
Neler Okuyacaksınız
Devletlerarası Münasebette Ölçü Devletlerin Birbirinden Olan Çıkarlarıdır
Şimdi efendim biz devletlerarası münasebette samimiyetin yerine çıkarların söz konusu olduğu mevzuunu çok iyi bilmemiz lazım. Yani iki devlet arasındaki münasebette ölçü hukuk değildir. Ya nedir? İki devlet arasındaki münasebette ölçü devletlerin birbirinden olan çıkarlarıdır. Ve bunlar hukuki olmaktan ziyade tamamen siyasidir. Binaenaleyh bu ölçüyü baz olarak ele alıp mevzuyu değerlendirdiğimiz zaman göreceğiz ki biz aşırı duygusal davrandık. İşte “bu bizim stratejik müttefikimizdir, ortağımızdır” gibi çok abartılı sözlerle beraber ta okyanusun ötesinden gelmiş olmasına rağmen hiçbir endişeye mahal bırakmadan teslimiyetçi bir politika hayatımıza geçirmeye başladık. Sonunda da bu enteresan olayları gördüğümüz zaman “adam bu nedir?” diye bir anda fevri davranışlara veya tepkilere, tepkiler koyma safhasına girdik. Bunların olması çok tabidir. Olması aslında olmaması yanlıştır. Biz hatırlar iseniz Amerika Birleşik Devletleri'nin bu bölge üzerindeki hesabını anlatırken ta Lozan Anlaşması'na inerek Lozan döneminden bu tarafa “Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin sınırları üzerinde Amerika Birleşik Devletleri'nin hesabı olduğu, kendine göre çıkar menfaat hesapları yaptığını” devamlı suretle izah etmiştik. Ve demiştik ki, “özellikle Güneydoğu sınırlarımızın üzerinde Amerika Birleşik Devletleri'nin hesabı vardır, bizi kabul etmemektedir.” Şimdi bu bir gerçek. Biz illa “böyle bir şey yoktur.” O “vardır” diyor, ABD “vardır” diyor, hayır biz “yoktur” diyoruz. Burada yanılan, yanlış yapan, doğruya uymayan biziz. Dolayısıyla bu olayı bence bu mantıkta değerlendirmemiz lazım.
ABD Stratejik Müttefikimizdir Gibi Sözlerle Siyasetimizin Kendini Kandırması Çok Yanlış
İkinci bir husus, hatırlarsanız Clinton'ın Türkiye ziyareti esnasında “21. yüzyılın kaderini Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin konumu belirleyeceğini” ifade etmişti. Açıkça konuşuyor insanlar, gizli kapaklı hiçbir şey söylemiyorlar. Burada demek isterim ki ABD'nin yaptığı kendi menfaatleri istikametinde doğrudur. Ve esasen bu çok daha büyük hadiseleri, çok daha büyük eylemleri yapacaklarının habercisidir. Binaenaleyh işte “bu bizim stratejik müttefikimizdir, şudur budur” gibi çok basit sözlerle beraber gerek sivilimizin, gerek bürokratımızın, gerekse siyasetimizin kendini kandırması çok yanlış olur. Her zaman teyakkuzda olmak, her zaman diri bulunmak ve her zaman bize çok yeni şeylerin, yeni oyunların yapılabileceğinin hesabıyla planlı, programlı ve de etrafımızdaki topluluklarla o şekilde bir siyaset belirlememizin zarureti bu olayla da ortaya çıkmış durumdadır. Yani ben hadiseleri yadırgamadım. Bunları esasen çok daha büyükleri şu ana kadar tezahür edebilirdi. Yine benim kanaatim ABD bu bölgede Irak'ı halletmiştir. Artık Suriye mi sıradadır, İran mı sıradadır, Türkiye mi sıradadır? Bu onun takdirine kalmış bir olaydır. Binaenaleyh bu bölgenin millet ve devletleri bu tehlikeyi görüp bu manzara karşısında alması gereken tedbirleri şu anda vakit geçirmeden almaları, buna göre bir ortak strateji belirlemeleri lazımdır. Ve Türkiye ABD gibi devletlerin de hakkından gelebilecek ciddi bir organizasyona, ciddi bir savunma gücüne malik olduğunu da bilmemiz lazımdır. Buna inanalım.
Ne hikmetse son zamanlarda güven duygumuzu kaybettik. Ne bileyim kendi benliğimizi kaybettik. Başkalarının himayesinde yardım yapmalarıyla, hayatımızı devam edebileceğiz endişelerine, zehabına kapıldık. Onun için de maalesef senin sınır bölgende askerini gelip alıp götürüyor. Hâlbuki orada kırmızı çizgi işaretler, şunlar bunlar vardı. Bunlar olduğu zaman Türk Silahlı Kuvvetleri müdahil olacak ve de hakkını koruyacaktı. Musul ve Kerkük aslında Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin misakı sınırları içerisinde olan iki yerdir. Burası aynı zamanda Osmanlı Hanedanlığına, padişahlarının arazisi olması tapu ile tapu sicil kayıtlarıyla da tescil edilmiştir. Rivayetlere göre Abdülhamit Cennet Mekân’a ait arazi bu bölge. Şimdi toprağa bize ait olan yeri bile biz kendimiz müdafaa edemiyoruz, “bizim hakkımızdır” diyemiyoruz. Ta okyanus ötesinden adam geliyor, senin elinin altındaki toprağı elinden alıyor ve orasının kıymetini biliyor. İngiliz bilmem şuradan geliyor, oranın kıymetini biliyor, sen bunun kıymetini bilmiyorsun. Hülasa bizim ne yaptığımız belli değil. Allah aşkına ne oldu bize yani biz kimiz, neyiz? Öyle bir benliği kaybettik, öyle bir zelil duruma düştük ki, zilletle beraber hiçbir zaman izzet bulunmaz, bunu böylece bilmiş olalım. Biz haksızlık yapmıyoruz. Biz hakkımızı müdafaa edeceğiz, onu ortaya koyacağız. Heyhat gel gör ki bunların hiçbirini yapar vaziyette değiliz. Geriye kaçan, kendi kendinden korkan, düşmanın olduğundan fazla gösteren, kendisini de adeta yok sayan siyaset anlayışıyla maalesef bu noktaya geldik. Türkiye ne yapması lazım? Vallahi, bence “hodri meydan” demesi lazım. Hiçbir şeyden çekinmemesi lazım. Efendime söyleyeyim, hatta etrafındaki devletlerden hiçbir güç, kuvvet almasa bile kendisini ortaya koyabilmenin cesaretini göstermesi lazım. O zaman göreceğiz, bakacağız ki bunların hepsi hikâyeymiş. ABD'de hikâyedir. Rusya neydi? Koskocaman Rusya bir Afganistan hayaliyle beraber perişan oldu, gitti. Yani siz ne zannediyorsunuz Irak'ta Amerika Birleşik Devletleri bir muzafferiyetin sarhoşluğunu mu yaşıyor? Değil. Ne olmuştur orada? Saddam'ı satın aldılar. 20 günde zor Bağdat'a geldi. 2 günde 2 tane tankla beraber Bağdat teslim alındı. Aptal olmak lazım. Şimdi hiçbir müdafaa tarzı olmamasına rağmen, Gerilla Savaşı ile beraber Amerika büyük bir çıkmazın, büyük bir çukurun içine girdiğini artık fark etmiş durumdadır. Şimdi bu bela başındayken bir de seninle beraber uğraşmanın manası esasen yoktur. Ama sen böyle ödlek, korkak, zillet ehli olursan o da senin başına delikanlı kesilir. Olayın aslı ve esası budur. Biz bu halimizden kurtulalım, kendimize gelelim. İçimizde, yani ülke içerisinde aslında bizim problemimiz var. Yani biz birbirimize güvenmiyoruz, birbirimizi tutmuyoruz, birbirimizi desteklemiyoruz. Bugün yapılacak olan bence en önemli vazife, iş hangi görüşten olursa olsun insanımız, devlet ve millet menfaati etrafında sımsıkı kenetlenmemiz lazım. Bir bilek, bir yürek olmamız lazım. Bu olduğu zaman göreceğiz ki, hiç kimse senin askerine değil, zerrene dahi dokunamaz. Bunu böyle bilmiş olalım. Eğer bu hadiseler böyle devam ediyorsa, bizim korkaklığımızdan, bizim ürkekliğimizden böyle oluyor manası çıkaralım.
Tarım ve Yeraltı Kaynakları Olarak Kendi Kendine Yeten Dünyanın Birinci Devletiyiz
Biz iktisadi olarak da ne Amerika Birleşik Devletleri'ne ne de Avrupa'ya muhtaç olacak bir ülke değiliz. Biz dünyada tarım olarak, yeraltı kaynakları olarak kendi kendine yeten belki de dünyanın ilk ve birinci devletiyiz. Yedi tane devletten tarım olarak kendisine yeten bir devletiz. Yani tarım ürünlerimiz bizim dünyada yedi ülke kendisine yetiyor. Bu ülkeden bir tanesi de Türkiye Cumhuriyeti Devleti'dir. Bizde korkunç kaynaklar var ama bu kaynakları faaliyete geçirecek irade bizde yok. Sanki başka milletlerden, devletlerden icazet ve müsaade alarak yapmak mecburiyetimiz varmış, psikolojisi var bizde. Bu hepimiz de böyle. Binaenaleyh bu ölü toprağını üzerimizden atmamız, kendimize güvenmemiz, çalışarak dünyanın en güçlü milleti ve devleti olacağımıza inanmamız lazım. Biz bunu kaybettik. Buna kavuştuğumuz zaman her şey olur. Bunların hatırlarsanız, planları, programları, projeleri biz Bağımsız Türkiye Partisi olarak sosyal devlet projesi anlamında ortaya tek tek koyduk. Milletimizin bundan zerre kadar kuşkusu olmasın. Bunların hepsi basit şeylerdir. Ama yapacak irade, feraset ve bilgi lazım. İnsanımız bundan da endişe etmesin diyorum efendim.
İşsizlik Ekonomide Kaçınılmaz Bir Sonuç Değildir
Şimdi efendim işsizlik kaçınılmaz bir sonuç değil. Bilakis bizim yaşayacağımız Allah kısmet eder görürsek, iktisadi düzenimizde, nizamımızda işsizlik diye bir meselenin olduğunu hiç kimse göremeyecektir. Fakirlik tarih olacaktır. Hatırlar iseniz biz devamlı surette iki meselenin üzerinde duruyoruz. Bir tüketim, ikincisi üretim. Yani toplumları siz bu ölçüler içerisinde, değerlendirmemiz lazım. Bir tüketen sınıf, ikincisi üreten sınıf. Hem tüketen sınıfı, hem üreten sınıfı devlet iradesi olarak desteklediğiniz zaman tüketen sınıf tüketim vazifesini bir hakkın eda edecek, üreten sınıf da imkânını bulacak. Şimdi şu anda dünya kapitalist sistem nedeniyle durağan bir döneme girdi. Niye? Birincisi tüketen sınıf kabiliyetini ortaya koyup tüketme imkân ve fırsatını bulamıyor. Çünkü aradığı desteği, muhtaç olduğu desteği ne devletinden ne de etrafındaki bireylerden veya kurumlardan bulamıyor. Bulamadığı için de o tüketme vazifesini bir hakkın göremiyor. O tüketme vazifesini göremediği için üreten de kendisine pazar bulamıyor, üretim vazifesini bir hakkın eda edemiyor. Dolayısıyla, dünya ekonomisi sadece Amerika Birleşik Devletleri'nde değil, uzak doğusunda Avrupa'sında durağan bir döneme girdi. Durağan dönemin aşılabilmesi için mutlak surette tüketim sınıfıyla, üretim sınıfının aynı anda emme basma tulumba gibi vazifesini ifa, eda etmesi lazım. Onun için tüketen kabiliyetine malik olması gerekiyor. Biz ne diyoruz buna? Mutlaka tüketici, o fakir sınıfı devlet vergi desteğiyle desteklemesi, artı ona faizsiz kredi vermesi. O aynı zamanda kendi çapında da bir üreticidir. Ortaya koyacağı projeleriyle beraber, proje mukabili alacağı sıfır faizli krediler, onun tüketim gücünü arttıracak. Böylece aktif bir ekonomi devreye girecek. O tükettikçe üreten de ona cevap vermeye çalışacak. Böylece böyle bir toplumda üretenin ve tüketenin muazzam bir şekilde vazife yaptığı bir toplulukta avare avare gezmenin imkân ve ihtimali olabilir mi? Yani işsizlik hayal olacak, tarih olacak ve de insan işten başını kaşımaya vakit bulamayacak. Bunu da tekrar ediyorum. Hiç kimsenin kuşkusu olmasın. Tamam mı? Bunlar birer matematik hesabıdır. Bu hesabı iyi bilenler endişe etmezler. Ve de bilmeyen kardeşlerim, bilen kardeşlerime itimat etsin, güvensin, onları iyi dinlesinler.
Bakın Türkiye'nin şu anda kapitale ihtiyacı var. Bireyin paraya ihtiyacı var. Şirketlerin paraya ihtiyacı var. Hiçbiri parasını bulamıyor. Niye? Devletin elinde para yok. Kurumlarında para yok. Parayı aldığı zaman ciddi şekilde onu maliyeti artıyor. Yani doğurgan bir para, faizli bir para. E kardeşim devlet olur da emisyon gücünü devreye koymaz mı? Nasıl bir devlet ki bu emisyon gücünü devreye koymuyor? Bağımsız bir devlet emisyon gücünü anında devreye koyar. Biz bunların hiçbirini devreye koymuyoruz. Ve batının, bilhassa IMF'nin bu vadide bize talimatını bekliyoruz. E böyle ekonomi müsaade et de böyle olsun. Başka türlü olamaz ki. Sen talimatla beraber iş görürsen, emirle beraber iş yaparsan, bu ekonomi bir santimetre ileriye gitmez. Bizim batmaktan başka yolumuz da olmaz. Bunu böyle bilmiş olalım diyorum efendim.
IMF’siz Bir Politikaya ve Millî Kaynaklarımıza Dönmemiz Lazım
Şimdi efendim hükümet buna mecburdur. Neden? Çünkü hükümet stand-by anlaşmalarına göre IMF ile beraber karar verdi. Efendim o anlaşma muaciyesinde kredi aldı. Anlatabildim mi? Yani bu şu demek. “IMF ben sana şu şu şu şartlarla paramı satarım” dedi. Biz de ona “evet o senin şartlarını aynen kabul ediyorum ve senin paranı satın alıyorum” dedik. Kredi verildi. Şimdi kredi verildi. Hesap ediliyor deniliyor ki “daha evvel verilmiş kredilerle iç ve dış borç faizleri, borçlarla beraber bizim yıllık faiz tutarımız 72 katrilyondur. Bu arada siz sakın ha memurunuza ilave zam yapmayınız. İşçinize ilave zam yapmayınız. Eğer yatırım yapmayınız şayet bu yatırımları yaparsanız bize olan borcunuzu veremezsiniz.” IMF haklı. Niye kendi parasını veriyor sana? Kendi parasını istiyor. Kendi parasının faizini istiyor. Biz de buna söz verdik. Parayı aldık bundan. Yani borcu aldık, borçlandık. Sendikasyon yoluyla da iç bankalarımıza, iç kurumlarımıza borçlandık mı? E bunların faizi şu kadar para ediyor. Zamanı geliyor borcunu vereceksin. Anlatabildim mi? Demek istiyorum ben ki senden alacaklı olan IMF'nin talimatı dışına çıkıp da o sana “hayır bana benim faiz borcumu şu anda verme iki sene sonra ver” demedikten sonra sen işçine zam yapamazsın. Memuruna zam yapamazsın. Bunu sana IMF de mümkün değildir söylemez. Anlatabiliyor muyum? O bakımdan biz ne diyoruz? IMF'yi terk etmemiz lazım. IMF'siz bir politikaya, milli kaynaklarımıza dönmemiz lazım. Borçlarımızı bir an evvel ödememiz lazım. Bu faiz yükünden Türkiye'yi kurtarmamız lazım. 2002 yılı sonunda Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin faize ödediği para 51 katrilyondur. Bizim milli gelirimiz 76 katrilyon, 51 katrilyonunu faize verdik. Dikkat buyurun. 25 katrilyon elimizde para kaldı. 25 katrilyon. Bununla sen efendim memura mı maaş vereceksin? İşçiye mi maaş vereceksin? Ne bileyim bürokrata mı maaş vereceksin? Siyasete mi maaş vereceksin? Askere mi maaş vereceksin? Yatırım mı yapacaksın? Hepsi bunu 25 katrilyon. Ve bunun için bütçe 49 katrilyon açık verdi. Bu sene iddia ediyorum en az 50 katrilyondur. Anlatabiliyor muyum? Affedersiniz 39 katrilyon açık veriyor geçen seneki bütçe. 39 katrilyon. Bu sene en az 50 katrilyondur. Şimdi bütçenin açık verdiği yerde sen ne yatırım yapabilirsin, ne işçine zam verebilirsin, ne memuruna zam verebilirsin. Hiçbir şey yapamazsın. Gerçekçi olmamız lazım. Bu nereye benziyor? Benim elimde bir bardak su var. Geliyorum 50 kişi al bunları bu suyla sizi ben doyuracağım. Ulan kardeşim benim elimde bir bardak su var. Burada da 50 insan var. 50 insan bu su yetmez ona. Hiçbir şey. Aynen bunun gibi. Anlatabildim mi? Peki o halde ne yapacağız? Biz bu politikaları terk etmemiz lazım. Milli politikaya dönmemiz lazım. Kendi şartlarımızda, kendi yağımızda kavrulmamız lazım. Kendi kaynaklarımızı harekete geçirmemiz lazım. O zaman bakacağız ki aa neler varmış neler ülkemizde. Türkiye az evvel söyledik ya tarım olarak kendine yeten dünyanın 7 ülkesinden bir tanesi. Yeraltı kaynakları olarak da dünyanın en zengin ülkesidir. Bunu böyle bilelim. Anlatabildim mi? Bundan başka denilecek de bir şey yok efendim.
İç Borçlanmada da Dış Borçlanmada da Kazanan Yabancı Sermayedir
İç borç dediğimiz zaman zannetmeyin ki yani iç borçlara efendim Ahmet'in, Mehmet'in parasını alarak devlet borçlanıyor. Bu çok mühim. Bankalar kamu bankaları var. Özel bankalar var. Bunlar Avrupa ve Amerika bankalarından kredi alıyorlar. Bu kredileri geliyorlar tahvil yoluyla devlete satıyorlar. Yani bunların faiz giderleri de yani iç borçlanma dediğimiz giderleri de yine yabancı piyasaya gidiyor. Amerika'daki bankalara gidiyor. Avrupa'daki bankalara gidiyor. Ha Türkiye bunun belki %1’ini alıyor. Başka bir şey almıyor. Yani senin o tahvil yoluyla vatandaşa verilen tahviller %1, %2, beşe çıkmaz. Mesela misal 72 katrilyon iç ve dış borçlara faiz verilecek yıl sonunda. Bu bir katrilyon bizim vatandaşımıza verilmeyecek. Bunu böyle bilin. Yani mudiler bunu alacak değil. Mudilere zaten bu tahviller satılmıyor. Anlatabildim mi? Bankalar alıyor bunu. Bu kârı kendisi alıyor. Ondan kendisi kendileri hangi miktarda paraya faiz de almışsa yabancı ülkelere bunu veriyor. Kâr da kendilerine kalıyor. Yani sana bana kalmıyor. Vatandaşa kalmıyor. İç borçlanmada da gider dış dünyanın, yabancı sermaye sahiplerinin dış borçlanmada da faiz giderlerimiz onlarındır. Türk milletine ait bir şey yok yani. Bunu böyle bilin. Olay budur. Bu ve bunun gibi birçok sebep var. Bir tane iki tane sebep değil. Birçok sebep var.
Şimdi bu aslında iktisadi bir menfaat olarak görünen bu olay siyasi bir oyundur. Onu onun için iktidardaki arkadaşlarımıza sorarsanız çok sıhhatli cevaplar alırsınız. Sen de onlarla beraber anlaşırsan sen de iktidar olursun. Bu kadar sana diyebilirim. Yani bunun ekonomik bir tarzı yok. Zaten adam seni, global güçler siyasetle bu işleri yönlendiriyor. Ve siyasetle yönlendiği işlerde de “bal tutan parmağını yalar” derler. Yapacaktır bunu. Olay budur. Fazla işin içine girmeyelim.
Çiftçimize Satış Garantisi Getirilecek, Ürünleri Avans Yoluyla Desteklenecektir
Şimdi efendim biz Anadolu'yu gezerken çiftçilerimizin fakru zaruret içerisinde inim inim inlediğini, her konuda bir kuşatılmışlığının altına girdiğini, ürün yetiştiriyor, ürününe pazar bulamıyor. Pazar buluyor, kıymetini bulamıyor. Hülasa her taraftan çepeçevre sarılmış bir vaziyette olduğunu bizatihi gözlerimizde gördük. Bilhassa Manisa'da Ziraat Odası Başkanı ağabeyimiz fevkalade bize bir brifing verdiler. Çiftçinin o halini, fakru zaruret içerisinde bulunduğunu müdellel bir şekilde ortaya koydular. Bunu orada biz de yaşadık. Öğretim görevlisi olan arkadaşlarımız vardı. Onları dinledik. Şimdi bugünkü şartlarda IMF'nin kurallarına uyarak ne yapıldı? Üretilmesi gereken ürünler tahdit kanunlarıyla beraber devre dışına çıkartıldı. Yani bugün sen pamuğu istediğin kadar üretiyorsun. Şeker pancarını istediğin kadar üretemiyorsun. Tütünü istediğin kadar üretemiyorsun. Buğdayı istediğin kadar üretemiyorsun. Mısırı istediğin kadar üretemiyorsun. Fındığı istediğin, çayı istediğin kadar üretemiyorsun. Niye? Tahdit kanunlarını koyduğu IMF, “bunu siz üretemezsiniz.” Gerekçesi de “siz bunu pahalıya mal ediyorsunuz. Binaenaleyh pahalıya mal ettiğiniz şey zarar ediyor. O bakımdan siz bunu üretmeyin. Biz size bunu ucuz olarak satalım.” Hâlbuki aynı mamulleri gerek Amerika Birleşik Devletleri, gerekse Avrupa tamamen destek yoluyla beraber çiftçisine üretiyor. Mesela Avrupa Birliği ülkelerinde, Avrupa'da yılda 260 milyar dolar destek fonu tahsis edilmiştir çiftçilere. 260 milyar dolar parayla destekleniyor. Kim? Çiftçi. Amerika Birleşik Devletleri'nde 100 milyar dolarla çiftçi destekleniyor. Ve bu insanlar bu destekle beraber imal ettiği mamulü 10 kuruşa imal ediyorsa, 6 kuruşa satma imkânını buluyor. Şimdi yapılacak olan iş tersinden bizim de aynı şekilde çiftçimizi desteklemektir. IMF'nin bize dayattığı zorbalığa girmek değil, tamamen çiftçimizin yanında olmaktır. Mesela ürünü kaç paraya satıyor? Kabul edelim ki 1 dolara satıyor. Doların bugün kuru kaç liradır? 1,5 liradır. 1,5 milyondur. Sen zaten “dalgalı kur” diyorsun. 2,5 milyon liraya alırsın onu vatandaşından. Böylece vatandaşının zararını önlemiş olursun. Dolayısıyla, yani buna hukuki bir zemin de bulabilirsin. Ama bizde bir söz vardır. “Öpmek istemem seni sorarım yanağın nerededir?” Şimdi çiftçi tamamen terk edilmiştir. Buradan bütün tarım kesimiyle uğraşan kardeşlerimize sesleniyorum. Bizim iktidarımız döneminde herkese fevkalade bir destek fonuyla beraber, daha doğrusu her çiftçi kardeşimize destek fonuyla beraber, yanında olacağız. Artı satış garantisi getireceğiz mamullerine. Efendim öyle mamuller var ki biz bunları avans yoluyla karşılayacağız. Bilmem anlatabiliyor muyum? Yani bağında bahçesinde daha tohum atılmadan devlet babasından gelecek, onun kredisini alacak. Yani avansını alacak gelecek ürününü buna karşı, devlet de buna pazar bulacak. Efendim, vekilimizin vazifesi mecliste oturup dedikodu yapmak, kavga etmek değil. Vatandaşına hizmet etmektir. Bizim ürünlerimizin tamamı, tarım ürünlerimizin tamamını, dünyada fevkalade pazarı vardır. Niçin hiçbir pazara giremiyoruz? Üretmesini bilmediğimiz, bunlara pazar alamadığımız için maalesef hiçbir ürünümüzü dünyada tanıtma ve de öne çıkarma imkânına sahip olamıyoruz. Olan değerini de maalesef kaybetmiş IMF politikalarıyla durumdayız. Onun için el ele vereceğiz çiftçimizle. Gerek hayvan, büyük, küçükbaş hayvancılıkla uğraşan kardeşlerimize, gerek tarım kesiminin tamamına, hatta tarım mevzuunda sanayiyle uğraşan kardeşlerimizin tamamına, imkânlar tanıyacağız. Yani devlet desteğiyle, faizsiz desteklerle beraber, iş imkânları, aş imkânları inşallah vücuda getireceğiz diyorum. Ve uzun vadeli kredilerle layık olduğu yere inşallah bizim çiftçimizi taşıyacağız. Bunu ifade etmek isterim efendim.
Bizim Yabancı Sermayeye Zerre Kadar İhtiyacımız Yoktur
Bizim yabancı sermayeye zerre kadar ihtiyacımız yoktur. Esasen gerek yurt dışında çalışan gurbetçi kardeşlerimiz, gerekse içteki stoklarımız, bizim bütün işletmelerimizi devreye koyabilecek kabiliyettedir ve de iktidardadır. Ancak biz bunları görmüyor, bunlarla beraber devlet-millet ortaklığıyla özelleştirme, yani yabancı sermayeyi yurt içi kaynaklarını özelleştirerek satma yerine, bu insanlarla devlet-millet ortaklığı kurarak, efendime söyleyeyim, bunların gücünü devreye koyma imkân ve fırsatı vardır. Biz buna nasip olursa devreye koymaya kararlıyız.
Artı yurt dışındaki işçilerimizin tamamını orada belli bir süre hizmet ettikten sonra, karşılığında bir tek kuruş almadan emeklilik hakkını temin edeceğiz, maaşa onu bağlayacağız. Bir şartı vardır, inşallah onu da o zaman söyleyeceğiz. Bu şartla birlikte batı dünyasında çalışan kardeşlerimizin artık kazandıklarını değerlendirme yeri inşallah Türkiye olacaktır. Batıda çalışan kardeşlerimizin batı bankalarındaki serveti 500 milyar dolar civarındadır. Sen bunun yarısını Türkiye'ye transfer ettiğin zaman, hem Avrupa'yı çökertirsin, hem Türkiye'yi ihya edersin. Şimdi “at sahibine göre kişner” derler, biz sahip çıktığımız yeraltı ve yerüstü kaynaklarını insanlarımıza takdim ettiğimiz zaman, bakınız neler olur. Bana öyle geliyor ki Türkiye cennete döner.
Dünyanın Hiçbir Yerinde Türkiye’de Olduğu Kadar Altın Rezervi Yok
Bakınız dünyanın hiçbir yerinde Türkiye'de olduğu kadar altın rezervi yok. Güney Afrika bir, Türkiye Cumhuriyeti Devleti iki. 100 milyar dolarlık sende yeraltı kaynağı altın var. Şimdi sen hangi vatandaşınla beraber iş birliği yapsan, bu kaynakları devreye sokamazsın, söyler misin bana? Affedersiniz, dilencisinden hamalına, köründen topalına kadar, herkes burada bir pay sahibi olmak ister. Ama biz maalesef kendi değerimizi bilmiyor, gözümüz dışarıda. Affedersiniz, gözü dışarıda olan insanlar vardır. Evindeki helalini görmez, kafası daima dışarıdadır. Biz maalesef o insanların hayatını yaşıyoruz. Allah bize akıl versin diyorum. Herkes kendi dünyasını vatandaşa yansıtıyor. Evvela biz adam olursak, o hayat kendiliğinden ortaya çıkacak. Kimse bundan kuşku duymasın. Biz bunu yapacağız. Yapacağız, yapacağız. Hiç kimsenin kuşkusu olmasın. Bu irade bizde vardır, bu güç bizde vardır, milletimde vardır, devletimde vardır, benim toprağımda vardır. Hiç kimsenin kuşkusu olmasın. Ben de saygı, sevgi, hürmetlerimi arz ediyorum efendim.
Bu sohbeti video olarak izlemek için play butonuna basınız