
Neler Okuyacaksınız
Efendim, evvela bizi takip eden kardeşlerimize hayırlar dileyerek başlamak istiyorum. Saniyen, hakikaten bu derece alaka ve ilgiyle Çağlayan’a toplanan kardeşlerimize ben çok ama çok teşekkür etmek istiyorum. Allah hepsinden razı olsun. Allah milletimizi var eylesin. O manzara bu milletin dipdiri ayakta durduğunu gösteren, bence en mükemmel bir göstergedir. Hiç kimse bunu inkâr etmesi de mümkün değildir.
Ayrıca, uzaktan ve yakından teşrif eden birçok kurum ve kuruluşların temsilcileri vardı. Onlara da buradan, Meltem vasıtasıyla hürmet ve saygılarımı arz ediyorum. Emniyetin gösterdiği fevkalade titizlik ve aldığı tedbirler şayan-ı takdirdir. Onları da tebrik ediyorum, teşekkür ediyorum. Allah bu evlatlarımızdan da razı olsun diyorum.
Globalleşme, Emperyalist Dünyanın Zayıf Dünyaları Sömürmek İçin Uydurduğu Bir Kavramdır
Şimdi efendim, farkında iseniz epey zamandan beri Türkiye Cumhuriyeti devletimizin üzerinde çok ciddi, yoğun bir şekilde hesaplar var, faaliyetler var. Artık bunu takdir etmek veya tespit etmek, bakış açılarına göre belki değişebilir. Ama benim şahsen müşahede ettiğim, globalizmin son zamanlarda moda haline gelen efendim, menfaatçi zihniyetinin, bilhassa ülkemizde hâkim olabilmesi için uyguladığı birtakım planlar, programlar, projeler var.
Öyle ki, siz konuşmaya başlıyorsunuz, “İşte global dünyayı sen inkâr mı ediyorsun? Bunlar globalizmin, global dünyamızın bir gerçeği değil mi?” şeklinde. Hem de öyle insanlar konuşuyor ki, bu siyasetçi, bu akademisyen, bu tüccar, bu bürokrat... Allah Allah, ya bu globalizm nedir, globallik nedir diye bu sefer düşünmeye başlıyorsun. Herhalde çok fevkalade bir şeydir ki, buna dokunulmaz. Bu hayırdır, bunda hiç şer yoktur, bu medeniyettir, bu tekniktir, bu şudur, bu budur demeye başlıyorsun.
Ve belki de biz de uzun zaman onların düşündüğü gibi düşünmeye çalıştık ama biraz empoze edilen duyguları, düşünceleri kaşıdığımız zaman, üzerindeki külü üflediğimiz zaman bakıyoruz, Allah Allah, ülke tehlikeye gidiyor. Vatan bölünmek isteniyor. Dedik ki, peki, biz bunun derinlemesine inelim. Şu küreselleşme nedir, bu bir görelim bunu.
Şimdi sol diye vasfedilen... Efendim, ben burada şahsen bu arkadaşları da takdirle anmak istiyorum. Mesela Doğu Perinçek Bey’in bu konulardaki hassasiyetini, titizliğini. Bir de bu arkadaşları takip ettim basından. Allah Allah! Ya bu insanlar bu yaptıkları tespitlerin de temelleri var. Bu kadar da afaki olamazlar. Hülasa, diğer basın müntesiplerini de burada dikkate alarak takip ettiğimizde bizzat dedik, biz araştıralım bakalım nedir ne değildir.
Bir de baktık ki, bu globalleşme, küreselleşme hakikaten emperyalist dünyanın zayıf dünyaları sömürmek için uydurduğu bir kavram. Adamların genelde iddiası şu: Hepimizin anladığı dilde, insanlık bir ailedir. İkinci Dünya Savaşı'ndan evvel böyle bir şey demiyorlardı. Neresi işgal edilecek? Bir manga asker gönderiyor, 3-4 tane top tüfek veriyor eline, istediğini esip savuruyor ve oranın bütün haracını, şusunu, busunu almaya başlıyor. Böyle bir akım vardı. Ama Dünya Savaşı'ndan sonra bakıldı ki, bu çok pahalıya mal oluyor. Gidiyoruz, biz buradan 20 kuruş alıyoruz, 10’unu masraf ediyoruz. 20 aldığımızı muhafaza etmek varken, üstelik onları da kendimize amade kılmak, hamal etmek, uşak yapmak, şu veya bu isim altında varken niye biz bu kadar zahmet çekiyoruz? Sonra bu rizikolu, aynı zamanda tehlikesi de var; dediler.
İşte bu terimi ürettiler.
Globalleşmeyi ürettiler. Ben küreselleşme de buna diyeceğim.
Şimdi bu tabii dünyayı önüne koydu, haritayı önüne koydu. Bilhassa geri kalmış ve yeni yeni kendini bir noktaya taşımak isteyen ülkeleri parsellemiş. Nasıl, ne şekilde, kiminle beraber ben burasını elimde tutabilirim?
Avrupa’dan Gelen Misyonerler, Etnik Grupları Organize Ederek Güneydoğu’yu Tartışma Konusu Yaptılar
Tabii mevzumuz bu olmadığı için buna detay ile girmemiz gerekmiyor. Ancak sorunuzla birleştiği için bu kadarını da ifade etmemiz gerekiyor. Ne yapıldı? İşte bu anlayış maalesef bizim coğrafyamızı da müttefikimiz diye kabul ettiğimiz global dünyanın başındaki patronun önüne getiriyor. Asıl patron. Ve bu bir dost, dostumuz. Aleyhinde de konuşamaz. Enteresan bir olay. Yahu yiyip parçalayacak seni. Kurt öyle bir boyamış kendisini ki, kurda diyemiyorsun ona. "Bana diyemezsin bunu." diyor. Güzel bir sarık takmışlar, cübbe de giydirmişler, koymuşlar kümesin içine. “Git, erkeksen tavuk bul orada.” Bu ne ise bu da bu. Aleyhinde de konuşa… "Deme ya, orası dünyanın bir numaralı ülkesi." "Oradan insan hakları." Aa, böyle şey mi olur? Allah Allah, amentünün şartı gibi.
Ve bir baktık ki Güneydoğu tartışma konusu oldu. Hatırlar iseniz biz; ta temelden, baştan beri, oradaki Güneydoğu’da yaşayan kardeşlerimiz masumdur. Bunların bu derece hain olması hiç mümkün değildir. Neden? Ya biz bin yıldan beri bir arada yaşıyoruz. Bunlar bizim gözümüzün üstünde kaşınız var demediler. E nasıl olur da şimdi gelmiş, şu sizin çizdiğiniz manzaraları bunların şahsında yanlış olarak arayabilirsiniz? Böyle bir şey yok.
Ha bir de baktık, araştırdık, bir de baktık ki; meğer Avrupa'dan akın akın bu bölgeye din adına, oradaki etnik insanları, güçleri, daha doğrusu grubu oluşturmak için öyle kelli felli, sarıklı cübbeli, bizim sarıktan cübbeden değil, insanlar gelmişler. Kim bunlar? Misyonerler. Öyle bir çalışma, öyle bir çalışma ki, ben 80'li yıllarda bunu ifade etmeye çalıştım. Diyebilirim ki 84-85 yıllarında dikkat edin. Güneydoğu üzerindeki hesaplar o kadar büyük ki, bu hesapların altında kaldığımız zaman Türkiye bunun altından kalkamaz ve siz yanlış hedef gösterenlerin gösterdiği hedefe odaklanacaksınız, milleti suçlu çıkartacaksınız, failleri milletin gözünden kaçıracaksınız. Nitekim de öyle oldu.
PKK Harekâtı Çok Ciddi Yaralar Açtı
Şimdi, bu bir olayın bir versiyonu. Oradan bir yara aldık, bir cephe açıldı. Hayda.
83 tarihinde zannıma göre, yanlış hatırlamıyorsam, başlayan PKK harekâtı öyle ciddi yaraları açtı ki yüz milyarlarca dolar, efendime söyleyeyim, milletin sırtından alıp götürüldü. Bu elindeki ekmeğidir, giyeceğidir, yiyeceğidir, içeceği, içeceğidir. Bu hem o bölgenin, zavallı diyeceğim, yardıma muhtaç diyeceğim, kardeşlerimize çok ciddi darbe oldu; hem millete büyük bir darbe oldu, tamamına.
Tabii, bunu halkımız seyrediyor ama oyun nereden kaynaklanıyor, bunu görmüyor. Bir bakıyorsunuz, uçak gelmiş. Ne uçağı bu? Bilmem kimin uçağı. İsmini de diyemiyorsun. Filan kampa yardım attı, silah attı. Hatırlarsanız o günlerde iç, ben ismini demeyeyim, ara sıra gerekirse siz söyleyin. Efendim, ne atmış? Silah atmış. Kime atmış? PKK’ya atmış. Hayda. Konuşamıyorsun da. Ya adam seni öldürecek, ismini veremiyorsun. Hala da korkuyoruz.
Ben şahsen, diyorsun ki ya bu kadar gücü, bazıları da diyor; "Bu Haydar Hoca herhalde enayidir, bu kadar şeyi karşısına alıyor." Ama Allah bizi hak yolda hizmete nasip eylesin, yanlışı bize yapmayı ve de arkasında olmayı göstermesin asla. Şimdi efendim, işte böyle bir irade.
Baktık ki Güneydoğu hakikaten parsellen… O esnada, 85 olması lazım veya 6, ben Almanya'dayım. Almanya’da arkadaşlar bana bir olayı anlatıyor. ADAC yazılması, herhalde adak okunuyor. Bir otomobil kulübü var, Avrupa’da çok meşhur bir kulüp. Bu kulübün üyelerinden dünyanın her milleti buna üye olabiliyor. Bizim Türk kardeşlerimiz de Avrupa’da yaşayanlar da üye olmuşlar. Efendim, bir harita dağıtmışlar. Almanya, yani merkezde bunun Almanya. Dağıtmışlar, bu haritada Güneydoğu yok!
Yok, öyle bir Güneydoğu bizim Türkiye haritasında yok.
Ben Milletime Çok Güveniyorum, Bu Milletin Akaidi Çok Sağlam
Bizim insanımız duyarlı. Bizim affedersiniz, kör ve sağırımız bile bu vatana, bu millete sahiptir. Bunu kafamıza koyalım. Bu millet farklı bir millet. Buraya gelmişken bir hatıramı nakledeceğim: Ben yine aynı tarihlerde, Trabzon’un Akçaabat kazasında, şubat ayı ki bizim en soğuk mevsimdir; gece, rutubetli iklim olduğu için sıfıra yakın veya sıfırın altında bir soğukluk olsa insan hakikaten buz kesilir.
Biz de orada, halk evinde bir program yapıyoruz. Ben konuşma yapıyorum. Allah rahmet eylesin; balıkçı Haydar abi vardı ama şâribu’l leyl bu adam, gece gündüz kafayı bulur. Gece saat 12’de, işte ben zamanı unuttum ama gecenin geçmiş vakti, bir direğe yaslanmış, bizim konuşmayı da dışarıya vermişler, o soğukta sallanıyor. Demişler, “Ya Haydar abi ne yapıyorsun?” “Hocamı dinliyorum, hocamı.” Şimdi bizim sarhoşumuz bu. En sarhoşun bile hocayı dinleyip onun dediğine dikkat eden bir millet bu.
Bu milletin akaidi çok sağlam, işte bu akaitten dolayı elhamdülillah sarsılmadık.
Şimdi geleceğim. Kusura bakmayın, olayı biraz temelinden aldım ki..
Bizi takip edenler meseleyi kavrasınlar, tam anlayalım diye.
Ben milletime çok güveniyorum. A’dan Z’sine kadar, özür dileyerek burada ifade etmek istiyorum. Şu aşağılanan, affedersiniz, onlar da bizim öz be öz kardeşimiz, benim evladımdır. Allah onları kurtarsın. Bilmem nerede namusunu satma noktasına getirdiğimiz o kardeşlerimiz bile çok sağlamdır, bunu kafanıza koyun. Milletine bağlıdır, dinine bağlıdır, ama hayatın şartları, içtimai o şeyler onları belki o noktaya attı. Çeşitli yerlerde programlar oluyor, öyle insanlar görüyorum ki, Allah Allah, tahmin etmezsiniz, yok dersin ya. Pırıl pırıl kalpleri var. Ha bizim bu gidişatımızı değiştirmemiz lazım; bu millet farklı bir millet.
Ülkeyi, Birliğini, Beraberliğini ve Vatan Sathını Tartışmaya Açtılar
Şimdi, işte bu farklı manzaralar ülkeyi, birliğini, beraberliğini ve vatan sathını tartışmaya açtı. Sade Güneydoğu değil, geçelim mesela benim bölgeme. Karadeniz bölgesinde adam gelmiş, Pontusçuluk faaliyeti yapıyor. E bir de baktın, biraz daha ileri gittiğimiz zaman demek ki burası da tartışma konusu. Demek ki değil, şu anda tartışılıyor. Geçiyorsun, biz beş bin şehit vererek Kıbrıs’ı bu hale getirdik, hala o tamamını da almış değiliz yani. Hakkımız olan bölgeyi de tam almış olduğumuzu iddia edemem. Buna rağmen adamlar, o kadar şehit vererek elde ettiğimiz bu başarıyı kalkmış, oraya çıkan benim Mehmetçiğimi, canını feda eden milletine, dinine, vatanına; hain olarak, işgalci olarak ilan ediyor. Ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de resmen bunu tescil ettiriyor. Ondan sonra diyor sana ki, -arif bir millet, şimdi sen bir tarafta dersin de diğer tarafta gizlersin bunu, belki yutturursun. Öyle değil, herkesin gözünün önünde konuşuyorlar.- Diyor sana ki, “sen” diyor, “Ege meselen” ee? “Haklı olduğunu iddia ediyorsan, Lahey İnsan Hakları Mahkemesi’ne getirirsin, Yunan’la arandaki hukuku halledersin.” Ba, ba, ba, ba, ba, ba, ba.
Az evvel, dün de biliyorsunuz, Ermeni meselesi oraya gitmiş, Ermeniler orada hak sahibi olmuş. Daha evvel Fransa’da. Şimdi böyle bir Haçlı zihniyeti, Haçlı ruhunun öyle bir taarruzu ile karşı karşıya memleket ki; ben özür dileyerek, yani aydın dediğimiz, bürokrat dediğimiz siyasetçi dediğimiz insanlar bütün bu olaylarda “Lan ne oluyoruz?” deyip tedbir almaları ve hatta karşı taarruza geçmelerini beklerken vatandaş, insanımız; ho bakıyor, sanki bu adamların dedikleri doğru, yaptıkları haklı şeklinde tavırlar takınıyor.
E millet bir el bekliyordu. Çok samimi konuşuyorum. Ne diyor? “Bu vatan bizimdir, bizim olacak.” Biz de ne kadar cılız söylediysek; geldi, “Hayır.” dedi, dediğin çok doğrudur. Ve dua da etti, dua da ediyor. Allah razı olsun. Evet, bu vatan hepimizindir ve bizim kalacaktır. Bunun için orada, beraber, bir noktada odaklaştık ve de buluştuk; tekrar ediyorum. Büyük bir teveccüh ile bu programa iştirak edip adeta sevgi seli, seline dönüştürdükleri o mitingi… O bayrak neydi ya? Gelincik tarlası, Allah Allah! Yani görüp de duygulanmayan, gözleri dolmayan, ağlamayan ben insan tahmin etmiyorum. Yüzlercesine şahit oldum, bu hali hep beraber dün yaşadık. Bir bayram havasıydı, bir düğün havasıydı. Milletin düğünüydü, milletin bayramıydı. Tekrar kutlu olsun diyorum efendim.
Zaten bizim insanımızın, evet duyu organlarının hissetmesi, görmesi çok güzel şey. Bizim insanımız asıl bütün bu olayları kalbiyle görüyor, yaşıyor.
Eğer o kalp gözü olmamış olsaydı, sen o yüz binleri, yarım milyon insanı oraya getirmen mümkün olabilir miydi ya?
Herkes kalbiyle geldi, bir coşkuyla geldi. Evet, tekrar kutluyoruz efendim.
Globalleşme ile Milli Kimliğini Kaybeden Millet, Bağımsızlığını da Kaybeder
Globalleşen dünyada tam bağımsızlık meselesi daha önemli değil, çok önemli bir hale geldi. Şimdi çok çeşitli entrikalar, oyunlar çevriliyor. Malumunuz, bir milletin bağımsız olabilmesi için kimliğini devam ettirmesi lazım. Her milletin kendine mahsus bir kimliği vardır. Buna milli kimlik denir.
Ben soruyorum, şu anda bize ait bir milli kimliği tarif edebilir misiniz? Anlatabilir misiniz? Çok iddialı konuşuyorum, Sayın Cumhurbaşkanı'ndan Başbakan'a, ki bunlar Türkiye’de kültür düzeyleri yüksek olan insanlar, sosyal hayatı evirip çeviren insanlar, lütfen bana tarif etsinler. Milli kimlik nedir? Bir milli kimlik örneği göstersinler bana. Bir tek Atatürk derler, ikinci bir adam gösteremezler. Peki, ne oldu bunlar? Onu söylesinler bana bakayım. Milli kimliği o, neden biz bu kimliği kaybettik? Küreselleşecekmiş beyefendi, globalleşecekmiş beyefendi. E sen, sana Batı’nın tayin ettiği insan tipi modeli olursan, Allah da belanı verir, kendini unutursun. Dilini unutursun, tarihini unutursun, askerini unutursun, paranı unutursun, milletini unutursun, örfünü unutursun, adetini unutursun, Allah’ını unutursun, peygamberini unutursun.
O zaman unuttuklarının yerini doldurman lazım. Boş kalmıyor bu. Onun için dikkat ederseniz bu boşalan efendim yerleri, o kulvarları hep tek tek doldurmaya çalışıyorlar. “Din mi? İslam olmasın, ne gereği var? Filanca olsun.” demiyorlar mı?
Milliyet mi? Ha canım, ne lüzumu var, Avrupa şeysi var ya.
Kimliği var ya. Bu kadar mükemmel kimliğe sen kavuştun da bendeniz bunları Kıbrıslı arkadaşlara dediğim zaman Türkiye’de beni çok gülenler oldu. Şimdi şikâyet ediyorlar, Rum’un pasaportunu istiyor diye. La ahmak oğlum, her, her zaman sana ben 10 sene evvel mi konuşacağım bunu? E bugün, yarın da burada böyle olacak. Niye? Kimliğini kaybettin sen. Ben demeyi unuttun.
Bu benlik nedir? Ha, işte bu bağımsız, asıl kültür emperyalizmi, kültürün tahribi olmuş. Can emniyeti, mal emniyeti, namus emniyeti, din ve vicdan emniyeti… Bunlar yok olmuş, gitmiş. Nasıl yok oldu? Namus kavramın değişirse, o senin maziden gelen örfi inancını efendim, ayak altına alırlar, yok ederler. “Böyle şey mi olur?” derler. “Aptala bak.” derler. Çatışma başlar. Şu anda kabul etsek de etmesek de korkunç bir gerginlik, toplumda bir psikolojik çatışma var. Bunu atamıyorsun. Yani, bana göre bugün Türkiye’nin asıl problemi, asıl meselesi kültürel çatışmadır. Şimdi; kim üstün çıkıyorsa, o tarafa meyil başlıyor.
Hatırlarsanız, 30 sene evvel maneviyat, din diye yola çıkan adamlar, şimdi de Avrupa, Batı diye yola revan olmuşlar. Allah Allah! Oturuyorsun aşağı, onların haline acıyorsun, ağlıyorsun. Sen dün dediğinle mi bu ülkeyi kurtaracaksın, bugün dediğinle mi? Onu söyle bana. Eğer dün dediğin yanlışsa, bugün dediğin de yarın yanlış olacak. Acaba neyle? Senin şahsiyetin kim? Onu konuş bana. “Ama biz yenilikçi olduk, yenilendik.” Güzel, yenilendin, nasıl oldun?
Affedersiniz, bir fıkra hatırıma geldi. Meşhurdur bu...
Ağanın birinin adı Eşek’miş. Karısı demiş ki, "Efendi, çok iyi bir adamsın ama bu ismin iyi değil. Ne olur, toplanın da senin bu ismini değiştirsinler." "Öyle mi karı?" Yemişler, içmişler, o da toplamış arkadaşlarını. Demiş "Ya, bizim hanım bizim ismi beğenmiyor. Bunu gelin, bir değişelim." Ve değiştirmişler. Gelmiş akşam sormuş hanımı, "Ya Efendi, ne oldu? Ne yaptın?" "Değiştirdik Hanım." demiş. "Ne oldu?" demiş. "Şimdi Sıpa koyduk ona." demiş. "E Allah canını alsın." demiş. "Büyüyüp gene eşek olacaksın."
Şimdi senin yeni dediğin yarın eskisi olacak.
Ne yutturuyorsun bana ya? Ne demek istiyorsun sen? Ondan sonra biriniz Amerika'ya gidiyorsunuz, A lobisinden "Yok, seninki doğru değil; benimki B. Seninkinden daha." Sanki artçı şoklar gibi, bu hale geldik ya. Sen şimdi diyorsun bana bağımsızlık. Kafası bir oradan bir oraya giden, hem de milleti çeşitli yönlerde temsil etmeye gayret eden, bu kadar sulanmış bir zihniyetin olduğu dünyada bağımsızlıktan bahsedilebilir mi?
Elbette bunları biz gündem edeceğiz. Burada hiçbir şeyin emniyeti, Allah korusun, en fazla eleştirdikleri kurumun eğer şahsiyeti, iradesi, gücü olmazsa, vallahi biz batarız. Açık konuşuyorum.
Ha onun noksanı, yanlışı yok mu? Ayrı konu.
Duygu Dünyamızda İşgal Edilmeyen Yer Kalmadı
Bir tane işgal yok ki. Bir tane işgal olsa çıkartırsın onu. Bir başkasını yerine korsun da dersin tamam, işi hallettik. İşgal edilmeyen duygu dünyamızın anatomisinde yer kalmadı. Bize ait bir şey yok, onu söyle bana. Bizde bizimkiler hangiler, ben de sana diyeyim, "Bunlar da bizden değil." Anlatabiliyor muyum? Bu kadar korkunç bir şey var.
Şimdi, zaten asıl işgal böyle başlar. Endülüs’e baktığınız zaman da böyle olmuştur. 800 sene devam eden bir imparatorluk vardı burada. “Ondan ne olur, bundan ne olur, canım öyle şey mi olur, bu tehlike midir?” Bir anda geldi, taş üstüne taş bırakmadılar. Bir tek Müslüman'ı yaşatmadılar, hâlâ bulamazsınız orada. Beraber gittik, gezdik, gördük, incelemeler yaptık. Hatta senin ben orada gezerken ağladığına da şahidim, değil mi? Bir tarih yaşıyor taşta, binalarda ama..
İnsan yok. Çürümüş gitmiş. Böyle mi olalım?
İşte tam bağımsızlık; bu kültür istilasına, bu iman istilasına, bu tarihi zihniyet, şuur istilasına, hepsine son vermektir bana kalırsa. Ve millet bu konuda bir ışık bekliyor. Bir mum ışığı da olsa, onun peşine takılmaya hazır. Güvencim her yönden olduğu gibi, bu yönden de bu aziz millete, bu büyük millete tamdır. Bunu da halledeceğine olan inancım fevkaladedir. Daha ne diyeyim?
Misyonerlik Faaliyetleri ile Ülkenin İnsanını Kendi Askerleri Yapıyorlar
Şimdi efendim, siz eğer globalizmin dediklerini tam olarak görmek istiyorsanız, bu misyonerlik olayının, oyununun boyutlarını çok iyi kavramanız lazım. Hem işgal edeceksiniz hem asker sokmayacaksınız ve o ülkenin insanını kendi askeriniz yapacaksınız. İşte bunu yapan en etkin kurum bana kalırsa misyonerlik kurumudur.
Hicaz bölgesinde biz bunu çok açık ve net görüyoruz. Şu anda Hicaz bölgesinde pompalanan din, İngiliz'in akait olarak o gün orada öğrettiği dindir. Hala bugün Suud'da dahi o akait konuşuluyor.
Oradaki Müslüman kardeşlerim o düşüncenin hamallığını yapıyor.
Şimdi olayı oradan buraya taşırsak, aynı hamallığı senin akademisyen dediğin insanlar yapıyor. Ben kesinlikle delilsiz ve atma konuşmam. Çünkü burada manevi sorumluluk da söz konusu.
Bakınız, Renan diye bir adam var. Bu adam Fransız, has bir gavur. Yani bizim halkımızın anlayacağı dille konuşuyoruz. Bu diyor ki: "Eğer” diyor, “evet, insanlarda” diyor, “dini tutkular olabilir, inançlar da olabilir. Ama inançlarının gereği olarak bir şeyi hayatına geçireceği zaman, aklı onu orada kabul etmiyor ise, akılla oradaki mesele çatışıyor, dini mesele çatışıyorsa, ki buna dini literatürde nakil denir veya bizim dilimizde vahiy denir; aklınla nakil, aklınla vahiy çatıştığı zaman, e sen burada aklını öne geçireceksin, onun dediğini yapacaksın. Orada din buna uyacak.” Çok daha uzun da özünü ben söylüyorum.
Şimdi bilmem, Abant’ta bir toplantı yapıldı. İlahiyatçı, filan oğlu, filan efendim, Diyanetten, filan oğlu, filan.
Gazeteci, hukukçu, akademisyen, bakkal; doldular bir salona, dolduk bir salona. Söyler misin, akıl mı üstün? Şey, yani vahiy filan bu tarz... O idare eden de çok büyük cakayla kendini orada satıyor. Bir iş yapıyormuş gibi, gavur avukatlık yapmak öyle kolay da bir iş demek değilmiş. Akıl, aklın önüne hiçbir şey geçemez.
Yani, öyle bir şey ki, bu direkt olarak bundan 150 sene evvel, 200 sene evvel Arap İslam âleminde başlayan, Türk'ün tasarrufuna son veren o manevi dinamitin ikincisini de Anadolu’da, bu elle, bu dille senin akademisyenine, senin din adamına, efendim senin bürokratına, senin bakkalına, şuna, buna söyletmeye başladılar. Bu o kadar menem bir olay ki… Daha efendim mesela, Goldziher. Bu adam araştırma yapıyor, bakıyor ki sağa sola, koskocaman bir İslam dünyası. Bu nasıl ayakta duruyor? Diyor ki, iki tane temel kurum var: Bu kurumlardan bir tanesi mezheptir, bir tanesi meşreptir. Eğer biz bu mezheple meşrebi yıkamazsak bu dünyada muvaffak olmamız mümkün değil.
Ve meşrep hayatı hakkında ne kadar dedikodu, fitne, uydurma, söz, saz varsa; akademik mantık güya öyle akademisyen alıyorlar. Bugün bir bakıyoruz ki; ilim adamı dediğimiz adamlarımız, siyasetçilerimiz, bürokratımız, hülasa bu batılın Türkiye’de taşıyıcılığını yapan insanlar olarak karşımıza çıkıyor.
Batılı hayata geçirme adına, Harry Gran diye bir tane Hollandalı bir herif var. Tam gâvur. Yani öyle hiç tutulacak bir tarafı yok. Müslüman oldum diye münafık herif Mekke’ye giriyor. Tezi şu: Hac ve kurban İslami midir, İslam'dan mıdır değil midir? Bu kadar şeytanlık olmaz ki. Hakkında ayetler, hadisler olan ibadet, İslam'ın şartını eleştiriyor adam.
Şimdi Allah aşkına söyle bana. Ben hacdayken siz dinlediniz televizyonlarda. Kurban tartışmaya açılmadı mı?
Hac bu mevsimde de yapılmaz, şey yapılmasa da olur denilmedi mi?
Ne dedi o adam? “Bu” dedi, “Cahiliye adetlerindendir, eski Araplardan kalmadır.” Aynısını efendim, bu bizim
Fazla, fazla, fazla methetmeyelim. Efendim, bedava akılcılar diyelim; bunlar sanki bir şey öğrenmiş etmiş...
Bunu da nereden alıyorlar, haberiniz var mı şu anda? Amerika'dan.
Ha, kısaca bu düşünceyi alttan alttan, alttan alttan, alttan alttan böyle devam ederken öyle de kalmıyor. Dini kurumlar adı altına birtakım faaliyetlerde bulunuyor. Karşı çıktığın zaman, "Ya sen bir adamın nasıl din hürriyetine müdahale edersin?" Öyle değil olay.
Biz, ben bunu mübalağa olsun, şu olsun, bu olsun diye söylemiyorum. Hazreti İsa'nın saçının bir kılına benim hayatım feda olsun. Bu büyük bir nasiptir. Bir peygamber, Allah'ın seçtiği bir insan, en büyük evliya, en büyük resul; bunlardan bir tanesi. Sen Hazreti İsa'yı an, an; yeter bu sana. Ruhullah, Hazreti İsa Efendimiz. Hazreti Musa keza öyle, Kelamullah. Bizim dinimizde bunlar, Allah onların ayağının tozu olmayı nasip eylesin. Hazreti İbrahim, dedemiz. Öyle; İbrahim, Halilullah.
Hatta biz camideyken, çocukken okut… okurduk: "Millet-i İbrahim." Yani Hazreti İbrahim'e, Hazreti Musa'ya, Hazreti İsa'ya saygı değil, sevgi değil; her şeyimizi feda ederiz biz. Ne demek? Onlara bir dil uzatanın Allah belasını verir. Ama mesele o değil. Mesele, onu gösterip, efendime söyleyeyim, diğer taraftan evladını çalmak, milletini çalmak; o da yetmiyor, "Sen Rum’sun, Ermeni’sin, şusun, Sırp’sın, şusun, busun." diyerek bu vatanı parçalamak ve bölmektir. Asıl gaye, asıl hesap.
Bir Afrikalı gazetecinin ki çok meşhurdur bu söz: “Batılılar” diyor “buraya geldikleri zaman onların elinde İncil vardı, bizim ayağımızın altında topraklarımız vardı. Dediler bize gözlerinizi yumun, biz de gözümüzü yumduk. Elimize İncil'i verdiler.” diyor. “Bir de baktık ki ayağımızın altından topraklar gitti.”
Şimdi söyler misin bana, Afrika'da hangi toprak yok ki, onun yeraltı ve yerüstü kaynağından bu Batı dünyası istifade etmiyor? Orada o yerli insanı köle gibi kullanmıyor? Bir tane göster.
Yani orada uygulanan proje bu da seninkinde farklı mı olacak? Bu kadar masum olmaya gerek yok, saf olmaya hiç gerek yok. Ayık olacağız.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Seni Suçlu Çıkartıyor
Şimdi; soykırım iddiası, isterseniz buradan dün mitingimize de mevzu olan..
Ermeni konusuna değinerek meseleyi hülasa etmeye çalışalım. Burada mesele, Türk milletini suçlu çıkartmak. Sanık sandalyesine oturtmak ve güya bu işlediği cinayetler varmış hayalinde, tahayyülünde ortaya koyduğu cinayetler varmış mantığıyla bunu koyup, bunu hukuk önünde tescil etmek.
Şimdi senin suçun tescil edilirse bunun sonunda iki şey doğar: Ne? Eğer buradaki insanları sen katlettiysen o zaman katilsin. İki şey nedir? Bir tanesi burada katledilenin toprağı var demektir. Öyle ya; bu buradan, yerden bitmedi, gökten de bir anda inmedi. Toprağı var demektir, bir toprak iddiası. İki; katlettiğin için hapse atmak mümkün olmadığı için tazminat, para iddiası. Bu iki iddia vardır olayın temelinde.
Yine hatırlayacak olursanız işte bundan 89 ay evvel bu Ermeni meseleleri tartışıldığı dönemlerde, "Yahu canım bu Ermenilerin öyle bir toprak iddiası yok, tazminat iddiası yok. Siz bunu kabul edin, ne olacak? Osmanlı bunu yaptı; Türk’te, Türkiye Cumhuriyeti Devleti ile ne alakası var?" denmez miydi? Denirdi. Peki, şu anda gelinen noktada nedir? Doğrudan doğruya Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi seni suçlu çıkartıyor.
Şimdi S-300 füzeleri var. Yani “Ermenistan'ın eti ne, butu ne?” demiş. Bu kadar bunu cüretkâr kılan amil ne, sebep ne? Şimdi onun arkasındaki güçler maalesef Türkiye’ye karşı bunları kışkırtıyor. Onun arkasında sadece Rusya yok, görünürde Rusya var. Batı dünyası da tam yanında. Fransa, dikkat ederseniz..
Ermeniler 1789 Fransız İhtilali’ne Kadar Bizimle Kardeş Gibi Geçinirdi
Ermenilerin bizimle hiç meselesi yoktu. 1789 Fransız İhtilali’ne kadar bizimle kardeş gibi geçinirdi. Etle ve kemik gibiydi. Sultan Alparslan’ın Anadolu’ya girişinden hemen sonra Türklerle beraber oldu. Türklerin safına geçti, Romalılarla mücadele edildi. Öyle ki, savaşların tamamına katıldılar; bir tanesine, iki tanesine değil. Ondan sonra Osmanlı’yla, Selçuklularla iç içe oldular.
Osmanlı Dönemi’nde bakanlıklar da dahil, vazifelere getirildi. Milletvekillikleri ile taltif edildiler. Uzmanlıklar verildi, müşavirlikler verildi, müsteşarlıklar verildi. Yani, hiçbir problem yok ama İsviç… İsviçre'de olması lazım; bu Taşnak ve Hınçak teşkilatları, komiteleri orada kur… kurduruldu bunlara ve bu insanlar Doğu Anadolu bölgesine, Ermenilerin bulunduğu bölgelere gönderildi. Oradaki insanlar organize edildi ve isyanlar başlattı, köyler işgal ettirildi. Bir sürü insan öldürüldü, fırınlara atıldı.
1920 senesinde Amerika Birleşik Devletleri 69 kişi uzman gönderiyor Doğu Anadolu'ya ve o insanlar gidiyorlar, efendim kongreye rapor ibraz ediyorlar, Amerikan Kongresi’ne. Diyorlar ki: “Doğu Anadolu bölgesinde tam 1 milyon insanı Ermeniler katletmiştir, Türkleri katletmiştir. Adana, Kozan’da beş fırın insan yakılmıştır, Türk yakılmıştır.” Bunu söyleyen tarafsız dünya. İki; bizzat Rusların kuyudatına göre, yani kayıtlarına göre 500.000 Türk’ün Ermeniler tarafından katledildiği söylenir. Bunun dışında Doğu Anadolu bölgesinden, Karadeniz’den Batı’ya doğru hicret oldu. Ne zaman? 14-15 yıllarında Ruslar işgal ettiler o bölgeleri, bilhassa Karadeniz’i, millet oradan çıkmak mecburiyetinde kaldı. Hicrete mecbur ettiler. Kaldığı zaman yakıyor, yıkıyor.
Mecburen çıktılar. Ben çok sık bunu ifade ederim, bizim sülalemiz de oradan ayrılmış. Samsun tarafına, Bafra’ya, Terme’ye, Çarşamba’ya yerleşmişler. Bu giden insanların tespit edilen sayıları, rakamlara göre 700.000 olduğu ifade ediliyor. 700.000 insan memleketini terk etmek mecburiyetinde kaldı.
Bu 700.000 Türk, Türk’ün yüzde 80’i yol şartları, hastalık, gittiği yerde bakımsızlık, şu, bundan ölüyor. Sen buna yüzde 70 desen, en az 500.000 insan heder edilmiştir. İfa… Yüzde 20’si bunun hayatta kaldı, yani 1.5 milyon insan efendim, şehadet rütbesiyle ahiretine rihlet etti.
Ortada bu kadar vahim hadiseler olayı tamamen ters düz ederek Fransa gündem etti, Amerika Birleşik Devletleri gündem etti. Batı dünyasının tamamı; bugünkü, bugün de İnsan Hakları Mahkemeleri gündem ediyor ve bununla beraber yapmak istedikleri ne? Ben şimdi size soruyorum. Memleketi bölmek, parçalamak, bu güzel vatanı elimizden almak istemektir.
Hürriyetin Olmadığı Yerde İbadet de Yapamazsın; Önce Hürriyet, Hürriyet, Hürriyet
Burada acizane bir şey söyleyeyim. Bir tanesi demiş ki: “Ya hocamız çok güzel de bu konulara girmese.” Milletim çok iyi bilsin; bir milletin istiklali olmadan, istikbali olmadan dini de olmaz. Hürriyetin olmadığı yerde ibadet de yapamazsın. Onun için önce hürriyet, hürriyet, hürriyet. Değil mi?
Cuma namazının farziyeti için hür olman lazım. Nasıl kılacaksın Cuma'yı? Herif kafandan aşağı silahla bekliyor, namaz kılabilir misin? Tamam mı? “Hubbul vatan minel iman”. Onun için denmiş. İmanının yaşandığı yerdir vatanın. Eğer onu işgal altında bırakırsan, düşmana teslim edersen; Allah da senin belanı verir. Anlaşıldı mı? O bakımdan Müslüman en mükemmel vatanperver insandır. Hali ahvali ne olursa olsun; Allah'la kendi arasında, bizi ilgilendirmez. Onun için önce vatan, önce vatan diyoruz. Bizi takip edenlere saygı, hürmetler arz ediyoruz efendim.
Bu sohbeti video olarak izlemek için play butonuna basınız