info@profdrhaydarbasenstitusu.org

Haftanın Sohbeti - Bosna Katliamı - Ortadoğu - Türki Cumhuriyetler / 1995

    Neler Okuyacaksınız

Beşeriyet İki Sınıfta Müteşekkildir: Bir İnananlar, İki İnanmayanlar

Biz hatırlarsanız bu mevzuyu bundan evvel zannedersem en az üç defa daha değerlendirmiş idik. Esasen başta ilk yaptığımız sohbette benim söyleyecek sözlerimle şu anda geldiğimiz noktada, gelinen noktada söylenecek sözler arasında pek bir fark göremiyorum. Belki teferruatta bir takım farklar olacak. Ancak hakikatte temel itibarıyla bütün meseleler bizim efendim olayların başladığı tarihte yaptığımız tespitler istikametinde gelişiyor. Bugün keşke biz yanılmış olsaydık. Başta dediğimiz bu hükümleri muhteviyat bakımından batılı gündem etmemiş olsaydı, isterdik. Ama siz insanoğlunun hilkatinde onu meydana getiren asli duygularından ayırmanız da mümkün olamayacağı için bu meselelerde esasen efendim yanılmakta Kanaat-ı şahsiyem o ki yüzde bir ihtimal niteliğindedir. Yani biz şunu demek istiyorum, bir yıl evvel ne dedik? Bugün de aynıdır. Hatırlarsanız ilk sohbetimizde bu mevzu hakkında zati halleriniz soru tevcih ettiğinizde demiştik ki,  batı dünyası kendi içerisinde bir Hristiyan topluluğu içerisinde bir Müslüman kitlenin toplumun olmasını kabul etmiyor ve de bunu hazmedemiyor. Zaten insanoğlu beşer sahnesine çıkışından zamanımıza kadar mutlak surette o çizgiyi ortaya koymuştur. İnananlar, inanmayanlar yani hayatına hak hesabına, Allah hesabına devam ettirenler bunun karşısında Allah hesabının uzağında olup kendi nefsani arzu ve istikametlerinde hayatı değerlendirenler. Biz bunu kabul etsek de hakikat budur, kabul etmesek de hakikat budur. Birinci değer hatırlarsanız yargımızdaki ölçümüz buydu. Şimdi geldiğimiz nokta ne oldu? Hakikaten gördük ki bir Haç ’da yapılan bu zulüm, esasen bu işkence, bu ölüm, bu katliam şu kışta, kıyamette hangi vicdanlı insanın kabul edebileceği bir olaydır, bir hadisedir, bir gerçektir, bir realitedir. Kalbinde zerre kadar insanlık hissi olan, yüreğinde merhamet efendim duygusu besleyen bir insanın bu hallere müsaade etmesi değil, bir defa bunu hatırından geçirmesi bile mümkün olamayacaktı. Ne var ki bu gelinen noktada sanki bütün olaylar cereyan ediyor ve koskocaman bir Avrupa dünyası insan haklarını her gün gündemden düşürmeyen, ısrarla üzerine giden efendim birleşmiş milletler olsun, Batı dünyasının tamamı olsun, hatta müttefikimiz ABD olsun, hiçbirinin ne gözü görüyor ne kulağı işitiyor, adeta efendime söyleyeyim hissiz bir varlık haline gelmişler. Bu temelde tespit edilen hakikatlerin bir kat daha doğruluğunu ortaya çıkartıyor, bu da nedir? Bu da kabul etsek de etmesek de beşeriyet iki sınıfta müteşekkildir. Bir inananlar, iki inanmayanlar. 

Batı'nın Karakteri, Hissizliğe Merhametsizliğe Dayanmaktadır

Biliyorsunuz Osmanlı İmparatorluğu kendi döneminde Bosna'yı efendim gözlem merkezi olarak karakol niteliğinde değerlendiriyordu. Ve Bosna Hersek denilen merkezde kurduğu üstlerle birlikte bütün Avrupa'yı denetliyor, Avrupa'nın asayişini, adaletini temin ediyordu. Yani Osmanlı İmparatorluğu oralarda var iken siz ne böyle bir zulmün olduğunu müşahede edecek ve bunu delillendirecektiniz bu hiç mümkün değildi. Cenâb-ı Hak onlara rahmet eylesin. Hakikaten insanlığa asırlar boyu bu adaleti bu eşitliği bu beraberliği bu sevgiyi yaşatmıştır. Ama şöyle yaşattı ama böyle yaşattı. Şimdi dünyanın gözünün önünde bu insanlar, yıllarca insanlığın hizmetine koşan ki onların torunları bunlar, bu insanlar efendim göz göre göre öldürülüyor. Hem de öyle normal bir şartla da öldürülmüyor. Bunlar bizim belki de basınımız, medyamız tarafından tam tespit edilip gündem edilse insanımız hakikaten hayretler içerisinde kalacaktır. Şu şartlarda o çocukların, o kadınların, o yaşlıların ölümünü bir hatırla kardeşim. Biz şurada üç beş metre çıkıp evimizden dışarıya gidemiyoruz. Nedir kar vardır, tipi vardır, soğuk vardır diye, değil mi? Bu şartlarda o insanlar yaşama mücadelesini veriyorlar. Bir parça ekmek bulma mücadelesini veriyorlar. Bir bardak suyu bulma mücadelesini veriyorlar. Yani ölüm kalım mücadelesini veren bu insanlar. Hiç mi insanlığın gözünün önüne gelmiyor? Bu bize bir daha şunu gösteriyor ki, hakikaten haçlı içinde bir kin kusuyor. 
Hatırlarsanız birkaç sohbetimde yine şunu vurgulamış ve demiştim ki, İspanya'da Endülüs İslam Devleti tam 800 sene kaldı. Tecelli Rabbani'ye bakın ki 800 sene sonra geliyorlar bu adamlar, Müslümanları orada öyle kazıyıp atıyorlar ki. Yani bir tek Müslüman kalmama şartı ve kastıyla beraber, öyle toplu katliamlar, ölümler. Bunlar eğer tespit edelim, inşallah o zamanın Vakanüvis Tarihçileri tarafından yazılmış olmalıdır. Hiç olmaması mümkün değil. Göreceksiniz ki ne büyük vahşetler işlenmiştir o Endülüs’te. Ne büyük vahşetler yani. Batı'nın genelde karakteri, karakterik vasfı, duygusuzluğa, hissizliğe, gaddarlığa ve de merhametsizliğe dayanmaktadır. Temel itibariyle genel karakterleri budur. Dünyanın hiçbir tarafına da adaleti getirememişlerdir. Ve Cenâb-ı Hak da bunlara bunu nasip etmiyor. Şimdi işte bu manzarayla, bu acı tablo ile insanımız orada, Müslüman kardeşlerimiz onlarla iç içe.

