info@profdrhaydarbasenstitusu.org

Haftanın Sohbeti - Ahiret İnancı ve İbadet / 13 Aralık 1998

    Neler Okuyacaksınız

Allah'a İmanın Teyidi, Ahirete İmandır

Esasen günümüzün kanaatime göre en büyük problemi, ‘ölümden sonra bir hayat var mıdır, dirilecek midir, insan yaptıklarının hesabını verecek midir?’ bu. Bu mevzu aynı zamanda inanan arkadaşlarımız için de aynıdır. Ben bir hatıramı bu konuda nakletmek istiyorum. Orta Hisar Camii imamı, Allah rahmet eylesin, Nurettin Hocamız “Yahu” dedi “Hocam” dedi “enteresan” dedi “arkamda her zaman beş vakit namazını kılan yaşlı bir cemaatım, ben” dedi “ölümden sonra dirilmeyi anlatıyorum, çekti beni bir kenara ‘Ya Hoca’ dedi ‘hakikaten böyle bir şey olacak mı?’. Ben” dedi “dondum, kaldım hayretler içerisinde”. 
Şimdi, günümüzün kanaatime göre en büyük problemi de bu olsa gerek. Dikkat ederseniz, Ayet-i Kerime’de Cenab-ı Vacibul Vücud Hazretleri ‘Amme yetesaelun. Anin nebeil azim. Ellezi hum fihi muhtelifun’ (Nebe Suresi, 1-3. Ayet), ‘bu konuda ihtilafa düştüler’. Hangi konu bu? Ya bu kıyamet vuku bulacak mı, olmayacak mı veya olacaksa ne zaman olacak? 
Şimdi ben de şahit olduğum bazı olaylar var. Beş vakit namazını kılan hoca, alim kabul ettiğimiz öyle ağabeylerimiz var ki bir gün sohbette sadece ben de değilim “Yahu” dedi “bu kâinat, bu alem yani sona mı erecek?” dedi. Yani böyle bir şey olamaz. Şimdi, ama inanıyor. İnanıyor ama o ahiret telakkisi nasıldır, ben de şahsen merak ediyorum. Misalleri çoğaltabiliriz. Günümüz insanının herhalde en başta gelen problemi bu olsa gerek. Onun için de Allah'a imanın teyidi, ahirete imandır. Allah'a nasıl bir insan iman ettiğinin ispatını yapar? Ahirete inanmakla. İnancın ispatı ne ile mümkün olur? İbadetle. Yani inanırsın, eğer o inandığın şeyleri hayatına geçirirsen ‘bu insan inanıyor’ dersin. Böyle bir şey yoksa, ‘inanıyorum’ bir iddia olur. Bir iddaa. Bu, ispatı olmuyor. İspatı nedir? ‘İnandım’ dediği şeyin kulun hayatına geçmesidir. Namaza inanıyor musun? Oruca inanıyor musun? Hacca inanıyor musun? Bunu nasıl hayata geçiriyor isen sen ona o kadar inanıyorsun. Mevlana'nın dediği gibi; neyi düşünüyorsan, neyi yapıyorsan sen o’sun. Başka bir şey değilsin. Yani günümüzün insanı herhalde bu konuda çok ciddi bir çelişki içinde, kendi kendine çatışma içinde. 

İnsan, Ezeli Değil Ama Ebedi Bir Varlıktır

Bakınız, Allah bu mevzuda estauzubillah ‘ellezi halakal mevte vel hayate’ (Mülk Suresi, 2. Ayet), ‘ölümü ve hayatı yarattım’ diyor Allah. Şimdi, varlık alemine geliş de demi ölümle oluyor? Gidiyorsun, tekrar… Hani ölümün ardından bir diriliş. Onun için hay olan hayatların tamamının temelinde ölü, ölü hayatı vardır. Binaenaleyh insanın ölü olan hayatın diri olanına geçmesi, efendime söyleyeyim bir defa kanuni ilahi olarak buna sünnetullah diyoruz, mecburiyeti var; yani ölmen, dirilmeni gerektiriyor. ‘Ellezi halakal mevte vel hayate’, ‘önce ölümü, sonra diriliği yaratım’ diyor Allah.  O bakımdan insan, ezeli değil ama ebedi bir varlık.  Ölecek ama öyle bir dirilecek ki bir daha ölmemek üzere bir diriliş olacak. 
Şimdi sadece insanın ölmesi veya dirilmesi de meseleyi halletmiyor.  Nasıl mahlukatın tamamının bir ömrü, bir eceli varsa; bu mükevvenat içerisinde canlı ve cansız olan bütün varlıkların da bir ömrü var. O geldiği zaman onlar da hayata veda edecekler. Mesela Ayet-i Kerime'de kainatın ölümünden, diyelim ki buna kıyamet diyoruz, Cenab-ı Hak bahisle estauzubillah ‘iza-şşemsu kuvvirat’, ‘güneş katlanıp dürüldüğü zaman’. ‘kuvvirat’ dürülmek; yani deme güneş, bir zaman gelecek ki Allah bunu dürecek. 
İki, ‘ve-iza-nnucumu-nkederat’; ‘ve de yıldızlar’, ‘nucum’ yıldızlar malumunuz, ‘kederat’, ‘döküldüğü zaman’. Böyle tek tek dökülecek yıldızlar. 

Maddenin Oluşu Aslında Bir Hiçliktir

Şimdi buraya gelmişken bir hususun altını çizmemizde fayda var. Canım bu olur mu? Mecbur olacak. Neden? Mihaniki fiziki kurallarına göre de bu işin olması şart. Neden? Şimdi mihanik fizik kaidesine göre, harekette olan bir cisim er veya geç enerjisini tükettiğinde durma mükellefiyetindedir, durmak mecburiyetindedir. Elinizde bir taş var, atıyorsunuz. Ne kadar gider? Sizin onu atma hızınız, enerjiniz ne kadar götürürse o kadar gider. Şimdi Cenab-ı Hak, ‘kün’ dedi; bu alemi oldurdu, yarattı, yani fırlattı attı. ‘Fe yekün’ hemen ardından oldu, oluşa geçti. ‘Ol’ dedi ve oluş başladı. Ne kadar devam edecek? O emir bitene kadar. Onun elinde. Şimdi dikkat ederseniz, fizik ilmi ile uğraşanlar şu anda anlatacağımı çok daha iyi bilen ilim adamı kardeşlerimizdir; maddeyi oluşturan, onu vücuda getiren atom parçalarıdır. Atom da tek başına bir bütün değildir. O da elektron ve çekirdekten vücuda gelmiş bir varlıktır ve fakat o atomun yapısı da çok enteresan. Koskocaman bir futbol sahasında 5-10 tane top, bir hızla dönüyor ki… Bir futbol sahasını düşün, o kadar büyüklükte teşbih edersek; o hızla dönen topların 10 topun veya 20 topun dönüşü nedeniyle zannediyorsunuz ki Allah, her taraf top olmuş. Yani, sürat. Elektronların hızlı bir dönüşüyle çok ciddi bir hız var onlarda. Zannıma göre, yanılmıyorsam saniyede 30.000 kilometre hızla bir dönüş yapıyor. Ne? Elektronlar. Ne etrafında? O noktacık, merkez etrafında. Şimdi bu kadar hızlı dönen elektronlar, öyle bir dönüş yapıyor ki pervanenin iki kanadı var ama döndüğü zaman bir bakıyorsunuz ki bir dairenin tamamı dolmuş. Yani, süratle her tarafı kapatıyor. Aslında her taraf boş; 10’da 2'si dolu, 10’da 8'i boş. Bilmem anlatabildim mi? 
Şimdi maddenin oluşu tabiri caizse böyle bir göz boyama; aslında bir hiçlik. Zaten Cenab-ı Hak Kur'an'da dünyayı ve maddeyi tarif ederken ‘bir hiçlik’ diye, ‘bir vehim, bir hayal’ diye beyan ediyor. Çok enteresan. Yani, aldanmayın. ‘la’ibun velehvun’, ‘oyun, oyuncak’.  (Hadid Suresi, 20. Ayet) Çocuk oyuncakla kanar. Ne zamana kadar? Akıl bali olana kadar. Akıl bali olduktan sonra ‘Ben enayiymişim ya. Nedir bu bir tane odun parçasıyla, bilmem bir bebekle, şununla kendimi avutuyorum’. İşin sahisini, hakikatini ister. Dünya böyle bir aldatma diyelim Kur'an'ın beyanıyla. Yani onun aslı, dünyanın aslına baktığınız zaman bu hareket, elektron hareketi, koskoca bu kâinat, galaksiler, yıldızlar topluluğu ve içinde yaşadığımız dünya, samanyolu gözümüzle görmemiz mümkün olmayan bazı teknik cihazlarla görmemiz mümkün olan elektronik maddelerinden vücut bulmuştur; elektronlardan, onlardan, küçük küçük varlıklar bunlar. 

Cenab-ı Hak Her An Bir Oluş ve Yaratıştadır

Bakınız burada Cenab-ı Vacibul Vücud Hazretleri Ayet-i Kerime’de “Ben her an bir oluştayım” buyuruyor. Yani, Cenab-ı Hak her an yaratıyor. Şimdi fizikçiler izah edemiyor. Neyi izah edemiyor? Allah Allah… Ya bu elektron nereden bu gücü, bu enerjiyi alıyor ki şu kadar yıl oldu, asır oldu bu hareket devam ediyor. Bu enerji nereden, niye bitmiyor? 
Şimdi, inancı tevhid olan bir kardeşimiz hemen onu çıkartıyor; Allah her an oluşta, onu güçlendiriyor. Onun için Einstein’ın, enteresan bir tespiti var; “Bakıyorsun” diyor “maddenin özü bazen bir enerji bazen de bir yoğunluk. Karşımız öyle çıkıyor” diyor “Burada” diyor “Ben Cenab-ı Hakk'ın gücünü görüyorum”. Anlatabildim mi? 
Şimdi onun için müspet ilim aslında insanları çok ciddi bir ikrara sürükler; yani, Allah'ın varlığını bulmaya sürükler. Eğer insan bu kadar delillerden sonra yine de inkâr ediyorsa, artık ona çok ciddi nispette acımak lazım; nasipsiz demektir. 

Allah’ın Her Şeyi Yapmaya Gücü Yeter

Şimdi geçiyorum asıl şeyimize, yani bu elektron hareketi mutlaka bir noktada duruyor. Elektronların hareketi durduğu zaman, atom denilen o en küçük maddenin yapısında çöküş oluyor. Buna ilim, fizik ilminde ‘nötron çöküşü’ deniyor. Nötrona doğru, her atomun nötronlarına doğru çöküş başlıyor. Çöküş başladı mı aradaki boşluklar yok oluyor. Siz mesela koskocaman şu dünyayı, bu boşlukları kaldırdığınız zaman mübalağa da değil, bir efendime söyleyeyim terzi yüksüğünün içine sığdırabiliyorsunuz.  Şu sanata bak yahu. Allah Allah… Bak ne kadar bir varlığı, şu kadarcık varlığı Allah ne kadar muazzam gösteriyor.  Amerika’sına git, Afrika’sına git, Asya'sına git, Uzak Doğu’suna git, Orta Doğu’suna git, ne bileyim Avrupa'sına git, hepsi…. Onu bırak, bir bardak olsun; bir bardak yoğunluk kadar efendime söyleyeyim bir yoğunluk, bu kadar güçlü bir varlık görünüyor. E bu hayal değil de nedir baba, ayette beyan edilen? Onun için Allah’ın her şeyi yapmaya gücü, kuvveti yeter.  Mümin olan insan teslim olacak, “Yapar, benim Rabbim yapar” bunu diyecek. Evet, öyle bir an gelecek ki Allah o dengeyi bozacak. Bozulacak, yani ya enerjisi bitecek; artık sebep ne olacak bilemeyiz. 
Sonra bir başka husus da, şu anda tespit edilen bir gerçeğe göre bütün yıldızlar ve galaksiler bir yöne doğru akıp gidiyor ve gittikleri yönde henüz ışığı dünyaya gelmemiş olan bir yıldız var. İfadelere göre o sabit, sabit-i kadem. Yani adeta o, ipleri çekiyor. Ona varıldığı zaman ne olacak? Süratle gidip deme çok ciddi bir trafik kazası geçirecek kainat. Değil mi? Muazzam bir trafik kazası. Belki de bizim Kur'an’i ve hadis-i ifadelerde beyan edilen ‘surh’ o çeken güç, kuvvet belki odur. Bilmem anlatabiliyor muyum? 

Kur'an'ı Ne Kadar Okursak Hayattaki Dili de O Kadar Tatlı Konuşacağız

Hülasa yani bugün müspet ilim de aynı şeyi söylüyor, sadece Kur'an değil. Kur'an bunu çok evvelden haber veriyor. Şimdi devam edelim. Daha ne olacak? ‘ve-iza-nnucumu-nkederat’, ‘ yıldızlar döküldüğü zaman’.  (Tekvir Suresi, 2. Ayet) Deme dökülecek? Birisi dürülüyor, birisi dökülüyor. ‘ve-iza-lcibalu suyyirat’, ‘seyredecek’. Neler? Dağlar. Dağlar yürüdüğü zaman… Yürüyecekler ama şimdi olduğu gibi yerinde kalmayacak, gemi gibi yüzecek. Allah o günümüze yardım eylesin. İşte böyle bir günden Cenab-ı Hak bahisle ‘ve-iza-lbiharu succirat’, burada buharlaşmadan bahsediyor Allah. Değil mi? Denizlerin buharlaşmasından bahsediyor, hareket yani kaynamasından. ‘ve-iza-ssuhufu nuşirat’, değil mi? ‘ve de sahifeler neşvedildiği zaman, açıldığı zaman’. Bak ceddimizin dili ile Kur'an'i dil ne kadar birbirine yakın. Suhuf, sahifeler; sahife burada. Nüşiret, neşretmekten değil mi? Deme Kur'an'ı ne kadar okursak, hayattaki dili de o kadar tatlı konuşacağız. Değil mi efendim? Buradan bir şey çıkalım. Evet, sahil yani amel defterleri de neşredildiği, ortaya konduğu zaman. ‘ve-iza-ssemau kuşitat’, ‘ve gökyüzü sıyrıldığı zaman’. Deme hakikat; gökyüzü de buruşturulacak, o da sıyrılacak.  O zaman işte nefsimizin kabul etmediği ve fakat gerçeklerin olduğu o alem, kıyamet alemi mutlak surette vuku bulacak, cereyan edecektir. Allah o gün de ümmet-i Muhammed'in tamamına yardım eylesin. İmanımızın teyidi için de Rasulullah'ın şefaatinden bizleri mahrum eylemesin. 

Ne Evlat Ne Mal; Ancak Temiz Bir Kalp ile Allah'a Gidersin 

Burada önemli notlar var. Bakınız ‘yevme la yenfau malun ve la benune illa men etallahe bi kalbin selim’ (Şuara Suresi, 88 – 89. Ayet). Bak o gün ne olacak? Böyle bir an geldi ama ne evlat fayda verecek… Şimdi, gözümüzün nuru çocuklarımız; ah bir şey yapsalar onlara dünyayı yıkarız. Mal, onun yüzünden dünyayı fitneye sokarız; kazanmak için, öyle değil mi? Alavere, dalavere her şey bu malı kazanmak için yaparız. Allah buyuruyor insanoğlunun en çok sevdiği bu iki şey için ‘bunların hiçbiri size o gün fayda vermeyecek haberiniz olsun’. Fayda verecek, nasıl? Nasıl fayda verecek? Eğer onları Allah için kazanıp Allah için değerlendirdiyseniz; o da sizin elinizde çok ciddi, büyük bir sermaye olacak. Değil mi? Aksi takdirde ne servet ne mal hiçbiri sana fayda vermez
Enteresandır, en çok sevdiğiniz anneniz Allah'ın rahmetine kavuşur, babanız Allah'ın rahmetine kavuşur. Ben, anne-baba acısını yaşadım. Allah her ikisine rahmet eylesin, evlat acısı da yaşadım, iki tane de çocuğum Allah’ın rahmetine kavuştu.  Ama hiç… Anne, baba çok büyük bir acı. Bir dağ gibi insanın üzerine yığılıyor, yıkılıyor böyle ama evlat acısı çok daha farklı. O da ok gibi insanın yüreğine saplanıyor ve çıkmıyor. Siz ne kadar atmak isteseniz de onu çıkartamıyorsunuz. Şimdi, bu kadar çok sevdiğiniz gerek ananız gerek babanız gerek evladınız olsun; öldüğü zaman ne kadar ona yardımda, ne bileyim destekte olmak istersen iste en fazla kabrinin başına kadar gidiyorsun veya her sabah kabrine kadar gidiyorsun. Onun yaşadığı alemden hiçbir haberin yok. Burada anlatmak istediğim, en çok sevdiğin o şeyler, gerek mal… Bazı evlatlar da öldüğün zaman değil, ölmeden de seni terk ediyor. Mal, hele hele öldüğün zaman tamamen terk ediyor. Seni terk ediyorlar. O halde insanoğlu aklını başına alarak hayatını feda ettiği bu değerler uğrunda ahiretini heba etmemeli. Bilakis bu değerleri ahiret hayatını kazanmada kullanmalıdır. Ben nasıl yapsam da bu maddeyi kullansam da Allah benden razı olsa, yarın huzur-u mahşerde bunun mükafatını görsek? Bu çocukları nasıl yetiştirsek de yarın huzur-u mahşerde Rabbim bizden razı olsa? Nitekim bir Hadis-i Şeriflerinde Peygamber Aleyhisselam gala Resulullah “Küllüküm râin ve Küllüküm mes'ûlün An raiyyetihî.” Herkes mesul. Neden? Mahiyetindeki evlad-ü iyâlinden. O halde bunlara çok iyi dikkat etmemiz lazım. Ayet işte bunu diyor ki, burada diyor ki ‘sakın ha onlara güvenme, o gün onların hiçbiri sana fayda vermez’. Peki ne fayda verir? ‘yevme la yenfau malun ve la benune illa men etallahe bi kalbin selim’. Ne evlat ne mal; ancak selim bir kalp, temiz bir kalp ile Allah'a gidersen işte senin de mükafatın odur, kurtuluşun odur. 

Hareketlerin Oluş Noktası İnsanın Kalbidir

Şimdi dikkat edersek bütün hareketlerin oluş noktası, insanın kalbidir. Yani kalp; duygunun merkezidir, duyguların merkezidir, niyetlerin merkezidir. Şimdi herkes birinci planda aklı kabul eder.  Doğrudur ama akıl devamlı bir duygunun etkisindedir. Onun için dikkat edin, propaganda zaten ondan dolayı yapılır. Propagandalar, aklı etki altına almak için değil duyguları etki altına almak içindir. Duygular etki altına alındı mı; akıl bir direksiyondur, onu kullanan duygulardır. İstediği yöne onu kullanıyor. Aksi takdirde eğer etken akıl olsaydı, enayi miydi bu kadar cinayetler işlensin? Akıl her şeyi, gerçeği bulur değil mi? Ama o duyguların etkisinden kurtulamadığı için, efendime söyleyeyim gerçeği bulamıyor. 

Bir Milletin Bekası İçin Milletin Eğitimi Şart ve de Zaruridir

Bir de buraya gelmişken hatırıma bir husus geldi. Akıl, insanda bir direksiyon vazifesi görür. Duygular, kalbin olduğu mekân ise rahmani ve şeytani hislerin, duyguların merkezidir. Vücut da kalisördür.  Ayakların, arabanın tekerleği gibidir. Şimdi rahmani duygular, yani nefis dediğimiz şey terbiye edilir, kalp tezkiye edilirse; şoför, tecrübeli kaptan olur. Aklı çok iyi yollarda kullanır, fevkalade yerlerde değerlendirir. Hayır bu terbiye yok, bundan mahrum; o zaman çok akıllı insanın bile çok yanlışlar yaptığını görürsünüz. Nitekim günümüzde bir bakıyorsunuz en ciddi olaylarda, en doruk noktadaki insanlar çıkıyor ortaya. Allah Allah… Ya niye böyle olmuş? Akılsızlığından değil.  Ya? Direksiyonu farklı şoföre teslim etmiş. Buna İslam literatüründe ruhi sultan, ruhi hayvan denir. Ruhi hayvana teslim etmiş; o istikamette akılı kullanıyor, ayaklar o istikamette gidiyor, kafa o istikamette çalışıyor.  Derken bir de bakıyorsunuz, çok ciddi yanlışlar yapılıyor. Onun için bir milletin bekası için, milletin eğitimi şart ve de zaruridir; hani, insanların eğitilmesi. Kanunları siz ihdas edersiniz, çok ciddi, mükemmel kanunlar korsunuz ortaya ama onu hayata geçirecek olan sensin, benim. Her kanun maddeniz bir Nobel ödülü almış olabilir ama uygulayacak olan adam bir şey olmadıktan sonra ödül almış kanunlar, nizamlar hiç işe yaramaz. Onun için kalp dediğimiz işte o duygu merkezini, nefsini tezkiye ederek Allah'a yüceltmek, ibadet kulvarı ile Cenab-ı Hakk’ın miracına onu hazırlamak; ruhi sultanı. O ne ile oluyor işte? Ne ile temizlenir? “e la bi zikrillahi tatmainnul kulub” (Rad Suresi, 28. Ayet)  Dikkat edin. Allah'ı zikir ile oluyor. Bunun benzini de zikrullahtır. Zikirsiz bu iş olmaz mı? Olmaz. Bu benim, senin kanaatin, düşüncen değil. Allah Kur'an'da belirtiyor.  ‘ela’ dikkat edin ‘bizikrillahi tatme-innu-lkulub’, ‘kalpleriniz doğruyu, gerçeği ancak zikirle bulur’ ancak onunla doyar. Bunun dışında hiçbir şeyle onu doyuramazsınız. Farklı bir yol çizerseniz, kendi kendinizi aldatmış olursunuz. 

Cenab-ı Hak Zerrenin Hesabını Soracak

Şimdi, az evvel söyledik ya hocasınız ama tereddüt ediyorsunuz, ‘Ya böyle şey olur mu?’ diyorsunuz. Bunun asıl sebebi ne? Allah Kur'an'da bakınız ne buyuruyor, estauzubillah ‘innellezine la yercune likaena’. (Yunus Suresi, 7. Ayet) Çok enteresan ‘o kişiler Allah'a kavuşmayı ummadılar’. ‘la yercune’ , ‘rücu edeceklerine, döneceklerine, Allah'ın onları hesaba çekeceklerine ihtimal vermediler’. Yani böyle işte ‘geldi bir peygamber dedi ama dedi işte yani bunlar olacak değil ya’ gibi bir düşünce içerisinde olan insanlara Allah burada ‘onlar’ diyor ‘ummadılar’ Allah'a, Allah'la karşı karşıya gelip hesap vereceklerini. Bak Cenab-ı Hak, zerrenin hesabını soracak; hem iyilik hem de kötülük yönünden. İyilik yaptın mükafat, kötülük yaptın mücazat. Ha böyle bir şeyi hesaba koymadılar. O koymayanlar ne yapıyorlar? ‘ve radu bil hayatid dünya’, ‘ve bunlar dünya hayatına razı olurlar’. Ne var ne yok hep dünya. 
Gelin biraz şu ahiretten bahsedelim. Ne ya? Sen gerici, yobaz, serseri… Etme, var bu ya. ‘Güzel ama ne zaman olacak? Gidip-gelen var mı?’ gibi çok yanıltıcı ve de hileli nefis tarzda insanı konuşturuyor. Nefis öyle bir alim ki onun avukatı iblis; alimlerin başı, bilmediği bir şey yok. Hemen sana ‘Ya gidip-gelen var mı düşünsene? Kaç sene bak, asırlar oldu hiç böyle bir şey olsa olur mu?’ filan gibi hemen seni şey ediyor. İşte onların özelliği ‘ve radu bil hayatid dünya’, ‘dünya hayatından razı olurlar’; varımız yoğumuz budur. Adam… Nedir yahu, sen işte paradan haber ver. Şimdi bunu derken yani, para kazanacak mıyız? Ayrı konu. Tabii en fazla biz kazanacağız. Kazanacağız ki arkadaşlar diyecek “Ulan demek bu inançlı insan, bunu kazanmasını iyi biliyor. Biz de kazanalım” ve böylece belki de müellefe-i kulüp madde ile kalbi yumuşayanların sınıfına girer de bizi, seni, beni geçer. Değil mi? Bakınız ‘vatme’ennu biha vellezine hum an ayatina gafilun’, ‘ve bunlar ayetlerimizden gafildirler’ dünya ile doyarlar, daha başka bir şey istemezler. ‘ulaike me’vahumun naru bima kanu yeksibun’ (Yunus Suresi, 8. Ayet). Onların yaptıklarına karşılık Cenab-ı Hak onlara ne verecek? Ateşi  verecek. Allah o günden hepimizi bu akıbetten muhafaza eylesin. Dolayısıyla işin nüktesi, insanın kalbinin Allah'la karşı karşıya gelip hesap verme ve vermeme noktasıdır. Buradaki incelik bu. ‘la yercune likaena’,  (Yunus Suresi, 7. Ayet) yani Allah’la böyle karşılaşacaklar. Böyle bir şey olmuyor. “Tam o zaman yakalayacağım onu” diyor Cenab-ı Hak “Ya ben sana peygamberler gönderdim, haber verdim, deliller gösterdim. Sen gene kendi kafana göre birtakım şeyler yaptın”. 


Asıl Sahibimizden Aramızı Açtığımız İçin Hayatımızda Ciddi Boşluklar Var 

Hakikaten insan o kadar enteresan bir varlık ki bakınız, inkâr etmek için bile çok büyük serseri olmak lazım. Bir misal; benim rahmetli kızım tıp fakültesinde tedavi oldu, Trabzon tıpta. Hocalarımız Allah razı olsun her biri fevkalade bir hassasiyetle, titizlikle, dikkatle ilgi gösterdiler. Son derece müteşekkiriz ailece. Allah hepsinden razı olsun. Beyin sapı denilen 7-8 santimetrelik bir yer var. Şimdi beyin sapında öyle şeyler var ki… Mesela bir santimetre karede gözün görmesini temin eden hücreler, sinirler neyse, kulağın duymasını, burnun koku almasını, dilin tatmasını; bir santimetre. Şimdi mesela çocuğa dokunuyoruz, diyor “9. sinir” diyor “devrede”. O beyin sapını tahlil etmişler; şura devrede, bura devrede. 
Kısaca şunu arz etmek istiyorum, o beyin sapında bir santimetre karelik bir yeriniz vazife görmezse; faraza bu gözünüzle ilgili merkez olsa görmüyorsunuz, kulağınız ile ilgili merkez olsa duymuyorsunuz, burnunuzla ilgili merkez olsa koklayamıyorsunuz, dilinizle ilgili olan merkezi ise tadamıyorsunuz. Şimdi bu ne acayip bir sistem ki 7-8 santimetrelik bir beyin sapı dediğimiz yere geliyor; bu asırlar, insanoğlu var olalı beri oraya yerleştiriyor. Bilgisayar gibi, computer gibi basıyorsun; aynı vazifeyi, aynı anda hiç şüphe götürmeden, göstermeden yapıyor sıhhatli devam ettiğiniz müddetçe hayatınızı. Bu bir tesadüf olabilir mi ya? Ben o zaman dedim arkadaşlara ki “Ya bir insanın inkâr etmesi için hiç aklının olmaması lazım”. Öyle değil mi? Sadece orası mı? Acayip bir şey kardeşim. 
Şimdi beyinde, affedersiniz sizin yiyeceğiniz gıdayı alırken hemen sistem aşağıda beyne, affedersiniz mideye asit ifraz eden bezler var. Talimat veriyor; beyinle irtibatı kuruyor, talimat veriyor, diyor ki “Şimdi sana” diyor “50 gr et” bak çekiyor onu gramı gramına “30 gr veya 100 gr ekmek, şu kadar gram sebze geliyor. Bunları senin eritebilmen için şu kadar asit ifraz etmen lazım” mideye. Şayet bu ifraz etme fonksiyonu olmasa, hazır olmuyor. Fazla olursa, perişan oluyorsun; mide yanması, şusu, busu vs.  Az olursa işte hastalıklar. Bakınız her insanda bu sistem kurulmuş. Şimdi bazı arkadaşlar işte “Bunu şu  güç yapıyor”. Hay senin gücüne. Oğlum hiçbir güç yapmıyor. Vallahi yapmıyor bunu ya. Öyle bir irade ki her yerde adeta kendisini okuyor. Akıllı bir insan, bırak akıllı olmayı yani deli olmamak şartıyla her insan vücudun her zerresinde Allah'ı görmemesi mümkün değil. Değil mi efendim? İşte bunu insan görecek ve de hesabı kitabı…. ‘O benden ne istiyor?’ bunu düşünecek. Hayatına bu tarzda, bu şekilde yön verecek. Onun isteklerine ram olacak. Kulluk dediğimiz de budur; onun isteğine ram olmak, Allah'ın isteğine ram olmak. Olursan mutlu olursun, huzur içinde olursun, boşlukta olmazsın. 
Şimdi bizim hayatımızda çok ciddi boşluklar var; en zenginimizden en fakirimize kadar. Niye? Biz asıl sahibimizle çok açtık arayı. Çok basit barışmak; özür dilersin, ‘beni affet’ dersin. O kadar merhametli ki hemen seni affeder. ‘tubu ilallahi tevbeten nasuha’,  ‘günahına dönmemek şartıyla dön’. ‘vallahu gafurun rahim, ‘ben seni affederim’ diyor.  (Tahrim Suresi, 8. Ayet) Yeminle. O kadar da merhametli adına kurban olduğum. Evet.
Şimdi burada asıl anlatacağıma geleceğim, ‘innellezine amenu ve amilus salihati’, ‘salih amel işleyenler…’.  (Kehf Suresi, 107. Ayet) Neden sonra? İman ettikten sonra, inanacak. Az evvel dedik ya imanın ispatı, insanın ibadetidir. İspattır, ibadet. İnanıyorum. Hani ispatı? Bak namaz kılıyor, zekât veriyor, fakir-fukarayı koruyor, düşkünlerin elinden tutuyor, mektep yapıyor, okul yapıyor, yol yapıyor, cami yapıyor. “Tamam efendim, inanıyor bu adam” diyorsun. Niye? Salih amel işte bunlar. Anlatabildim mi? Evet, işte onu yapacak. “tecri min tahtihimul enharu fi cennatin naim”  (Yunus Suresi, 9. Ayet) Naim cennetine Cenab-ı Hak böyle inanıp amel işledikten sonra, Rabları onları koyacak ki Allah, o kulların zümresine de bizleri dahil eylesin, günahlarımız affetsin, diyoruz efendim. 


Peygamberlik Makamından Sonra Ukbada En Yüce Makam Şehitlik Makamıdır

Mukaddes değerleri için insanın en güçlü, kıymetli bir değeri vardır. Nedir o? Canıdır. Siz o değer için canınızı feda ediyorsunuz, veriyorsunuz. Bak verdiğiniz zaman da Allah bunun karşılığında, zatını veriyor size. Şehit, sıradan bir ölü değildir. Ya nedir? Allah'ı kazanmış; öyle bir pazarlık yapmış ki öyle bir iş yapmış ki vermiş canını, kazanmış Allah'ı. Şimdi, Allah'ı kazanan insanın sen bana kazanmadığı ne var onu söyle. 
Bu Güneydoğu'da bizim Karadeniz'in Trabzon'umuzun, güzel Trabzon'umuzun Çilekli Mahallesi veya Köyü diyelim, orada bir kardeşimiz şehit oluyor. Bunu bir ağacın dibine defnediyorlar. Her gün oraya gidip gelenler, bir sürü insan var. Şimdi ben de ilan ediyorum; Trabzon'a gelsin arkadaşlar ziyaret etsinler, o defnedildiği ağacın şekli komando elbisesine bürünüyor. Aynen komando elbisesi. Allah'ı kazanmış o benim yiğidim; Allah da ispat ediyor “Bakın” diyor “kör olmayın”. Ağacın dallarını kesiyormuşlar, kan gibi kırmızı bir şey. Sen Allah için canını feda edersen, Allah sana neyi vermez? Rahmetli Akif'in ‘Canı cananı bütün varımı alsın da hüda, etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda’. Hani bir şiirinde yine ‘Şüheda fışkıracak sıksan şüheda. Canı cananı bütün varımı…’ yani bu topraklar… Türk milletinin özel bir yeri var benim gönlümde. Bu millet başka. Düşünebiliyor musunuz? “Le tuftehanne’l-kustantîniyyetu. Fe le niğme’l-emîru emîruhâ, vele niğme’l-ceyşu zalike’l-ceyş” Peygamberimiz buyuruyor ‘Konstantina, İstanbul feth olunacak. Onu fetheden kumandan ne güzel, askeri ne güzel askerdir’. Şimdi bunlar kim? Bu milletin evlatları, Fatih dedemiz, askerleri. Yani, Peygamber’in methettiği insanlar bunlar. Ömürlerini Allah yolunda feda etmiş, Hakk’ı kazanmış, Allah'ı kazanmış, şehit olmuş. Değil mi? Onun için bizim Mehmedimiz, Mehmetçiğimiz çok farklıdır. Mehmet, Muhammed kökündendir; Mehmetçik. Değil mi? Yani, Muhammed'in bekçisidir; İslam'ın, Kur'an'ın bekçisidir bu millet. Onun için bizim milletimiz çok ulül lazım bir millet, askerimiz ulül azim bir mevkiinin, rütbenin insanları. Onların elbette ki ölüsü; Allah'ı kazanan, şüheda nevinden, şehitler nevinden birer ferttir. Ölenlerin Allah şefaatinden bizleri mahrum eylemesin, diyelim ve peygamberlik makamından sonra ukbada en yüce makam şehitlik makamıdır.

Fitnelerden Korunmak İçin Salih Amellere Sarılmak Gerekir

Bu konuda bir Hadis-i Şerif okuyarak bu sohbetimizi tamamlayayım. Gale Rasulullah ‘badiru bil amalis salihate’ , Cenab-ı Peygamber Efendimiz ‘sarılırız’ diyor ümmetine, sahabesine. Nereye? Salih amellere sarılırız. “Fesetekun fitenu” “Fitne çıkacak’, yani karışıklık. Birisi sağa çekecek birisi sola çekecek; “Tevrat'ı da okusan olur, İncil'i de okusan olur”. Yani, öyle oluyor ki sadece Müslüman olmak olmuyor. Güya fazilet kapısı açıyoruz; hattı zatında, zillete insanımızı düşürüyoruz. 
“Keğıtailleyli muzlimi” ‘Öyle bir zaman gelecek ki gecenin zifiri karanlığı parçaları gibi fitne zuhur edecek’. İnşallah bu dönem değildir.  Ne olacak o dönemde bakın. “Yusbihurreculun” ‘kişi sabahlayacak’. Ne?  ‘Mü’minen’. Mü’minen, Müslüman olarak sabahlayacak; ‘ve yümsi’, akşamlayacak. Nasıl? Kafiren. Öyle bir dönem olacak ki sabahleyin Müslüman, akşama gidecek kafir. Daha?  ‘Evyümsi  mü’minen’, ‘mümin olarak akşamlayacak’. ‘ve yusbihu kafiren’, ‘ve kafir olarak sabahlayacak’. Allah muhafaza. Çok enteresan burada, “yebiu dinehu bi aradin mineddunya” ‘basit bir dünya menfaatine de satacak dinini’ çok basit bir menfaate. Bu mevki olur, rütbe olur, para olur, şu olur, bu olur. Peygamber Aleyhisselam Efendimiz bakınız burada ‘badiru bil âmadis salih’, ‘salih amellere yapışın’. Değil mi? O günün kurtuluşu da yine az evvel ifade etmeye çalıştığımız salih amellerdir.  O bakımdan böyle çok ses dinlemek yerine, sırat-ı müstakim üzere, kalben kanaat getirdiğimiz eserleri ve sözleri dinlemekte fayda var. Adam sen de ‘ben onu dinleyeyim, onu da dinleyeyim; ben tefrik ederim, ayırırım’ dersek o zaman nefis bilmeden bizi oyununa getirir. Çok yanlışları tercih ederiz. Kazanmak için geldiğimiz dünya hayatında maalesef ebedi hayatımızı kaybederek rihletimizi idmam etmiş oluruz. Allah muhafaza eylesin. 
Bizi takip eden kardeşlerimi o bakımdan bu konuda ciddi bir tefekküre ve de dini artık sözden, laklaktan çıkartıp amel safhasına indirgemelerine; yani, ibadet etmelerine, bu şekilde hayatlarına devam etmelerine ben tavsiyede bulunuyorum. Üç ayların artık ikincisi olan Şaban-ı Şerif'in de zannıma göre kaçıncı günü bugün? Ramazan’a yaklaşıyoruz. Hazırlığımızı buna göre yapalım. Ramazan-ı Şerif'te de karlı çıkalım, diyerek kardeşlerimize hayırlar diliyor; saygı, sevgilerimi arz ediyorum efendim.

Bu sohbeti video olarak izlemek için play butonuna basınız



Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir