş makineleri ile açmış ve burasını hüccacın kullanabileceği değerlendirebileceği bir mekân haline getirmiştir. Efendim gerek Mesfele gerekse Aziziye bu iki zıt efendim mahallesi veya bölgesi diyelim arasındaki Mekke şehri ciddi manada onarılmış çok fevkalade binalar yapılmış hüccacın rahat edebilmesi için imkanlar hazırlanmıştır. Bu münasebetle onlara dua etmemiz de çok büyük faydalar var. Şöyle ki şu anda mevsimin serin olması münasebetiyle belki Hac farizasını eda eden kardeşlerimiz her yılın böyle olduğunu zannederler ama bundan 5 yıl evvel veya 10 yıl evvel Haccetmiş kardeşlerimiz çok iyi bilir ki o topraklar üzerindeki sıcağa tahammül etmek çok zor ve de imkansızdır. Güneşin harareti altında bir insan hele bizim gibi coğrafyadan gelen bir insan güneşe alışmamış bir insanın yarım saat dolaşması kafidir, hayatına mal olabilir işte böyle bir coğrafya. Orada bu imkanların hazırlanması gerçek manada fevkalade bir hizmettir evvela bunu tespit edelim bu yapılmıştır.
Beytullah'ın Etrafı Tamamen Boşaltılmış İbadete Müsait Hale Getirilmiş
İki Beytullah'ı n etrafındaki onarımlar da tamamlanmış mesela 1981'de gittiğiniz zaman hüccacın bilhassa Afrika kesiminden gelen efendim tarafı sokaklarda caddelerde istirahat ederler gece gündüz yatarlar idi onlara pek bu bahsettiğimiz hava şartları etkilemezdi onları. Ancak Efendim düşünün ki bir insan sokakta yatıyor Beytullah'ın hemen yanı başındadır istirahatini ediyor. Bu insan yiyecektir, içecektir, abdest alacaktır, yüzünü yıkacaktır e tabi bunlar ciddi bir külfet getiriyor. O zaman yani 1981’deki temizlik ile bugünkü temizlik arasında fevkalade bir fark vardı. Bir defa o zaman sinek ciddi derecede mevcut idi. Her ne kadar ilaçlama yapılıyor ise de önüne geçilemiyordu. Şu anda tabii bahsettiğimiz kardeşlerimizin hiçbiri bu dediğimiz yerlerde konaklamıyorlar. Daha uzaklarda daha farklı bölgelerde ve de yerlerde istirahatini yapıyorlar ve de Beytullah'ın etrafı tamamen boşalmış ibadete müsait hale getirilmiştir. Bence tek avantajları veya tek yapılmayan dikkat edilmeyen Kısmı Beytullah’tan çok daha yüksek olan binaların varlığıdır ona dikkat etmiş olsalardı estetik olarak fevkalâde bir güzellik ortaya çıkacaktı. İnşallah bunu da hatırlarlar ileride telafi etme gayret ederler bu bir.
Nijeryalı Hacılardaki Değişim ve Afrika'daki İslami Uyanış
İkincisi mesela 1981'de bizim en fazla dikkatimizi çeken hüccac adayları Nijerya’dandı. Ben unutursam hatırlatın. Şu anda Afrika'da fevkalade İslami bir hizmet var. Yani sadece bir ülkesinde Mozambik’de şu Nijerya'da şunda bunda değil Afrika'nın tamamını kapsayan çok ciddi bir İslami hizmet var. Bu hizmetten etkilenmiş olacaklar ki çok ciddi de bir İslami terbiye Hacca taşındı. 1981’de bizim en fazla tedirgin olduğumuz Nijeryalı Hacı kardeşlerimizdi. Sağ olsunlar iri yarı delikanlı adamlar böyle kuvvetli kollu insanlar mesela hanımlar da öyleydi böyle bir vursa devrilirsin. Sıcağa da alıştığı için bir külfette taşımıyordu iklim de onlar ama bizim için çok farklıydı mesela tavafta bizler yorgun oluyorduk onlarsa çok dinç oluyordu grup halinde geliyor bir dalıyor Önüne kim gelirse yara yara gidiyordu.
Şimdi 1981’de ki bu hüccac adeta kalktı böyle bir Nijeryalı göremiyorsun çok nezaket ve nezafet ehli fevkalade bir Müslüman örneği her yönüyle Allah Allah. Ya 15-16 sene evvelki adam değil bunlar diyorsun onlar gitmiş yerine çok yeni bir anlayış yeni bir efendim ahlak bir model gelmiş.
Yine o günlerde bu kardeşlerimiz Bilhassa hanımları tesettüre hiç riayet etmiyorlardı. Afedersiniz başta göğüsleri olmak üzere bütün avret mahallini açılabiliyor idi. Dikkat etmiyorlardı, hiç öyle bir tarzları sanki böyle bir evamir-i ilahi var, yok hesabını göremezdiniz. O tarihlerde aklı başında Hüccac’ın meselesi haline geliyor bunlar müzakere mütalâa yapılıyordu. “Ya bunların dili bilinse de anlatırsa” gibi aramızda sohbetler yapıyor idik. Şimdi ise çok samimi konuşuyorum bize taş çıkartacak öyle bir fevkalade tesettür örneği oluşturdular ki yani bizim Türk Hacılarından geri durmak bir tarafa çok daha da ileri gittiler. Bunu gördük şahsen biz çok sevindik. E sebebini sorduk az evvel ifade etmek istedim Denildi ki Afrika Hacıları tarafından “Bizim epey zamandan beri 20 yıla yakın bir zamandan beri Afrika'da meşreb-i sufiyye müntesibleri kapı kapı dolaşıp tarikat-ı Aliye’yi Hakikat-ı Muhammediye’yi anlatıyor, İslam'ı anlatıyorlar. Onların bizim İslam'a dönüşte İslam'ı yaşayışımızda çok ciddi faydaları olmuştur. Meşrebi Sufiye’den Kadrül Meşreb zatlar bilhassa Nijerya'da çok mükemmel hizmetler vermiş, şu anda gördüğünüz Hüccac’ın bu hale gelmesini o insanlar temin etmiştir. Ben şahsen çok dua ettim, Allah razı olsun. Yani bunu ancak bir insan devlet imkânlarıyla yapabilir. Yani o kadar ciddi bir hizmetin, eğitimin, öğretim uzun bir zamanı kapsayacak. Eğitim öğretim 1 günlük, 2 günlük iş değil; 1 aylık, 6 aylık iş değil. Birkaç sene sürecek bir hizmeti onlar meccanen, Allah rızası için, efendime söyleyeyim kendi imkânlarıyla o noktaya getirmişler. Tabii kanaati şahsiyem o ki devlette onlara el ayak olmuş öncülük yapmıştır, bunu gördük. Şahsen bu beni çok sevindirdi.
Arafat’ın Ağaçlandırılması Psikolojik Bir Rahatlık Veriyor
Diğer taraftan oradaki değişmeler fiziki manada mesela Arafat'ta oldu, Arafat ilk geldiğimiz yıllar çorak bir çöl arazisi halinde idi. Cebeli Nur'un etrafında birkaç tane dikilmiş ağaç efendim, onlar da fidan kabul ettiğimiz bir şeyde, diğer tarafları ise baktığınız uçsuz bucaksız bir çöl. İşte o yıllarda fidan dikimine başlanmış zannıma göre birkaç yıl içerisinde Arafat'ın tamamı efendim ağaçlandırılmış, fidan dikilerek ağaçlandırılmış. İşte 15-16 yıldan sonra şimdi Arafat'a girdiğiniz zaman uzaktan bir ormana gidiyorsunuz bu sizi ister istemez psikolojik bir rahatlık veriyor size. Yani O güneşin altında Arafat'ın sıcağı hakikaten öyle pek şey bir sıcak değil tam bir delikanlı sıcağıdır. Güneş tabiri caizse beyinleri eritir orada, bunu yaşıyorsunuz. Ama o ağaç manzaraları bunu size unutturuyor artı artık oksijenin hidrojenin verilmesinden olacak ki bir sirkülasyon ağaçlar orada temin ediyor devamlı bir esinti vücuda geliyor yani Arafat eski Arafat değil efendim bunu gördük bunu yaşadık yaşıyoruz.
Türk Hacılarımız Nezaket ve Temizliği ile Örnek Gruplar ve Topluluklar Oluşturuyorlar
Medine-i münevvere'ye gelince peygamber şehri Medine orası da havası her şey çok daha farklı. Mekke'ye nispetle insanı da biraz daha farklıdır. Medine'nin daha yumuşak, daha kuşatıcı, ne bileyim daha içten tavrı vardır Medine insanının bunu yine her dönem olduğu gibi bir dönem yaşadık. Türkiye'den daha evvel oraya gidip yerleşen kardeşlerimiz gerçekten hüccaca çok ciddi nispette yardım ediyorlar. Mesela biz gittiğimizde Siirt'ten bazı arkadaşlarımızı gördük tanımadık, hiç tanımıyorduk hiç ilgimiz alakamız yoktu Selamünaleyküm, Aleykümselam. Ön ayak oldular bir yer bulmamıza vesile oldular yani diyebilirim ki bir gün hemen hemen bizimle beraber meşgul oldular beni şahsen çok memnun ettiler Allah Razı olsun efendim. Bu bunun yanında Medine'de Ravza'nın etrafı tamamen inşa edilmiş artık yapılacak onarımlar bitmiş tamiratlar bitmiş ortaya çok ciddi manada büyük bir Mescid-i Nebi çıktı. Şimdi Mescid-i Nebi'ye girdiğiniz zaman alabildiğine okyanus gibi bir Efendime söyleyeyim Mescit tabii onun dolu olduğunu boşaldığını dolarken boşalırken bu manzarayı şöyle Tahayyül ederseniz anlatmak istediklerimi çok daha rahat Görebiliriz. İşte bunlar hüccacı çok memnun ediyor. O kadar yerin Efendim temizliği hüccacın ihtiyacının cevaplandırılması. Sağlık Hizmetleri, temizlik hizmetleri hakikaten ciddi manada çok önde bir noktaya gelmiştir bu kadar hizmeti vermekle ümmete hizmet eden kardeşlerimize ben tekrar teşekkür ediyor Allah razı olsun diyorum.
Bu arada bizim hüccacımız hakkında bir iki cümle etmekten de geçemeyeceğim, Türk Hacılarımızı tebrik etmemiz lazım nezaket ile nezafeti ile gerek Medine-i Münevvere'de gerekse Beytullah’ta örnek gruplar ve topluluklar oluşturuyorlar dıştan baktığınız zaman “Ha bu Türk’tür” diyebiliyorsunuz temizliği ile hareketiyle her şeyiyle kendini ortaya koyuyor. Bizde bununla beraber gurur duyduk bir daha Efendim orada milletimizle iç iç olup bu güzel vazifeyi eda etme imkânı bulduk diyebilirim efendim.
Kosova ve Bosna’da Yaşanan Zulmün Esas Sebebi Müslüman Oluşlarıdır
Olaya biraz daha uzaktan veya maziden bakarsak burada Kosova'dan önce önümüzde bir tane Bosna vardı. Bosna tarihi itibarıyla Osmanlı'nın bir parçasıdır. Ancak biz işe tersinden bakacak olursak Osmanlı'dan önce Bosna vardır, Osmanlı'dan önce Kosova vardır, Bunu tarihçiler çok iyi bilir. Osmanlı önce batıya hicret etmiştir yani batıda konaklamıştır. Türklerin Müslüman olarak konakladıkları bölgeler evvela Batı’dır. Ondan sonra Anadolu, diğer bölgeler gelmektedir yani bizim Bizans'a uzanmamız Balkanlar'dan sonradır, biz önce Balkanlar'a gittik. Türkler stratejiyi tarihte en iyi bilen değerlendiren bir millettir. Hayatlarına baktığınız zaman zaten at sırtında ömürleri cengaverlikle geçtiği için harp stratejiler çok iyi bilirler. O bakımdan olacak ki nereye gidelim sorusunun cevabına o gün Balkanlar verilmiş ve Balkanlar'a gidilmiştir. Şimdi benim için Balkanlar, İstanbul kadar ve hatta ondan da mühimdir. Yani eğer biz Müslüman Türk ruhu ile olaylara bakacak olursak bu inceliği bu hassasiyeti görmemiz lazım. Şimdi Kosova ve Bosna ikisini birden ele aldığımız zaman burada ne hâkim ne var ki Sırp dediğimiz insan topluluğu bunları kabul etmiyor. Şimdi Sırplar dini törelerini, adetlerini, geleneklerini, örflerini, adetlerini en az Türkler kadar sahiplenen ve bunu hayatına geçirmek isteyen bir topluluktur. Onun için bu bölgede Sırbistan hayali değil Büyük Sırbistan hayalini gerçekleştirmek istiyorlar yani onların ideolojisi Sırbistan'ın en büyüğünü kurmaktır. “Peki, bunun için de en büyük engel ne olabilir?” Sorusu sorulduğu zaman mademki bunlar manevi bir gaye ile bir araya gelmiş insan topluluğu Sırplar, böyle bir özelliğe malik. Bak onu Türkiye'den kim destekliyor Kimdir bu adam? Patrikhane’nin başı yani dini bir birlik var ortada. Ha bu Türkiye nerede? Kosova nerede? İnceleyebilmem dikkat edebiliyor muyuz? Kime dua ediyor Sırplara diyor, mazlum Sırp yok ki ezen Sırp var ortada ama değil mi ki orada NATO'nun efendim çıkarmasıyla binde bir de bir Sırplının burnu kanamış hemen ona sahip çıkılıyor.
Diğer taraftan Sırplar’ın ezip yok ettiği, hayatlarını mefluç ettiği, katlettiği hiçbir Müslüman’ın hayatından bahsedilmiyor ve rahmet okunmuyor. Yani bu kadar tarafgirlik olmaz. O halde biz bu bölgeye baktığımız zaman dinlerin ciddi manada kavga ettiğini görüyoruz ama ne hikmetse biz millet olarak epey zamandan beri olayların temelindeki bu sırrı görmek yerine kafamızı deve kuşu gibi kuma gömüyoruz. “Böyle bir şey olmaz.” demekle kendimizi avutuyoruz, ama haddizatında olayın temelinde yatan -bizim için değilse onlar için- ana faktör amil Kosovalıların ve Bosnalıların Müslüman oluşudur. Yani onların orada çektiği çile ıstırap temelde Müslüman olmalarından kaynaklanıyor. Bu efendim kendilerine göre pürüzün ortadan kalkması gerekiyor. Bizim içinse orası dünyaya açılan bir köprü vazifesini görüyor eğer biz bu köprüyü elimizden kaçırırsak TC Devleti İlerideki itibarını o bölgelerde batıda bulması zor, imkansız olabilir. Hayali konuşmuyorum. Şimdi Milletleri birbirine ram ettiren birtakım güçler kuvvetler vardır. O da nedir? İnisiyatiftır, denge güçleridir, artı senin fiziki gücündür, propaganda gücündür, senin sıçrama yerlerindir. Stratejik bölgelerdir. Kosova’ya ve Bosna'ya baktığınız zaman bunların tamamının orada Türkiye'nin lehinde olduğunu görüyorsunuz. Düşünün ki bunlar kalkmıştır; “O zaman Türkiye bu kadar imkanları elinden kaybetmiş bir ülke olarak karşınıza çıkıyor”. Sadece imkanları kaybetmiyor inisiyatifini kaybediyor Olayın temeline bakar biraz daha geniş düşünürseniz efendim bir ciddi devlet politikası olma özelliğini kaybediyorsunuz. Senin varlığını ilgilendiren her şeyle bir başkası oynayabiliyor ve sen buna müdahale imkân ve fırsatını bulamıyorsan veya bunu kale almıyorsan ciddiyetsiz, vakarsız bir topluluk olarak dış güçler tanırlar. Bilmem izah edebiliyor muyum?
Türkiye'nin Vazifesi Balkanlardaki Kardeşlerimizin İstiklal ve İstikbalini Teminat Altına Almaktır
Şimdi tabii Türkiye bunun için şu anda hariciyesiyle diplomasıyla olaya müdahale etmiş vaziyette yani biz bu olayda çok ciddiyiz buralar bizimle alakadar olan yerlerdir demek suretiyle el koymuşlardır ve NATO müdahalesini yapmıştır. Şimdi NATO'nun müdahalesi hattı zatında NATO'nun varlığının ispatı demek oluyor. Burada NATO vazifesini ifa etmez, Sırplara mağlubiyet ile neticeyi ortaya korsa o zaman NATO'nun varlığı tartışma konusu olur. Bana göre NATO hangi şartta olursa olsun Kosova'da galip gelmek mecburiyetindedir, aksi takdirde Türk vatandaşı olarak ben sorarım “niçin sen varsın? Neden Türkiye bu birliktedir?” Çok rahat sorarız sade ben gencinden yaşlısına çocuğuna kadar herkes bunu sorar yani NATO'nun varlık sebebi nedir? Sadece Amerika'nın tasarrufunda olarak Irak'a müdahale etmek midir? Yoksa hakikatten üyelerinin İstiklal ve istikbalini temin etmek midir? Değil mi bu sorulur. Kanaat-i şahsiyem o ki böyle cevapsız bir duruma kendisini düşürmek istemez bu kurum, kuruluş. İnşallah neticesi Kosovalılar hayrına olarak temin edilir ve oradaki kardeşlerimizin kanının akması durur. Devamlı surette hicret ediyorlar biz de bunları misafir ediyoruz. Mesela Türkiye'nin bunları misafir etmesi güzel ama mesele burada bunları misafir etmek değil ki; bu insanların vatanı var, yani doğup büyüdüğü bir “kuşu altın kafese koymuşlar ah vatan demiş.” Doğru, yani çok daha güzel imkanları biz onlara burada versek de yine gönül kendi ülkesini kendi vatanını ister. Şimdi yapılacak olan iş diplomasi başta olmak üzere fiili efendime söyleyeyim müdahaleyi de göz önüne alarak kardeşlerimizin İstiklal ve istikbalini teminat altına almaktır Türkiye'nin vazifesi diyorum ben efendim.
Siyasilerimizin Yıkmaya Değil, Yapmaya Memur Olması Lazım
Şimdi son günlerden ziyade bizim siyasetin temelinde olan şey, hususiyet, evvela birbirini inkardan başlıyor. A Partisi B’yi inkâr eder ve B Partisi C'yi inkâr eder daha doğrusu hepsi birbirini inkâr eder tek doğru vardır kendisidir. Halbuki batılı manada siyaset herkesin doğruları vardır, fakat en doğru kendisininkidir mantalitesi yatar. Şimdi bizimle onlar arasındaki en önemli fark bu. Bazı arkadaşlar ya batı, batıda bunu yapıyor, yanlış. Ben çok iyi takip ediyorum Batı Siyasetini, onlar bizden bir gömlek daha ileride. Nedir onlarınkisi? Herkes doğruyu anlatıyor ama doğrunun bir tarafını. Bir misal vereceğim Mevlâna hazretleri karanlıkta Efendime söyleyeyim fili efendim tutmuş şahıslar tarif ediyorlar Fil nedir? Karnı tutan karnını tarif ediyor, hortumunu tutan hortumunu tarif ediyor, bacağını tutan bacağını tarif ediyor. İşte kim neresini tutmuşsa o şekilde. Şimdi batılı manada siyaset, herkes doğrunun bir tarafını alıyor anlatıyor, budur. Bizdeki siyaset ise yani doğruyu alıp anlatmak yerine maalesef birbirini inkâr etmeye o temele oturuyor. Biz ne kadar birbirimizi inkâr ederse o kadar doğruluğunu ispat etmiş olacağımızı zannediyoruz, bir defa bu bir hastalık bu hastalıktan milletin menfaatine vazgeçmemiz lazım. Biz de artık filin bir tarafını tutup en azından o boyuttan olaylara bir yön vermemiz lazım yani doğruyu ortaya koymamız lazım. Şimdi bu anlamda bir tanesi gerçekten çıkıyor hakikaten doğruyu çok güzel izah ediyor, diğerleri bir başka doğruyu gündem edeceği yerde onun ifade ettiği doğruyu çürütme kalkıyor. Mesela son zamanlarda Türkiye'de birtakım gelişmeler oldu. Milletin örfünü, adetini, geleneğini, maneviyatını ilgilendiren birtakım konular artık reform adı altında değişme adı altında birtakım şeyler oldu. Ben siyasi olmadığım için olayın içine girmiyorum. Demek istediğimi bizi takip edenler çok iyi anlıyor. Tabii, şu anda vatandaş Kime neyi verecek? O gün ben bunu şu maksatla yaptım diyene karşılık; “ben bunu böyle anlamıyorum bu milletin şu tarafını yok etmektir, Manevi tarafını yok etmektir. Onu dumura uğratmak, onun için ben buna sahibim.” Bir adam diyor birisi çıkmış ben bunu böyle kabul ediyorum diyor. Öteki de evet bu doğrudur ama noksandır diyeceği yerde “Vay sen bunu sahiplenemezsin”
Peki, bu değeri yıkarken sen dini politikayı alet etmiyorsun da yaparken mi yediğini politikaya alet ediyorsun bunu söyle bana. Yapmaya teşebbüs ettiği zaman vay bu insan efendim dini politikaya alet etti. E baba kardeşim sen bunu yıktın, madem devlet iradesi bunun hiçbir tarafına karışmıyor, yıkamasını da karışmaması lazım. E sen karışıyorsun e diğer o da devlet adına çıkıyor diyor ki “sen bunu yanlış yapıyorsun bunu tamir etmemiz lazım.” Şimdi, özetle demek istediğim şu yıkmaya değil yapmaya memur olması lazım siyasilerimizin. Bazı değerler var ki; “Millet bu değerlerden kesinlikle hayatı pahasına da olsa vazgeçmez. Örfüdür, adetidir, geleneğidir, maneviyatıdır. Bu değerler onun için kaçınılmazdır.” Zaten niçin savaşıyor ki yani milletler birbiriyle neden mücadele ediyor? Bir metre kare toprağını aldım, gayrimeşru yerde kullandım, kullanıyorsun diye milletler arasında savaş olmaz. Bu milli duyguların zedelenmesine vesile olmaları gerekçesiyle savaşlar çıkar izah edebildim mi?
Sen şimdi milletlerin hayatını ortaya koyan temel sebepleri basite alıp da inkâr edemez, onlara sahip çıkacaksın. Benim kanaati şahsiyem o ki bu sahip çıkanlara verilecek olan cevapla çıkmayanlara verilecek olan cevap 18 Nisan Günü belli olacak, 19 Nisan'da da halka beyan edilecektir. Ben acizane Türkiye siyasetinde bunu gördüm. Şu andaki kavganın temel noktasında oturan manzara bu, görünen şey bu.
Milletimizin Meselesi Hepimizin Meselesidir, Milletin Ayağına Batan Diken Bizim de Ayağımıza Batmıştır
Şimdi tabii milletimizin meselesi hepimizin meselesidir yani milletin ayağına batan diken bizim de ayağımıza batmıştır, biz bu milletin bireyiyiz. Dolayısıyla onların sıkıntısı bizim sıkıntımız onların sevinci bizim sevincimizdir. Bir başka ifadeyle biz milletin bir parçasıyız, milletteniz.
Nasıl düşüneceğiz Elbette ki çözümünün olması gerektiği tarzı ile biz de bunu düşünüyoruz. Onun için Türkiye'nin efendim düşünen kafaları bir araya gelerek siyasi stratejiler yani milletin kurtuluşuna ait birtakım formüller ortaya koyması, analiz etmeleri lazım, kaçmamaları gerekiyor. Yani bu hususta kime ne vazife düşüyorsa Bu vazife edaya mecburdur. Her birinin boynuna bu farzı ayndir. Kimse bundan kaçamaz, bu siz de olsanız aynıdır ben de olsam aynıdır fark eden bir şey yoktur. Ancak biz fiili olarak siyasetin içinde olamıyoruz. Bunun sebebi şu anda meydanda olan kardeşlerimiz biz bu işi hakkıyla eda edeceğiz durumunda oldukları içindir. Yapacaklarını bize beyan ettiklerinden ama milletin tercihi her zaman herkesin başının üstünde olacaktır, böyle bir durum söz konusu olduğu zaman millete hizmet etmek de Allah'ın emridir. Nasıl namaz kılmak, oruç tutmak, zekat vermek efendime söyleyeyim böyle bir farîzayi eda etmek ise bu konuda o dur. Peygamberlerin iki türlü vazifesi vardır; “Bir tanesi Evâmir-i İlahi’yi insanlara nakledip Allah'a kulluğu öğretmek, ikincisi de onların arasındaki adaleti geçimi temin etmektir, değil mi? Ha bu yeri geldiği zaman Müslüman Hiçbir vazifeden kaçamaz diyerek cevap vermek isterim. Yani bu benim için değil genelde inanan herkes için aynı şeydir.
Partilerimiz Birbirini Eleştirmek Yerine Yapacakları Hizmetleri ve Programlarını Ortaya Koymalı
Vallahi partileri miz birbirini eleştirmek yerine yapacakları hizmetleri programları ile ortaya koymalı programlarını doğruluğunun müdafaası yapmalı. Şimdi biz lise çağındayken münazaralar yapardık. Efendim, toplumların ilerlemesinde “Maddiyat mı, Maneviyat mı? İşte “Toplumların tesanütünde kanun mu, ahlak mı?” Vesaire çok tezler savunulurdu. Herkes kendi tezini geçerliliğini ortaya kordu. Ben diyorum ki şu anda politikaya atılan muhterem siyasilerimizin tarzı bu olması gerekir, kendi tezini ortaya koysunlar. Tezlerini ortaya koyarlar mantalitelerini ortaya koyarlar, ha karşı tarafın çürünecek tarafı vardır yani bu geçerli değildir tezi koyduktan sonra bütün müdafaa yapılır ondan sonra çürütme faslı başlar. Şimdi başlıyorlar çürütmeye nihayete gidiyorlar çürütme ama tez nedir? Hakikat nedir? Bu belli değil.
Yani onun ortaya çıkması lazım efendim. Bu manada partilerimize düşen vazife yani yapacaklarını ortaya koymaktır efendim. Bunu ben şahsen bekliyorum. Yani sloganvari Efendim particilik yapmak yerine yapılacak olanları programlarına göre yapılacak olanları izahını yapmak, isabetli olduğunu anlatmak halka ikna etmek budur ya benim anladığım politika budur.
Kesinlikle millet o zaman önünde görecek filanca şu programı takdim etti, şunu verecek. Ha ben de şunu istiyorum o halde %10 ben bu taraftayım. Ailesinde kaç tane rey var 4 tane diyelim veya 3 tane. E bir tanesi de programını koydu %10 da ben bu taraftayım veya 30 da buradayım, benim oylarımın 2'si burada bir tanesi orada demek suretiyle gerçek demokrasinin de ailelere yerleşmesine sebep olur. Yani partizanlığın bir anlamı da yok. Şimdi İlla şu Parti olacak mesela bendeniz efendim bazı olaylara şahit oldum, bazı hizmetlere şahit oldum, görüşü ne olursa olsun; bu insanın hizmeti bana benim yaşadığım hakikatlere dayanıyor ve bu imkanı bana temin ediyorsa buna senin destek vermemen de nankörlüktür, yanlış mı konuşuyorum? Bu ülkenin biz bireyleriyiz ama o görüştendir ama bu görüştendir. Bu standart bu şartlara göre eğer senin düşüncene bir insan hizmet ediyor ise ne yapacaksın onu destekleyeceksin. Benim şahsen efendim şu anda hukuki herhalde müsaadesi olmadığı için partinin ve şahısların ismini söylemiyorum. Benim düşüncemle görüntü olarak dıştan bakıldığı zaman Haydar Hoca bu görüşten değildir denilmesine rağmen görüşlerini benimsediğim ters yöndeki arkadaşlarımı takdir ediyorum ve çok samimi konuşuyorum ben onları destekleyeceğim, destekleteceğim. Niye? Benim dünyamı adam aydınlatıyor, dünyama hizmet veriyor. Benim baba düşmanım değil ya bu. Kanaati oymuş o şekilde izah ediyormuş, bu taraftakini buymuş, bu taraftaki bu şekil izah ediyormuş, izah edebildim mi? Yani böyle olması lazım fazla da kardeşlerimizi yormayalım, saygılar sunuyorum hürmetler ediyorum efendim.
Bu sohbeti video olarak izlemek için play butonuna basınız