
Neler Okuyacaksınız
Milletin Siyasi İradesine Düşen Vazife, Gümrük Birliği Anlaşması Sonrası Oluşan Manzarayı Lehimize Çevirmektir
Şimdi efendim evvela Türkiye'nin geldiği bu nokta milletimiz, memleketimiz için hayırlı uğurlu mübarek olsun. Bir mesele başlangıçta belki görünüş itibariyle arzu edilen, istikamette istenilen verimi vermeyebilir veya bu görüntüde olabilir. Ama milletin siyasi iradesine ve milletin aklı başında olan insanına düşen vazife, bu manzarayı kendi lehine çevirmesidir. Yani bence şu anda gelinen noktada bu faydalı mıdır, zararlı mıdır mantığını, mütalaasını geliştirmek yerine, bunu biz kendi lehimize nasıl çevirebiliriz? Türkiye Cumhuriyeti Devleti millet olarak, devlet olarak bu anlaşmadan nasıl kârlı çıkabilir, bu sözleşmeden nasıl menfaati olabilir şeklinde kanaatım mütalaa yürütmekte büyük faydalar var. Bu düşünceyi şundan ortaya koymak istiyorum. Dünyada hiçbir mesele yok ki onun faydası olmasın, yine hiçbir mesele yok ki onun zararı olmasın. Yani İslam'da haram olan fiillere bakıldığı zaman, haram olan fiillerin temelinde insanın faydasına olan taraflar da vardır ama fayda ile zarar bir araya koyulup tartıldığında zarar ağır bastığı için o haram kılınmıştır. Bilmem ifade edebiliyor muyum?
Buradan hareketle şunu arz etmek istiyorum. Yani netice itibarıyla milletin lehine nasıl bunu çevirebileceğiz? Şu anda biz buna tenkit mantığıyla bakarsak içinden çıkılmayacak bir sergi ortaya koyabiliriz, bir manzara ortaya koyabiliriz. Ama, “Bunun içinden nasıl çıkabiliriz veya nasıl menfaatimiz olabilir? Bunu zararlarını nasıl lehimize tebdil edebiliriz, düşüncesinden hareket edersek kanat-ı şahsiyem çok daha mükemmel neticeler bu Gümrük Birliği Anlaşması’ndan almamız mümkün olabilir.
Kaldı ki şu anda 96 yılında icra edilecek olan bu kararın kanat-ı şahsiyem o ki birtakım Batı tarafından ön tedbirler konusu da var. Yani bize hemen: ‘‘Gel sizi Gümrük Birliği’ne alalım.’’ diye de söylemiyorlar. Gümrük Birliği’ne girebilirsiniz. Hangi şartlarda? “Şu, şu, şu şartları yerine getirirseniz” denildi yani. Şu anda biz bu hakkı elde ettik onlara karşı. Bu bizim menfaatimize mi? Aleyhimize mi? İşte millet olarak, sadece de siyasi irade değil, bunu da tespit etmek lazım.
Millet olarak, bazı şeylere hazırlanmamız lazım. Bunları yaptığımız takdirde lehimize olur. Hayır bu tedbirleri almadığımız takdirde aleyhimize olur. Yani menfaatimize midir, değil midir, bu tedbirlerin alınmasıyla ilgili, bu teşebbüslerin yapılmasıyla ilgili çalışmaların neticesinde varılacağı sonuçtur. Şu andaki halimizde sorarsan faydası da var, zararı da var. Bilmem ifade edebiliyor muyum? Yani bu halimizde. İsterseniz onu mütalaa edelim. Şu halimizde bu nedir, değildir?
Gümrük Birliği Doğru Hareket Edilirse, Küçük Sanayi Kurumları İçin Kârımıza Olur
Şimdi tabi Gümrük Birliği denildiği zaman bunun faydamıza olan tarafı elbette var. Mesela metal sanayisini Türkiye'de ele alacak olursak, Türkiye'de işlenen metalin %80'i Batı dünyasından geliyor. Veya Uzak Doğu’dan, Japonya'dan, Kore'den geliyor, Amerika'dan geliyor. Metal sanayide kullandığımız ham madde, Türkiye'nin imal ettiği bir mamul değil. Bir defa gümrük birliği sıfırlandığı zaman Türkiye'de Batı’dan ithal edeceğimiz mamullere sıfır gümrükle bunlar piyasaya arz edilecek ki, şu anda vatandaşın en az %30 farkla almış olduğu mamul, %30 daha aşağı inecek. Bir defa ben Başsan Mamulleri’nden size bir hesap vereyim. Diyelim 5 milyon liraya alacağınız mamulü %30'la hesap ederseniz, 3x5 = 15, 3.5 milyon alacaksınız. Hemen burada bir indirim söz konusu, yani Türk piyasasında, niye? Biz bunu ithal ederken şu anda vermiş olduğumuz gümrük vergileri kalkacak. Bu vergi kalktıktan sonra %30 vatandaşımız burada kârlı çıkacak. Bu bir.
İkincisi, %30 biz bunu daha ucuza mal ettiğimiz için, Avrupa'ya olan ihracatımız geçmişe nispetle çok daha fazla aktivite kazanacak. Neden? Çünkü şu anda biz, imalatımız faraza 3,5 milyonsa, yarın 3,5 milyondan bizim bunu ihraç ettiğimiz zaman kazanacağımız ortaya çıkacak. Neden? Çünkü biz 1,5 milyon artık vergi vermiyoruz. Vermeyeceğiz. Bu bizim kârımıza olması münasebetiyle imalat da ucuz olacağı için dolayısıyla ihracatımız da bizim artacak. Yani bizim gibi efendim küçük sanayi kurumları eğer imalatını akıllı yapar, planlı, programlı, tekniğinde, teknolojisinde gelişmeler kaydederse gümrük birliği bizim kârımıza olur. Hem yurt içi piyasasında hem yurt dışı piyasasında. Bilmem ifade edebiliyor muyum? Şu anda kaldı ki biz gümrük birliği olmamasına rağmen bu metali alıyoruz, işliyoruz, Batı dünyasına ihraç ediyoruz. Bizim gibi birçok firmalar var. Bilmem ifade edebiliyor muyum?
Yarın bu olmadığı zaman rahatlıkla bunu efendime söyleyeyim, onlar da.. Şimdi alıyoruz gümrük birliğinden dolayı %30 fark veriyoruz, olmadığı için %30 fark veriyoruz. İki, ihracat yaptığımız zaman o da ülkesine bunu koyarken %20 de oradan biniyor.
Yani %50 farkla beraber Batılının önüne bizim mamulümüz gidiyor.
Şimdi %50 ucuz fiyatla eline geçtiği zaman o mamul bunu çok rahat alacak efendime söyleyeyim kendisi kullanacaktır.
Küçük Sanayi Kurumlarına Ağırlık Verip Avrupa’yı Yakalayabiliriz
Türkiye bence küçük sanayi kurumlarında faydalı durumdadır.
Neden faydalı durumdadır? Avrupa'da işçilik pahalanmıştır. Bir işçinin aylık bir firmaya maliyeti 5000 Mark'tır. Yani Almanya için ben konuşuyorum veya İngiltere'de ona muadil bir paradır, sterlindir.. Efendim Hollanda'da keza böyle. Şimdi hesap edelim. 5000 mark bugün mark 30.000 lira. 3x5= 15 150 milyon lira bir işçinin aylığıdır. Halbuki Türkiye'de bu standartlarda maaş alan Cumhurbaşkanı bile neredeyse yok. Şu anda Cumhurbaşkanı'nın maaşı kaç liradır, 200 milyon mudur? Bilemeyeceğim. Yani bizdeki Cumhurbaşkanına eş, bu adamlar işçisine maaş veriyor. O halde bu küçük sanayi birimlerinde kurumlarında Batı artık iddiasını kaybetti. Neden?
Bir tencereyi imal ederken, bir kaşığı imal ederken, ona işçilik fiyatı korkunç bir şekilde biniyor. Birden onu üst seviyeye yükseltiyor, doruk noktaya yükseltiyor. Dolayısıyla o sahadan artık Avrupa kaçmaya başladı. Kime bıraktı bunu? İşçiliği ucuz ülkelere bıraktı. Yani bizlere bunu bıraktı. Peki daha ne olacak? Nereye kaçacak bunlar? Bunlar bence otomotiv sanayisine kayacaklar. Veya bu emsal sanayiye kayacaklar, Harp sanayisine kayacaklar. Efendime söyleyeyim uçak sanayisine kayacaklar. Gemi tezgâhları sanayi'ne kayacaklar. Tersanelere kayacaklar. Yani üretimde işçiliği koyduğu zaman, fiyatın göze gelmeyeceği rakamlar önüne çıktığında düşün ki bir uçak şu kadar milyar, trilyona yaklaşıyor bir uçağın fiyatı. E bunda işçiliğin 100 milyonu, 200 milyonu, 300 milyonu hiç göze gelmez. Ama bir tencerede tak diye önüne çıkar. Bilmem anlatabiliyor muyum? Bunlar bu sahaya kayacaklar. Bizim aklımız varsa, kanaat-i şahsiyem o ki o sahada da bunları buradan yükselerek yani küçük sanayi kurumlarından yükselerek onları da yakalarız. Hatta geçebiliriz de.
Yani şu anda bizim küçük sanayi için pazar problemi eğer kaliteli imalat yapabilirsek kalkacak zannıma göre. Tabii kaliteli imalat yapamazsan Türkiye'de de zaten senin pazar sorunun oluyor. Artık insanımızın gözü açılmıştır. Neyin iyi, neyin kötü, neyin faydalı, neyin zararlı olduğunu görmüştür. Bu manzara karşısında efendim şu anda bilhassa sanayi kurumlarıyla ilgisi olan üreticilerimizin kendi ürettikleri mamullerden ziyade üretim sahalarındaki makinelerine çekidüzen vermeleri gerekir. Yani bu tedbiri almamız gerekiyor.
Gümrük Birliği Anlaşmasından Nasıl Kârlı Çıkarız, Artık Buna Bakmak Lazım
Ayrıca diğer bir konum var. Türkiye şu anda Türk piyasasında iş yapacak olan veya Avrupa piyasasında iş yapacak olan aklı başındaki insanımıza saha açılmıştır. Düşünün ki AYT ile ilgili olan yani ortak pazarla ilgili olan bütün devletlere siz mal getiriyorsunuz, orada onu pazarlıyorsunuz. Gümrüğü yok, imalatına da gerek yok. Herhangi bir mamule alıyorsun efendime söyleyeyim Eûzü-Besmele ile çıkıyorsun sabahtan atıyorsun kamyonuna, tırına doğru Avrupa'ya. Bu Almanya'da, İngiltere'de, Hollanda'da, Fransa'da bunu pazarlayabiliyorsun. Akıllı iş adamlarına bence kapı açılmıştır. İş sahasından konuşuyorum. Şimdi tabi onun da bu tarzda iş adamı elbette ki gelecek seni şey edecek, pazar edecektir. Ama pazar olarak bizim için çok daha farklı bir saha açılıyor. Biz tek bir ülkeyiz. Ortak pazarda kaç ülke var şu anda? On beş, on altı ülke var. Sana on altı tane ülke pazarını açacak, halbuki sen tek bir ülke olarak onlara pazar olacaksın. Yani on altı ülkenin pazarını kazanıyorsun. Yani pazar açısından işe bakarsak çok daha avantajlı durumdayız. Efendim bunun peki sosyal kültürel boyutta etkileri olacak mı, olmayacak mı? Yani şu bakışta biz olaya bu mantıkla zaten işin içine girdiğimiz için aleyhte konuşmanın da bir anlamı yok. Moral bozmaya ne gerek var? Bilmem anlatabiliyor muyum? Yani işin olur tarafını ele alıp da nasıl bundan kârlı çıkarız benim kanaatım. Bunu konuşmakta fayda var. Yani bize ne düşüyor bunu yapalım ve kârlı çıkalım. Eğer bu anlaşma yapılmamış olsaydı yapılması faydalı mı, zararlı mı diye mütalaa yapılır, bizim de görüşümüzü alırlar, ona göre icraatta bulunurlardı. Zaten sağ olsunlar bize bir şey soran yoktur. Böyle konuşmamıza da gerek olmuyor. Ama şimdi derim ki ben, bize düşen vazife buradan nasıl kârlı çıkarız? İşte bunu kavramakta büyük fayda var. Eğer bu dediklerimiz uygulanırsa gümrük birliği bizim menfaatimiz olur diyorum efendim.
Kaliteli Üretim ve Öz Sermaye ile Güçlü Bir Türkiye Mümkün
Şimdi tabii bir defa Türkiye için çok ciddi bir pazar açılıyor. Önüne iyi bir pazar... O zaman üretimini Türkiye kaliteli yapmak mecburiyetindedir. Şu anda dikkat ederseniz bizim ürettiğimiz mamullerde ne kontrol var ne de murakabe var. Hiçbir şeysi yok. Bir mamulü piyasaya tutturduğumuz zaman, insafın yoksa istediğin gibi bunu sürüyorsun. Halbuki bir standardı yakalayıp, o standarda her zaman bizim uymamız lazım. İşte bizim işverenimizde, tüccarımızda, sanayicimizde tamamında diyorum, hepsini ilzam etmiyorum, tamamında henüz bu şuur tekamül etmedi, gelişmedi. Biz bir standardı yakalayacağız. Bunu yakalamak mecburiyetimiz var. Yakaladığımız zaman hiç korkmayalım. Ama yakalamazsak.. Elbette şimdi sen efendim bir fırın imalatı yapıyorsun. O da fırınını yapıyor, geliyor. İki tane fırın aynı fiyatta. Hangisi kaliteli ise vatandaş elbette kaliteli olanı tercih edecektir. Bilmem ifade edebiliyor muyum ? Ha şimdi bize düşen vazife o imal ettiğimiz fırını kaliteli, belli standartları yakalayıp ona göre imalatı yapmaktır. Bu bir, imalat hususunda .
İkincisi, tabi Batı'nın bu gümrük indirimi konusunda bize bazı teklifleri var. Bu tekliflerden bir tanesi de şu. Diyor ki, siz çevre sağlığına uyacaksınız. Ha bu bizim menfaatimize. Eğer çevre kirliliğini yaptığımız imalat, üretim doğuruyorsa şimdiden bunun tedbirini almamız lazım. Yani bunlar demeden bunu bizim yapmamız gerekiyor. Zira “Ennezafetü minel iman!” ‘’Temizlik imandandır.’’ Yani bunu Avrupalı dedi diye biz onu temizlememiz değil, kendi boynumuzun borcu, itikadımızın gereği, milletimize olan hizmet aşkının icabı olarak bu temizliği esasen bizim yapmamız gerekmektedir. Sonra işçi haklarına dikkat edeceklerdir. Türkiye tabi yarın o standartları yakalayabilecek işçinin, evet işverenin de onun verdiği ücretle tatmin etmesi gerekiyor. Yani şu anda gelişi güzel verilen ücretler, kanaat-ı şahsiyem o gün geçerli olacak değildir. İşçi hakları var. Bu hakları şimdiden biz kendi nefsimize kabullendirmemiz gerekiyor. E hocam peki burada bizim işverenimizin kabiliyeti, sermayesi buna kifayet edecek mi? Kifayet edebilecek imkanları araştıracaktır. Yani kendi öz sermayesine dönecektir. Allah rahmet eylesin. Sayın Özal zaten bunu anlatmak istiyordu millete. Öz sermayenizle iş yapın, banka kredisiyle değil. Ben olsam, işe devam etmek isteyen bir sanayici olsam ne yaparım ? Efendim benim neyim var? Evim var, satarım. Yerim var, satarım. Arabam var, satarım. Bunlarla birlikte ben bu işi, yani kendime has, sermaye ile birlikte işin içerisine girerim. E kardeşim sen yüzde şu kadar faizle kredi alıp işin içerisine girdiğin zaman zaten otomatikman banka senin kazancın ortak oluyor. Binaenaleyh bu ortaklık gizli bir ortaklık. Yani sen istesen de bankaya ortaksın veya banka sana ortaktır. İstemesen de banka sana ortaksın. Peki ne yapacağız ? Şu anda öz sermayemizi döneceğiz. Kendi finans kaynaklarımızı, faizsiz finans kaynaklarımızı bulmamız lazım. Onun için artık para akışını temin edebilecek finans kuruluşları kendi kendimize ihdas etmemiz gerekiyor. Ya bu finans kuruluşu olur veyahut az evvel ifade etmeye çalıştığım bağımızdır, bahçemizdir, tarlamızdır, evimizdir, köşkümüzdür, arabamızdır, ne bileyim şudur budur... Yani bunları yapmamız şarttır ve de zaruridir diyorum. Yani şu anda bu tedbirleri almak gerekiyor.
Biz İnsanımızı Olgun, Kâmil Bir Noktaya Getirmek Mükellefiyetindeyiz
Ondan sonra Türkiye belli bir noktaya gelmiştir. Bunu görmemiz lazım. Evet sosyal münasebetlerimizde belki Avrupa'nın bizi etkileyeceği çok taraf var ama biz de insanız. Biz onları etkilemememiz mümkün değil ki. Yani biz de Avrupa'yı çok rahat etkileyeceğiz. Onlar karşımızdakiler de insan. Şimdi sen o seni etkileyecek, sen onu etkilemeyeceksin. Bu mümkün değil. O halde biz insanımızı olgun, kâmil bir noktaya getirmek mükellefiyetindeyiz. Baştan beri biz hatırlarsanız İcmal Dergisi olarak yayın hayatına çıktığımızdan şu ana kadar ifade etmeye çalıştığımız husus budur.
İnsanımızı kendi yararına evvela kazanmamız lazım.
İnsanı kendi yararına kazanacak metod, plan, program bellidir. O da nedir? Dinimiz olan İslam'dır. Bunu özellikle biz aile hayatımızda kendi nefsimize uygularsak, kendi nefsimizde biz aile içerisinde birey olarak kendi kendimizi kazanırız. Kendimizde uyumlu hale geliriz. Çatışma olmaz iç tabiatımızda, iç dünyamızda. Geçimli oluruz. Kiminle geçiniriz? İlk defa bize yakın olanla. Bu kimdir? Ailemizdir, çocuklarımızdır, anamızdır, babamızdır, kardeşlerimizdir, akrabamızdır. Bunu siz şimdi geliştirin. Kısaca insan yetiştiren kurum ve kuruluşları bugün Türkiye Devleti ve Milleti olarak artık kaçınılmazdır ki desteklememiz lazım. Bunun da öğrenildiği bir yer, bir merkez var. Evet, memleketimizde Kur'an-ı Kerim kursları var. Efendime söyleyeyim, eski medrese usulü eğitim yapan kurslarımız var. İmam Hatip mekteplerimiz var. Allah razı olsun bunların tamamından. Bunlar dini tedrisatı insanımıza veren ve insanımızı din vadisinde yetiştiren kurum ve kuruluşlardır.
Peki bunlar yeterli midir? Takdir edersiniz ki 60 milyon nüfusu olan bir ülke için kanaat-ı şahsiyem bu kadar bilgiler bence yeterli değildir. Yani eğitim şartlarımızı bence cemaatlere kadar indirgememiz gerekiyor. Türkiye'de, Allah sebep olanlardan razı olsun, artık cemaatleri devletin en doruk noktasındaki temsil makamında bulunan insanlar onlarla beraber oturup görüşmekte, sohbet etmekte, düşüncelerini Türkiye'nin ictimai, iktisadi, hukuki, ahlaki boyutlarında düşüncelerini sormaktadır, “görüşleriniz nedir?” Bunları artık kamuoyundan sorup memleketimizde eğitim müesseselerinden sorup cevabını aldığı gibi Türkiye'de cemaatlerin önünde bulunan eşhasın düşüncelerini alan artık bir zihniyetle gelip yerleşmiştir elhamdülillah. Yani kısaca demokratikleşmede Türkiye bir mesafe almıştır. Bunu kabul etsek de etmesek de hakikat budur. Bunu hayatımıza geçiren şahsen siyaselere ben teşekkür ediyorum. Ne demek? Sen Allah dediğin için dün hesaba çekilirken, bugün Allah dediğin için aklı başında insandır diye eğer siyasi irade senin görüşünü alıyorsa bu iradeye teşekkür etmen lazım. Allah razı olsun demen lazım. Değil mi?
Körün aradığı iki göz, biri ela biri boz. Sen ne arıyorsun Allah'tan? Belanı aramıyorsun ya. Sana değer veriyor. Diyor ki nedir diyor, şu Türkiye'nin iktisaden kalkınmasının sebebi nedir? Hukuken kalkınmasının sebebi nedir? Ne bileyim... Ahlaken kalkınmasının sebebi nedir? Eğer sen de dolu bir şahsiyetsen, hakikaten sende bir şey varsa koy önünü efendim şu şudur beraber çalışın. Zaten ülke bunu istemiyor mu? Memleket bunu istemiyor mu? İnsanımız bunu istemiyor mu? Bu birliği, bu beraberliği, bu dirliği istemiyor muyuz?
Türkiye'de Kurumlaşmayı Hızlandırmak Gerekiyor
Bence Türkiye iyi bir noktaya gelmiştir. İşte bunu hızlandırmak lazım. Cemaatleri sivil kurumlar olarak anayasanın birer şubesi haline getirmek lazım. Yani Sayın Başbakan’la Sayın Cumhurbaşkanı’mızla bu tip görüşmeler artık hukukun gereği olması lazım. Nasıl efendim bir belediye başkanı, bir efendime söyleyeyim valiyle beraber icraatın içinde bulunan insanlar devamlı, diyalog halinde ise bu da böyle olması gerekir. Mesela herhangi bir efendime söyleyeyim iş kurumuyla, sanat çevresi kurumuyla, devlet irtibat kuruyor, çeşitli kademeleriyle onlarla alışveriş yapıyorsa aynen bu hakkın bence kanaati şahsiyem o ki cemaatlere de tanınması lazım. O zaman ne olur? İşte tam demokratikleşme olur. Demokratikleşmenin olduğu, herkesin rahatça konuşabildiği yerde inanın ki hürriyet olur, huzur olur, saadet olur, iktisadi, ictimai, ahlaki, hukuki kalkınma olur. Sen düşüncesini içine hapseden bir insanın hâleti rûyesini bilir misin? Onun yapacağı iş ya isyandır ya vurmaktır, ya kırmaktır. Yani o insandan sen adalet bekleyemezsin. Ondan düzgün bir şey bekleyemezsin. Türkiye'yi bence, bazen de şunu yapıyoruz yani istesek de istemesek de gelinen bazı noktalardan dolayı başka başka yerlere şikayet etme durumumuz var. Halbuki bu olsaydı şikayet etmeye de gerek yok. Birbirinizi anlarsınız, birbirinizi dinlersiniz, birbirinizi tanırsınız. Bilmem ifade edebiliyor muyum ? Kısaca Türkiye'de işte kurumlaşmayı hızlandırmak gerekiyor.
Eğitim müesseselerimize, milletin sahip çıkması lazım. Zaten özel eğitim kurumları artık, mesela özel liseler, özel kolejler, özel İmam Hatip Mektepleri, bunlar artık insanımızın sahip çıkması, cemiyetin, toplumun sahip çıkması lazım. Bunu hızlandırmamız lazım. Bunları hızlandırmamız gerekiyor. Daha, sağlık kurumlarını hızlandırmamız lazım. Mali kurumlarımızı kurarak hızlandırmamız lazım. Kısaca toplumda mevcut olan kurumları, kuruluşları eğer milleti, memleketi, devleti, insanlığı, insanımızı düşünüyor, seviyor, kucaklamak istiyorsak bu kurumlara bizim de sahip çıkmamız lazım.
O zaman ne olacak? Bu kurumlarda senin yetiştirdiğin tipler, insanlar Batı ile karşılaşacağı için, seni kültürel olarak etkisi altına almak isteyen Batı senin gücün ve kuvvetin karşısında eriyecek. Güçlü bir iradeyle karşı karşıya kalacak. Ben şunu çok iyi biliyorum ve görüyorum. Öyle arkadaşlarımız var ki “bizler” diyor, “onlarla karşılaştığımız zaman” bunu bizzat batılı ilim adamı söylüyor yani sıradan insanlar söylemiyor, -efendime söyleyeyim- “onlarla karşılaştığımız zaman varlığımız onların varlığına ram edip onlar gibi olmak istiyoruz.” Ben diyorum ki, “her bir Türk genci, her bir Türk münevveri bu hale kavuşsun ki Batılı bize özensin, bizim gibi olmak istesin.” Anlatabiliyor muyum? O bakımdan iyi bir kültür seferberliğine, ilmi seferberliğe, iktisadi seferberliğe efendim girişmemiz, kolları sıvayıp başlamamız lazım diyorum.
Türk-İslam Dünyası Olarak Ayrı Bir Blok Olmanın Yolunu ve de Mücadelesini Vermeliyiz
Şimdi münasebetlerde burada bir iki cümle söyleyeceğim. Her türlü hal bir münasebettir. Kavga bile bir münasebettir. Yani iletişimi insanlara veriyor. Harp bir iletişimdir. Bak harplerde insanlar çok medeniyetler birbirinden çalar.
Kaldı ki Gümrük Birliği'yle o kadar iş adamı gidecek, o kadar iş adamı gelecek. Değil mi?
Nasıl olur da seni sosyal hayatına etkilemez bu? Bunu düşünmezsen sen rüya görüyorsun. Realiteyi bilmiyorsun demektir. Tabii İstanbul'un fethi dünyanın yeni bir çağ geçmesine vesile oldu. Niye? Türk İslam medeniyeti dünyaya tanıtıldı. Teknolojisi dünyaya tanındı. Yeni bir çağa girdik değil mi?
Şimdi tabii burada Avrupa'yla beraber olan münasebetlerimizde Gümrük Birliği'nde Avrupa kendini kârlı görürse bizi kendi içine alabilir.
Şimdi karşılık hesaplar söz konusu. Sen her zaman zarar ettiğin bir ticaretin devamını kabul eder misin? Ortaklığı kabul eder misin? Etmezsin. Bu da böyledir. Bunu iyi görmemiz lazım. Şimdi biz Avrupa'yla bir Gümrük Birliği'nde olacağız. Adam şimdi bunu çeşitli saiklerle değerlendirecek. Eğer kendi lehine neticeyi görüyorsa, evet biz sizi kendimizi ortak kabul ediyoruz derler. Hayır görmüyorsa, bu tabii istikbalde tutumlara, çıkarlara, iknaya bağlı olan işlerdir. Ben şu anda konuşmanın erken olacağı kanaatindeyim ve kanaat-i şahsiyem o ki eğer benim dediğim tarzda bir Türk toplumu gelişme kaydederse Batı bizden kaçacaktır. Bu birliğe kesinlikle yaklaşmayacaktır. Niçin? Çünkü Hristiyanı Müslüman olacaktır. Teknolojisi bize transfer olacaktır. Benim düşündüğüm Gümrük Birliği bu. Hani lehimize çevirelim diyoruz ya...
Şimdi Batı burada kendini yok eder mi ? Yani benim düşüncemle onun efendime söyleyeyim bizim varlığımız, kendimize gelişimiz, silkinişimiz, kükreyişimiz, ictimai iktisadi sahalarda doruk noktaya varışımızdır. E bunu ister mi adam? Elbette istemez. İstemeyeceği için de benim düşünceme göre, hayır siz burada yoksunuz diyecekler. Ama yok değil. Eğer bizden yün kırpabilirlerse “güzel bunlar ya halâ toylukları devam ediyor, hele bizim iş dünyamızı alalım diyecekler” yani. Bu konuda benim şahsen görüşüm bize kendi yerimiz gerek iktisadi, gerek ictimai gerek hukuki, gerek ahlaki, gerek kültürel boyutta yerimiz Türk-İslam dünyası ve İslam dünyasıdır. Biz ayrı bir blok olmanın yolunu ve de mücadelesini vermeliyiz. Tabi bu çok zor bir yoldur. Zaten liderlik de budur zoru yapmaktır. Kolay herkes başarır. Asıl zor olanı başarmak lazım. Milletimiz bunu yapacak güçte ve iktidardadır. Ben milletimizin iradesine, gayretine, samimiyetine, inancına şahsen güveniyorum bu noktada.
Evet buyrun, seni mi düşünecek adam kendi vatandaşını mı düşünecek? Sen de kendini düşünüyorsun. Bu normal görmek lazım. Ama burada çıkarlar karşılıklı olmalıdır diyoruz biz. Senin de çıkarın olsun benim de çıkarım olsun. Değil mi?
Kadın, Cennete Gidebilmek İçin Ayağının Altı Öpülecek Bir Varlıktır
Valla kadın bizim anamız, kadın bizim kızımız, kadın bizim hanımımız, hayat ortağımız… Binaenaleyh insan esasen kadın ve erkek olarak Cenab-ı Hakk'ın halifesidir. Bir defa olaya bu noktadan başlamak lazım. Kadın hakları eğer kaybedilen bir dünya, kadının haklarını kaybettiği bir dünya varsa elbette benim anam olan o kadının bu hak kalması lazım. Hanımım olan bu kadının hakkını alması lazım. Kızım olan bu kadının benim hakkımı alması lazım. Kardeşim olan o kadının hakkını alması lazım. Ablam olan, küçüğüm olan, büyüğüm olan bu kadının elbette hakkını alması lazım. Şimdi istersen bunu iki boyutta mütalaa edelim. Almamız gereken insan hangi dünyadadır? Almamamız gereken, hakkı olan insan hangi dünyadadır? İstersen böyle girelim. Bu Batı dünyasındadır. Bizim temelden beri ifade etmeye çalıştığımız husus, dikkat ederseniz benim tezimde, doktora tezimde, ki bu tezim dünyada ilim standartlarında, ilmi ölçülerde revaç bulmuş. Belki bir televizyon programında arkadaşlar bana teklif ettiler. Bunun belgesini de sunacağız. Görüşümüz dünyaca takdir edilmiş hem İngiltere uluslararası Cambridge Biyografi Enstitüsü tarafından, hem Amerika, California Enstitüsü tarafından, Biyografi Enstitüsü tarafından. Bu görüşlerimiz efendim çok mükemmel olarak, halbuki ben o mükemmel görüşleri yaşanan hakikatler olarak kitaba yazdım. İslam'da bu var, bizde kendi dünyamızda var. Onlar bunu bilmediği için, kadını hep kendi dünyalarından seyrettiği için onu mahkum olarak tanımışlar. Doğrudur onlar için. Bunu şunun için söyledim, yani kadın bizim dünyamızda hiçbir şey kaybetmedi. Bizim dünyamızda kadın, cennete gidebilmek için insanın “ayağının altı öpülecek bir varlıktır.” Değil mi? Oraya belki geliriz.
Avrupa'da Fransız İhtilaline Kadar Toplumda Kadının Yeri Yoktu
Şimdi neydi? 1900, affedersiniz 1857 yılında Amerika' da birtakım haklar isteme münasebetiyle yola çıkıyorlar. Bu hakların ne olduğunu birkaç cümleyle izah edeyim. Avrupa'da Fransız ihtilaline kadar zaten kadının yeri yoktu toplumda. Düşünebiliyor musun, bir adam evinden çıkıyor milleti için harbe gidecek, karısına bilmem ne kemeri takıyor. Bu nedir ya? Hayvan mıdır bu? E namusunu muhafaza etsin... Kemerle adam karısının namusu... Öyle bir nikah akti, öyle bir enteresan olaydır ki o sana sen de ona ömür boyu birbirinize hayatınızı feda ediyorsunuz. Bu incelikten mahrum bir dünya. Kadına bu husus böyle uygulanırken, bu muamele yapılırken erkeğin de kadına bir şeysi yoktu yani. Onun da ona itaati veyahut da hizmeti cebri bir metot imiş gibi telakki ediliyordu. Kadınlar kötü ruhları temsil eden kötü varlıklardır. Bu 1800'lü yıllarda Batı'nın düşüncesi, Avrupa'nın düşüncesi. Hayalden bahsetmiyorum. Yani şu anda 1995 yılı, siz Fransız ihtilali ne zaman oldu? 1789, 1800 de ona, aşağı yukarı 1900, 200 senelik bir olay. Yani 200 sene evvel kadın Avrupa'da kötü ruhların üzerinde tasarruf ettiği kötü bir mahluk olarak ona bakılırdı. Hatta Avrupa'da birçok romancılar o kötü ruh kadınlarını, kötü ruh taşıyan kadınları konu yaparak eserler yazmışlardır. Şöyle şöyle yapıyorlar, ediyorlar diye.
Sadece Batı'da değil, mesela uzak doğuya gidin. Kadının durumu bu. Hindistan'da kadının durumu bu, Hint Medeniyeti’nde. Geliyorsunuz sanayinin kıpırdamaya başladığı döneme. Avrupa'da kadın o kadar enteresan bir işçi statüsüne giriyor ki o sanayi devriminde köyden millet şehire akın ediyor. Erkek ve kadın, çoluk çocuk şehirlere yerleşmeye başlıyorlar. Bu sefer kadın işçi olarak çalışıyor. Hatta maden işçisi. Bizde burada mesela Zonguldak madenlerinde çalışan birçok işçimiz orada çalışıp, hayatını da kaybedenler çok olmuştur. Maden işçisi çalışmak çok ağırdır. Kömür madeninde çalışıyor, demir madeninde çalışıyor, bilmem ne madeninde kadınlar işçi olarak çalışıyor. Yer üstünde çalışan erkek, yeraltında çalışan kadından yüzde yüz daha fazla ücret alıyor, düşünebiliyor musun? Nerede oluyor bu? Bu Fransa'da oluyor, bu İngiltere'de oluyor, bu Almanya'da oluyor, bu Hollanda'da oluyor. Şurada 150 sene evvel dediğim olaylar çok uzun bir zaman değil.
ABD’de 1857 yılında 100 Kadın “Niçin Hak İstiyorsunuz?” Diye Öldürülmüştür
Şimdi bu 150 sene evvel çok rica edeceğim, sor bana ki bizde durum neydi?
E efendim kadın çalışması olmaz mı? Mümkün değil. Niye? Batı dünyasında kadını bakabilecek herhangi bir mükellef ne bir kurum vardır ne bir şahıs vardır. Kadın istikbalini, istiklalini temine mecburdur ve de memurdur. Çalışmazsa aç kalır. Ne kocası tarafından bakılma mecburiyeti var ne oğlu tarafından, ne kızı tarafından, ne de bir devlet kurumu tarafından bakılmaya şey bir varlık değildir. Yani bakımı mecburi değildir. O bakımdan bütün kadınlar Batı'da çalışacaktır. Bu bir kanundur. Batılı çalışıyor ya bunun için çalışıyor. Mecburdur çalışmaya da onun için. Çalışmazsa aç mı kalsın ya? Bir gün kocası yedirir, iki gün yedirir, beş gün yedirir. Ha efendim peki Batı dünyasında çalışmayan kadınlar yok mu? Var. Az da olsa var.
İspanya medeniyetinden, İslam medeniyetinden etkilenerek bizim metodumuz da onlar yavaş yavaş almaya başladılar. Kadın çalışmadan da yemeye başladı ama o istediği kadar yiyemiyor. İstediği gibi yiyemiyor. Bilmem anlatabiliyor muyum? Kısaca bu kadın hayatını devam ettirebilmek, idame ettirebilmek için çalışmak mükellefiyetinde. Her türlü zorluğu, çöpçülük de dahil denemek mecburiyetinde hayatını, istikbalini kazanmak için.
İşte bu kadın aldığı bu az ücretten dolayı 1857 yılında Amerika'da yürümeye başladı. Nasıl insansınız siz dedi ya? Hayvan muamelesi gösteriyorsunuz bize. Ki o zaman kölelik de vardı Amerika'da. Yanlış anlamayın. Bu arkadaşlarımız her ne kadar “medeni isek” diyorlarsa da hala bir takım adetlerin orada gelenek halinde devam ettiği iddia edilmektedir. Yani eğer Amerika şu iktisadi gücünü ve güdümünü kaybederse birçok şey Rusya'da olduğu gibi ortaya çıkacak. Bize bir zamanlar Rusya cennet olarak göstermek isteyenler, şöyle kalkınmış diyenler açıldı kapıları, gittik baktık ya hiçbir şeysi yok. Tuvaleti bile yok heriflerin ya… Çok enteresandır. Yani eğer Amerika bu iktisadi saltanatını kaybederse çok karanlık taraflar ortaya çıkacak. Şu anda bizim silkinmemize, işte o iktisadi gücü elde etmemize…
Şimdi ne oldu? Yürüyüşe başladılar. O 57 yılında enteresandır. 100 tane kadın “Niye sokağa çıktınız? Hak istiyorsunuz” diye 100 kadın öldürülmüştür. Buna siz işçi hareket deyin, sendika hareket deyin, ne hareket ederseniz, kadın hareketi deyin... Ya Allah'a reva mı? Bir insan sokağa çıkıyor, hakkını istiyor sen bunu öldürüyorsun. Hak vermedin buna ki, karnı aç, doyurmak istiyor bunu. Ha işte o zaman dediler ki, e “neticede bunlar da insan.” Dediler ki “ya biz zulüm yapıyoruz bu kadınlara. Gelin hak vermeye başlayalım.” 1950 yıllardan sonra da başladılar işte. Düne kadar mahkûm ettikleri bu annemize, bu kız kardeşimize, bu hanımımıza, bu kız çocuğumuza haklarını vermeye, Batı dünyası, yenidir bunlar. Hatta bizde siyasi haklar onlardan çok daha öncedir. Bilmem ifade edebiliyor muyum? Kısaca yani oradaki bu zulmün kalktığının kadın hakları dediğimiz terim bir simgesidir, bir ifadesidir. Bizde böyle bir dert, bir problem yoktur.
Bizim Dünyamızda Kadının Geçim Diye Bir Derdi Yoktur
İsterseniz ona birkaç cümleyle değinelim.
Bizim dünyamızda kadın istiklal ve istikbalini kazanmak, temin etmek mecburiyet ve de mükellefiyeti yoktur. Hatta bir kadın çocukluktan buluğ çağına kadar, buluğ çağ derken ben evlilik olarak bunu kastediyorum, evlenmesine kadar onu bakmakla anne ve baba mükelleftir. Yani aile bunu bakmakla mükelleftir. Hem yemesinden, giymesinden, okumasından her türlü ihtiyacından aile mükelleftir. İşte Batı'da bu mükellefiyet yok. Onu az evvel anlatmaya çalışıyorum. Dolayısıyla bu kadın çalışmaz. Ha çalışamaz diye bir yetkisizliği de yok. Ama çalışmaya ihtiyacı yoktur. Şimdi düşünebiliyor musunuz? Sen hanımını bakmak mükellefiyetinde misin? Mükellefsiniz. Senin hanımın hazır bakılırken çalışmak nefsin istediği hoş bir şey değil ki. Yani hoş bir şey olsa diyeceğim ki çalışmayı insan nefsi ister, yok istemez. Yorulmayı, meşakkati, nefis kabul etmez. Sen bakma onların demesine, hep numara çekiyorlar. Hep gezmeyi isterler, tozmayı isterler, budur.
Bizde kadın kesinlikle çalışmak mükellefiyetiyle karşı karşıya değildir. Ama kadın bazı mükellefiyetlere maliktir. Nedir? Çocuğunu eğitmek, yetiştirmek, beyine hizmet etmek, onunla bütünleşmek bu mükellefiyetler vardır. Hatta kız çocuğu evlilik çağına geldiği zaman eğer karşı taraf, yani beyi tarafı, delikanlı, onu geçindirebilecek iktisadi güce malik değilse nikah ona haramdır. Biliyor musun bunu? Yani karıyı geçindiremiyorsun, nikah yapılmaz sana. Peki nasıl olacak? Ebeveyn dediğimiz anne baba tekeffül edecek onun geçimini, orada nikah düşer o kişi. O şekilde nikah olur. Değil mi?
Bizim dünyamızda da bu kadının böyle geçim diye bir sıkıntısı, bir derdi yoktur. Hocam bizde kadın çalışmıyor mu? Kadın isterse çalışmaz. Hatta bir kadın kocasından ayrıldığı zaman o göğsünde çocuğuna ait olan, Allah'ın ona lütfettiği sütü bile çocuğuna vermek mükellefiyetinde değildir. Yani o koca karısından onu ikna ile, hatta gerekirse parayla alır. Bilmem anlatabiliyor muyum? Yani bu kadar ona yetki verilmiştir. Kesinlikle onu çalıştıramazsın. Sadece evinde efendim çocuğuyla ilgilenmeye, onunla alakadar olmaya, beyiyle hayatı bütünleştirmeye mecburdur ve de memurdur diyorum efendim. Buyurun. Çalışma hakkı yoktur demiyorum. Çalışma hakkı vardır ama gereksinime, niçin çalışsın ki kadın?
Eğer beyi yok, oğlu yok, böyle bir efendim sahip çıkanı yoksa o zaman kadın çalışır. Çalışır ama nerede çalışır? Nerede çalışır? Hz. Ömer Efendimiz'in devri saadetlerinde bu tip aileler zuhur etmiş. Çocuğu yok, beyi yok, ortada kalmışlar. Hz. Ömer ne yaptı bunları biliyor musunuz? Şu anda maliye müfettişi dediğimiz şahısların yerine koydu. Efendim maliye müfettişi yaptı onları. Müfettiştir. Bizde kadın çalıştığı zaman ne olma? Memur olmaz, çöpçü olmaz, çiftçi olmaz. Şimdi bu örfleri hep kaybettik. Yapıyorsak uzaklaştığımız için maneviyatından bunları yaptırıyoruz onlara. Onlar olmaz. Kadın, efendim, ben her zaman söylerim evinin kraliçesidir. O sultandır yani. Onu kimse kraliçeliğini bozamaz. Bu yetkiyi Allah verdi ona. Zaten söylüyorlar işte Batı'da bizim eserlerimiz okunduğu zaman parmaklarını dişlediler. Biz bunu böyle bilmiyorduk dediler. Söylüyorlar.
Erkek ve Kadın Allah'ın Kuludur
Evet şu anda benim hatırıma bir şey geldi. Şimdi efendim bizde şimdi şöyle bir olay var. Kadın çalışıyor. Çalıştırıyoruz bu kadını. Efendim çalışma mükellefiyeti yok. Ama niçin bizim örfümüzde, adetimizde, geleneğimizde kadınlar faraza çokça hayata atılmamış. Mesela hakime olmamış.
E şimdi efendim Cenab-ı Hak erkekle kadına ayrı ayrı meziyetler, ayrı ayrı kabiliyetler verdi. Yani siz kadını erkek erkeği de kadın yapamazsınız. Bu ikisini birbirine tebdil etmeye kalktığınız zaman tabiatla mevcut olan dengeyi bozarsınız. Şimdi onun için Cenab-ı Hak o kadına verilen kabiliyet nispetinde, o vadide, o istidadı geliştirmeyi kulundan istiyor. Erkek ve kadın Allah'ın kuludur. Sen şimdi erkeğe kalkıp da ona verilmeyen efendim doğurganlık sıfatını bahşedemezsin, veremezsin. Erkek doğurmak gibi bir efendim onun tabiatına zıt olan bir fiilden mahrumdur. Bunu yapamaz. Ama aynı şekilde kadında erkeğin katlandığı zorluklara katlanamaz. Zaten onun psikolojisini, kadınlık psikolojisini bozar, yıkar, atar. O bakımdan İslam dünyasında kadınlar hep bu vadide, yani bu mantalitede, bu mantıkta değerlendirilmiş ve o konumda hayatlarını sürdürmüşlerdir. Sürdürülmüş değil, kendileri o hayat tarzını seçmiş ve o vadide hayatlarını sürdürmüşlerdir. Kadından mesela düşünün ki hakim oldu veya bir devlet başkanı oldu. Hakime ne olmak mecburiyetindedir?
Adaletli olmak, adil olmak mecburiyetindedir. Adil olurken bir insan merhametini mutlaka geriye itmesi lazım. Şimdi merhametini kaybetmez değil, zayıflar. Düşünün ki her gün efendim 10 yıl, 20 yıl, 5 yıl veya şu kadar ceza önündeki mahkuma biçen bir anne, bir kadın eve geliyor, annelik yapacak. Bir, üç, beş, altı o merhameti kaybeder, çocuğuna lütufla muamele etmesi gerekirken, adaletle muamele etmeye kalkar. O zaman denge ailede de bozulur.
Halbuki çocuğun o kurumda büyümesi, yetişmesi için merhamete, şefkate, lütufa ihtiyacı var. Onu kısıtladığın zaman bu sefer o çocuk, çocuk olmaktan çıkar. Bilmem anlatabiliyor muyum? Aynı şekilde onu sen bir devlet başkanı olarak düşün. Orada da aynı şekilde o çocuğu, istenilen o çocuğa veremez. O şartlanma ruh dünyasına, şuurunun altına yerleşeceği için kadın artık erkek olmaya. Çünkü erkek yani tabiri caizse erkeğin yaratılış malzemesine daha uygun bu vasıflar.
Ama sen şimdi erkeğe de mükemmel bir mürebbi bir terbiyeci ailede yapamıyorsun. Yaparsın o zaman kadınlaşır. Erkek kadınlaşır, kadın da erkekleşir. İşte o her ikisini kendi vadisinde değerlendirmek, İslam bunu yapıyor. Onlara o vadide hak vermek. Kadın erkek eşitliği diye onun için söz konusu olmaz İslam'da. Üstünlüğü, alçaklığı olmaz. Hepsi Allah'ın kuludur. Hepsi birbirinin önünde veya üstündedir.
Benim Anam Babamdan Çok Üstündür
Benim anam babamdan çok üstündür. Ben şahsen buna inanıyorum. Niye? Rahmetli, -Allah gani gani rahmet eylesin- kendimi bildim bileli, o rahmetlik olduğu zaman en az 35 sene onu tanırım. Gece yarısından sabah işrah vaktine kadar ibadetle iştigal ederdi. Babam da efendim normal vasat ibadetini yapan bir insandı. Şimdi ben anama her zaman veliye nazarıyla bakarım. Bana sorarsan anam babamdan bin defa üstündür. Hatta annem benden bizim gibilerden çok üstündür. Öyle inanıyorum buna. Ama bu hakkı ona ben vermedim ki. Allah verdi o kendi kendine bunu kazandı. Bilmem izah edebiliyor muyum? Şimdi bizde hak verme hepimiz kuluz. Kim kullukta ileri noktaya giderse o üstündür. Kim yeri kalırsa o geridedir. Efendim kafayı her akşam çeken, sabah çeken gece gündüz etrafını rahatsız eden bir insan nasıl üstün olabilir? Nezaketiyle, nezafetiyle ailesine, iffetine, namusuna sahip çıkıp evlâd-u iyalini temizliğiyle, şusuyla busuyla bakan bir an anne, insanla nasıl eşit olabilir? O onun çok altındadır. O kadın işte ‘’Ayağı öpülecek cennetlik olmak için, bir tarih dirilecek seni doğurmak için’’. Benim şiirimde var hatırlarsan. Ne demek kadın? Kadın eşit değil üstündür. Ondan veliye, veliyeler çıktı. Benim annem olmasaydı, ben olmayacaktım. Şimdi diyorlar ne eşitliği ya benim onu başım tacıdır öyle şey mi olur? Ama o ana. Değil mi ?
Şimdi bu bizim zaten temelde tezimiz. Bitim noktasında özet olarak şunu diyebilirim. Şimdi hakkı veren kim olması lazım insan verecek. Bu hakkı verecek eğer kabiliyette, iktidarda, vasıfta, olgunlukta, adalette siz insanı yetiştirememiş iseniz bu haklar kitap sayfalarda kalır. Bosna'da olduğu gibi, Çeçenistan'da olduğu gibi, Bilmem Filistin'de olduğu gibi, şurada burada olduğu gibi... Yani bu haklar yazı... Kim bunu verecek vasıfta insanın yetişmesi lazım. O insan kimdir işte? Her zaman söylüyorum. Dünya onu bekliyor, o da Müslüman insandır. Annedir, Müslüman babadır. Hiç izahına gerek yok. O mükemmel vasıfta mümin olmaya çalışalım diyor ve bizi takip eden kardeşlerime sevgi saygılarımı sunuyor efendim.
Bu sohbeti video olarak izlemek için play butonuna basınız