info@profdrhaydarbasenstitusu.org

Haftanın Sohbeti - Gümrük Birliği – Milli Ekonomi Modeli – Kuzey Irak Çelik Harekâtı Değerlendirmesi

    Neler Okuyacaksınız

Gümrük Birliği Anlaşmasından Karlı Çıkmamızı Temin Edecek Yorum ve Yolları Bulmak Lazımdır

Elbette Gümrük Birliği'nin Türkiye Cumhuriyeti Devleti için, aziz milletimiz için mutlak surette ifade edildiği gibi zararlı tarafları da var, faydalı tarafları da var. Ben son yaptığım konuşmada hatırlar iseniz; artık şimdi meselenin zararlı taraflarını gündem edip insanımızın moralini bozmak yerine, şu vaziyette yapılması gerekli olan hususları gündem edip bu anlaşmada karlı çıkmamızı temin edecek yorum ve yolları bulmak lazımdır, tezini gündem etmiştim. Yine ben aynı düşünüyorum. Yani, elbette ki Türkiye Cumhuriyeti'nin devlet olarak, vatandaşları millet olarak bu Gümrük Birliği'nden birtakım zararlara maruz kalmıştır. Hatta ben çok iyi hatırlıyorum, Sayın Ali Coşkun İngiltere'ye giderken bana ‘Gümrük Birliği bize ne getirdi?’ diye bir dosya takdim etti. Hakikaten okuduğumda fevkalade Türkiye Cumhuriyeti'nin zararlarını mütalaa ve müzakere ettim, gördüm ve de doğru söyledi. Zira Ali Bey; Odalar Birliği'nin başında, Türkiye Cumhuriyeti’ne hizmet etmiş, çok muhterem, tecrübeli bir ağabeyimiz, bir kardeşimizdir. Ama ben diyorum ki bunlar doğru olmuş olsa da artık öyle bir noktaya geldik ki bunun müzakeresi ile vaktimizi geçirecek yerde, mütalaayı bir başka mantıkla yapıp kârlı çıkmanın hesaplarını yapalım. 
Şuna benziyor bu; Nasrettin Hoca bir gün efendime söyleyeyim çocuğu ile yola çıkmış. Çocuğu merkebe bindirmiş, kendisi arkadan gidiyormuş. Bir cemaat görmüş Hoca’yı “Aa ayıp değil mi Hoca?”. “Niye?”. “Yahu çocuk merkepte, sen yürüyorsun. Bu örfe, adete, geleneğe aykırı. Çocuk sana saygısızlık yapıyor”. “Öyle mi?” diyor. Alıyor çocuğu, bu sefer kendi biniyor merkebe. Bir başka cemaate rastlıyor, o cemaat de “Aaa Hoca, ayıp değil mi?”. “Ne?”. “Ya bacak kadar çocuğu yürütüyorsun, sen” efendime söyleyeyim “merkebin sırtında gidiyorsun”. E baktı birinci yaptığı olmadı, ikincisi de olmadı. Ne yapayım? Herhalde ikisi beraber merkebin sırtına binerse bu iş olur, dedi ve çocuğu da atıyor merkebe, ikisi birlikte gidiyor. Bu sefer bir başka topluluğa rastlıyorlar, onlar da “Aa Hoca, acayip değil mi?”. “Niye?”. “Ya ikiniz koskocaman adam, bir çocuk; şu merkebin sırtına biniyorsunuz. Allah'tan korkmuyor musunuz?”. Bu sefer Hoca baktı ki çocuk bindi olmadı, ben bindim olmadı, ikimiz bindik hiç olmadı. Aldı merkebi sırtına, başladı yürümeye. 
Şimdi, bizim işler de tıpkı buna dönmüş. Hayır efendim. Bir şey, bir yerden çıkış kapısı aramamız lazım. Evet, zaten Allah'ımızın bize emir ve nehiylerine baktığımız zaman, nehyettiği fiillerde bile kullarının faydasına birçok hususlar var. Ama değil mi ki o bütünün içerisinde fayda ve zararlar, mütalaa ve müzakere edildiğinde mutlaka zarar ağır bastığı içindir, onlar nehyedilir.  
Şimdi biz işte bunu geliştirerek, bu düşünceyi geliştirerek faydamızı nasıl daha mükemmel elde ederiz, tezini gündem etmemiz lazım diyor ve müsaadenizle mevzunun içine bu şekilde girmek istiyorum. Yani ‘faydamızadır’ dediğim zaman, ‘zararımıza yoktur’ anlamına gelmesin. Ama şu anda nasıl karlı çıkarız, benim anlatmak istediğim bu. 

Bugün Batı Dünyası Artık Küçük Sanayi Birimlerini Terk Etme Noktasına Gelmiştir

Efendim bence kârlı çıkmamızı temin edecek olan hususlardan bir tanesi ve de en mühimi; bugün batı dünyası artık küçük sanayi birimlerini terk etme noktasına gelmiştir. Şartları onları bu noktaya itmiştir. Neden, diyeceksiniz. Batı dünyasında işçilik hakikaten çok pahalı noktalara, zirvelere ulaştı. O nedenle birçok sanayi kurum ve kuruluşları, işçilerini çıkartıyor. Tazminatlarını ödüyor, batmaya razı oluyorlar; bu türlü harekete razı olmuyorlar. Neden? Çünkü işçisine verdiği ücret, çok para. Ben Almanya’yı esas alarak konuşuyorum. Zira Almanya'da bizim işçilerimiz, neredeyse 2,5 - 3 milyona yakın bir nüfusumuz var; tabii bunlar işçi aileleri, arkadaşlarımız. Bir işçinin günlük, çok affedersiniz aylığı Almanya'da, bir Alman firmasında ortalama 5.000 mark civarındadır.  Şimdi siz 5.000 markı bir işçiye gerek sigortasına, gerekse sağlığına ve bilmem yapısına, şusuna, busuna ve de maaşına verdiğiniz zaman; Türk Lirası olarak bir Alman firmasından çıkan net para, 150 milyon Türk lirasıdır. Yani bir işçiyi çalıştırabilmesi için, 150 milyon Türk lirası ödeme yapması gerekiyor. Bu insanın 150 milyon üzerinde bir kar istihsal etmesi lazım ki o firma karlı çıksın. Zaten ürettiği üretimler küçük bazlı olursa, çapta olursa bu kârı temin edemiyor. Onun için Avrupa... Mesela Hollanda da aynı, Fransa da aynı, İngiltere de aynı. Bu işçiliği, imal ettiği mamul üzerine koyduğu zaman, imalat fiyatı artıyor. O zaman dünyada bu sahada imalat yapan firmalarla, kurum ve kuruluşlarla rekabetleri tamamen azalıyor, hatta imkânı olmuyor. Rekabet imkânı olmayınca, onların pazarlarına kim giriyor? Dış pazarlar girmiş oluyor; dış üreticiler, sanayi kurum ve kuruluşları girmiş oluyor. Elindeki pazarı kaybediyor. O zaman firmalar iflasa gidiyor. Dolayısıyla topyekün bir devletin iflası söz konusu oluyor. Onun için batı alemi şu anda efendime söyleyeyim küçük sanayi kurum ve kuruluşlarından neredeyse çıkma yarışına girmiştir ve bunlar daha geniş, daha çaplı işçi üretim fiyatları… Çok affedersiniz, işçi maliyetlerinin, imal edilen mamul üzerinde göründüğü zaman pek etkisi olmayan yüksek fiyatlı mamuller üretmeye başladıkları için hep bu dala doğru koşma, bu dala doğru seferberlik ilan etme durumuna gelmişlerdir ki bu haklıdır. Mesela düşününüz, bir otomobil faraza orada 70.000 mark. Ayda bu otomobile bir işçinin sırtından kabul edelim 5.000 mark ilave edilse, fazlalık olarak gelse; hiçbir şey değildir. Ama bir tencerede veyahut da bir çaydanlıkta, bir çatal-kaşıkta %5, %10 nispetinde bu işçilik ona yansırsa; çok paradır. Bir otomobilde görünmez bu. Zaten 5.000 – 3.000 mark da yansımaz ya. Zira onlar artık dakikada bir otomobil imalatı yapabilecek durumdadırlar. Çok cüzi fiyatlara gelir büyük imalatlarda, büyük çaplı imalatlarda. 


Biz Küçük Sanayi Birimlerini Güçlü Bir Hale Getirirsek Önümüze Koskocaman Bir Pazar Açılmış Olur

Onun için batının bundan sonra kayacağı sanayi modeli, kanaatim benim; otomotiv sanayidir, uçak sanayidir, gemi sanayidir. Yani bizim eski tersaneler modelinden, daha bugünkü modern teknolojiye uygun bir sanayi modeline kayacaklar. O zaman küçük sanayi modelleri kime kalacak? Bizim gibi sanayi ülkelerine, yeni yeni sanayileşen ülkelere kalmış olacak. Diyorum ki şimdi biz eğer bu küçük sanayi birimlerini güçlü bir hale getirir, makinelerini yeni teknoloji ile takviye edersek; hem üretimimiz kaliteli olur hem de işçiliğimiz ucuz olur. O zaman önümüze koskocaman bir pazar açılmış olur. Değil mi? Şimdi düşünün ki bütün bu ülkelerin siz çatal-kaşığını sadece veriyorsunuz. Ucuz yapıp imal ettiğiniz takdirde çatal-kaşığını veriyorsunuz, çay kaşığını veriyorsunuz, tatlı kaşığını veriyorsunuz, tatlı bıçağını veriyorsunuz. Hülasa bu mamullerini üretip onlara… Sizi abad eder bu. Niye? Çünkü onlar o sahadan çıkacak, çıkma mecburiyet var. Çıkmazsa, seninle rekabet etme imkanını kaybediyor. Neden, diyeceksin. İşçiliği fazla. Artı, şu anda mesela metal sanayinde oraya ihracat yapan Türkiye'de kurum ve kuruluşlar var, sanayi tesislerimiz var, kardeşlerimiz var, arkadaşlarımız var.  O gün çok daha fazla imkân bulacaklar. Neden? Gümrük indirimi olunca, ithal ettiği mamule vereceği bir defa gümrük sıfırlandığı için hiçbir kuruş olmayacak. Yani, bir tek kuruş gümrük nedeniyle alırken mamule vermeyecek. Şu anda biz buna şu veya bu sebeple en az bir %30 fark veriyoruz. E düşünün ki siz 4.000 dolara aldığınız efendime söyleyeyim mamulü %30, bırak sen yüzde 30'u, %20 fark verdiğiniz zaman 600 dolar bu mamulün üzerine fark geliyor; 4.600 dolar ediyor veya %20 verdiğiniz zaman 800 dolar ediyor, değil mi? Bir. 
İkincisi, imal ediyorsun; artı, bunu ihraç ederken %20 de oraya girerken gümrük onlar tahsil ediyorlar. Kısaca nereden bakarsan bak %40, %50 gibi bir farkla, bir pahalılıkla elde edecek olduğu mamulünü %40, %50 gibi bir indirimle alacağı için; tamamen biz batıyı küçük mamullerde pazar haline getirebiliriz. Ama ciddi bir organizasyon lazım, ciddi sanayi kurum ve kuruluşlarımız lazım. Bunlarla bir araya gelip seminerler, konferanslar, açık oturumlar tertiplememiz;  sanayicimizi, iş adamlarımızı yetiştirmemiz; işçimizi belli bir seviye getirmemiz lazım. O takdirde bizim önümüze kaç tane ülke pazar olmuş olur? 15 tane pazar olmuş olur. Sen 15 pazarın bir tek ülke olarak pazarı olursun; ama 15 pazar, bir tek ülkenin pazarı olma durumuna da gelmiş olabilir eğer bu mantıkla işin içine girer, efendime söyleyeyim işi organize edebilirsek.


Biz Sosyal Yapısıyla, Etkinliğiyle Batı Dünyasından Çok Farklı Bir Milletiz

Sonra, bu pazarlamada bizim karlı çıkacağımız çok daha farklı şeyler de olabilir. Neden, diyeceksiniz. Şimdi endişe edilen bir başka husus da; tabii biz sosyal yapısıyla, etkinliğiyle batı dünyasından çok farklı bir milletiz. Kabul etsek de böyledir, etmesek de böyledir. Cenab-ı Hak, elhamdülillah bizi Müslüman olarak halk etmiş; hayatımıza da İslam fıtratı üzere devam ediyoruz. Fıtratta ne kazandıysak Rabbimiz onu bizden esirgememiş, bu iman üzere hayatımızı devam ettiriyoruz. Ha şimdi endişeden bir tanesi de, biz bu dünyanın içerisine girersek tamamen yok oluruz, mahvoluruz; onların kültürü bizi heder eder, yok eder, mahveder.  Bu endişe doğru mu? Bir noktaya kadar, doğru. Yanlış mı? Bir noktaya kadar da yanlış. Yani şüphelerimizin doğru tarafı da var, şüphelerimizin noksan veya doğru olmayan tarafları da var. 
Şimdi bunun önüne geçmek, bunları telafi etmek çok kolay hadiselerdir. Avrupa'ya müteattit defalar gitme durumlarında bulunuyoruz. Orada demokratik hak ve hürriyetler son derece insanlara tahsis edildiği için herkes artık sosyal kurumlarını, dini, manevi kurumlarını, iktisadi kurumlarını, hatta hukuki kurumlarını organize edebiliyorlar. Bu haklar, bu insanlara verilmiş. Şimdi siz eğer orada kültürel kurumlar oluşturabilirseniz, iktisadi kurumlar oluşturabilirseniz, bütün bu faaliyetleri organize edecek sosyal kurumlar oluşturabilirseniz; çok ciddi insan kazanma merkezleri elde etmiş olursunuz.

Bugün Şüpheye Düşen, Doğunun Değil Batının İnsanıdır

Sonra, bugün artık şüpheye düşen insan, doğunun insanı değildir; batının insanıdır. Çünkü batının insanı geldi, geldi; bir noktada tatmin oldu. Artık doydu. İktisadi tatminsizlik, manevi tatminsizlik söz konusu bunda. Arayış içerisindeler. ‘Ya bizde bir noksan var ama nedir bu?’ bu soruyu artık her gün soruyorlar kendi kendilerine. Kendi kendilerine soruyu soran insan, elbette kendisinin mutmain olmadığını görünce, karşısındaki insanın itminan noktasında bulunduğunu tespit eden batılı; herhalde onun Hristiyan olmasını değil, kendisinin Müslüman olma hesaplarını yapar. Ama nasıl yapar? İşte sen güçlü bir şekilde manevi hayatını temsil eder, ona iyi bir örnek olabilir, Müslümanlığın fazilet dini olduğunu temsil edebilirsen. O zaman da o, sana imrenecektir.  Nitekim az da olsa, giden işçilerimiz Allah razı olsun, bu temsiliyeti kendi şahıslarında gösterdikleri için; bunlara bakan batılıların birçok insanları Müslüman olmuşlar. Orada Müslüman olan bazı arkadaşlarla biz sohbet ettiğimizde; eğer işçilerimiz, Türkiye'den gelen, İslam aleminden gelen işçiler hakikatte İslam’ı biraz daha ciddi mükemmel bir şekilde temsil edecek olsalardı, batının en az %40'ı Müslüman olurdu. Müslüman olmamışsa; siz Müslümanlığı tam gündem edemediğiniz için Müslüman olmadılar. Şimdi demek istediğim şudur yani, korkmayalım. Biz yeter ki İslam’ı kendi nefsimizde, etrafımızda ve etbamızda iyi temsil edelim. Bunun hesabını yapacağımız yerde biz kalkıyoruz, diyoruz ‘zararlı çıkarız’. Zaten sen zararlısın kardeşim. Türkiye'de olmanla, Avrupa'da olman arasında ne fark var? Örfünden, adetinden, ananenden, geleneğinden, her şeyinden vazgeçmişsin; ‘kârlıyım’ diyorsun.  Bu, kuma kafasını sokmuş, efendime söyleyeyim deve kuşu hikayesine döndü.  Sen tamamen zararlısın. Ülkene de zararlısın. Kendi öz evlatlarını kaybediyorsun; kumarbaz, hilebaz, hırsız, yalancı, dolandırıcı, eşkıya yapıyorsun. Yani ha böyle olmuş ha öyle; ne fark eder ki? Biz insanımızı kazanmak için ciddi organizasyonlar oluşturmak mecburiyetindeyiz.  
Baştan beri farkındaysanız benim defalarca gündem etmeye çalıştığım hususlardan bir tanesi de bu; insanımızı kendi lehine, kendi yararına kazanacak kurum ve kuruluşları da artık gündem etmeye devlet olarak, milletimizin gündem etme dönemi gelmiştir. Hatta geçmek üzeredir zamanı. Bu insanları kim adam ediyor, kim yapıyor; işte bunun da planlamasına millet olarak geçmemiz lazım, diyorum. Başka da bu konuda denilecek belki çok sözler var ama bunlarla ittifa ettiğini zannediyorum efendim.

Genişlettiğiniz Emisyon Karşılığı Üretim Yaparsanız Enflasyon Olmaz 

Şimdi tabii ekonomistlerin dedikleri tarz doğrudur, ama o mantık içinde doğrudur. Olayların temel yorumları farklı. Ben şahsen temel yorumlarda batı standartlarından farklı düşünüyorum. Bu standartları aşabilir, yeni ölçüler ihdas edebilirsek; o zaman bu ölçüler üzerine bina edilen ekonomide milletimizin çok ciddi rahatlıklara kavuştuğunu göreceğiz ve de mütalaa edeceğiz. 
Şimdi, toplumda çok ciddi bir şey var, efendime söyleyeyim dengesizlik var. Deniliyor ki bu dengesizliğin düzelebilmesi için tedavülde mevcut olan paranın hızlı bir şekilde dönmesi şart. Eğer biz bunu döndürürsek, toplumda kimse parasız kalmaz. Mesela düşünün ki saniyede bir cisim 300 bin km hızla hareket ediyor. 300 bin km hızla hareket eden bir cisim; kabul edelim şurada, şu oda içerisi kadar bir yerde hemen hemen 300 bin kilometre ile hareket ettiği için, her yerde var demektir. Yani, süratle hareket edildiği zaman, her yerde var anlamı çıkar, doğrudur. Ama netice itibarıyla gene yanlıştır. Neden yanlıştır? Siz o kadar süratle parayı hareket ettirmenize rağmen, piyasada tedavülde bulunan para, güdümlü paradır. Yani, para sahibi olan kim? Benim veya sizsiniz. Sizin paranız tedavülde dolaşıyor, siz bunu ticaretin içine koyuyorsunuz. Siz pazarlamada, sanayide siz kullanıyorsunuz parayı. Güdümlü anlamı şu demek; yani, neticede kazanç yine size geliyor. Evet, bundan istifade eden binlerce insan çıkıyor. Ancak onlar işçi karşılığında bu işe ortak oluyorlar. Halbuki paranın sahibi olarak, faraza onların 1.000 kişisinin kazandığını tek başına siz kazanmış oluyorsunuz. İşte benim anlatmak istediğim modelde, tarzda ve de düşüncede bu adaletsizlik kısmen değil azami bir şekilde ortadan kalkıyor.  
Nasıl? Bendeniz diyorum ki biz emisyon hacmini genişletelim. Emisyon hacmini genişlettiğiniz zaman, enflasyon bunun karşılığında hemen başlar o, canavar diyoruz ona şimdi, yükselmeye; doğrudur. Peki bunun önüne nasıl geçeceğiz? Onun önüne geçmenin nedeni de emisyon mukabili, yani parayı piyasaya ne nispette arz etmişsek o nispette paranın karşılığında üretim yapma, araç ve gereçlerini, yollarını ne yapmamız lazım? Çoğaltmamız lazım. 
Bir misal vereceğim, bu misallerim çok basit ve herkes bundan anlar. Zaten bende ekonomik modeller, iptidai dönemin insanını düşünerek başlar. Yani ilk dönemdeki insanlar neyi düşünmüşler, ne yapmışlar; ben de o tarzlar üzerine düşüncelerimi bina ediyorum ve bugüne taşıyorum. Aksi takdirde olaya bugünden başlasak zaten terimlerden, deyimlerden anlamayız ki. Anladığımız da yok. Bugün ilim adına konuşan adamlar da deyim ve terimlerden haberi olmadığı için hep böyle bulaştırıp gidiyorlar, söz aramızda. Şimdi şunu demek istiyorum, biz emisyon hacmini genişlettik ama hemen parayı piyasaya sürmüyoruz. Avans olarak bunu vereceğiz, bu parayı. Emisyon olarak genişlettiğimiz… Diyelim Türkiye'nin bütçesi 800 trilyon. Bir 800 trilyon da biz bastık. Etti mi sana 1 katrilyon 600 trilyon. Ben 800 trilyonu bankalarda bloke ederim, benim tarzım. E ne olacak? Sen bankada bunu bloke edersin de ne olur? Ha şu olur; derim ki vatandaşa “Ben size avans vereceğim”. Tabii bu sözü de söyleyebilmek için bölgelerine göre insanlarımızı eğitmemiz de şarttır; eğiteceksin onları, belli bir noktaya getireceksin. O bölgede ormancılık mı hakim, denizcilik mi hakim, ziraat mı hakim, artık el sanatları mı hakim neyse. Herkesi kendi bölge, kendi yapısına göre nasıl üretici olabilecekse bu şartlara göre gitmemiz lazım. 

Benim Ekonomi Modelimde Vatandaşın Tamamı Üretime Katılır ve Para Herkesin Eline Geçer

En basit bir model, her zaman verdiğim modeldir bu; tavuk modeli. Diyelim ki ben, tavuk üreticiliği yapmak isteyen insanlara kredi vereceğim. Bu krediyi, emisyon hacmini genişlettiğim paradan veririm. Hocam ondan versen ne olacak, vermesen ne olacak? Zaten sen paranın değerini ondan da versen, ondan da versen düşüreceksin; ayrı konu. Bakın şimdi ne noktaya geleceğiz. Şimdi mesela bir insan gelmiş benden tavuk üretimi yapmak için kredi istiyor, devlet olarak. Ne kadar tavuk üreteceksin kardeşim? Ben 10.000 adet tavuk üreteceğim. Bunun mukabili ne kadar kredi istiyorsun? 3 milyar para istiyorum. Tamam, ben sana 3 milyar parayı vereceğim. Ama ben 1 yıl sonra sizden para olarak bunu istemiyorum. Ne istiyorum? 3 milyar adet senden tavuk istiyorum, affedersiniz 3 bin adet veya 10 bin adet tavuk istiyorum sizden. Rakam mühim değil. Bu 10 bin adet tavuğu bana getirirseniz… Sözleşmeye göre tabii bunun da birtakım müeyyideleri olacak getirmezse. Getirirseniz ben de size bu 3 milyar krediyi tahsis edeceğim. Şimdi soruyorum, 3 milyar parayı eline alan bir vatandaş 10 bin tavuğu yetiştirmek ister mi, istemez mi?  Siz bunu 5 milyara çıkartırsanız, bu 10 bini yetiştirmek ister mi, istemez mi?  Çok rahat ister ve de yerine getirir. Ciddi müeyyideler getirirseniz, bu üretimi o insana yaptırmış olursunuz. Sizin emisyon hacmini genişlettiğiniz para neydi? Hakikatte bir kağıttı. Bakınız 3 milyarı veriyorsunuz, karşılığında 3.000 tane tavuk alıyorsunuz, affedersiniz 10.000 tane tavuk alıyorsunuz. 3 milyarın mukabili, 10 bin tavuk. Ona verdiğiniz kağıt o tavuğun şahsında et oluyor, ihraç ettiğiniz zaman altın oluyor, döviz oluyor. Bir, bu. 
İkincisi, yine ben bir başka modelden bahsedeyim. Hac mevsiminde hüccac gidiyor tespih alıyor, takke alıyor, şunu alıyor, bunu alıyor, hediyelikler alıyor Suhut’tan. Biz ev hanımlarına şöyle bir proje geliştirsek, desek ki ‘kim 100 tane takke yaparsa’ yani başa konulan, namazda başımıza koyduğumuz dantel örgülerden takke yaparsa, işte ‘buna tanesi şu kadar liradan, biz şu kadar para vereceğiz’ ve avans olarak o imal edecek olduğu mamulün %50’sini imalata başlamadan versek. Her hanımefendiden biz 100 tane imalat istesek. Soruyorum, acaba bizim bu teklifimize hangi aile cevap vermez? Mesela sizin hanımınız böyle bir örgü yapmak ister mi, istemez mi? Oturduğu yerde para kazanmak durumunda olsa ister mi? Çok rahat ister. Ha bunun pazarı neredir? Suhut’tur.  Tacirler ile tüccarlarla anlaşma yaparsınız, harıl harıl imal ettiğiniz mamulleri o tarafa aktarırsınız. Şimdi bütün bunları yaptığınız zaman elbette enflasyon söz konusu olacak. Ama sizin bu yaptığınız imalatın karşılığında vatandaşa verdiğiniz hakikatte baştaki para kâğıt olduğu için… Ne kadar mamul ürettiniz? Diyelim siz 800 trilyon para bastınız. Anlatabiliyor muyum? 800 trilyon fazlalık bir para bastınız, hakikatte 400 milyarlık mal pazarladınız. 400 milyarlık malı pazarladığınız zaman, 400 milyar döviz girdisi yapıyorsunuz.  Dikkat buyurun; bu döviz, 400 milyar. Başta hiç başlamamış olsaydınız, bir tek kuruş girdi olmayacaktı. Ama başladığınız için, yaptığınız için o parayı, emisyonu genişlettiğiniz için 400 milyarlık neticede girdi temin etmiş oluyorsunuz. Değil mi? Bilmem anlatabildim mi bunu? Yani tam anlaşıldı mı bu?  Şimdi, girdi temin ediyorsunuz. Bunu daha fazla geliştirebiliriz. Orman mamullerinden, deniz mamullerinden; çok daha genişletebiliriz. Yani, insan elinin emeğine dayalı olarak bunu genişletebilirsiniz. O takdirde siz; evet, 400 trilyonun karşılığı para karşılıksız, doğrudur. Onu da yakarsınız bir tarafta. Oldu, bitti; %100 enflasyonu önlemiş olursunuz. Neden? Çünkü karşılığını döviz olarak ülkenize soktunuz.
Kısaca, işte benim anlatmak istediğim model bu. Bunda ne fayda var? Bunda şu fayda var. Bu sefer vatandaşın tamamı, %100’ü üretime katılır. Para herkesin eline geçer. Efendim o %5'in elinde olan kapital de yine onun elinde devam eder üretime veya pazarlamaya. O gene kazanacağını kazanır. Sadece, millet ve devlet onun eline bakmaz. Anlatabiliyor muyum? İşte benim modelim bu. Artı, şu anda düşünüp geliştirdiğim bir başka model var. O model de emisyon hacmi ile altın transferidir. Altın transferini Allah nasip ederse hakikaten Türkiye bunalımdan kurtarmak isteyen siyasi idareciler olur, irade olur gelir, sohbet etmek isterse açığız, onlara da anlatırız. Bizim milletimizi, ülkemizi sıkıntıdan kurtarır inşallah. Yani yapılacak çok işler vardır. Benim düşüncelerimin farklı olduğu taraf, öz olarak bu boyuttadır. Bunu yaptığımızda, faizin önüne de geçmiş oluyoruz. Artı, vergi kaçakçılığının da önüne geçmiş oluyoruz. Neden? Zaten vergi kaçıran insanın eğer sen emisyon hacmi ile parasının değerini düşürürsen, o zaman ondan o parayı aldın demektir. Yani emisyonla bastığın para onun cebinden çıkıyor. Çünkü parasının değeri düşüyor. Neyse daha fazla sır vermeyelim. 

Yörelerin Özelliğine Göre Kurulacak Küçük Sanayi Modelleri ile Ciddi Kazanımlar Elde Edilebilir

Şimdi tabii şu anda artık dev sanayi projeleri tarihe karıştı. Küçük sanayi modelleri ile beraber biz atölye vari kurum ve kuruluşlarla çok ciddi yatırımlar ve çok ciddi paralar kazanabiliriz. E bu da yine az evvel o para modelinde olduğu gibi yörelere bağlı, efendime söyleyeyim yapılacak imalat çeşitleri ile ilgili bir düşüncemizdir. Ben bunu daha evvel anlatmış ve de yazmıştım. Hatta Hikmet Bey, iktisatçı yazar, zannıma göre, şu anda hangi üniversitede öğretim görevlisidir, çok da güzel bir makale şeklinde bunu Akşam Gazetesi'nde yayınladılar; oraya arkadaşlar başvurabilirler. Yani bu model çok faydalı bir model. Herkesin yapabileceği bir model. Büyük sermayeler istemeden, küçük birikimlerle yapılabilecek bir modeldir. Öğrenmek isteyen arkadaşlarla bu konuda özel bir seminer sohbeti yapabiliriz inşallah. 

‘Kerkük ve Musul Bizimdir’

Şimdi, Kuzey Irak meselesi yeni değil. Bizim 1977 veya 8'de bir makalemiz vardı bu konuda ‘Kerkük ve Musul Bizimdir’ diye. Ben oradan başlıyorum olaya. Bunlar Osmanlı hanedanlarının tapulu arazileridir. Sonra allem ettiler, kallem ettiler; her şeyi elimizden aldılar. O bölgeler esasen bizimdir. Bugün dünyada çıkan petrolün yanılmıyorsam %18’i de Kerkük'ten ve Musul'dan çıkıyor.  Şu anda kimin eli, kimin cebinde belli değil. Tabiri caizse bizim olduğu için, o insanlara da Allah haram kıldı orasını. Birincisi, Kuzey Irak'a bu mantıkla bakmak lazım. Yani bizim gasp edilmiş, yok edilmiş yerlerimiz var. Alalım da demiyorum ama hiç olmazsa kontrol ve murakebesini elde tutalım. 
İkincisi, o bölgeden çok ciddi sızmalar oluyor. Bu çıkarma inşallah o sızmaları da önleyecek.
Üçüncüsü, zaten rahmetli Özal döneminde bu çıkarmaya karar verilmiş idi. Ancak gerek hükümet başkanı Sayın Yıldırım Bey, gerekse Genelkurmay Başkanı o zaman bu çıkarmanın hikmet ve nedenini pek kavrayamadıkları için buna karşı çıkmışlardı. Ama ben hatırlarsanız derdim ki “Özal'ı bu millet ancak 50 sene sonra anlayacak”. Geldik, geldik, geldik; şu kadar sene sonra Özal'ın o gün yapmak istediğini bugün yaptık ve bütün gazeteler de “Aaa ne güzel yaptık” diyor. Ya kardeşim siz her yaptığınız işi 5 sene sonra mı anlayacaksınız; yani bir doğruyu 6 sene sonra veya 10 sene sonra mı anlayacağız?  Biraz düşünelim. Kısaca, bu çıkarma hayırlı olmuştur. Ancak çıkarmanın bir rizikolu tarafı var, bunu da gözden kaçırmamak lazım. Esasen o günün şartlarında Sayın Özal’a Kuzey Irak bölgesinde kurulacak olan bir Kürt Devleti ile federasyon teklifi yapılmıştı. Allah rahmet eylesin, o da şu teklifle buna mukabil cevap verdi ‘Tamam, Kuzey Irak'ta kurulacak olan Kürt Devleti’ni biz kontrol ve murakebe ederiz. Ama bu kontrolü, murakebeyi tek şartla yaparız’. Ne? ‘Kerkük ve Musul’u almakla’. Şu anda eğer biz o bölgede sadece bekçilik yapacaksak, Kerkük ve Musul’u almakla bence çok nakıs bir iş yapmış oluruz. Ama bu bekçiliğe devam edeceksek, şartımız Kerkük'ü ve Musul’u almak olsun. Değil mi? Bal tutan, parmağını yalaması gerekir ve bastırsak da şu anda orasını alırız. O zaman bize ne teklif getirecektir? O halde Türkiye ile birlikte orada kurulacak olan devletin federe olması. Ya biz kabul etsek de bunlar bunu burada kurdular, etmesek de kurdular. O zaman bizim kontrolümüzde, murakebemizde bir devlet gündeme gelecek ki şimdi soruyorum, bunların ne kültürü var ne medeniyeti var ne üniversitesi var; ne yapacak da bizi imrendirecekler?  Çok samimi konuşuyorum. Hepsi İstanbul, Ankara'ya hicret edip orasını boşaltacaktı. Yani, korkmayalım. Biraz bazı şeylere hodri meydan diyerek girmemiz lazım. 
Osmanlı bunu yaptı da kazandı. İstanbul'u fethettiği zaman, Allah rahmet eylesin Fatih Sultan Cennet Mekân Hazretleri; Hristiyanlar gitti, Ayasofya'nın duvarına sarıldılar “Eyvah, ne olacak?”. İsa Mesih’ten yardım bekliyorlar, bizi kurtar diye filan. Hz. Fatih mübarek geliyor; bütün itikadınızda, ibadetinizde, örfünüzde, ananenizde, ticaretinizde, aile hayatınızda, her şeyinizde, dilinizde, dininizde serbestsiniz. Vay, aman yarabbi.  Bu sefer hepsi başladı Müslüman olmaya. Niye oluyorsunuz? ‘Yav sizin kardinalin bilmem nesini görmektense, Osmanlı külahını görmeyi tercih ederiz demeye’ başladılar. 
Kısaca şunu arz etmek istiyorum, yani biz eğer büyük millet olma iddiasında isek bazı şeyleri açıklıkla hediye etmemiz lazım. Değil mi? Artı, bunlar riziko da değil. Yani insan eğer dilini konuşmak istiyor, örfünü geliştirmek istiyor, adetlerine sahip çıkmak istiyorsa; bu, bunun tabii hakkıdır. Bu insandır neticede. 
Kültür emperyalizmi diye bir olay var. Osmanlı bunu yaptı. Osmanlı müthiş bir kültür zenginliği ile düşmanların üzerine baskı yapmadan onlara fevkalade bir propaganda ile üzerlerine yürüdü. Adamların çocuklarını aldı, Osmanlı askeri yaptı; yeniçeri budur. Erkeksen sen de bunu yap. Niye yapamıyorsun? Boyuna aleyhinde konuşuyorsun. Erkek diyorum sana; bir tane Rum’u ikna et de asker yap, Ermeni’yi ikna et de asker yap. Ama Osmanlı bunu yaptı. Yani adamı kendi davasına ram ediyor, bu haksız oluyor; sen kendi elinden insanları kaçırıyorsun, haklı oluyorsun.  Allah'tan kork ya. “Korkulacak bir şey yok” diyor. Herkesle oturup sohbete hazırım, müzakereye, mütalaaya hazırım. Neden? Kendime güveniyorum, fikrime güveniyorum, davama güveniyorum, inancıma güveniyorum. Benim karşımdaki insan erimeye mahkumdur; ben değilim.  Bu iradeyi ben görmek istiyorum insanımızda.  Değil mi? Yani, bu şahsiyeti göreceğiz, hükümetin, sağ-sol ayrımı yapmadan konuşuyorum, hükümetin de önemli icraatlarından bir tanesi budur; tebrik ediyorum. Biz, malum; olaylara objektif bakarsak, doğruları çok rahat görürüz. Bilhassa Tansu Hanım’ın, Başbakanımızın bu noktada gayretleri hakikaten inkâr edilmeyecek nispette açıktır, Allah razı olsun, Allah muvaffak etsin. Yani doğruya doğru, eğriye eğri demek lazım. Bunlar da insan. Niye teşvik etmiyoruz iyi yaptığı zaman? Partizanlık yapıp adeta parti başkanlarının şahsında siyasi saltanatlar kurmanın anlamı yok ki. Parti başkanları siyasi sultan. Erkeksen dediğinin dışına çık. Bu yanlış. Onlar ‘yanlış’ diyorsa yanlış, ‘doğru’ diyorsa doğru. Hiçbirinin de birbirine doğru dediği yok. Bilmem anlatabiliyor muyum? Evet efendim. 

Tablonun Altında Neden Haydar Hoca’nın İmzası Var?  

Yani, bunun altında Haydar Hoca'nın niye imzası var? Bu aslında tablo değildir; benim kitabın kapağıdır. Kitabı ben yazdım. Bu, ha Latince harflerle yazılmış ha Türkçe harflerle; fark etmez. Şimdiki kitabım da bu; iki cilttir, efendime söyleyeyim. Bakınız, yakından gösterin bir zahmet. Onunla ötekinin arasında fark var mı? Bak. Bunda da… Değil mi? 
Şimdi arkadaşlarımız… Bu kitabımızın kapağını zatıalilerinize ben bizzat yazdırdım. Dedim ki “Latince harften ziyade Rasulullah'ın hayatını yazdık, onların Arap alfabesiyle olsun, güzel bir kompozisyon oluştursun” ve hatırlarsanız, kompozisyonu bendeniz tarif etmiştim size. Yani kitap da benim, kompozisyon da. Yani şimdi bundan anlamadıkları nedir yani? 
İnşallah. Zaten eserimiz hazırdır. O da çıkacaktır yakında kısmet olursa.  Olayın iç yüzü budur yani. Yani bu, benim kitabın ismidir. Biz onu… Hatta hatırlıyorum, önce siz dediniz “Biz bunu tablolaştırırsak, vakıf 3-5 kuruş kazanır”. Biz de “Hay hay, olsun” dedik. Görüşümüzün müspet olduğunu beyan etmiştik. Yoksa yazı, zatıalilerinize aittir; herkes bunu bilsin.

Bu sohbeti video olarak izlemek için play butonuna basınız



Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir