
Neler Okuyacaksınız
Tarikat, Müslüman Karakterini İnşa Eden Bir Mekteptir
Şimdi efendim evvela Cenab-ı Hakk'ın rahmetine kavuşan muhterem Prof. Dr. Esat hocamıza Rabbimizin mağfiretini ve de kemalini niyaz ederek gerek aile efradına gerekse yakın arkadaşlarına sabır vermesini dua ile başlamak istiyorum. Biz de esasen böyle bir elim kazadan sonra nereden kaynaklandı da işte bu tarikat bir anda gündem edildi diye defalarca kendimize sorduk, cevabını aradık. Bizim medyamız malumunuz işleri hayır cihetinden ziyade, çıkar cihetinden hesap ederek sonu ne olursa olsun bozma yöntemlerini uyguluyor. Bu da tabi milletin memleketin hayrına olmuyor. Evvela bunu belirtmek istiyorum. Şimdi günümüzde siz isteseniz de bir tarikata intisap etmeniz hiç ama hiç mümkün olmaz. Neden? Çünkü Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşundan sonra tarikatlar ilga edilmiştir, kaldırılmıştır. Yalnız İslam dininde tarikat mevcuttur, vardır. Dilerseniz “bu nedir?” diye sorarak mevzuya girelim ondan sonra da acaba tarikat dediğimiz, diyerek kastettiğimiz şeyin ne olduğunu anlamaya çalışalım. Şimdi tarikat bir mekteptir, okuldur. İslam, mükemmel bir insanı gaye edinen ilahi bir dindir. O insanın yetişmesi için, eğitilmesi için, öğretilmesi için kurulan okulların adıdır tarikat. İnsan Allah'a kul olmak kastıyla yaratılmış olması münasebetiyle bu kulluğunu her dem ve her yerde devam ettirmesi gerekiyor. Yani insan camiye gidiyor, namaz kılarken kul da; işinin başına gidiyor, iş yaparken kul değil, manası yok. Yani bir Müslüman işinin başında da Allah'ın kuludur, Müslümandır, camide yine Allah'ın kuludur, Müslümandır. Evinde otururken, aile efradıyla konuşurken, sohbet ederken de Müslümandır. Arkadaşlarıyla beraber olduğu anda zamanda da Müslümandır. Yani bir Müslüman 24 saatte Müslümandır. Halinin, ahvalinin, niyetinin, maksadının tamamı İslam'dır, Müslümanlıktır. Yani onun için mademki Müslümandır bir insan her halinde, ticaretinde de Müslüman gibidir, siyasetinde de Müslüman gibidir, ne bileyim aile hukukunda da Müslüman gibidir, komşuluk hukukunda da Müslüman gibidir. Ama gel gör ki, biz İslam'ın vasfettiği karakteri ortaya koyamadığımız zaman, bakıyorsunuz ki ticarette Müslüman diye kabul ettiğimiz hakikatte, gönlünde imanı var. Ama o terbiyeyi alamadığı için karşınıza ticarette farklı bir karakter çıkıyor. O terbiyeyi alamadığı için siyasette karşınıza farklı bir karakter çıkıyor. O terbiyeyi alamadığı için aile hayatınıza karşınıza farklı bir karakter çıkıyor. “Allah Allah” diyorsunuz. “Bu nedir?” Ha işte geçmişte böyle her kurul ve kuruluşta İslam'ın istediği manada kulluğu sergileyebilmek için “bunu biz yetiştirelim” dendi. Bu öyle olsun ki her dem ve her an Allah'la beraber olsun, Allah'ı unutmasın, yaptığı işlerde Rabb'ına sorsun, razı mısın, cevap alsın, razıyım, bunu gönlünde yaşasın, işlerinin merkezine onun rızasını koysun ve bütün hayatı ibadet olsun için bir karakter, bir insan karakteri, bir modeli tahayyül edildi, onun yetişmesi için de tarikat dediğimiz kurum oluşturuldu. Anlatabildik mi?
Böyle bir insan arzu edildi, istendi zaten Allah bunu istiyor. Bir Müslüman modeli var Kur'an'da, Sünnet-i Seniyye'de birazdan göreceğiz inşallah bunları. Bu insan işinde de Müslüman olsun, aşında da Müslüman olsun, ticaretinde de Müslüman olsun, siyasetinde de Müslüman olsun. Bunun yetişmesi için eğitim gördüğü, öğretim gördüğü bir kurum kuruldu. Fertler yetiştirildi. Bu kurumun adı işte tarikattır. Bağdat'ta evvela Cüneyd bunu bir ekol haline getirdi. 12 tarik pirleri de bu okulları kurdular. Bunların adına da tekkedendi. Anlatabildik mi?
Osmanlı'nın Yükselişinde Tasavvuf Kurumlarının Merkezî Rolü
Şimdi bizim tarihimize geliyoruz. Bu çok mühim. Bizim tarihimizde hangi kurum olursa olsun bu tasavvuf tarikat kurumunun yetiştirdiği insanlara kurumlarını teslim etmiştir. Yani tekkeden yetişen insanlara kurumlarını teslim etmiştir. Mesela bakıyorsunuz orduda tarikat vardır. Askeri onunla diri tuttu. Yeniçeri ocağı, Osmanlı döneminde bir tekke vazifesini gördü. Gayrimüslim dediğiniz insan geliyor. Yeniçeri ağası tarafından orada eğitiliyor, öğretiliyor. Dört dörtlük Müslüman oluyor. Bir de bakıyorsunuz, Mehter Marşı'nı söyleye söyleye Serhat boylarına, o insan Müslüman olarak cihada gidiyor. Sadece orada mı? Ticaretine bakıyorsunuz. Ahilik dediğimiz kurumla, ki bu da tarikat kurumudur. Hacı Bektaş'ın kurduğu kurumdur. Onunla beraber organize ediyor. Bir tacir nasıl para kazanır, nasıl müşterisine muamele eder, nasıl imalatını yapar, nasıl zanaatkar olur, nasıl sanatkâr olur, orada bunu yetiştiriyor. Çırağıydı, kalfasıydı... Nasıl olacak? Bunu yetiştiriyor. Bunun hukukunu belirliyor. Bu model insanı ortaya çıkartıyor. Sadece orada mı? Halkın tamamını tekke dediğimiz yerlerde alıyor, postnişin olan o zatlar eğitiyor, öğretiyor. Çok mükemmel insanlar haline getiriyor. Sadece orada mı? Devleti idare eden siyaset adamları, padişahlar
o kurumda yetişiyor, vüzera o kurumda yetişiyor.
Kısaca, nizamın hayata geçmesinde o kurumlarda yetişen insanlar ön ayak oluyor. Yani o kurumlar devletin nizamının ayakta durması için en büyük ne olmuş oluyor, merkez olmuş oluyor. Osmanlı'nın yükselişinde dünyaya hakimiyetine baktığımız zaman bu kurumları görüyoruz. Çöküşüne baktığımız zaman bu kurumların da çöktüğünü görüyoruz. Burada yetişen insanlar ticareti dürüst, doğru yapmıştı, haram yememişti, adaletle hükmetmişti, mükemmel öğrenci yetiştirmişti. Fevkalade insanlara nüfuz etmişti. Padişahsa insanları kucak... Ama o dejenere olduktan, fonksiyonunu kaybettikten sonra ne asker askerliğinde, yeniçeri yeniçeriliğinde, ne hükümdar padişahlığında, hükümranlığında, ne ülema fetvasında, hülasa nereye koyarsan. Bozulduktan sonra her şey bozulmaya başladı.
İngilizler Osmanlı'yı Yıkmak İçin Onu Ayakta Tutan Tarikatları Yıkmaya Karar Verdi
Hatta çok enteresandır. Hicaz bölgesindeki İngiliz fitnesinin hakim olduğu dönemlerde ilk defa yıkmak istedikleri kurumlar Meşreb-i Sufiye yani tarikat kurumlarıdır. Zira o bir yerlerde yetişen insanların hayata hakim olduğunu, birliği beraberliği tesis ettiğini, devleti ayakta tuttuğunu gördü. O devleti yıkmak için o insanın yetiştiği kurumu yıkması gerektiğini. Ve alternatif olarak dikkat ederseniz, Lawrence'ı aynı fonksiyonu icra etsin diye Arap İslam aleminde koyuyor. Bunu ben demiyorum.. Bizzat vazife aldık diyor, ben o mezhebi kurdurmak için. Bilmem anlatabiliyor muyum? Mezhebin vazifesi sadece Osmanlı'yı, devleti, ebed müddet düşüncesinde olan herkesin dünyasını allak bullak ve o dünyayı ayakta tutan, o merkezi otoriteleri yetiştiren efendim insanların yetiştiği dergahları, tarikatı, o kurumu kaldırmak.
Nasıl olacak? Biz eğer karşısına bu kurumu reddeden, bu şirktir diyeceğiz. Onunla beraber onu efendime söyleyeyim “onu yıkabileceğimiz mezhebi ihdas edersek, dolayısıyla Osmanlı'yı da yıkabiliriz.” hayatını, düşüncesini hayata geçirdiler ve maalesef de o düşüncede olan insanlar evvela Müslüman Arap kardeşlerimiz dengesini kaybetti. Bilahere de ne yazıktır ki kendi içimizdeki insanlar bu fitnenin kurbanı oldular. Yani bizi ayakta tutan iradenin de o okullarda, tekke okuldur, verildiğini görüyoruz. Ama bu bozuldu gitti. Gidince de bilahere fitne merkezi haline geldi.
Günümüzde Tarikatlar Yoktur, Züht ve Takva Hali Olan Müslüman Şahsiyetler Vardır
Bilhassa İstiklal mücadelesinden sonra Türkiye Cumhuriyeti kurulma aşamasında, İstiklal Savaşı esnasında aslında merhum Atatürk bu kurumlardan fevkalade istifade etti. Ancak tabi devlet kurulduğu yeni bir sistem geldi. Ve bu sistemin gelişinden sonra, mevzuyu kavrayamayan insanlar tarafından buralar da istismar edilince o şartlarda bu kurumların kalkması gerekti ve kaldırıldı. O tarihten bu tarihe bu kurumlar yoktur. Anlatabildik mi?
Şimdi burası, bunlar birer mekteptir. Ne mektebidir? Müslüman şahsiyetinin yetiştiği mekteptir. Böyle bir mektep olmadığına göre bu insanlar nereden yetişecek? Hiçbir yerden yetişmesi mümkün değil. Yani tarikatın olabilmesi için postnişin olan bir mürşit denilen zatın 24 saat oturduğu bir mekân olması lazım. Orası okuldur yani tekkedir. Orada devamlı eğitim gören, sürekli eğitim gören talebenin yani müridin olması lazım. Artı buranın giderinin yerinin karşılanması için bir bütçesinin olması lazım. İşte böyle bir kurumun adı tarikat olur. Olmazsa olmaz şartı budur bu işin. Şimdi bizde düğün değil, bayram değil, devresinde bir de bakıyorsunuz, atına alan Üsküdar'ı geçmiş, memleketi bölme aşamasına getirmişler. Hayda, tarikat, şu tarikat, bu tarikat tartışması gündem ediliyor. Neyi örtmeye çalışıyorsun oğlum? Ama kardeşimiz; o takvadır tabi, Allah'ın sevdiği seçtiği kuldur tabi, onun gibi insanlar vardır tabi. Anlatabildim mi? Ama sadece bu tarikatta yetişir manası çıkmaz ki. Olmadığına göre peki bunlar nasıl kendilerini, nefislerini tezkiye ve terbiye etmişler? Züht ve takva yoluyla terbiye etmişler, yetiştirmişler. Hazreti Fahri Alem Efendimiz'in hayatına bakıyoruz ki; Allah'ın sevgilisi bu hayatı, hayatına geçirmiş. Ne demektir züht? İnsan, insanlar arasındayken kalbini masivadan uzaklaştırıp, yani dünya düşüncesinden, uzaklaştırıp Allah'la beraber olmasıdır. Kalbi dünya fakiri olacak, Allah'ın zengini olacak. Bu hale kavuşmasıdır. Züht budur. Yoksa elini işten çekmesi değildir. Rasulullah'ın kalbi her zaman Allah'la beraberdi ama bir de bakıyorsunuz ki ticaret yapmış. Her zaman Allah'la beraberdi bir de bakıyorsunuz ki orduda komutandı. Her zaman Allah'la beraberdi bir de bakıyorsunuz ki devletin başıydı. Her zaman Allah'la beraberdi bir de bakıyorsunuz ki o insan, o model bir ailenin reisiydi. Elbette bir insan kendi kendine bu hale kavuşamaz, gelemez. Onun yetişmesi için bir okul, mektep gerekiyor. İşte zamanında tekke dediğimiz okullar kuruldu, bu model yetiştirilmeye çalışıldı. Şimdi de bu yok. Yok ama insanlar bu hayatı, peygamberin sünneti olduğu için, Kur’an'ın ruhu olduğu için bu hayatı hayatına geçiriyor. Bugün var olan bu hayattır, bu okul yoktur yani bu tekke yoktur, bu tarikat yoktur, bu züht hali vardır, bu takva hali vardır. Sabır vardır, kanaat vardır, tevekkül vardır, tefekkür vardır, izan vardır, iman vardır, iffet vardır, haya vardır, namus vardır, fetanet vardır, aşk vardır, vecd vardır, Zikrullah vardır, Muhabbetullah vardır, Havfullah vardır. Nedir bunlar hocam? Ha işte o Müslüman şahsın karakteridir. Bunu sana bir zamanlar bir okul veriyordu, şimdi sen kendi kendine bunları arz ediyorsun, o şahsiyet olmaya çalışıyorsun. Anlatabildik mi? Bu var. O halde bugün olan bu okullar değil, o şahsiyetler, o kamiller, o sevilmişler, o seçilmişlerdir başkaları değildir. Başkası değil, böyle bir kurum yok. Şimdi bu var demek efendim, Müslümanı sanki hukukun dışına çıkıyormuşcasına itham edip efendim yanlışlar yapıyor fitnesini insanlar arasına salgılamaktan başka bir şey değildir bu. Anlatabildim mi?
Samimi olsalar, o insanın yaptığı hizmetler üzerinde dururlar. Değil mi? Şu hizmeti yaptı, bu hizmeti yaptı. Bir sürü hizmeti var, onun üzerinde sen durmuyorsun, kalkıyorsun, o tarik…. Kim sana söyledi bunu? Değil mi?
Kısaca, hele ülkenin şu geldiği noktada bugün insanlarımızın birliğe beraberliğe her zamankinden çok daha fazla ihtiyacı vardır.
Çünkü kabul etsek de etmesek de Batı... Bakınız bir Ermeni soykırımı meselesiyle Fransa, ki müttefikimiz, dostumuz kabul ettiğimiz Fransa, en ciddi, affedersin kazığı attı bizi. Şu anda Yunanistan böyle bir hukuki kararı çıkarma aşamasında, peşinde. Bütün Avrupa, hatta müttefikimiz Amerika. Dolayısıyla bir taraftan Güneydoğu’muzu elimizden alma istek ve arzuları.. Diğer taraftan Ege Bölgesi’ni, kıta sahanlığını, adaları elimizden alma hesapları. Kıbrıs'ı elimizden alma hesapları... Oradaki Türk İstilaklı Kuvvetleri'ne yan bakma, işgal kuvvetleri deme hesapları. Hülasa Karadeniz Bölgesi. Bütün bunlar ortadayken, kalkıp da şu ortam içerisinde bunların münazarası, bunların münakaşası, bunların millete mal edilmesi gerekirken, efendime söyleyeyim, bir bardak su içerisinde fırtına kopartmanın hiçbir manası yoktur. Buna hiç kimse hüsnü niyetle bakamaz. Bu olsa olsa, tamamen buzağı altında, öküz altında affedersiniz, buzağı aramak gibi bir şeydir. Ben şahsen bu tartışmanın hiçbir faydası olduğuna inanmıyorum, diyorum.
İnsanımıza Meslek Eğitimlerinin Yanında Mükemmel İnsan Olmayı da Öğretmeliyiz
Şimdi biz hakikaten meslek öğreten kurumlarımızı kurduk. Mesela mühendislik kurumlarımız fevkalade var, üniversitelerimiz fevkalade var. Hukuk kurumlarımız fevkalade var, ticaret kurumlarımız fevkalade var. Ne bileyim hatırınıza, ormancılıktı, denizcilikti. Her türlü meslek kurumlarımızı biz tam manasıyla kurduk ve insanımıza bu meslekleri çok iyi vermemize rağmen, fevkalade netice almamız da mümkün olmuyor. Acaba biz bu insanlara ne vermedik ki bu insanlar istediğimiz neticeyi bize vermiyor? Ha şimdi işin özü, nüktesi burada. E diyor adam ki hakikaten bizim Türk Cerrahları dünyada bir tane diyor. Eğer Batı Dünyası’nın elindeki alet ve edevat bizimkilerin elinde olsa fersah fersah onları geçecek. Ha biz sanatı öğrendik, mesleği öğrendik doğru ama daha evvel öğrendiğimiz bir şey vardı onu öğrenmiyoruz. İnsan olmayı. İşte bu kurumlar geçmişte bize insan olmayı öğretmişti. O kurumlardan mükemmel insanlar. Şimdi evet Müslüman bu züht ve takva hayatını, hayatına geçirmek suretiyle o mükemmel insan olmaya çalışıyor ama bir eğitimle bunu almadığından dolayı da herkes muvaffak olamıyor. Böyle bir eğitim yok. Efendimize söyleyeyim olmadığı için bu mükemmel şahsiyeti kazanamıyoruz. Şimdi bu mükemmel şahsiyeti kazanmak için adı ne olursa olsun bu tip eğitim merkezlerinin yani insan olma hakikatte kalbine Cenab-ı Hakk'ın rızasını koyabilecek tarzda. Yani öyle olmalı insan ki, yaptığı her işte hesap verebileceğini, bunun bana sorulabileceğini, yürürken karıncayı incitirsen bunun bile hesabı bana sorulabileceğini. İşte bu anlayıştaki bir karakter, bir insan modeli üzerine eğer siz bugünkü meslek bilgilerini yüklerseniz o zaman toplumda nizam tam olur.
Şimdi Osmanlı bunu hangi sistemle başardı? Saltanatla beraber başardı. Saltanat İslam mıdır? Değil. Saltanat İslam olmamasına rağmen Osmanlı bu sistemle bunu başardı. Şimdi dikkat ederseniz Cumhuriyet, sistem olarak İslam'a saltanattan çok yakın. Saltanatla Osmanlı bunu hayatına geçirdi, bunu başardı da niçin; Müslüman Türk, Cumhuriyet rejimi ve sistemiyle beraber bu karakteri, bu Müslüman karakterini hayatına geçirip yaşamasın? Çok rahat geçirebilir. Anlatabiliyor muyum? O zaman devlet nizamı tam olur. Devlet millet kaynaşması tam olur. Halk devletiyle barışır. Herkes birbiriyle barışır. Niye? Nüve tamamdır. Şimdi asıl kopukluk burada. Bunu vermemiz lazım. Ha bunu sen bu vermediğin için, bunu veremediğimiz için daha doğrusu illegal olarak arayışlar oluyor. Bir de bakıyorsun bu illegal arayışlarda diyorsun ki ya şu tehlikeli bu tehlikeli. Ne lüzum var? Hem kontrolünün altında olur. Hem elinin altında olur. Endişe etmene de gerek kalmaz. Ama bu modeli de bu mükemmel insan modelini de hem de Allah'ın rızasını kazanarak yetiştirilmiş olursun iki dünyanda mağmur olur canım. Bunu yapmak gerekiyor. Bilmem anlatabiliyor muyum?
Şimdi bugün kaldı ki bakınız bu kurumlar mesela Özbekler Tekkesi’nden Anadolu'ya silah sevkiyatı yapılmıştır. Kurtuluş Savaşı'nda Eyüp Sultan'da Kaşgarlılar Dergâhı vardı. Buradan Anadolu'ya silah sevkiyatı yapılmıştır. Bir sürü, efendime söyleyim, dergahlardan silah. Bu insanlar vatanına, milletine, devletine her zaman bağlıdır. Çok istisnai durumlar olmaz mı? Elbette olur. Buna ben de benim bir tabirim, milletimizin bir tabiri vardır. Orman da çakalsız olmaz. Bilmem anlatabiliyor muyum? Ama bunun ruhu da budur. Bunu mutlaka, yani bu karakteri bizim hayata geçirmemiz, bu karakterle birlikte efendime söyleyeyim, millet-devlet kaynaşmasını temin etmemiz mümkün olacağı kanaatindeyim diyorum efendim.
Din İnsanın Her Zaman ve Mekânda Kulluğunu Devam Ettirmesidir
Şimdi efendim, Cenab-ı Fahri Alem Efendimiz'in hayatına baktığımız zaman, nerede olursa olsun Allah'ın sevgilisinin daim kulluk halinde olduğunu biz görüyoruz. Ve hatta Hz. Ayşe Validemiz bir gece Cenab-ı Peygamber Efendimiz'in ayaklarını şiştiğini görünce: ‘’Bu hal nedir ya Rasulallah ?’’ diye soru tevcih ediyor, ‘’Ben Allah'a şükreden, ona kul olan bir insan olmayayım mı ? ‘’ cevabını veriyor. Yani dindeki espri insanın Allah'ın varlığını her zaman, her yerde ve her mekânda yaşayarak kulluğunu devam ettirmesidir. Hesaba kendini hazırlamasıdır. Cenab-ı Fahri Alem Efendimiz'in aile efradına bakıyoruz, yakınlarına bakıyoruz, bu anlayışı hayatına geçirmişlerdir. Yani kulluktur, temel espri kulluktur.
Horasan'da İslam'a dahil olan Türkler, İslam'a giren ceddimiz, dedelerimiz aynen bu anlayışı kendi hayatlarına geçirmişlerdir. Tamamen kulluk anlayışıdır. Ubudiyetle de bu mümkündür, ibadetle mümkündür. Ve kalkıyor gece faraza, Azerbaycan'dan kalkıyor, ta Özbekistan'a, Buhara, Semerkand, Taşkent vesaire buralara kadar gidiyor, İslam'ı taşıyorlar. Niye? Allah benden razı olsun. Dünyada hiçbir millete Cenab-ı Hak bu kadar büyük bir şerefi nasip etmemiştir. Onun için bizim İslam'daki hassasiyetimiz, nezaketimiz ve nezafetimiz, çok samimi konuşuyorum, Allah'ın büyük bir lütfudur. Bu lütfa mazhar olmasından dolayı bu millete Cenab-ı Hak evliya zümresini nasip etmiştir. Ve bakın Arap İslam alemine Resuller, Nebiler, Türk İslam aleminde de veliler, evliyalar vardır. Ve onlar her savaşta da ölüleri de seninle beraberdir. Onlara da Cenab-ı Hak “ölüler demeyiniz” diye buyuruyor.
Kendi Köklerimizden Kopmuş, Kendi Kendinden Uzaklaşmış, Kurumaya Terk Edilmiş Bir Ağaç Gibi Olduk
Şimdi yani bizim hayatımız kulluktur. Bizim ölümüz de kulluk yapar, dirimiz de kulluk yapar. Bunda kimsenin kuşkusu olmasın. Zaten bu ruhu, bu espriyi biz kaybedip Batı patentli bir anlayışı hayatımıza geçirdikten sonra ne dinimizden feyiz alabiliyoruz ne dilimizden istifade edebiliyoruz ne etrafımızdan ne milletimizden. Yani biz kendi köklerimizden kopmuş, kendi kendinden uzaklaşmış, kurumaya terk edilmiş tabiri caizse bir ağaç gibi olduk. Şu andaki kavgamızın temelinde yatan aslında bu. Biz kendimizi arıyoruz.
Öyle bir millet ki her dem Allah'la beraber olmuş, o zevki manevi hayatına geçirmiş. Şimdi öyle bir musibet ki o büyük hazineden mahrum olmuş. Bu koşuş, bu arayış budur. Bunu arıyoruz millet olarak bizim aradığımız şey bu. Ve başıboş, sağa sola sarkan, tabir-i caizse zehirlenmiş tavuk misali, nereden nereye gittiğini bilmeyen bir model haline geldik. Ve misyonerler bu manzara karşısında elini cebine koyarak bizim bin yıl İslam'a hizmet etmiş bu aziz milletimizi, o kendi yanlışlarına hesabı peşinde, hesabı içerisinde oldukları yola sevk ediyorlar.
Düşünebiliyor musunuz? Sadece bir yıl içerisinde Trabzon'da 2700 insan bu insanların ağına düştü. Bu bilinenler.. Beş sene içerisinde bu on binlere yaklaşan bir rakamdır. Allah Allah! Türkiye geneline baktığınız zaman korkunç rakamlar ortaya çıkıyor. Ama bizim siyasilerimiz şu noktayı görmüyor. Kendi ülkesinde kilisesini terk edip, hatta satışa arz eden insanlar eğer senin ülkende kilisesini açmaya devam ediyor, bahçesini, duvarını korumaya çalışıyorsa, şunun hesabı içerisinde olduklarını unutmamaları lazım. Onların gözü kilisenin içi değil, dışındaki topraktır, vatan sathıdır. Zira o topraklar üzerinde yaşayan insanlar diyor, senin vatandaşın değildir, benim insanımdır. O insanı, kurt bulanık havayı sever misali, şu bulanık havada ben kendi dinime çekersem ona Rum olduğunu, Ermeni olduğunu hatırlatacağım, işimi kökten, temelinden halledeceğim. Hesap budur. Onun için çok ayık olmak, çok dikkatli olmak ve meseleleri bu perspektifte ortaya koyarak müteala, müzakere. Sadece işin bu maddi boyutunda değil, bir de manevi boyutu var. O manevi boyutunu da kazanmak lazım gelir diyorum efendim.
Züht ve Takva Sahibi Müslüman Halk İçinde Hakla Olmakla Mükelleftir
Ben ara sıra görüyorum. Ya İrşad Ehli olanlar niye çalışıyorlar, neden ticaretleri var, neden pazarlamaları var, neden efendime söyleyeyim, sanayileri var gibi güya eleştiriyorlar. Bu mantık, Müslüman Türk insanının mantığı değildir. Bir zamanlar yine Batı dünyası oryantalizm vasıtasıyla, oryantalist mantıkla kendi içimizden ajanlar elde etmişler. Onlara, “yahu sen”, -az evvel züht hayatını anlattık ya; züht halk içinde halkla beraber, işinle beraber ama Allah'la olduğun halde, olman gerekirken- o bunu “işinde de şeyi terk edeceksin, dünyayı terk edeceksin, her şeyinle münzevi bir hayat yaşayacaksın” tarzında tercüme ederek insanımıza yutturmaya çalışmıştır. Maalesef oryantalistlerin bu yıkıcı ve bölücü fikirlerini bizim ilahiyatçılarımız şimdi mikrop taşıyan sinekler gibi bize saçıyor. Demiyor ki kardeşim bu Müslüman insan geçimi için, aile efradının yaşaması için, giyimi için, içimi için ne yapacak yahu? Dilenecek mi? Onun çalışması lazım, değil mi? E bu adam devlet memuru değil, işçi değil, e peki bunun maişeti ne olacak? Yani bu insan dilensin mi? Hani veren alan elden üstündü? Bir Müslüman modeli her an aynı vazife yapmakla mükelleftir. Yani bu insan İrşad Ehli’dir de bu işi yapmayacak, yanlış. Sen peygamberden büyük müsün, haşa! Şu işi yapacak, bunu yapmayacak bunlar çok yanlış. Hayatın içinde ne gerekiyorsa onu yapmakla mükelleftir. Memurdur ve buna mecburdur. Aksi takdirde bakınız onların dediği gibi bir münzevi hayat yaşasanız, bu sefer de hiç elinizde imkanlar olmayacak, gülünç duruma düşecek, onlara karşı maskara alacaksınız. “Bak işte bu hımbıl herifler, çalışmazlar, etmezler, pis, hasis adamlar.” Bunu da derler ha yanlış anlama. Şimdi Nasreddin Hoca'nın işine döndü bu. Bir gün Hoca çocuğunu almış, merkebiyle yola çıkıyor, binmiş merkebin sırtına bir cemaat içerisinde. “Vay Hoca deli misin sen ya? Ayıp değil mi?” “Niye?” “Çocuk yürüyor sen merkebin sırtında.” “Öyle mi? Diyor. Herhalde yanlış yaptık çocuğu merkebin sırtına koyuyor. Biraz daha gidiyorlar, ayrı bir topluluk. “Ya Hoca ayıp değil mi ya sen yürüyorsun çocuk merkebin sırtında?” Herhalde dedi ikimiz olacağız bunun sırtında. İkisi bindiler. Bu başka topluluk. “Ya Hoca ayıp değil mi şu merkebin sırtına hem çocuk hem sen biniyorsun?” Ve bak da olacak gibi diyor bu sefer merkebi sırtına aldı. Yani şimdi bu adamlar yani bunlara yaranamazsın, ne yapsan yaranamazsın.
Biz Her Milletten Daha Fazla Çalışmak Mecburiyetindeyiz
Ama bizi dinleyen ve takip eden kardeşlerimiz çok ama çok çalışmaları lazım. Bu vatan, bu millet çalışacak. Kahve köşelerinde pinti pinti kumar oynamayacak, duman koklamayacak, tertemiz, çalışkan, dürüst, samimi, milletini, devletini, Allah'ını, Peygamber’ini seven tek vücut olan bir gövde haline gelecek. Buna mecburuz. Biz her milletten daha fazla çalışmak mecburiyetindeyiz. Gencecik evlatlarımız akşama kadar kahve köşelerinde çürüyüp duruyorlar. Binlerce, milyonlarca insan... Yazık günah değil mi? Bağında bahçesinde, tarlasında, affedersiniz orada iki tane kazmasını beline atsa, iki tane tohum dikse, fidan dikse her gün çok şeyler yapar. Yani çok affedersiniz, pislik üretmek bile bir üretimdir. Onu gübre dahi olarak kullanırsın bağında, bahçende. E şimdi düşünebiliyor musun? Bir milyonlar tembel tembel yatıyor. E “IMF para verecek de geçineceksin.” Ya babanın hamalı mıdır o? O sana bir verir burnundan fitil fitil iki çıkartır bunu. Niye kafana akıl koymuyorsun? Biz çok çalışacağız. Adın ne olursa olsun. Ayrıcalık yaparak “şu sınıf insan çalışmaz, bu sınıf insan çalışmaz, çalışması doğru değildir, sanayi kurması doğru değildir” diyen arkadaşlarımız hemen ayıksınlar. Çok ciddi bir yanılgı içerisindedirler. Biz çok çalışacağız. Biz yüzlerce, binlerce fabrikaları kuracağız. Her şeyi biz yapacağız. Biz insanımıza, milletimize, devletimize, efendim yedisinden yetmişine sahip çıkacağız, bütün olacağız ve inşallah milletin kaderini bu.. Bu karakterlere bizim ihtiyacımız var. Orada olmazsan işte banka hortumlanır. Öyle değil mi? Yanlış mı konuşuyorum? Bilmem neredeki şeyler çalınır. İhalelere gidiyorsun, koskocaman evler, köprüler, Allah Allah bu nedir ya? Neden bunlar? Neden bunun temeli özü Allah'a hesap verme düşüncesi, ruhunu kaybettik biz. “Adam sende. Gelsin de nereden gelirse!” Haram, helal ver Allah yiyemezsem al Allah. Mantık bu olmuş. Ama yediği her lokmanın hesabını düşünen bir insan, zerre kadar yanlış bir şey yapamaz. Haram olana adım atamaz, bakamaz, tutamaz, içemez. Olay budur. Bunu böylece bilelim.
Efendim bu bağda ötenler, bu bağda yetişenler o sözleri söylemezler. Efendim Allah o kardeşlerimize de hakkı, hakikatı görmeyi, amel etmeyi nasip eylesin. Bunlar samimidir. Ama bir an gaflette insana bazı yanlışları demek söyletebiliyormuş. Bizi takip eden kardeşlerimize hayırlar niyaz ediyor, saygılarımı arz ediyorum efendim.
Bu sohbeti video olarak izlemek için play butonuna basınız