info@profdrhaydarbasenstitusu.org

Hacıbektaş Üçler Cemevi Sahur Programı Ehl-i Beyt - Hacıbektaş/Nevşehir / 27 Temmuz 2013
18/05/2025 DİNİ YAŞAM 6

    Neler Okuyacaksınız

Ehl-i Beyt, Peygamber Aleyhisselâm Efendimizin Ocağıdır

Dikkat ederseniz, bugün Müslümanlar arasında sadece bir ülkede değil, nerede Müslüman var maalesef orada bir nifak var, bir kavga var, bir gürültü var. Eğer bu Müslümanlar gidecekleri merkezi bilemezlerse, hangi merkez etrafında toplanacaklarını bilemezlerse, bu ihtilaf kıyamete kadar devam eder. Tabii burada, Cenâb-ı Hakk'ın bize tavsiye ettiği ve örnek olarak gösterdiği Hz. Fahri Âlem Efendimizin, "Evet, bunlar" dediği bir aile efradı vardır ki buna “Ehl-i Beyt” denir. Bu Ehl-i Beyt’in bir defa Kur’an’daki yeri ne? İki, hakikaten bu insanlar gibi Allah tarafından Cenâb-ı Hakk’ın methiyesine mazhar olan başka bir aile var mı? Üç, bir başkasının böyle bir hakkı veya yeri olmadığı halde bunu söyleme hakkına, imkânına sahip mi? Bu sorulardan yola çıkarak Ehl-i Beyt’in ne olduğunu ifade edelim. Ancak şunu söyleyeyim: Şayet biz Ehl-i Beyt’i sadece onu ele alırsak, bu sohbet sabaha kadar sürer. Ama ben özetini vereceğim bazı ayetler ışığında. 
Ehl-i Beyt, Peygamber Aleyhisselâm Efendimizin ocağıdır. Başta Hz. Fahri Âlem Efendimiz, ardından gelen ilk insan Hz. Fatımatü'z-Zehra anamızdır. Üçüncüsü İmam Ali’dir. Dördüncü ve beşincisi Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin Efendilerimizdir. Bunlara "Hamse-i Âl-i Abâ" denir. Yani Cenâb-ı Peygamber Efendimizin mübarek abasının altına gelen beş insan. Ümmü Seleme annemiz o ridanın altına girmek istedi, Peygamber Aleyhisselâm onu eliyle, "Ya Seleme, sen hayır üzeresin. Burada işin yok. Burası çok farklı bir yer. Allah’ın rahmetinin sağanak sağanak tecelli ettiği bir yerdir burası." Yani bu insanlar böyle... Allah bunları seçti hususi. Bakın Cenâb-ı Hak manen burada ayet-i kerimede:
"Yüce Allah ancak ve ancak siz Ehl-i Beyt’ten her türlü pisliği gidermek ve sizi tertemiz yapmak ister." Yani yaptı, Allah tertemiz yaptı. Hiçbir pislik bunlarda bulamazsın. 
Biz beşeriz, hepimizde az çok bir şeyler var, günah işleriz. Masumiyet ifadesi nasıl peygamberlere verilmişse, bu ayet-i kerimeye göre Ehl-i Beyt de aynı şekilde masumdur. Niye? Günah işlemiyor. "Hocam, nereden…", ayet işte ortada. Şimdi ayetle hiçbir suç işlemediği mevsufken yani vesikalığıyken kalkıp da bu insanları yoruma tabi tutmak kadar, ne adına olursa olsun, büyük bir cehalet yoktur. İki ayet-i kerime, yine bir başka ayette, “De ki ben bu Peygamberliğimi tebliğe karşılık Ehl-i Beyt’imi sevmenizi istiyorum.” Bu da Allah’ın lisanından, enteresan. Yani Allah’ın istediği murad ettiği nedir? Ehl-i Beyt’ini sevmemizdir. İmam-ı Şâfiî Hazretleri buyuruyor ki: "Bu ayet-i kerimeye göre, Ehl-i Beyt’i sevmek farzdır." Farz-ı kifâye değil, farz-ı ayndır! Yani biri sevecekte, diğeri bundan muaf olacak, hayır. Her birimiz Ehl-i Beyt’i sevmeye mecburuz. Farz-ı ayn. Sen de seveceksin, ben de seveceğim, bir başkası da sevecek. Bu hususta 30’un üzerinde ayet-i kerime var. Tabii, bu iki ayeti okumak zannıma göre maksadımızın ifadesi bakımından kifayet eder. 

Pislikten Kurtulmanın Yolu, Ehl-i Beyt’e Sarılmaktır

Şimdi, Allah tarafından seçilen, sevilen, örnek olarak bize gösterilen ve günahsız bu insanların yolundan gitmek... İşte bugün eğer İslam dünyasında bir fitne varsa, onu sona erdirecek olan kaynak budur. Eğer sen bu kaynağa gitmez, emre itaat etmez; kendine göre doğru, dürüst, temiz arasan o zaman nefsinin badiresine çukuruna düşersin. Ve maalesef dünyada olan da. Kendi yorum yapıyor, kendine göre ölçüler koyuyor ve geliştiriyor. Sen ne kadar kendine göre ölçü ortaya koyarsan koy, Allah’ın beyan ettiği, murad ettiğine ulaşamazsın. Eğer onun dışında bir yol görüyorsan, gösteriyorsa. Onun için kurtuluş kapısı, Şah-ı Merdan kapısı. Bunu kafamıza koyacağız. Ve maneviyat yolu da, biliyorsunuz, İslam dininde iki tane büyük yol var. Bir tanesi bunun nübüvvet, ikincisi de velayettir. Nübüvvet ve velayet yolu Cenâb-ı Peygamber Efendimiz de merkezleşti, ama kıyamet sabahına kadar velayetin devamı İmam Ali ile beraber olacaktır. "Efendim, o bugün hayatta değil!" Hayır, onun ruhaniyeti sağdır, her Müslüman’ın üzerinden zuhur eder. Yani Efendim, onu biz anlayamayız! Onlara siz “öldü” demeyin. Haydırlar, ama sen onu nasıl haydır, diridir, bunu anlayamazsın. Burada işte itikat gerek. İnandığın zaman, İmam Ali hayatta mıdır? Yolundakiler hayatta mıdır? Hemen onu kavrarsın. Nasıl kavrarsın? İşaret eder sana, gelir seni kucaklar. Kokusundan, “nispet kokusu” denir buna. Efendim, şöyle atar, "Allah Allah!" dersin. "Ulan bu ne biçim bir şeymiş!" Kısaca, Ehl-i Beyt, bu zenginliğin, bu okyanusun, bu deryanın adıdır. 
Bugün biz eğer pislikten kurtulmak istiyorsak, bu deni işlerin bizi şeytan yoluna sürükleyip onun vesvesesinden kurtulmak istiyorsak, ne yapacağız? Ehl-i Beyt yoluna sarılacağız. O zaman göreceğiz ki herkes merkezde buluşacak. Şimdi işte o merkezde buluşan insanların yerinin adına bu “Cemevi” deniliyor. Bir tanesi kalkıyor olayı farklı yorumlar getirerek, sanki burası dinin dışındaymış gibi göstermek suretiyle kendinin ne kadar deni bir dünyada yaşadığının aslında izahını yapıyor. O Cem’deki yapılan namazdır, Allah’a secdedir, Allah aşkıdır, Allah muhabbettir. Şimdi bir göz, bir ruh bunu yaşıyor, biri de bakıyor "Bu cümbüş" diyor. Sen buna neyi anlatacaksın ki? Anlaması mümkün değil. Gözler farklı göz... 
Ben askerdeyken rahmetlik anneme babama mektup yazardım. Gelirdi bana arkadaşlar derdi ki işte, gerçi bizim askerliğimizde o zaman kısa dönem Subay Okulunda geçti. "Yav, annen devamlı senin mektubu eline geçince ağlıyor." Annem ne okumayı bilir, ne yazma bilir. Ama mektup eline geçti mi ağlıyor. Şimdi burada çok enteresan bir incelik var. Annem bendendir diye eline geçirdiği kâğıt parçasında benim kokumu alıyor, benim sevgimi alıyor, benim hasretimi gideriyor. Şimdi bu sevgi bağı öyle müthiş bir güçtür ki, onu nereden alabilirsin? Sokaktan alamazsın, caddeden alamazsın, şuradan buradan alamazsın. Onu alacağın mekân, yer burası. Kalbini bu konuda eğer itminan edersen, alacaklarına nefsin her an şahit olur. Ama "Bu cümbüşdür, şudur budur" dersen, bir sazendeden aldığını alırsın, başka bir şey alamazsın. Şimdi bura fevkalade Burası öyle sonra hem manevi duyguların doruk noktada yaşandığı, hem de milli meselelerin halledildiği bir mekândır. 

Türkiye ve İslam Âleminin Birliği, Manevi Merkezlerin Meşruiyetine Bağlıdır

Merhum Mustafa Kemal Atatürk ki biz aslında bu konularda maalesef çok cahil kaldık ve olayları da bilmiyoruz. Geliyor burada dergâha, orada meşhur Cemalettin Çelebi Efendi Hazretleri ile beraber üç gün kalıyorlar. Üç gün düşünebiliyor musun? da burada 3 gün kalıyorlar. Ve şimdi burada çok enteresandır, hizmetçi de kabul etmiyorlar. Türkiye Cumhuriyeti Devletinin adını koyup öyle ayrılıyorlar. İstiklâl mücadelesi öyle başlıyor! Şimdi düşünebiliyor musunuz? Mustafa Kemal Atatürk burada bir mücadeleye karar veriyor ve burası bir maneviyat merkezi... Sıradan bir merkez de değil! Hacı Bektaş’ın yolu, Postnişin ccolan zatın huzurunda bu karar veriliyor. Ve bu insanlar bir sürü iftiralar, yalanlar atılıyor. 
Şimdi geleceğim nokta şu: Dini ve milli bütünlüğümüzü, dengeyi oturtan bu iradeyi, bu gücü, bu kuvveti bugün adamlar kalkıyorlar din adına yok etmeye çalışıyorlar. Hatırlarsanız, bendeniz gerek İmam-ı Ali, gerek Hz. Fatıma, Hz. Hasan, Hz. Hüseyin, diğer on iki imamları yazarken şu meseleyi merkeze aldım. Nedir o merkez? Yani Sünni dünyası çok iyi bilsin ki, İslam’ın akaidi Sünnilikte neyse, mesela İmam-ı Azam akaitte neyi kabul etmişse, Hacı Bektaş’ın akaidi de o. Hatta çok enteresan, Bektaşi meşrepte ameli esaslar çok daha ciddi ve katıdır, yanlış anlamayın. Mesela bir insanın ikrar vermesi sıradan bir olay değil. Bizde bunun Meşreb-i Sufiye intisap eden insan ancak yaşayabilir. Nedir bu? Bir insanın mürşidinde yok olması... Burada sıradan bir insan ikrar vererek söz veriyor yani. "Ben bütün kötülüklerimden arınacağım, seni seveceğim, senin dediklerini Allah için yerine..."
Düşünebiliyor musun? Bir Bektaşi’nin kazandığı halet-i ruhiye. Şimdi sen geliyorsun, bunların hiçbirini bilmeden, dışarıdan baktığın yabani bir gözle bir hüküm veriyorsun. Ve birçok iftira ile ümmet arasını açıyorsun, Müslümanların arasını açıyorsun. Demek isterim ki, bugün Türkiye’nin ve İslam âleminin birliği, bu manevi merkezlerin ülkemizde meşru hale getirilmesi ve bunların meşrutiyetinin ilan edilmesi, inşallah, sayın siyaset de artık bu noktaya geldi, ders almaya başladı. Bu olursa ne olur? Milletin birliği, beraberliği, dirliği olur ki herkes kardeş olur. "İnnemâ’l-mü’minûne ihvetun" “Müslüman, Müslüman’ın kardeşidir.” Ama lafta değil, nerede? Hakikatte.
Bak, bugün biz nerede konuşuyoruz? Bir Cemevinde konuşuyoruz. Nerede konuşuyoruz? Bu güzel yerin, güzel anasının olduğu yerde konuşuyoruz. Düşünebiliyor musun? Ben bir Sünni ama bir Alevi. Şimdi ben ne kadar Sünni isem, o kadar Sünni. Ne kadar Alevi ise, ben de o kadar Aleviyim. Müslümanlık bu! Bu birliği, bu dirliği Anadolu yaylasında hâkim kılmamız lazım. O zaman göreceğiz ki hainler çatlayacak, patlayacaklar! Kusura bakmayın, burada tabii mübareklerin manevi huzurunda, bazen şey ediyoruz ama bu da içten geliyor.
Yani biz yok zannediyoruz ama onlar bizimle beraber. 

Aşk, Allah’ın İnsanın Gönlünde Kendini Sevmesidir

Şimdi, öyle bir devrandayız ki, bu devranda bana göre aşk konuşulur! Buradan beni dünyaya tekrar çıkarma, dilersen birkaç cümle aşk üzerine konuşalım! Böyle bir muhabbetin, böyle feyzin, bolluğun, bereketin yaşandığı öyle demler oldu, oluyor ki... Mesela Hacı Bektaş diyoruz. Hacı Bektaş teşrif ediyor. Hangi evliyanın adını zikrediyorsan, Cenâb-ı Hak onları buraya gönderiyor. Yani, öyle bir meclis ki... Zaten hadis-i şerifte Allah sevgilisi buyurmuyor mu ki: "Allah’ın melekleri, Allah’ı zikreden topluluğun üzerine giderler. O devran bitene kadar onlarla birlikte Allah’ı zikrederler. Devran bitince, Cenâb-ı Hakk’a vasıl olurlar. “Yâ Rabbi! Senin filan yerde kulların toplandılar, seni zikrediyorlar, Kur’an okuyorlar, ilahi okuyorlar, adını söylüyorlar, zikrediyorlar.” “Beni gördüler mi o kullarım?” “Yok görmedi, Yâ Rabbi” “Beni görmediği halde beni zikrediyorlar, öyle mi? Peki, benim cennetimi görmüşler mi?” “Hayır, Yâ Rabbi, onu da görmemişler.” Cennetimi göremediği halde beni zikrediyorlar, anıyorlar. Peki, cehennemimi görmüşler mi?” “Hayır, Yâ Rabbi, onu da görmemişler.” “O zaman, beni görmeden, cennetimi görmeden, cehennemimi görmeden, beni severek, beni zikreden o kullarımın tamamını ben affettim,” diyor. “Ama Yâ Rabbi! Öyle insanlar var ki, bunların içinde ki bu akşam işte yolu düştü. Öyle o meclislere gideyim de Allah’ı zikredeyim, peygamberi anayım, evliyanın ruhaniyetiyle… Öyle bir derdi yok. Tesadüfen onlarla geldi, oturdu…” Biber almaya gelmiş, tuz almaya gelmiş veya arkadaştır gelmiş. “Onlarla düşüp kalkanlar şaki olmazlar! Onları da affettim,” buyuruyor. 
Şimdi, böyle bir meclis! Şimdi aşk nedir? Aşk, Allah’ın insanın gönlünde kendini sevmesidir. Yani, âşık olmak öyle basit bir olay değil. Kalbi her türlü fenâ halinden arındıracaksın, tecelli-gâh-ı ilahi yapacaksın kalbini. Şimdi, öyle bir mekân, öyle bir yer ki, burada, o zevat insanların yaşadığı ve her zaman Allah’la beraber olarak, o ne bileyim, muhabbeti sadece nefislerine değil, bütün insanlara yaşattığı bir mekândayız, bir yerdeyiz efendim. Bilmiyorum yani, burada sırlar fahş edilmez ama ben sadece bir tanesini söyleyeyim: Bizim zikrettiklerimiz, bizi yalnız bırakmadılar. Allah şefaatlerinden ayırmasın! Hacı Bektaş, Anadolu’nun Genelkurmay Başkanı. Bunu bilmeyen duymayan duysun. Şimdi yerine vekâlet eden kadındır ama o da Genelkurmay Başkanı. Hatırıma Rabiatül Adeviyye geldi. Rabiatül Adeviyye annemiz geldi. Hasan Basri haber gönderiyor, diyor ki:
"Ya Rabia! Sen iyi bir kadınsın, sâlihasın. Gel, seninle bir yuva kuralım, evlenelim." Oda cevap veriyor:
"Benim," diyor, "dünya ile uğraşacak vaktim, koca ile uğraşacak vaktim yok" diyor. Burada tabii Hasan Basri kızıyor: "Ben seni dünyalık mı istiyorum?" Gidiyor Rabiatül Adeviyye annemizin olduğu bir nehrin kenarına, yani aynı dere diyelim, orada Hasan Basri Hazretleri seriyor seccadesini suyun üzerine, akan nehrin üzerine. "Allahu Ekber!" namaz kılıyor. Bunun üzerine Rabiatül Adeviyye annemiz ise havaya seriyor seccadesini oda “Allahu Ekber!” diyor namaz kılıyor. Selam veriyor ikisi. Diyor "Hasan” diyor, “senin yaptığını sudaki balıklar, benim yaptığımı” diyor, “havadaki kuşlar yapar" diyor. Mesela Allah’ın rızasını kazanmak, işte hakikaten yolu aşk yolu olan insanların bütün meselesi, “Allah, benden razı olsundur” Onun için Ehl-i Beyt’e sarılır. Bak, eğer biz "Vasıl-i İlallah" olmak diyorsak ki hepimizin maksadı bu, bu gece yarısı buraya ne arıyoruz? Bütün arkadaşlar niye beraber oluyoruz? Cenâb-ı Hak bizden razı olsun. Onun için Allah’ın bizden razı olması da şart olarak şunu çok iyi bilelim: Başta ifade etmeye çalıştığımız, İslam’ın merkezi olan, örneği olan Ehl-i Beyt’in yoluna girmektir. Allah, o yola girip sabit-i kadem olanlardan artı ve de hizmet edenlerden eylesin. Bizi takip eden kardeşlerime de bu güzel yerden saygılarımı, sevgilerimi, hürmetlerimi arz ediyorum. Allah hepinizden razı olsun diyorum. 
 

Bu sohbeti video olarak izlemek için play butonuna basınız



Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir