
Neler Okuyacaksınız
Başı Örtmek Teferruat Değil, Asli Bir Görevdir
Şimdi efendim fürüât demek, teferruat demektir. Son günlerde hanımların başını örtmesi teferruattandır şeklinde birtakım mütalaalar, müzakereler yapılıyor imiş. Ben de bunu gazete haberlerinden öğrendim. Ancak benim zannım o ki, esası hakkında efendim kimsenin bu derece meseleyi hafife alıp konuşacağı mümkün değildir. Yani bu biraz da bizim yayıncılık anlayışımızın abartısıdır kanaatıma göre. Çünkü asıl meselelerde hiçbir arkadaşımız bu derece insanımızı yanıltmaya gidemez, gitmesi mümkün değil. Şimdi başı örtmek Kur'an'ın, İslam'ın asli bir görevi midir? Yoksa İslam'da teferruattan mıdır? Asıl soru bu.
Bu İslam'ın asıl kabul ettiği Allah'ın emirlerinden bir tanesidir. Bunu böyle bilmiş olalım. Neden bir tanesidir? Çünkü Kur'an-ı Kerim bu hususta beyanı var yani Cenab-ı Hak burada emrediyor. Sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz de bu emre istinaden gerek aile efradını yani zevcelerini, annelerimize, gerekse ashabın hanımlarına tavsiyede, talimatta bulunuyor, emirde bulunuyor. Yani bu sadece ayetin münderecatında meknus kalmıyor, hayata geçiyor. Şimdi Kur'an'da var da Resulullah'ın hayatında yok. Öyle olmuş olsaydı belki teferruat derdik. Ama hem Kur'an'da var hem Peygamber'in uygulamasında var. Dolayısıyla asıl olan Kur'an'da olması ve bu hükmün mevcudiyetini insanın hafife alması hiç ama hiç mümkün değildir. İnsan Allah korusun bilmeden kendi itikadıyla oynar. Bazı konular vardır ki bunların şakası da ciddidir, ciddisi de ciddidir. Yani imani konularda siz şaka da yapsanız bu ciddidir. İfade edebildin mi? Onun için çok titiz ve dikkatli olmak lazım. Diyorum ben efendim.
Kur'ân'ın Hükmüne İnanmayan, Kur'ân'a İnanmış Sayılmaz
Ben burada bir Ayet-i Kerime'yi okuyup altını çizmek istiyorum. Ondan sonra ne demek istediğimizi ifade edelim. Bakınız Estağzübillah “yudnîne ‘aleyhinne min celâbîbihinne” (Ahzap/59) Şimdi maalini aynen okuyorum. “Cilbablarından üzerlerini sıkı örtsünler.” Yani şimdi bu cilbab kelimesi, ayette geçen cilbap kelimesi başörtüsünün de üzerine örtülen bir örtü. Atkı olur, Efendim'e söyleyeyim, eşarp üstünde bir başka daha örtü olur veya çarşaf olur, neyse. Ayet çok enteresan burada. Yani başörtülerinin üzerine örtü. “min cilabihine” Cilbab. Şimdi sen bunu nereye koyacaksın, hadi bakalım. Yani başlarını da örtüsünler demiyor Allah. Ya, o başlarını örten örtünün üzerini de örtsünler. Neyle? Cilbab ile ama örfe göre bir cilbab; atkı olabilir, keşan olabilir, ne bileyim, çarşaf olabilir, şu olur, bu olur, her neyse. Yani sadece burada başörtüsü de yok. Başörtülerin üzerine örtülen örtüyle örtsünler. Manası var. Şimdi geliyoruz bu itikattan mıdır, değil midir? Sorusunun cevabına. Şimdi, Âmentü’nün kaç tane esası vardır? Altı tane esası vardır. Bir, Allah'ın birliğine iman etmek, meleklerine iman etmek, kitaplarına iman etmek. Daha öteye gitmeye gerek yok. Şimdi, kitaplarına iman etmek denildiği zaman Kur'ân-ı Kerim de bunun içine giriyor. Ben Allah'ın Kur'ânına da inandım demek istiyorsun. Eğer Kur'ân'a inanmazsanız siz iman esasını yerine getirmediğinizden dolayı küfre gidersiniz. Peki efendim, Kur'ân'a inanmak ne demektir? Acaba Kur'ân-ı Kerim'in ismine mi inanmaktır? İki, Kur'ân-ı Kerim'in iki kapağına mı inanmaktır? Üç, hiçbir emri dışta bırakmamak veya hiçbir harekesini dahi dışta bırakmamak şartıyla Kur'ân'ın içinde olanlara mı inanmaktır? Cevap, hiçbir harekesini dahi dışta bırakmamak şartıyla Allah'ın emir ve nehilerinin tamamına inanmak demektir. Kur'ân'a inanmanın manası budur. Yoksa ben Kur'ân'a inandım, içindeki ayetlerin hiçbirini kabul etmiyorsun, Kur'ân'a inandım, bu söz olur. İzah edebildim mi? Şimdi geliyoruz izah etmek istediğimize. Bak ne dedik burada? “Yuznînne ‘aleyhinne min celâbîbihinne” Ne diyor burada Cenab-ı Hak? Cilbablarından üzerlerine sıkı örtsünler. Yani o şeylerle keşanla, atkıyla, şununla bununla, başlarını güzelce örtsünler diyor Allah. Nerede diyor bunu? He? Ahzâb Sûresi 59. ayetinde, yani Kur'ân'da diyor. Kur'ân-ı Kerim'de Cenab-ı Hak böyle beyan ediyor. Şimdi ben Kur'ân'a inandım, dediğin zaman hangi hükme inanıyorsun? Bu ayeti Kerim'e de inanıyorsun. Efendim, ben bunu kabul etmiyorum, evet Kur'ân'a inanıyorum ama bunu kabul etmiyorum dediğin zaman Kur'ân'a inanmıyorsun. Bunu nereden çıkartıyoruz? “Onlar ki diyor, bizim ayetlerimizden bazılarını kabul ederler, bazılarını da reddederler. Onlar kafirlerin ta kendisidir.” (Nisa /150-151.) İzah edebildin mi? Şimdi o halde diyoruz, bir insan ne olursa olsun mutlak surette emredilen Evamir-i İlahi'nin tamamına itikad etmesi esası şartı vardır ve bu iman esasıdır. Kitaba imana girer bu işte, ben o kitaba inandım demeye girer. Hayır, bunu inkâr ettim o zaman az evvel okudum ayetin hükmüne gireriz Allah muhafaza etsin. Bazısını kabul edersin, bazısını reddedersin. Onun da hükmü nedir? O diyor kafirdir Allah. Onun için Kur'ân'ın bütününe inanmaktır esas. Biz tabi bunun hiçbir zaman şu veya bu boyutu üzerinde durmuyoruz. Sadece itikadı boyutu. Yani bizi ilgilendiren boyutu üzerinde duruyoruz. Onun için örtünmeyi kabul veya red bir inanç konusudur. İtikat konusudur. Kabul eder etmek vey a etmemek. Onun için bu konuda hassasiyetle ilgili arkadaşlarımıza düşünmelerini ve doğruyu bulmalarını tavsiye ederim.
Artı müsaadenizle ben rica edeyim sizden o makaleyi bir daha okuyalım ve tam manasıyla bunu bir görelim.
Başörtüsü Furuattan Mıdır?
Yıllar dan beri başörtüsü konusu Türkiye'nin gündeminde müzakere ve mütalaa konusu yapılmaktadır. Önce başörtüsüne müsaade edilsin mevzuu gündem edildi. Daha sonra başörtüsü takılabilir veya takılamaz şeklinde müzakereler ortaya atıldı. Daha sonra bazı siyasi partilerin ısrarıyla mutlaka başörtüsü takılmalıdır tezi işlendi.
Başörtüsü başa mı takılsın, göğüse mi takılsın tartışması bu hususta gündem edilen bir başka mevzu idi. Şimdi ise “başörtüsü imanın şartından mıdır, değil midir?” tartışması yapılıyor. İfadelere göre, başörtüsü asıl olan bir emir ilahi olmayıp “fer-î bir hükümdür” deniliyor.
Bendeniz, meselenin siyasi gelişmelerinden ziyade “bu mevzu asıl mıdır, değil midir?” konusunu müzakere edeceğim. Aynı zamanda bir ilahiyatçı olmam sebebiyle meselenin itikadi ve ameli boyutunu açıklamaya çalışacağım. İnsanımızın da bizden beklediği budur.
Gelelim meselenin çözümüne. Soru; “Başın örtülmesi asıldan mıdır, furuattan mıdır?” Cevap, başın örtülmesi emri ilahi olması münasebetiyle asıl, örtülmenin şekli itibariyle furuattır. Şöyle ki, başörtüsü itikadi bir meseledir. Yani imanın altı şartından bir tanesidir. Bu nasıl olur? İzah edelim. İmanın altı şartından bir tanesi Allah'ın gönderdiği kitaplara ve bu kitaplardan biri olan Kur'an'a iman etmektir.
Peki, Kur'an'a iman etmek ne demektir? Sadece ismine, iki kapağına iman etmek midir? Yoksa Cenab-ı Hakk'ın Kur'an'daki bütün emirlerine ve nehiylerine iman etmek midir?
Ehlince bilinen o ki, Kur'an'a iman etmek demek, bir harekesini bile inkâr etmeden onu kabul etmek demektir.
Nitekim Allah Celle Celâlühü, bu hususu, açık ve net bir biçimde şöyle vuzuha kavuşturmaktadır.
“Onlar, Kur'an'ın bazı ayetlerini kabul, bazılarını reddederler. De ki, onlar kafirlerin ta kendileridir.” (Nisa 150-151. Ayetler)
Buna göre, Kur'an'ın münderecatında mevcut olan tesettür yani örtünme, Cenab-ı Hakk'ın bir emri olup, O'nun emrettiği ayetlerdendir. Fıkıh diliyle söyleyecek olursak, delaleti ve subûtu, kati bir ilahi emir midir? Emirdir. Bundan dolayıdır ki, bu husus, Allah'ın kitaplarına inanmak bahsinin içindedir. Bunu inkâr, Kur'an'ı inkâr demektir.
Şimdi gelelim furuata.
Yani delaleti de kat'i, subûtu da kat'idir. Bu konuda öyle, sahabe arasında, müçtehid arasında bir ihtilaf, söz konusu değil. Hani derler ya, işbu rivayet yeni çıktı. Bunlar da yeni çıktı yani.
Mezhep imamı, müsaade buyur burada çok mühim, 4 tane mezhep imamı biz biliyoruz. Efendim, Fırka-i Dalle diye kabul ettiğimiz, mezhep imamları da dahil olmak üzere, hiç kimse, baş örtüsünü inkar etmez. Bir tane kimse gösteremez. Yani onlar da dahil olmak üzere, Fırka-i Dalle diye kabul ettiğimiz, efendim, mezhep veya müçtehidlerin hiçbir tanesi, baş örtüsünü inkar diye bir meselesi yoktur. Bu olay geldi geldi, günümüzde dedikodu mevzu haline çıktı. Enteresan bir şey. Hayretler ediyor insan. Evet. Bakın, hatta bu konuda İmam-ı Şafi, kadının elini ve yüzünü dahi avret olarak kabul ediyor. Ki İmam-ı Şafi öyle boş bir insan değil. Hadi diyelim biz onun dediği iştihadı, biraz ifrata vardıralım. Ama diğer mezhep imamlarının içtihadlarına ne diyeceksin? İmam-ı azam da el ve yüz, fitne dönemi olmadığı müddetçe avret değildir diyor. Sadece el ve yüz, yani başın tamamını buna dahil ederken, sadece el ile yüzü dahil etmiyor. Yani bu konuda hiç kimsenin, farklı bir görüş, beyan etme yetkisi ve de hakkı yoktur. İzah edebildin mi? Yukardaki cilbab kelimesi, her şeyi kökünden siliyor. Neden kökünden siliyor? Cilbab kelimesi, sadece baş örtüsü de değildi. Başların örtünün üzerindeki örtüdür. Tabii tabii çok enteresan bir şey. Yani bunu ne? Kimar kelimesini müteala müzakere konusu yapıyorlardı. Peki cilbab kelimesine ne diyecek? Hadi onu izah et bana. Etmem mümkün değil. Binaenaleyh burada yalnız enteresan bir husus var. Biz bunu inandığımız halde yanlış yaparsak veya yerine getirmezsek, bizim de çocuklarımız var, bizim de evde aile efradımız var. Onlar da yerine getiremiyor çok zaman. Ama şimdi sen Allah'ın emrini yerine getiremiyorsun diye inkâr edip nefsine mi uyduracaksın? Yoksa hakikati kabul edip, Ya Rabbi biz nefsimize uyuyoruz, yanlış yapıyoruz deyip af mı dileyeceksin? Meselenin özü de budur. İzah edebildim mi? Ha bize düşen vazife, meselenin hak olduğunu kabul etmek yani böyle bir emir var. Böyle bir yasak var. Biz bunu yerine getiremiyoruz “Allah affetsin” deyip Allah'ın rahmet kapısına müracaat etmek lazım, sığınmak lazım, iltica etmek lazım. Yapamıyoruz ya Rabbi doğru. Bu emrin senin var. Dediğin zaman iman etmiş olursun ve fakat amelde bir noksanın olmuş olur. Allah da ğafurur rahimdir. Umulur ki bizi affeder. Ama sen onu değil de kalkar, hayır yahu böyle zaten bir şey yoktur dersen, emrettiğini inkâr etmiş olursun ki bu sefer büsbütün küfre girersin. O zaman bir ayeti inkâr etmenle birçok ayeti inkar etmen arasında hiçbir fark kalmaz. O bakımdan bu tip yorumlar insanımızın inancını çok ciddi derecede tehlikeye atıyor. Ne diyeceğiz o zaman? Bu emir vardır. Allah affetsin yanlış yapıyoruz. Zaman gelecek efendim biz de bu emre imtisal edeceğiz, uyacağız. Rabbımıza tövbe edeceğiz. Allah da bizi affedecek. Bunu diyeceğiz. İtikadi açıdan bu işin boyutu budur. Anlatabildim mi?
Müsaade edin orayı da iki üç cümleyle izah edeyim ki.
Firüat, örtünmek asıldır. Örtün de neyle örtülürsen örtün. Türkler mesela ben geçmişten yaşımızda az yok büyük ninemden hatırlıyorum. Rahmetlik annemden hatırlıyorum. Bazen keşanla örtünürlerdi bazen çarşafla örtünürlerdi. Şimdikilerde eşarpla örtünüyor. Efendim bir başka ülkeye gidiyorsunuz daha farklı bir şekilde örtülüyor. Örtünmek asıl. Ama neyle örtülmektir Furüat? Anlatabildim mi? Evet. Etekle alıp örtünürsün o da olur. Eteği yırtarsın örtersin başına. Entarini yırtarsın geçirirsin başına. Bu da örtülmektir. Ha onunla mı örtünecek? Bununla mı örtünecek? Furüat olan budur başka bir şey değil. İzah edebildin mi?
Eee işin modasıdır bu. Ne şekilde örtünülecek? Örtünmek asıldır. Onun için asıl olan bir şeyi sadece Furüat olarak göstermek de çok ciddi bir cehalettir. İzah edebildim mi? Buyurun.
Örtünme hiçbir şüphe götürmeyen mutlak asıl nasıl ve neyle örtüleceği? Türbanla mı? Eşarpla mı? Atkıyla mı? Ferace ile mi? Yahut diğer mahalli veya bölgesel örtülerle mi örtüleceği hususudur furuat? Bölgelerin ve milletlerin geleneğine göre örtünme tarzı değişebilmektedir. Furuat, bu farklı örtünme tarz ve araçlarını ihtiva eder.
Tamam. Örtünmek ise asıldır asla şüphe götürmez. Tamam. Meseleyi bunun dışına taşıyarak İslam itikadından taviz vermeye kimsenin hakkı yoktur.
Bunu hiç kimse de dünyanın uleması gelse bir araya dese ki hayır bu böyle değildir, böyledir. Böyle bir hak yok yani. Neden? Siz icma ile bir hükmü kaldıramazsınız. Mesela bir asrın uleması gelse dese ki hayır efendim böyle bir şey yok. Bu icma, icma zaten kıyas olduğu yerde, iştihadın olduğu yerde icma olur. Bu konuda ne iştihad etmeye ne kıyas etmeye hakkımız yok. Hüküm var çünkü katî hüküm. O bakımdan yani hepimiz gelsek dese ki yok canım bu böyle değil, böyle de olabilir. Bu geçerli değil. Böyle bir icmâ da olamaz. İzah edebildim mi?
Alim olarak burada bizim fikir beyan etme hakkımız yoktur. Ne hakkımız var? Alıp anlatıp insanımızı ikna etme hakkımız vardır. Hakikat budur deme. Ruhsatımız budur başka bir şey değil.
Şayet birileri bu tavizi veriyorsa bu ya gafletten yalnız cehalettendir. Her iki halde de onların da yanlışta olduklarını bilmeleri ve doğruyu bulmaları en büyük temennimizdir.
İtikadi Hatalar Hiçbir Zaman Af Kabul Etmiyor
Şimdi efendim en hafif dili kullanıyoruz ki hüsnü zan sahibi olmamız lazım. Aksi takdirde itikatlarından insanların şüphe etmemiz gerekecek. İtikadi hatalar hiçbir zaman af kabul etmiyor. Ben size bir misal vereyim. Siz buradan bir milimetre açı farkıyla bir füze gönderiyorsunuz, aya bir füze gönderiyorsunuz. Bir milimetre açık farkınız var. Fakat o bir milimetre açı farkı semaya gittikçe metreler olur. Bin kilometreler olur. Derken aya gönderdiğiniz füze aya değil sizi merihe getirir. Şimdi itikadi açılar bu füze gibidir. Onun için itikadın sağlam olması lazım. O bakımdan ben az evvel şunu söyledim. Hayır bu hüküm budur evet doğru. Biz bunu yorma hakkımız da yok ama hatamız var. Aya gidersin. Ama hasta olursun yanlış olursun şu olursun. Maksada nail olursun. İtikadi açı farkı yapmadan cennetlik olur insan. Kabul edersin. Hayır bu yoktur dedin mi Allah korusun. İşte o zaman işin kötü. Bilmeden üç şey var ki bunun ciddisi de ciddidir şakası da ciddidir, cehaleti de ciddidir. “Ciddu hunne ciddun, hezlu hünne ciddun.” Nedir? El Nikah, El Talak ve de iman. İman konusunda, talak konusunda, nikah konusunda şaka olmaz. Bu bakımdan bizi takip edenleri özellikle tavsiye ediyorum. Bu hükümde hiç ısrar etmesinler. Bu budur. Allah'ın emridir ama ameli olarak Ya Rabbi benim hatam var beni de sen affedeceksin. İtikadi boyutu asıl olursa artı, sağlam olursa o zaman Allah'ı kabul ediyorsun. Ne geliyor ondan sonra? Onun kapısında affını dilenmek. İzah edebiliyor mu? Bunu af dileyeceksin. O afla seni affeder. Orada niye durmuyorsun da hayır böyle bir emir yoktur diye ısrar edip insanımızı itikat sınırlarının dışına itiyorsun. Bu çok yanlış. O zaman imanın hükmünü inkara girer ki Allah muhafaza eylesin. Ciddi bir tehlike taşır. Evet.
Tesettür Ayeti Nazil Olduğu Zaman Cenab-ı Fahri Alem Efendimiz Evvela Aile Efradına ve Sahabesine Talimat Verdi
Kısa vaktimizde şunu söyleyeceğim. Ayeti kerime nazil olduğu zaman tesettür hakkındaki bu ayetler nazil olduğu zaman, Cenab-ı Fahri Alem Efendimiz evvela aile efradına ve sahabesine talimat verdi. Bir rivayete göre “el ve yüzleri hariç bütün uzuvlarını kapatsınlar” dır, bu hadis yani bu emir budur. Bunun üzerine Sahabe-i Kiram efendilerimizin hanımlarının tamamı kumaş parçası bulanlar hemen başlarını o anda örttüler. Bulamayanlar eteklerini yırtarak başlarını örttüler. Hazreti Ayşe validemiz şöyle bir olay rivayet ediyor. Cenab-ı Fahri Alem Efendimizin arkasında kadınlar namaz kılarken bu ayetin nüzulünden sonra sanki başlarında kuşlar vardı. Yani örtmüşler başlarını kuşlar vardı buyuruyor ve enteresandır. Hazreti Zeynep annemiz, Resulullah’ın mübarek hanımı, annemiz bu ayetten sonra bir daha sokağa caddeye çıkmamıştır. Yani bu kadar kesindir bu iş. Hiç bu işin tevili yok. Sonra bir tarih, bir örf, bir adet, bir gelenek sadece bize ait değil bu. Bütün İslam ümmetine ait. Bir tanesinde farklı bir uygulama olsaydı derdik ki ha bu böyle anlaşılabilir. Böyle bir şey de yok. Bunu demek istiyorum efendim.
Medya, Toplumun Manevi ve Kültürel Değerlerine Sadık Kalmakla Yükümlüdür
Şimdi efendim zaten Diyanet, Türkiye Cumhuriyeti Diyanetinin bu konuda verilmiş bir hükmü vardır. Baş örtüsü Allah'ın bir emridir, emri ilahidir. Yani bu konuda Diyanet vazifesini yapmıştır. Şimdi kalkıp da Diyanet tellal çağırtamaz ya. Yani işin dini boyutunu insanımıza göstermiştir. Şimdi bazı arkadaşlarımız artık hangi sebepten kaynaklandığını bilemeyeceğim ki birtakım sözler sarf ediyorlar. Bunlardan vazgeçmeleri lazım. Şaibeli ve de zararlı olan bu düşüncelerden vazgeçmeleri lazım. Bu bir.
İkincisi, medya kurum ve kuruluşlarımız bu konuda fetva sahibi oluyorlar. Bundan da vazgeçmeleri lazım. Medya etkinliği itibariyle bugün birinci konuma gelmiştir kim ne derse desin. Yedisinden yetmişine bütün insanlık insanımız özellikle takip ediyor. Size yanlış bir şey çok rahat doğru olarak lanse edebiliyor. Aslını bilmeyen sen ben o yanlışı doğru olarak kabul edersek ebedi hayatımız söz konusu. Ben derim ki medya bu konuda üzerine düşeni sorumluluğu ölçüsünde maddi ve manevi sorumluluğu nisbetinde ciddiyetiyle ele alması lazım. İnsanlarımızın örfüne, adetine, geleneğine, maneviyatına sadık bir yayın politikası izlemeleri ve halkımızı o şekilde yönlendirmeleri esas olması gerekir. Aksi takdirde açacağımız yaraları tedavi etmemiz hiç ama hiç mümkün olmaz. Siz bir insanın gönlünü ve beynini iğfal ettikten sonra onu düzeltebilmeniz çok uzun bir zaman ister değil mi? Bu bakımdan gerek medya kurum ve kuruluşlarımız bu sahada efendime söyleyeyim hizmet etmekte bulunan arkadaşlarımız işin ciddiyetine matuf bir tarzda hareket etmeleri lazım. Hatırlarsanız temelden beri vermek istediğim, verdiğim bir misal var. Bir et bıçağı, bir bıçak. Niyet ve maksada göre farklı farklı işler görüyor. Katil cinayet işliyor, kasap rızkını kazanıyor, doktor hayat kurtarıyor. Bir bıçak. Ha medya kurum ve kuruluşları milletin hayatını kurtarmaya matuf bir doktor pozisyonunda olmalı ki o zaman bihakkın bu kurum ve kuruluşlar vazifesini yapmış olsun milletimiz içinde selamet yolu olsun. Herhalde vaktimiz tamamlandı. Bizi takip edenlere saygılar, hürmetler arz ediyorum efendim.
Bu sohbeti video olarak izlemek için play butonuna basınız