Bosna’da Hristiyanlık ile Müslümanlık Mücadele Ediyor, Bir Taraf Slav Hristiyan, Diğeri Slav Müslümandır 

Şimdi esasen Bosnalıların aslını incelediğiniz, irdelediğiniz zaman onlar da belki de Sırplıdır. Yani Anadolu'dan oraya giden insanların sayısı yüzde bir bile değildir.
Slav ırkındandır. Şimdi yani kök itibariyle bunlar aynı insanlardır. Burada karşı gelinen hattı zatında zihniyetlerdir, inançlardır. Yani bir Slav Hristiyan’dır, bir Slav Müslümandır. Hristiyan olan Slav, Müslüman olana göz açtırmak istemiyor. Yani şu anda dünyada, dünya sahnesinde bal gibi Hristiyanlık ile Müslümanlık mücadele ediyor. Biz ne yapıyoruz? Biz de kafamızı kuma sokmuşuz. Öyle hadiseleri seyrediyoruz. Bize ne yapmak düşer? Hiç olmazsa dua edelim. Allah bize ayıktırsın diyelim. 
Efendim ne yapabiliriz? Vallahi yapılmayacak ne var ki? Her şey yapılabilir ama bütün hayatın başarılarını siz etüt ettiğiniz zaman göreceksiniz ki bütün başarılarda temel faktör evvela samimi kararlılıktır. O kararı vermek meseledir. Karar verdiğiniz zaman zorun %50'sini aşarsınız. Efendim onların elinde şu silah var, bu silah var. Avrupa bunların arkasında siz de zaten söylüyorsunuz ya Amerika'da yardım ediyor, Rusya'da bunlarla birlikte. Bütün bunların hepsi doğru ama öyle bir silah var ki o da insan ve iman silahıdır. İşte bunlarda o yok. Şöyle birkaç gün Bostanlık Müslüman kardeşlerimiz farkındaysanız kendilerini bir derleyip toparlıyorlar. Neredeyse kuş tüfeği mesafesindeki silahlarla birlikte heriflere kaçacak delik bırakmıyorlar yani. O kadar mükemmel bir mücadele örnekleri veriyorlar. Ama biz bunu yapamıyoruz yani bunlara gerekli desteği veremiyoruz. Hala oradan Bostanlı kardeşlerimize sürüp giden ambargo vardır. Niye kalkıp da efendim delikanlı gibi, “Nedir bu rezalet? Ne yapıyorsunuz ya? Siz oradaki Müslümanları katletmek için mi varsınız? Ey NATO'lu askerler! Ey Birleşmiş Milletler!” Kimse bunu söylemiyor. Ee “mecliste karar aldık.” Allah selametini versin. Al bakalım kararı. Kınama kararı. 
Ne olmuş kınamışsın da yani? Ben yeterli görmüyorum. Bu ayıkmak için yeterli bir silkiniş değil. Peki, ne yapılması lazım? Bir defa kesinlikle Türkiye'nin fiili olarak olaya müdahale etmesi gerek. E olur mu? Olur, tabii canım. Biz büyük bir milletiz. Büyük millet olmak mecburiyetimiz de vardır. Bak adamlar kıta sahanlığını on ikiye çıkardılar. Sadece bir ilan etme meseleleri kaldı. Yunanlılar şurada burnumuzun dibinde. Akşama sabah bunu ilan edecekler. Sen yapmasan bu masa devrilecek bir gün. Delikanlı oldu da sen devir bunu. Değil mi? Bu devrilecek. Kıbrıs'ta yakanı bırakmıyorlar. Şurada Ermenilileri başımıza bela ediyorlar. Azeri kardeşlerimizi rahat bırakıyorlar mı? O da bizim başımıza büyük bela orası. Güneydoğu'da keza aynı şekilde. Yani şunu demek istiyorum. Bu riziko bitmiyor. 
Bu rizikonun bitmesi için Türkiye'nin evvela bir silkinmesi lazım. Uyanması lazım. Ben şahsen bunu yeterli görmüyorum. Yeterli olması için madde bir. Bu ambargoyu bizim delmemiz gerekiyor. Gözlemci adı altında. Ne gönderiyor? Gözlemci gönderiyorum canım. Yüzlerce binlerce... Güneydoğu'ya bir sürü gözlemci insan geliyor Avrupa'dan. Hepsi gel geçen hanı gibi giriyor oraya. Her türlü istihbaratını alıyor. Her türlü bilgisini alıyor. Her türlü bilmem şusunu busunu… Sen niye yapmıyorsun bunu? Harp bir taktiktir. Tamam. Ben de oraya gözlemci gönderiyorum. Asker gönder, silah gönder. Ne gönderirsen gönder. Gözlemci sıfatıyla orayı bir defa bizim güçlendirmemiz lazım. Kiminle? Türk askeriyle beraber. Bir sürü mücahit kardeşimiz var. Ölmek için hepsi kuyrukta ya. Yanlış anlamayın. 
Bu millet inanmış millettir. Buna itimat edelim, güvenelim. Bu millet büyük bir millet. Allah bunlardan razı olsun. Bunların samimi ruhaniyeti, imanı, bizi de burada o konuşturuyor. Yanlış anlamayın. Değil mi? İki. 
Üç, İslam âlemini de uyandırmak lazım. Nedir bu ya? Bu kadar büyük bedbahtlık olur mu? Bu kadar büyük gaflet olur mu? Bu kadar büyük ihanet olur mu ya? Hiçbiri uyanmıyor. Nedir? Bunu da Türkiye'nin yapması lazım. Hem de gidip yakasını tutacak. Her türlü kralın. “Gel bakayım buraya terbiyesiz herif seni. Yatıp affedersin kahve, sigara içmekten başka işin yoktur.” Böyle. Yani biz bunlar yapacak iktidarda ve de güçteyiz. Allah bizi öyle bir nirengi noktasına yerleştirdi ki şu anda çok samimi konuşuyorum. Evet, rizikomuz çok büyük ama bunun yanında çok da büyük imkân ve şeyimiz var, fırsatımız var. Hani bu dama derler, dama mı derler, satranç mı? Oraya git buraya gel. Yani bunu yapabilecek her tarafa git çöz derler ya. Bunu yapabilecek Cenâb-ı Hak bize bir fırsat nasip etti. Yapmamız lazım. Bu yapılmıyor. İslam âlemini uyandıracağız. Artı ambargoyu deldikten sonra çok ciddi güçlü silah yardımı yapılması lazım. Artık bu işin lafı şusu, busu bitmiştir.

Hedef Büyük Sırbistan, Sonra da İstanbul’dur

Diğer bir husus, beşinci husus da Türk milleti olarak hala biz bu işe tam duyarlı değiliz. Yani efkâr-ı umumi olarak Bosna konusunda hazır değiliz. Geceli gündüzlü çok ciddi eğitim programlarıyla biz Balkanlar insanımıza tanıtmalıyız. Balkanlar nedir bir defa? Bunu tanıtmalıyız. Balkan bizim Anadolu'muzdur, Balkanlar. Bu sevdayı insanımıza aşılamalıyız. Evet, tabii “yurtta da sulh olsun, cihanda da sulh” olsun ama bizim olanlar niye bizimle olmasın? Ha? Söyle bakalım. Şimdi yani illa cihanda sulh olacak diye bizimkileri de terk etmenin anlamı yok. Bakın şurada harita var. Şurası Bosna-Hersek. Adamların yapmak istediği Sırbistan. Değil mi? Yanlış olmasın. Bosna'yı almak istiyorlar. Dikkat edin. Karabağ'la beraber biliyorsunuz. Evet. Ardından Hırvatistan. Ardından Slovenya. Yani şu bölgeyi alıp büyük Sırbistan hayallerini gerçekleştirmek istiyorlar. Peki, efendim burası alınırsa nereye gelir sıra? Makedonya'ya geliyor. Arnavutluk. Selamünaleyküm İstanbul. Yani bunu görmeyecek kör olmak lazım ya. Nasıl insan görmez? İşte burası. Biz bunu görmediğimiz zaman kim bize bunu gösterecek? Değil mi? Yani adamların istesek de istemesek de, kabul etsek de etmesek de hedefi büyük Sırbistan hayalidir. Bu hayalin ötesinde Yunan'la beraber olup İstanbul'dur. Kim ne derse desin. Zaten şu manzarayı seyrettiğimiz zaman çok enteresan bir gerçekle karşı karşıya kalıyoruz. 
Hatırlarsanız bir sohbetimizde şunu söylemiştim. Ortodoksluğun dünyada üç merkezi vardır. Birisi Moskova'dır. Birisi Kudüs'tür. Diğeri de İstanbul'dur. İstanbul'da Fener Patriği’dir. Ortodoks'un dünyaca merkez olan yeri. Yani bu üç merkezin bir araya gelerek İstanbul’a bunu vermeleri öyle sıradan bir hadise değildir. Ekümenik sıfatının verilmesinin ana nedeni bütün Hristiyan âleminin, “Ortodoksların burası merkezidir, beyler haberiniz olsun, burası bizim tescilli yerimizdir. Tapulu yerimizdir” demek istiyor, bütün Hristiyanlık âlemi. Ve Rusya da buna “evet” dedi. Rusya da buna evet demiştir. Geçenlerde bizim kardeşimiz güzel bir program icra ettiler. Kritikte sayın eski mit uzmanı Mahir Kaynak Bey çok fevkalade bir misal verdiler. Çok güzel konuşmalar yaptılar. Ve benim düşüncemle yüzde yüz bağlaşan bir şeysini tespit ettim. Dedi ki “bak” dedi “Türk illerini Rusları, Ruslara terk etti Amerikalıları. Ortadoğu’yu da kendilerine aldılar. Şimdi birbirinin menfaatlerine dokunmuyorlar.” Şimdi bu bölgede, bu bölgede ortadadır. Benim Kanaat-ı şahsiyeme göre yine Rusya'nın tasarrufunda. Avrupa ülkesi, ülkeleri Rusya'nın tasarrufundadır. Rusya'da elbette alternatif güç olarak karşısında kimi görmektedir şu anda? Türkiye'yi görmektedir. Yani kuma gömülmenin anlamı yok. Kafamızı kaldıralım. Etrafı seyredelim ve hadiseleri yönlendirelim. Olaylara sahip çıkalım. Geriye kaçmayalım. Delikanlı olalım. Biz delikanlı milletiz. Askeriz. Askerliği severiz. Onun için bizim askerimizin adı Mehmet'tir. Mehmetçiktir. Hepimiz Mehmetçiğiz. Ne diyeyim ben? Bu kadar kâfidir zannediyorum. 

Avrupa'nın Bütün Devletleri Din Devletidir

Şimdi Birleşmiş Milletler olsun, NATO olsun bunların tamamı Hristiyan’dır kardeşlerim. Bunu çok iyi görmemiz lazım. Bu adamlar burada başta da söylediğim gibi bir Müslüman topluluk görmek istemiyor. Hele İslam devleti. Bu mümkün mü ya? Kabul etmiyorlar bunu. Hazmedemiyorlar. Desek de kabul etmiyorlar. Demesek de kabul etmiyorlar. Sonra siz Avrupa'da din devleti yok zannetmeyin. Avrupa'nın bütün devletleri din devletidir.
Papadan, papadan, talimat almadan bir tane hareket eden bir devlet başkanı göster bana. Papa ona otur diyecek de o kalkacak. Erkek derim ona ben. Bu ne demektir? Dine bağlı devlet demektir kardeşim. Yani şimdi bizdekiler sakın ters bir mana anlamasınlar. Biz istesek de öyle otur kalk da talimatla iş yapabilecek imana o karaktere sahip olamayız. Biz o kadar her şeyimizi kaybettik, o büyük bir nasiptir. 
Yani korkmasın bazıları. Hoca bunu demek istedi. Onu demek istemedim de yani kabul etsek de etmesek de. Biz kendi manevi değerlerimizle mücadele ederken Batı dünyası o mücadele ettiğimiz değerlere sarılarak kendi varlığını benliğini bulmuştur ortaya koymuştur. Dünyada hiçbir millet kendi manevi değeriyle mücadele etmez. Edemez. Hiç mümkün değil. Ettiği zaman o millet biter. Tarih sahnesinde böyle ikinci bir millet geldi gösteremezsiniz. Türk milleti kendine mahsus bir delildir, örnektir. İşte onun için de böyleyiz. 

İslam Ülkeleri Gaflet Uykusuna Dalmıştır

Şimdi tabi İslam ülkelerinin hali güvensizlik. Korkunç bir güvensizlik veriyor. Bir, ikincisi çok ciddi bir İslam ülkeleri gaflet uykusuna dalmıştır. Bunları ayıktırmak lazım. Başta söyledim ya, Türkiye Cumhuriyeti'ne düşen vazife her konuda olduğu gibi bu mevzuda da İslam ülkelerini ayıktırması lazım. Onları harekete geçirmesi lazım. Yani biz harekete geçmeden onların harekete geçeceğini beklemek mümkün değil. Yani onlar bizim arkamızda senelerden beri vagon olmuşlardır. Şimdi lokomotif olsun diyoruz. Bu tabiatlarına zıt bir hadise. Adam kendi hukukunu müdafaa edemiyor. Misal mi istiyorsun? Şurada mesela Saddam denilen adam kalktı bir kafa tuttu bütün Arap Âlemi kaçacak delik aradı. Ya Suud demiyor ki, bu adam nedir? Kaç paralık heriftir? Onun silahı varsa benim de var. Onun askeri varsa benim de var. Kalkıp Amerika'dan yardım istiyor adam. Yani kendi korumasını Amerika'ya bırakmış, satmış. Diyor ki “beni korumakla mükellef sensin.” Şimdi bu adamlardan yani bunlar himmete muhtaç insanlar. “Himmete muhtaç olan dede, Âleme himmet ede.” Bir şey yapamazlar. Zaten defalarca vurgulamak istediğim nokta bu. Bizsiz İslam âlemi hiçtir. Sıfırdır. Biz değer rakamıyız. 1'iz, 2'iz, 3'iz, 5'iz, 9'uz. Onun yanına sıfırları diz. 1'se 10 tane sıfır ne eder sen oku. Ama o biri kaldırdın mı hepsi sıfır sıfır sıfır olur. Şu anda biz böyleyiz. İzaha gerek var mı?

Biz Aslan Bir Milletiz, Bizi Resimdeki Aslana Çevirdiler

Esasen bu alternatif ülke olma durumu bizim için çok gecikmiştir. Tarihte bir millet mutlak surette neyse o istikbalde de kendisi olur. Siz ne yaparsanız yapın. Tavuğu tutup da aslan yapamazsınız. Kediyi ne kadar Darwin Nazariyesine göre yetiştirmeye çalışırsanız çalışın. Kaplanı aslan yapamazsınız. O kedidir. Ne kadar büyük olursa olsun o kedidir. Şimdi biz gerçekten aslan bir milletiz. Bunu da kedi yapamazsınız. Bizi şimdi aslan, bunlar aslan ama diyorlar. Bizden bir şey aldılar, o ruhu aldılar. Resimdeki aslana çevirdiler bizi. O aslanken taşıdığımız ruhu bu millete tekrar iade etmek gerekiyor. Olursa ne olur? 
Olursa bence vallahi bakın İslam âlemiyle Türk âleminin malum ortasındayız biz. Çok güçlü de bir yerimiz var. Yeni bir askeri birlik olabilir. Yeni bir siyasi birlik olabilir. Yeni bir ekonomik birlik olabilir. Yeni kültürel birlik olabilir. Neden olabilir biliyor musunuz? Çünkü bizim bu milletlerle örfümüz bir, adetlerimiz bir, geleneklerimiz hatta dilimiz bir. Şimdi gidin şuradan hemen şu Azerbaycan'dan başlıyor hududumuz, taa bilmem Asya içlerine kadar bir sürü Müslüman Türk kardeşlerimiz var. Aynı dili konuşuyoruz. Hiç dil bilmene gerek yok. Üç yüz milyona yakın insanla sen oturup konuşabiliyorsun. Bu kadar geniş coğrafi zemin üzerinde. Diğer taraftan yani bununla senin örfün, âdetin… Efendim büyük bir değişim geçirmiş olmasına rağmen. Hala o kalıntılar var. 
Efendim geçiyorsun bu tarafa, Orta Doğu'ya. Orta Doğu'da her şeyden evvel dinimiz bir bu kardeşlerimizle. Şimdi biz asırlarca dini, gelenek, örf, adet olarak hayatımızda yaşadık. Onlar da bunu yaşadılar. O halde ittifak ettiğimiz sadece itikadi birlik değil. Ne örflerimiz, adetlerimiz, geleneklerimiz aşağı yukarı yüzde yirmi fark ile beraberdir. Beraberliğimiz çoktur. O halde beraberliği bu kadar efendim yüzde itibarıyla fazla olan insanların bir araya gelmemeleri mümkün değil. Biz yeni bir odaklaşmanın, yeni bir bloklaşmanın plan program projesini yapmamız, hazırlamamız lazım. Çekinme, kaçmak yok. Efendim bir zamanlar demiş ki “biz Adriyatik’ten, bilmem şuraya kadar niye bunu söyledik?” Sözünden bile kaçan, efendim bir topluluk düşünün ki, sözünden bile kaçıyor bu hayallerin. O hiçbir dava güdemez. 
Kaldı ki siyasette büyük oynayan insanlar içini dışa vurmayınca o kesinlikle bir şey yapması mümkün olmaz. Çünkü insanlığı doyurması belli bir noktaya getirmek. Doyuma kavuşturması lazım. Siyasi olaylar mutlak surette olgun bir kadrolaşmayı gerektirir ve de ister. Sen bir harp yapmıyorsun ki, harpte metotlarını, prensiplerini gizleyeceksin. O harp anındadır. Rahmetli dedemiz Fatih Sultan Cennet Mekân, Trabzon'u fethe geliyor. Nereye gittiği belli değil. Erzincan'a geldiği zaman orduyu Karadeniz'e çeviriyor. Komutanlar diyor ki anladık ki Rum'u, Pontus'u fethe gidiyoruz. O zaman ayıkmışlar. Sen bir harbe gitmiyorsun kardeşim. Siyasi bir mantalite çizeceksin. Bunu milletin bilmesi lazım. Millet bu duyarlılığa gelmesi lazım. O başkadır. Harp halinde uygulayacağın strateji, plan program daha başkadır. Yani iki tane boksörün birbirine uygulayacağı teknik bir mücadele tarzı vardır. O tabii onu gizleyecek. Ama ikisi de birbirine kavga zeminine çıkana kadar hep soğuk harp yaparlar. “Onun dişini kıracağım, onun burnunu patlatacağım, gözünü…” Öyle değil mi? Biz minder dışında hep kendi kendimizi itiyoruz. Buna da efendim “niye söyledin?” Yok ya! Düşüncemi anlatabiliyor muyum bilmiyorum. Milletin kendine güvenmesi lazım. Güvenmesi için de kendini tanıması ve de bilmesi lazım. Anlatmak istediğim bu, bu birlikler özetle bunlar olabilir efendim.

Yunan Türkiye’nin Güçlenmesine Engel Olmak İstiyor   

Durum ortada, açık yani biliyorsunuz sadece Büyük Sırbistan hayali yok orada.
Yunanlarında büyük bir Yunan hayali var. Megali İdea dediğimiz bir idea. Peşinde bunlar koşuyorlar. Sadece büyük olma peşinde koşmayan biziz. 
Efendim hepsi büyük olma sevdasında. E tabii bunun gereği olarak Yunanlar şunun hesabını çok rahat yapıyor. Eğer Türkiye iktisadi olarak güçlenirse biz bu pastayı istediğimiz gibi pay edemeyiz. Veya güçlü bir Türkiye'nin karşısında istediğimiz tarzda bir mücadele veremeyiz. Şimdi ne yapıp yapıp o halde bunu o güçlü olma durumuna kavuşturmamak veya bunun önüne engel olmak, set olmak, oluşturmak lazım. İşte Yunan, Yunanistan bütün bu düşüncelerini Avrupa toplumuna çok rahat empoze edebiliyor ve onlar da kendi itikatlarını onunla paylaştıkları için bunu çok rahatlıkla kabul edip hemen kararını alabiliyorlar. 

Avrupa Topluluğu Bir Hristiyan Birliğidir 

Benim 1987'de olması lazım. Hatırlarsanız bu mahiyette de çok enteresan bir sözümüz olmuştu. Ki AT’a girme konusu o zaman baya gündemdeydi. Demiştik ki “Bizi AT’a kesinlikle almazlar yani bir defa bu sevdayı unutalım.” AT yani AET dediğimiz topluluk Hristiyanların iktisadi topluluğudur. Burada ne arar Müslüman canım? Adam kör mü seni alasın? Hiç mümkün değil. Mesela Alibâşoğulları diye bir aile topluluğu var. Sen gidiyorsun Memişoğlu diye bunun arasına. Elinin tersi ile iter seni. “Defol der”, sana. Bu neyse o da odur. Şimdi AT, Avrupa Hristiyan topluluğudur. Bendeniz İmam Hatip Mektebi'nde okurken bunu defalarca anlattım. Bize bir film göstermişlerdi ki 1950'lerin mahsulüdür bu olay. 
Bir haç yapılıyor. O hac Hristiyan olan bütün ülkeleri bir araya topluyor. Ondan çıkan birtakım şualar o Hristiyan ülkelerini bir araya topluyor. Sonra kendi beynimizle konuşurken birtakım ağabeylerimiz vardı. İşte bu Avrupa topluluğu denilen topluluktur. AET’dir. İşte bunun maksadı şudur budur. Kısaca bir Hristiyan birliğidir bu. Sen şimdi Hristiyan birliğinin arasına gireceksin Müslüman olarak. Kabul etmez seni. Efendim “şu yıldızını sen atsana.” “Dam üstünde saksağan vur beline kazmayı.” Sana kim diyor ki git orada affedersin, yala onları. Adam senin elini… Şu kadar seneden beri iki yüz seneye yakındır. Biz Batılı olmak istiyoruz. Allah aşkına. Hangi hadisede Batı bizi kabul etmiştir? Varlığımızda şahsiyetimizi. Hiçbir meselede kabul etmemiştir. Hep bizi reddetmiştir. 

Batı Bükemediği Eli Öper

Sonra yanlış anlamayın. Batı mukallit insanı kabul etmez. Batı delikanlıyı sever. 
Batı bükemediği eli öper. Bu her sahada böyledir. Dalkavukluk yapan hiçbir adamı Batılı hazmedemez. Niye biliyor musun? “Lan dalkavukluksa” bu benim sanatım der. Bunu sana niye bırakayım? Şeytanlıksa bunu senden çok iyi biliyorum. Numara, n uvaraysa senden çok daha iyisini yapıyorum. Ama delikanlılığı, insanlığı, medeniyeti, hüneri senin kadar bilemiyorum. Biz Avrupa'nın karşısında böyle olmamız lazım. O zaman bak nasıl elimizi öpüyorlar. İşte bükemedikleri el odur, onu öpecekler. Bunu biz becerelim. O da neyle olur? 
Rahmetli Özal'ın gündeminde mevcut olan ve o zaman Türkiye'nin gündemine gelen ki Özal derken bu bizim düşüncemizdir. Yani Özal da bizden bunları istifadeyle söylemiştir. Bu millet tarihiyle, diliyle, diniyle, örfüyle, âdetiyle, geleneğiyle barışması, koklaşması, sarılması lazım. Kendimize gelebilmemiz için şart budur. Bu olmadıktan sonra biz benliğimize kavuşmamız hiç mümkün olamaz. Benliğimize kavuştuğumuz günde çok samimi konuşuyorum. AT’mış, bilmem, şuymuş bunlar mesele değil. 

Bizim İktisadi Çıkarımız Afrika’dadır, Uzak Doğu'dadır ve Asya İçlerindedir

Sonra arkadaşlarımız siyasiler bu işi çok iyi bilmeleri lazım. Dünya o  kadar genişledi ki. Daha doğrusu dünya o kadar geniş ki. Bugün Asya'nın içlerine doğru bir sürü insan var. Milyarlarca insan var. Afrika içlerine bir sürü milyarlarca insan var. Uzak Doğu keza öyle. Ya senin yeter ki ürettiğin mamulün olsun, pazarlayacağın elinde malın olsun, satamayacağın, gidemeyeceğin yer yok. Biz niye hep o tarafa koşmak istiyoruz? Koşmayalım demiyorum. Koşmayalım ama niye fotoğrafa koşmak istiyoruz? Bence bu iktisadi çıkardan öteye bu adamların ahlakı ne hikmetse bizim ruhumuza işlemiş de zannediyoruz orada bir şeyler var. Yok kardeşim, bizim bence iktisadi çıkarlarımız ben ticaretçiyim. Kârını gören bir insanım. 
Bizim iktisadi çıkarımız bugün Afrika’dadır, Uzak Doğu'dadır. Asya içlerindedir. Pazar olarak biz buraları arayalım. Çok samimi konuşuyorum. Bak ne kadar güçlü. Ha onun için şöyle bir altyapımız olması gerekiyor. Bu sahaya döner sermayemiz çok büyük olmadığı için bir anda tıkanabiliriz. Doğru o zaman da tedbirli yaparsın ticaretini. Yani al-sat derler bizim halk lisanında. Alacaksın vereceksin, alacaksın, vereceksin. Bu şekilde bir ticaret bir muayyen bir zaman sonra kârı büyük bir döner sermaye olur ki, o taraf bizi abat eder ya. Batı dünyası bizim arkadaşların göremediği bir nokta var. İmalatını üretimini Afrika'da yapıyor. Pazarlamasını oralara gönderiyor. Orta Doğu ülkelerine gönderiyor. Biz de ha bire oraya girmeye çalışıyoruz. Elini tersiyle sen atsana ya. Atsak peşimize koşacaklar. Diyecekler ki “bunlar kendilerine geldiler, kendilerini buldular. Eyvah! Ne yapıyoruz kaçırmayalım bunu.” Öz olarak bunu diyebilirim evet. 

Batı Düşünce Dünyası Tıkandı, Önünü Açacak İnsan Arıyor

Şahsiyetli insanı kabul eder Batı. 
Yani taklitten bıkmış kendisi zaten mukallit.
Sonra Batı dünyası düşünce ve fikir olarak geldi bir noktaya dayandı. Önünü açan insan arıyor. Kendinde artık bu feylesoflar yok. Bu düşünürler yok. Bizden bunu bekliyor. Şimdi biz adam olsak da, Mevlana ne demek istedi? Yunus ne demek istedi? Hacı Bektaş ne demek istedi? Kur'an ne demek istedi? Allah'ın sevgilisi ne anlatmak istedi?  Bunları onlara bir anlatabilsek. Şimdi bizdeki alim geçinen efendim mukallitler onların bugüne kadar anladığı mantalite ile dini anlatmaya çalıştılar. Şimdi Mevlana'yı da neredeyse soyacaklar Mevlana'dan. Yani kendilerine göre bir Mevlana anlayışları vardı. Biz onlara Mevlana'yı anlatmaya başladık. Bu sefer şaşırdılar ya bu Mevlana'sı kabul etmeyeceğiz. O noktaya geldiler. Bilmem ifade edebiliyor muyum? Yani biz kendi değerlerimizi o değerleri değer yapan ölçüler, mantık ve mantalite istikametinde oraya taşıdığımız zaman Batı işte bunu arıyor. Bunu bulduğu zaman elini öper senin. İnancım benim bu. 

Arafat Filistin Davasında İsrail’in Bedava Askerliğini Yapmıştır 

Şimdi açmaya gerek yok netice ortada. Bunu şöyle diyebilirsiniz. Yani Bosna konusunda dün dediğiniz bugün aynen çıktı. İsrail konusunda dediğiniz aynen çıktı. 
Bu mikyası işte bizim asıl anlatmak istediğimiz bu ölçüyü vermek. Bu öyle olacaktı. Başka olamaz zaten. Başka olursa, hatırıma bir misal geldi. Biz malumunuz Azerbaycan'a ayda bir defa gidiyoruz. Orada ilahiyatta arkadaşlarımız var. Sohbet esnasında bana bir tanesi dedi: “Hocam bunlar şöyle böyle.” Epey dinledim onu. Dedim, “Ya, çok dedim, sen afaki konuşuyorsun.” “Niye” dedi. “Ölçülü konuşsana”, dedim. Ya bu adamlar ne Şii, ne şuu, ne bu, bunlar buz gibi dinsizlikten gelme bu insanlar. Yetmiş sene dinsiz yaşamış bunlar. Sen kalktın Şia’ya iftira ediyorsun. Ne Şii’si ya bunlar Şiilikle ilgisi yok. Adam taharet almıyor. İki, abdest almasını bilmiyor. Üç, gusül etmiyor. Bu adam o olsa ne olacak, bu olsa… Bu hiçbir şey değil. Şimdi dedim “bizim yapacağımız şey. Sen bırak ötesini berisini. Ne vermek istiyorsan ver, bunlar sünger gibi seni emerler. Hiç bunda endişe etme.” Bu yaptığımız sohbet üç aya yaklaştı veya iki buçuk aya yaklaştı. Şimdi gideceğim. İkinci bir sohbet yapacağım, bakacağım uygulamadan ne netice aldılar. Şimdi efendim olay şu. Biz olayları görmemiz lazım. Evet. Bir Türk dünyasında da herkes İslam'a meraklı ama bir şey bilmiyorlar. Bu budur deyip hüküm vererek bunun üzerine gidersen yanılırsın. Hadisenin arkasını görmen, arka planını görmen lazım. 
Filistin olayına gelince durum bundan farklı değil. Şimdi Filistin'de, baktı İsrail “ki biz bir şey yapamıyoruz. Her gün bir sürü insan ölüyor, öldürüyoruz. Ama çalıştığımız da yok. Genişlememiz mümkün değil. Bunu sulh ortamına oturtsak, aleyhimize gibi gibide görünse, en azından kendi kendimize bir şeyler yapar, daha sonra da gelişme imkânını buluruz.” 
Bu kararı verdikten sonra hemen Arafat'ı karşılarına aldılar, ikna ettiler. Ve Arafat o güne kadar varlık sebebini de, niçin varsın? Onu kabul ettiği zaman da inkâr etmiş oldu. Sen niye varsın? “İsrail var” diye diyorsun ki “bunun karşısında ben varım”. Bu olmayacak. 
Madde bir, onu kabul etmekle bir defa Arafat kendini kaybetti. Yani hükmü şahsiyeti yoktur bence Arafat’ın. Fiil-i şahsiyeti de yok şu anda. Şimdi kullanıyor onu, diyor ki “düne kadar ben bu heriflerle uğraşırdım. Filistinlerle. Gel bakayım ben sana şu sıfatı verdim. Şu kadarcık da bir devletçik yapmanı kurmanı imkân tanıdım. Hadi bakayım bunlarla sen benim yerime mi…” Yani onu bedava asker yaptı. Arafat çok zeki, çok akıllı, beyinsiz, kafasız bedava askerdir. 
Dün bu şekilde onu itham edemedik. Ancak dedik ki olaylar çıksın ortaya tam göre. Bedava asker. Bundan daha güzel askeri nerede bulacaksın? Filistin ki. Çok affedersin İsrail ki. Tam bir bedava asker. Her milletin içinde böyleleri çıkar. 

Bizim Milli Bütünlüğümüzü Temin Etmemiz Şarttır, Üzerimize Farzdır

Azeri kardeşlerimize oynanan oyunlar da Türk Türkiye Cumhuriyeti'ne oynanıyor. Bilmiyorum ya ben çok halkımızın arasında bir tabir vardır. Vesveseli bir insanım veyahut da gerçeği hakikaten hissediyorum. Bu tarafta Balkanlarda oynanan oyunlar da yine bize oynanıyor. Burada bizim Türk milleti olarak büyük hedefler peşinde koştuğumuz zannediliyor. Esasen bizim siyasi irademizin boyutlarını bilmiş olsalar bize bu kadar güçlü oyunlar oynamaya tenezzül etmezler. Çok samimi konuşuyorum. 
Ama onlar herhalde halkın içerisinde çok tercümanları var. Halkın bu hissiyatını yarın siyaset olarak karşımıza çıkar endişesinden olacak ki, işte bu kadar geniş bir musibet çemberi içerisine bizi alıyorlar. Şimdi düşün ki biz buradan Nahçıvan kanalıyla beraber Azerbaycan'a bağlandık. Azerbaycan'dan öyle gidiyoruz taa Orta Asya'nın içlerine kadar bir sürü Türk illeri var, ülkeleri var. Bunu kesilmesi lazım.
Rusya'nın bu menfaatlerine dokunuyor bu olay. Tabii kültür olarak, iman olarak, düşünce olarak bunlarla beraber olduğumuz için Rusya bunu kabul etmiyor. Benim endişem şu, şu anda hakikaten Azeri kardeşlerimizi çok zor günleri bekliyor. Petrol çok önemli bir kaynak. Altın çok önemli bir kaynak. Ama bu kaynakların üzerine süper güçlerinde çok ciddi hesapları var. Devlet başkanı olan kişi şu anda Haydar Aliyev de olabilir, bir başkası da olabilir. Ama şu anda ki Haydar Bey. Bunun dengelemesi o kadar hassas ölçüler üzerinde olması lazım ki yani adeta idare etmesi gerekiyor her tarafı. Çok zor bir durum. Büyük bir kaynak ama bu kaynak üzerinde dünya devletlerinin hesabı var. Büyük güçlerin hesabı var. Almanya'nın hesabı var, İngiltere'nin hesabı var, Fransa'nın hesabı var. Zaten Rusya'nın büyük hesabı var, Amerika'da burasını ona terk etti. Ne yapacak bu adamlar ne edecekler? 
Ben diyorum ki bunların yapacağı ilk iş, yani yapmaları gereken ilk iş, evvela kendi milli bütünlüklerini temin etmeleri lazım. Sadece orası için bu değil, bizim için de aynı. Biz milli bütünlüğümüzü temin etmemiz şarttır, üzerimize farzdır. Efendim Güneydoğu meselemiz, burada Balkan meseleleri, Kıbrıs meseleleri tamamı nereye bağlıdır? Bir ve beraber olmamıza, tek yürek olmamıza, tek bilek olmamıza bağlıdır. Bizim için hüküm neyse Azeri kardeşlerimiz için de durum aynıdır. 
O halde Azerbaycan'da örfle, adetle, gelenekle, dille, tarihle, din ile barış şarttır. Yetmiş küsur sene bütün bunlara çalım atılmıştır. Bunlar tamamen zihinlerden, gönüllerden çıkarılmıştır. Bunları çok ciddi bir eğitim seferberliğiyle ki şu anda yaptıkları zaten budur. O bakımdan Azeri kardeşlerimizi tebrik etmek lazım, takdir etmek lazım. Geçmişiyle bütünleşmeleri şart. Bir oldukları zaman o gücü, o kuvveti, maneviyatı kendilerinde bulacaklar. O zaman nereye karar verirlerse versin, yanlış da olsa mutlaka neticesi hayır olur. Değil mi ki bir ve beraberdirler. Yani şu anda Azerbaycan'ın ilk muhtaç olduğu husus bence birliğidir, beraberliğidir. 
Türkiye'nin, Türkiye'nin yapacağı yardım da onları şu anda merkezi otorite etrafında güçlü kuvvetli tutmaktır. Hasbelkader şu anda bu adam Haydar Aliyev'dir. Bunun etrafında onların birleşmesini temin etme. Efendim “bu en güçlü adam değil.” Ayrı ama şimdi dereye geçiyorlar karşıya. Atı değiştirmenin bir anlamı yok. Atasözü vardır değil mi? Karşıya geçilirken, dere karşıya geçerken at değiştirilmez. Geçilir, iyi bir siyasi alternatif de üretilir bunlara. Hani kendileri bunu yapacak iktidardadır. Ama şu anda hakikaten Haydar Aliyev dünya çapında bir insan. Öyle basit biri değil. Bu gücü temin etmeleri şart. Yani bu birliği temin etmeleri. Bence en büyük güç budur. 
İkincisi, Türkiye'nin Azeri kardeşlerimizle beraber en kısa zamanda işte siyasi birliğe gitmesi, iktisadi birliğe gitmesi, efendim, ne bileyim kültürel birliğe gitmesi yani o içinde olan birlikleri adeta bir birimizle paylaşmamız lazım. Bizim dünyamızdan uzak insanlar değil. Her an onları biz etkileyebiliriz. Etkilenmeye müsait insanlar. İyi niyetli insanlar, çok temiz insanlar. Sonra kökte biz bunlarla beraberiz. Yanlış anlamayın. Alparslan dedemiz, rahmetullahi aleyh hazretleri, Anadolu'ya biliyorsunuz Nahcıvan’dan girmiştir. Değil mi? Yanlış olmasın. Askeri orada kışlıyor. 1071'de geliyor. Malazgirt’te büyük bir meydan muharebesi. Romen Diyojen olması lazım o imparatorun. Perişan edip bırakıyor onu. Yani biz Anadolu'ya o kanalla girdik. Dolayısıyla bizim kökümüz bir. O insanlarla şöyle biraz ileri gitsek belki de dedelerimiz bir çıkacak yani. Evet, bir Türk boyu bunlar. Ama çok yakın bize. Her şey ile beraber. Çok yakın. Beraber olmamız lazım. Efendim siyasi birlik oluşturmak lazım. Askeri birlik oluşturmak lazım. 
Mesela o bölgede Kafkaslar ‘da çok ciddi bir askeri birliğe ihtiyaç var. Sadece bizimle de değil. İslam ülkelerinden alacağı askeri desteği de oraya yerleştirmeleri. Hatta mümkünse Birleşmiş Milletleri ikna edilip oraya asker gücü göndermesi lazım ki, Rusya'nın karşısında, Ermenistan'ın karşısında bir tampon güç oluşabilsin. Tabi zaman bunu gösterecek. Bizim şu anda dediklerimiz aslında bir temennidir. Bir dilektir. Allah onlara da yardım etsin. Bize de yardım etsin. Cenâb-ı Hak akıbetimizi hayır eylesin.

İnananlara Engel Olmak, Millet ile Devletin Arasını Açma Çabasıdır 

Şimdi efendim biz bir defa kendimizle uğraşmamamız lazım. Yani eğer biz kendimizle uğraşırsak başkasıyla uğraşacak vakit, vaktimiz kalmaz. Antrparantez bazı şeyler bazı yerlerden istenir. Mesela fertlere ait bir takım hürriyetler var ki bunu herkes veremez. Yani bir mahalle muhtarı kalkıp da sana senin hürriyetini veremez. Zaten bunları Cenâb-ı Hak doğuştan sana ikram etmiştir, vermiştir. Bunları koruma görevi vardır. Bunu da devlet denilen güç korur. Yani verme değil hakları koruma, hürriyetleri koruma diye bir vazife vardır. Bu da devletin vazifesidir. Vatandaş bunu devletten bekler. 
Şimdi dilerseniz ben bu akşam enteresan bir yorumla bu sohbeti bitireyim. Biz devletten istediğimizi bize devlet vermezse ne olur? Senin çok tabi olan şeyini sana devlet vermezse devlete gücenirsin, kırılırsın. O halde, o halde bu fikir hürriyeti, serbestlik adı altında eğer inanç ve itikadı insanların bağlanmak, önüne engel koymak isteniliyorsa demek bunun altında bir bityeniği var. Nedir bu da? Millet de devletin arasını açmak. Milleti devlete karşı, devleti de millete karşı küstürmektir. Bence politikanın özü budur. 
Bana gelince ben derim ki sonsuz bir inanç, fikir, düşünce, kanaat, ibadet, hürriyeti insana tanımak şarttır ve de esastır. Zaten bizim mazimiz bunun örnekleriyle doludur. Hazreti Ali'ye geliyor adam, “seni öldüreceğim” diyor. Harici. Arkadaşları diyor ki, “Ya Ali niye bunu öldürmüyorsun, ceza vermiyorsun buna?” “Hayır, bu bir iddiadır” diyor. “Bunun ispatı lazım. Yani fiiliyata dökülmedikten sonra buna benim ceza vermem mümkün değil.” İşte hürriyet de budur. Şuradan alalım, buradan alalım. Bir özümüze dönelim. Biz kendimizden alalım. Her şey bizde mevcut. Evet. Bir olalım. Kimsenin hakkını gasp etmeyelim. İnsan olalım. İnsan gibi yaşayalım. İnsanlık âlemine, insanlığı dağıtalım. Bunu diyorum efendim. İstirham ediyorum ben de..

Bu sohbeti video olarak izlemek için play butonuna basınız



Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir