info@profdrhaydarbasenstitusu.org

Haftanın Sohbeti - Din -Vicdan Hürriyeti ve Laiklik / 24 Aralık 1993
15/05/2025 DİNİ YAŞAM 5

    Neler Okuyacaksınız

Din ve Vicdan Sadece İnsana Mahsustur 

Şimdi din ve vicdan mevzu sadece insana mahsus bir haldir. Her ne kadar cinler Cenâb-ı Hak’ka karşı sorumlu ise de onların insanlar gibi vicdani bir kanaat sahibi olmaları mahiyet itibariyle bizler tarafından meçhul olduğu için biz bunu sadece insanlara ait bir kavram olarak düşünüyor ve de değerlendiriyoruz . 
Efendim takdir edersiniz ki insan Cenâb-ı Hakk'ın yeryüzünde özel surette yarattığı bir varlıktır. Ve insana Allah, “yeryüzündeki halifem” diye “beni temsil eden varlık” diye onu tanımlıyor. Yani bu kadar kutsi bir varlık, bu kadar ulvi bir varlık. Onun için geçmişte bazı ulema, din uleması insana sadece insan kelimesi demeyip Hazreti insan lakabıyla, unvanıyla onu anmıştır. Ve de bu benim inancıma göre de doğrudur. Allah'ın yeryüzünde halifesi Allah'a en yakın olan varlığı olan bu mahlûkun elbette ki Hz. kelimesine muhatap olması ve onunla efendim sıfatlanması kadar da güzel bir şey olamayacağı kanaatindeyim.

Hürriyet, İnsanların Başkasına Zarar Vermeden Yaşamasıdır

Şimdi efendim Hak nedir? Dilerseniz olaya buradan başlayalım. Hak insanların doğuştan kendileriyle birlikte getirdikleri faydalı, doğru kendisi için zararı olmayan güzel şeylerdir. Yani hak budur. Hürriyet de insanların gerek kendi nefsine gerekse başkasına zarar vermeden diledikleri efendim mikyasta ölçüde yaşamalardır. Yani batı literatürüne göre hak, afedersiniz hürriyet insanların başkasına zarar vermeden yaşamasıdır. İstediği gibi, dilediği gibi yaşamasıdır. Bizim inancımıza, bizim literatürümüze göre ise bununla kalmayıp nefsine de zarar vermeden, başkasına da zarar vermeden istediği gibi yaşaması anlamına gelebilir. Hürriyet de bu oluyor. Şimdi bu iki kavramı biz birleştirip insanların inanç hürriyeti var mıdır, vicdan hürriyeti var mıdır şeklinde bir sual edecek olursak elbette ki İslam açısından bu hürriyet onlara bahşedilmiştir cevabını vereceğiz. Neden? Çünkü yeryüzünde Allah'ı temsil eden bu varlık, kendisine yakın olmasını veya ona yakın olmasını talep ettiği Allah'a gitmesini arzu edecektir. İsteyecektir. Dikkat ederseniz bizim tabiatımızda, fıtratımızda şuurumuzun altında Allah'a karşı bir sevgi, bir muhabbet vardır. Gizli de olsa bir sevda vardır. Her insan istese de istemese de bu sevgiyi, bu inancı kendi iç bünyesinde taşır. Şimdi iç dünyasında mevcut olan bu sevdayı elbette ki ona vereceğin bir takım haklarla o içindeki dünyayı dışa açabilecektir. Sen onun iç dünyasını dışa açabilecek imkânları ona vermezsen zaten doğuştan fıtri olarak getirdiği bu kabiliyeti ve hakkı elinden almış olursun.


Hürriyetin Önünü Açan İnsanlar Mukaddestir, Muazzezdir

Nitekim tarihin birçok dönemlerinde efendim bilhassa siyasiler dini kendilerine alternatif olarak kabul ettikleri için dini hayatı yaşamayı yasaklamışlardır. Mesela Firavun bunlardan bir tanesidir. Kendi saltanatına kendi gücüne karşı dinin etrafında toparlanıp cemaat halinde olabileceğini tahmin ettiği eşyası yok edebilmek için dini yaşayışı yasaklamışlardır. Hatta Firavun enteresandır doğacak çocukları bile ölüme mahkûm etmiştir. Hz. Musa ölüme mahkûm edilen bu yavrulardan bir tanesidir. Ama Cenâb-ı Hak müsaade etmeyince elbette ki bu efendim fırsatı da yakalayamıyor. Değerlendiremiyor. Efendim yine tarihte bunun çok misalleri var. Saltanat sahibi, mevki, rütbe sahibi insanlar değil mi? Nemrut da bunlardan bir tanesidir. Din gücünü kendilerine karşı çok güçlü bir alternatif olarak kabul etmelerinden dolayı yaşayışlarına insanların müdahale etmişlerdir. Hangi yaşayışlarına? Dini yaşayışlarına müdahale etmiştir. 
Şimdi isterseniz şöyle bir toparlamada yapabiliriz. Her kim ki kendi saltanatının devam etmesi, kendi hayatının devam etmesi için dine ve dindara karşı çıkıyorsa Nemrutların ve Firavunların varisi olarak hayatlarını devam ettirmeyi çalışıyorlar demektir. Peki, efendim Nemrut hayatında buna muvaffak olabilmiş mi? Olamamış. Yani Müslümanın önüne geçebilmiş mi? Geçememiş. Belki bir noktada sekte bulmuş ama önüne geçememiştir. Ee Firavun geçebilmiş mi? İnananları Müslümanların önüne geçememiş. En güçlü vasıtalarını kullanmış olmasına rağmen Nil vadisinde, nehrinde boğulmaktan öteye hatta bazılar da bunun Kızıldeniz'i olduğunu söylerler. Geçememiş, ölmüştür. Yani şunu demek istiyorum. 
Din hürriyetine karşı çıkanlar Firavun ‘un gömüldüğü maziyi, yaşadığı maziyi yaşamak mecburiyetindedir. Bu ilahi bir kaderdir. Onun için dine gel dokunmayalım diye bu mesajı her zaman vermemizde büyük faydalar var. Efendim ben din ve vicdan hürriyetine karşı değilim, şuna karşıyım. Ne demek ya? Sen kim oluyorsun? Kaç paralık adamsın ya? Din ve vicdan hürriyetine karşı değilmiş de ona karşı. Bunlar göstermelik bir takım laflardır. İslam'ı yaşayışa mani olacak herhangi bir adım, düşünce, fikir, yazı, din hürriyetine açıkça müdahaledir. Ben şu şu şudur demiyorum. Vicdan ehli herkes bunu çok rahat anlar. Bu hak bize Allah'ın fıtratımızda bahşettiği ilahi bir duygudur. Bize verilen bu hakkı hiç kimsenin almaya yetkisi yoktur. Hiçbir kurum, hiçbir kuruluş almaya yetki sahibi değildir. Demek istediğim bu hürriyeti, bu hürriyetin önünü açan insanlar mukaddestir, muazzezdir. Bu hürriyetle topluma efendime söyleyeyim toplumla bütünleşen, toplumla kucaklaşan insanlar mükemmel siyasilerdir, idarecilerdir diyoruz. 

İslam'da Hakkı Tebliğ Etmek Vardır, Eleştirmek Yoktur

İslam'ın bir defa din ve vicdan hürriyetine bakışını isterseniz ele alalım. İslam toplumunda, İslam dininde hiç bir şahıs efendim inancından dolayı yadırganamaz. Eleştirilemez, tenkit edilemez ve de o insana hicvedici sözler söylenemez. Bunu bir defa çok iyi bilelim. Artı, istihza edilemez, yani alaylı edemezsiniz. Neden bu insan böyle inanıyor veya inanmıyor? Onu biz herhangi bir şartla bir yola sokma efendim imkân ve de fırsatına sahip değiliz. Neye göre? Bu ölçü Allah'ın ölçüsüdür, Kur'an'ın ölçüsüdür. Efendim, bu hususta bir hüküm var mı? Var. Esteuzubillah. “La ikrâhe fiddin.”  “Dinde zorlama yoktur.” (Bakara Suresi, 256 Ayet) Yani siz kim olursa olsun, onun yaşayışına bir defa en azından hürmet etmeye mecbursunuz ve de memursunuz. 
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem efendimizin Devr-i Saadet’lerine baktığımız zaman, peygamberimiz hiçbir insanın yaşadığı hayatı, dini hayatı eleştirmemiştir. Peki, efendim ne yapmıştır? Müslümana düşen karşı tarafın yanlışını gündeme getirmek değil, onunla alay etmek değil, onu hakir görmek değil, doğruları ortaya koymaktır. İnanç hususunda İslam'ın doğrularını ortaya koymak mecburiyet ve de mükellefiyeti vardır. Mesela biz kendi inancımızda Allah itikadını, tevhit itikadını nasıl anlatacağız bize düşen bu. “Lâ ilâhe illallah Muhammedün resûlullah.” Ne demektir? Bunu anlatmakla mükellefiz. “La ilahe illallah” derken, “Allah'tan başka ilah yoktur” derken işte Allah'a karşı vasfetmeye çalıştığımız ilahlar ile Cenâb-ı Hakk'ın sıfatlarını ortaya koyacağız. 
Rabbimiz ezeli ve ebedidir. Başlangıcı ve de sonu yoktur. Vacibül vücuttur. Yani varlığı kendi zatındandır. Hiçbir varlığın etkisiyle beraber vücut bulmuş değildir. Bütün mahlûkatı o yaratmıştır. O hiçbir şeye muhtaç değildir. O her şey ona muhtaçtır gibi Allah'ımızın zatına mahsus sıfatları biz efendim anlatmaya mecbur ve de memuruz. Bunu derken biz zaten bunu anlatırken karşı tarafta inandığı ilahının noksanlarını kendi şeysiyle beraber görecektir. Neden görmesin ki ilahı kendi yapıyor, putunu kendi yapıyor. Tevfik’in dediği gibi “İnsanoğluna hayret, putunu kendi yapar kendi tapar.” Çok enteresan. Yani zaten kendisi yapıyor. E bunun ezel ve ebede sahip bir güç bir kudret sahibi olmadığını görüyor. Ama biz ona Allah'ın varlığının evsafını sıfatlarını ortaya koyduğumuz zaman tevhit akidesini anlattığımız zaman o kendi nakısını noksanını kavrayacak ve Müslüman olacaktır. Binaenaleyh İslam'da eleştirmek yoktur. Hakkı tebliğ etmek vardır. Alay etmek yoktur. İstihza etmek yoktur. İyi geçinmek vardır. Dürüst olmak vardır. Bu olayın birinci yönü. 
Ondan sonra hayır bütün bunları biz yaptık da yine o inancında devam etti. İnancında devam ettiği halde İslam ona kendi inancı boyutlarında yaşama hakkını tanıyor. Nereden bunu biliyoruz? “Lekum dinikum veliyedin.” “Senin dinin sana, benim dinim bana.” (Kafirun Suresi, 6 Ayet) Değil mi? Senin için senin yaşadığın, senin arzu ettiğin yol budur. Hiç kimse sana karışamaz. Benimkine de kimse karışamaz. Onunkine de kimse karışamaz. Bakınız sadece de bu değil. Rabbimiz Teâla ve Tekaddes Hazretleri Kur’an’ı Kerim'inde, “Siz onların putlarına, ilahlarına küfretmeyin ki onlar sizin Allah'ınıza küfretmesin” buyuruyor. İslam'da demek ki bir insan kendi inancını da teminat altına alabilmesinin yegâne şartı, başkalarını inancına müdahale etmemesidir. Sen ne kadar insanların hayatına, inancına müdahale edersen etki tepki kanununa göre onun da tepkisini üzerinde bulacaksın. Değil mi? O da seni eleştirecek. İşte İslam bu kuralı koyarken aynı zamanda karşı tarafında inanç hürriyetini Müslümanın da inanç hürriyetini koymuş ve de korumuş oluyor. Anlatabildim mi? Yani bizim toplumumuzda bizim inanç dünyamızda kim neye inanırsa inansın ona baskı yapma imkânına bir mümin sahip değildir. Şu farkla ki ancak ona hakkı tebliğ etmeye mükelleftir. Yani doğruyu anlatır. Zaten doğruyu biz anlatmaya mükellefiz ve de muktediriz bunu. Şimdi bu da böyle. Yani bir İslam toplumunda müminlerin, Müslümanların hâkim olduğu yaşadığı bir toplumda gayrimüslim bir insanın yeri nedir? Zannedersem sorusunun cevabı olmuş oldu. Değil mi efendim? 

Müslüman Terörist Olamaz

Peki, Müslüman terörist olabilir mi?  Müslüman terörist olması için inancını baskı şiddet yoluyla hâkim kılma esasını yaşamış olması lazım, kabul etmiş olması lazım. Az evvel ne dedik biz? Biz az evvel dedik ki hiç kimsenin inancına bir insan müdahale edemez. Yani inancımızın temelinde başkasının inancına müdahale etme hakkını bize Rabbimiz vermiyor. Peygamberimiz bu hakkı bize vermiyor. O halde sen bir başkasına şiddetle, zorla bir düşünceyi nasıl hâkim kılabilirsin, çalışabilirsin o halde bizim dinimizin ruhunda, özünde terör diye bir olay olamaz. Tamamen yasaktır. Değil mi? Sonra hadis-i şerifte Cenâb-ı Peygamber Efendimiz ne buyuruyor? “Zorlaştırmayınız, kolaylaştırınız. Korkutmayınız, sevdiriniz.” Şimdi özü ve tebliğ metodu bu olan bir dinin kural ve kaidelerini bir başka insana veya topluma kabul ettirirken şiddet yolunu benimsemek veya şiddet yolunu benimsediler demek kadar gülünç bir iddia safsata olamaz. Bunu ne Müslüman kabul edebilir, ne Müslümanlığı bilen bir insan böyle bir iddiayı ortaya koyabilir. 
Peki efendim, Müslüman teröristler deniliyor. Buna ne dersiniz? Müslüman teröristler diyen kişilere evvela bunun ispatını yapmaya davet etmemiz gerekir. Zannedersem bu ana kadar Müslüman terörizmden misaller verilir. İslam teröristi, Müslüman terörizmi denilir ama bir tane terörist de göstermezler. Nitekim Mesaj TV'de bunlarla beraber hicvedildi bu adamlarla alay edildi. Bir gazeteciye geliyor takke başına, eline bir tesbih veriliyor. Terörist diye onu gazeteye basacaklar. E bunlar oyundur. Müslüman terörist olamaz kısaca. Terörist olmasına ne itikadı müsaittir, ne yaşayışı, ne ruh dünyası, ne şusu, ne busu bunlar iftiradır. Dedikodudur. Müslümanları birbirine katmak için yapılan fitne, ekilen fitne tohumlarıdır. Müslüman terörist olamaz. Olması mümkün değildir. Anlatabildik mi? Evet, bu hususta da bunu diyebiliriz efendim. 

Hiçbir Müslüman Vatanının Bölünmesine Müsaade Etmez

Yani Türkiye'nin hudutlarının dışında burada bir faaliyet var ve bu faaliyet Türkiye'nin güvenliğini sarsıyor. Şimdi efendim bu da iftira bu da yalan. Neden diyeceksiniz? Şimdi günlerce hatta birkaç sene evvel kara tehlike, kara tehlike diye bir zatı muhteremden bahsediyorlar. Bu zatı muhterem bir zamanlar bu memlekette Diyanet Reis Muavinliği yaptı. Efendime söyleyeyim memleketimizin bir vilayetinde müftülük yaptı. O zatın bu yıllarında kendisine ait, öyle ya araştıralım bakalım Türkiye'nin çok ciddi bir istihbaratı var. Böyle bir kompleksi var mıydı? El cevap, yok. Zaten böyle bir iddiası, böyle bir niyeti olmuş olsaydı elbette Türkiye devlet olarak onu hesaba çekerdi ve vatandaş da bu teröristi gözünün önünde görürdü. Şimdi bu adamcağız gitmiş bilmem kaç yaşına. Efendim Avrupa'ya gitti oldu terörist. Yok canım. Yok, öyle bir gösteriyorlar ki bunun etrafında binlerce insan. O da yalan, o da yanlış. Bu zatı etrafında bir defa öyle iddia edildiği gibi bir gücün, bir kuvvetin olduğu kesinlikle yanlış. Böyle bir şey yok. Artı bunlar gidiyorlar bir kahvenin içerisinde konuşuyorlar. Bu konuşmalarını kalkıp Türkiye'nin gündemine getirmek istiyorlar. Bence bu bir istismardır. Daha doğrusu onu göstererek Türkiye'de Müslümanların hürriyetlerini gasp etmeye çalışmak isteyen bir takım insanların oynamış olduğu oyuna alettir bu. Anlatabildik mi? 
Öyle de olmuş olsa peki kaç tane terörist şu ana kadar onlardan yakalandı? Yakalandı mı söyleyin. Ben şahsen bilmiyorum. Varsa göreyim. Göstersinler Türkiye'nin televizyonları var. Bir sürü kanallar var, bir sürü gazeteler var. Böyle bir şey de yok. O halde bunlar bence bir safsatadır. Kuru bir efendime söyleyeyim Müslümanı yıpratmak, Müslümanı istihza etmek, Müslümanın üzerine gelmek için uydurulmuş senaryolardır. Hiçbir Müslüman bir defa vatan ve milletin bölünmesine kesinlikle müsaade etmez. Bu devlet bizim devletimiz. Bu vatan bizim vatanımız. Bu insan bizim insanımız. Değil mi? Bu vatanı vatan olarak bilen insan nasıl olur da bu vatanın bölünmesine karşı efendim yanında olabilir, bölünmesinin yanında olabilir. Devlet bizim, vatan bizim. Öyle değil mi? 
O halde bu iddialar müminleri, Müslümanları yıpratmak için tamamen iftiradır. Bunu milletimizin çok iyi bilmesi lazım. Hiçbir tehlike yoktur İslam adına. Varsa göstersinler, işte şu şuşu desinler. Değil mi? Senelerce Güneydoğu'daki tehlikeye dini tehlike derlerdi. Gördün mü şimdi PKK nasıl çıktı karşılarına? Din tehlike olmaz kardeşim. Dini tehlike olmaz. Bunu böyle bilesiniz. Bilmemiz lazımdır. 

Laiklik Devletin Dine, Dinin Devlete Karışmamasıdır

Şimdi esasen laiklik, devlet hukukuna ait bir özelliktir. Devletin şahsi hukukudur. Yani bu insanlar laiktir değildir tartışması bir defa yanlış. İnsanlar laik olur, olmaz. Bunlar yanlış. Bu devlet laik olur, devlet laik olmaz. İnsanlar da Müslüman olur, Musevi olur, İsevi olur, Putperest olur. Hiçbir şeye inanmaz. Neyse. İnsanlar da budur. Yani bu devlet has bir hukuk stilidir. İdari bir stildir. Bu bir. 
İkincisi, laikliğin vatanı Avrupa'dır. Özellikle Fransa'dır. Fransız ihtilaliyle beraber Fransa'da Batı dünyasında 1789 yılına kadar Batı dünyasında korkunç bir din taassubu vardı, tahakkümü vardı. Engizisyon mahkemeleriyle beraber düşünebiliyor musun? Papaz alıyor adamı muhakeme ediyor, bir anda cennetlik bir anda cehennem aforoz edip gönderiyor. Böyle bir anlayışın hâkim olduğu dünyada dediler ki “artık dinin işi bitmiştir.” Martin Luther gibi adamlar karşı çıktılar. Jean-Jacques Rousseau, Diderot, Walter Montesquieu Fransa ihtilaliyle beraber dine bir yer verdiler toplumda. Ve geldiler dediler ki, efendim “din kesinlikle devlete ait işlere karışamaz.” Böylece laikliğin sahası belirlenmiş oldu. Anlatabildik mi?
Efendim devletin işlerini yürütecek olan kadro kendi beyninde, kendi içinde birtakım kurallar ihdas ederek efendim devlet hayatına devam ettirecek. Dini hayatı yaşayacak olan kişiler de dinin kurallarına uyarak o şekilde bir hayat yaşayacaklar. Böylece din işiyle devlet işi birbirinden ayrılmış oldu. Bu Batıya ait bir terimdir. Bizde de Cumhuriyetin ilanından sonra laisizm, laiklik Türkiye'nin gündemine geldi. Denildi ki bizde de hukuk din kaynaklı olmasın. Ya milli iradeye ait olsun hukuk denildi. Böylece Türkiye laiklik sistemini hukuk olarak kabul etmiş oldu. Bu ne demek oldu? Bu şu demek oldu. Yani bizde de vatandaşın dini yaşayışına devlet karışmayacak, inanç hesabıyla da vatandaş devlet hayatına karışmayacak demektir. Anlatabildim mi? Böylece her ikisi de birbirinden ayrılmış oldu. 
O halde ikisini tarif edersek din işi nedir? Devlet işi nedir? Yani devlet işlerinin din işlerine, din işlerinin devlet işlerine karışmamasıdır. Ne? Laiklik. Peki din işi nedir? Din işi Allah'ın kullarına emrettiği bütün emirler nehyettiği nehiyler bunlara uymanın adına din işi denir. İbadet denir. Anlatabildik mi? İbadetlerdir. Laikliğe göre laiklik anlayışına göre bu kurallara devlet müdahale edemez. Kesinlikle şu şekilde bunları uygulayacaksınız veya uygulamayacaksınız diye bir hüküm getiremez. Getirirse ne olur? O zaman laiklik de ihlal edilmiş olur. Laiklik sadece efendim dini kuralların devlet hayatına karışmasını emretmiyor. Karışmamasını emretmiyor. Neyi de emrediyor? Dini hayata devletin de karışmamasını teminatı. Her ikisinin teminatıdır. Yani devlet dine, dinin devlete karışmaması anlamıdır laisizm. 
Şimdi bizde bir takım eşhas, siyasiler bunu gündem ederek efendim sanki Müslüman itikadi şeysiyle devlet hayatına karışıyor, anarşi çıkartıyor, mantığıyla bunu gündeme getirmek istiyorlar. Bunlar kesinlikle yanlıştır. Bunlar olayı saptırmaktır. Ve işin hakikati laikliği ihlaldir. Bu da laikliğin ihlalidir. Diyorum efendim. 

Başörtüsüne Müdahale Laikliğin İhlalidir

Tabii efendim şimdi olay şudur. Biz bunu açmadan kısada olsa özetlemeye çalıştık. Şimdi bir insan devlet memuru olabilir ama herhangi bir dine de inanabilir. Bu inandığı din Müslümanlık da olabilir. Bu insanı siz kabul edelim ki vazifesini yargıç olarak düşünün veya savcı olarak düşünün. Şimdi bu insan Müslüman olduğu halde devleti temsil eden bu savcı veya bu yargıç, yargıç oldu diye, savcı oldu diye dini hayatını terk mi edecektir? İbadetlerini yok mu kabul edecektir? Elbette ki yanlış olur. Savcı veya hâkim veya avukat, hukuk adamı vazifesi esnasında kamu görevlerini yerine getirirken, kamu adına işini yapar. Ama ibadeti kendi işi olduğu için bunları bitirdiği zaman veya vakti geldiği zaman ibadetini de kendi adına yapar. Yani bunu kamu adına yapmaz. İbadetini kamu adına yapmaz. Dini, ibadet kurallarını kendi adına yapar. 
O takdirde o hukuk erbabı olan kişi laikliği ihlal etmeden efendime söyleyeyim hayatına devam etmiş olur. Yani şimdi hâkim, hâkim oldu diye ibadetini, namazını terk mi edecek? Namazını nefsi için, şahsi için bu ibadeti yerine getiriyor. Verdiği hükmü de kamu adına veriyor. Anlatabildik mi? Bu neyse bir başörtülü hanımın veya öğrencinin hayatı da budur. Öğrenci başındaki örtüyü devletin adına örtmüyor. Bir memure hanım başını örterken bu örttüğü başörtüsünü veya türbanı devlet adına başını örtmüyor. Ne adına? Kendi adına bunu başına örtüyor. Devlet adına yapmasıdır laikliğe aykırı olan. Nefsi adına yaptığına göre laikliği ihlal etmiş olmuyor. Anlatabildik mi? Şimdi kalkıyorsun sen diyorsun o ki başını örtemezsin. O zaman buna müdahale devletin müdahalesi olduğundan laikliğin ihlali olmuş oluyor. Yani laikliğin ihlali başa örtülen örtüye müdahaledir. Anlatabildim mi? Hukuki açıdan budur. 

Hz. İsa'nın Doğumunu Allah'ın Yasakladığı Haram Şeylerle Kutlamak Yanlıştır

Şimdi efendim elbette ki Hz. İsa Ruhullah Efendimiz Cenâb-ı Hakk'ın bir defa yarattığı İsa Ruhullah unvanıyla anılan Allah'ın sevdiği seçtiği bir peygamberdir. Dört büyük kitabın bir tanesinin kendisine indiği bir zatı muhteremdir. Allah şefaatinden mahrum eylemesin. Elbette böyle Ülü'l-Azm bir peygamberin doğuşu inanan insanlar için büyük bir müjdedir. Sevinç ve sürur kaynağıdır. Bir peygamber hayata gelirken geldi diye onu karşılamak, onu anmak kadar normal ve de güzel bir şey olamaz. 
Noel adı altındaki zatı muhteremin efendime söyleyeyim yılbaşı münasebetiyle evlere girmesi bu bizdeki Hızır inancının mukabili bir anlamdır. O Hz. İsa'nın inan doğuşunu kutlamak üzere böyle efendim gaipten bir zat Hristiyanların evine geliyor onlara hediyeler, ikramlar da bulunuyor anlamı demektir. Şimdi işin özü bu. Gelelim uygulanmasına. Elbette bir peygamberin gelişini müjdeleyen Hızır da olabilir, Nebi de olabilir, Veli de olabilir, peygamber de olabilir. Efendime söyleyeyim melekler de olabilir, cinler de olabilir. Yani bir peygamber hayata geliyor diye bunun müjdesini verenler çok olabilir. Allah'ın yarattığı binlerce mahlûk var. Bunlar insanlara böyle bir Ülü'l-Azm kişi doğuyor doğdu demesi çok tabi ve de normaldir. Böyle kadar hepsi doğru. 
Peki, Allah böyle kullarını seçip beşeriyete gönderirken bunları dünyaya geldi diye biz nasıl anlamamız lazım? Mesela biz de Cenâb-ı Peygamber efendimizin Mevlit Kandili münasebetiyle doğuşunun efendim karşılamasını yapıyoruz. Yani Resulullah doğdu diye, peygamberimiz Hz. Muhammed aleyhisselatü vesselam doğdu diye ne yapıyoruz? Karşılıyoruz onu. Mevlid-i şerifler okuyoruz, Kur'an-ı Kerimler okuyoruz. Zikrullah yapıyoruz. Yani Resulullah'a ne yakışırsa onu yapıyoruz. Neden? Çünkü peygamberler doğarken melekler bile sevinç içindedir. Bayram içindedir. Şenlik içindedir. Meleklerin iştirak ettiği bir törene, Allah'ın haram kıldığı şeyleri sen nasıl iştirak ettirebilirsin? Günümüzdeki kutlamaları kastediyorum. Noel adında kutlamaları kastediyorum. Yılbaşı adında kutlamaları kastediyorum. Allah'ın yasakladığı haram şeylerle biz Hz. İsa'nın doğumunu müjde ediyoruz. Bunlar çok yanlış. Safsata. İnancı saptırmaktan insanların yolunu efendim batıla kaydırmaktan başka bir işe yaramaz bunlar. 
Onun için diyoruz ki, yılbaşında yılbaşı gecesinde biz de Hz. İsa'nın doğumunu kutlayalım. Karşılayalım. Ama nasıl? Gelelim 10-15 insan bir araya Kur'an-ı Kerim okuyalım Hz. İsa'nın ruhi için. Mevlid-i Şerif okuyalım Hz. İsa'nın ruhi için. Zikrullah yapalım Hz. Ruhu, Hz. İsa'nın ruhi için. Dua edelim Hz. İsa'nın ve ashabının ruhları için Cenâb-ı Hakka. İşte kutlamak budur. Ölen bir kardeşimizi veya doğan bir kardeşimizin hayata gelişini, hayata veda edişini biz neyle? İslam itikadına göre yapıyorsak onu da öyle yapalım. Hz. İsa'dan büyük Müslüman mı var efendim? Değil mi? O halde olayı saptırıyorlar, saptırıyoruz. Bu karşılama adı altında yapılan şeyler İsa Ruhullah Efendimizin mübarek ruhunu taciz eder. Onu ezer. Ona eziyet verir. Evet. Bunu diyebilirim efendim. 

Salih Amel Resulullah'ın Yoluna Uymakla Mümkündür

Şimdi efendim bunu biz dilerseniz bendeniz “Rahmeten Lil Âlemin” adlı eserimin ikinci cildinin 135. sayfasından sonra aşağı yukarı 20 sayfa yakın bir yerde bu hususa yer verdim. Gayet müdellel bir şekilde bunu izah ettim anlattım. Dilerseniz bu konu hakkında özel bir sohbet yapalım ve bunu iddia eden insanlarla burada milletin gözünün önünde bu konuyu tartışalım. Evet, bir defa bu iddialar tamamen safsatadır. Tamamen yalandır. Batıldır. Bu iddiayı ortaya atanların maksatları bazı güçlere odak noktalarına yaranmaktır. Hiç başka bir emelleri maksatları yoktur. İşin özü ise bir insanın salih amel işlemesinin hukuku, esası Resulullah'ın yoluna uymasıyla mümkündür. Salih amel Kur'an'da tarif ediliyor. Bu esasa uymayan amelden amel olmaz. İki, bir hadisi şerif okuyacağım. Hz. Ömer Radıyallahu Anh Efendimiz bir gün Resulullah'ın huzuruna Hristiyan İsevilerden aldığı bir kitapla geliyor. Yani biz İncil diyelim buna. Peygamber efendimiz onu gördüğü zaman “Nedir o” diyor? O da “İncil” diyor. “Onlara sakın bakmayın. Olur ki doğru olana yanlış, yanlış olana doğru dersiniz de Allah korusun insanları saptırırsınız. Yemin ederim ki Musa benim devrimde yaşamış olsaydı efendim mutlaka bana tabi olurdu.” Dolayısıyla bir amelin salih, sahih olabilmesi Resulullah'ın yolundan o insanın gitmesine ve peygamberi kabul etmesi de onun kitabıyla amel etmesine bağlıdır diyoruz. Diğerleri tamamen hurafedir. Bundan başka diyecek bir şey yoktur efendim. İstirham ediyorum. 
 

Bu sohbeti video olarak izlemek için play butonuna basınız



Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir