info@profdrhaydarbasenstitusu.org

Din nedir? Müminin vasıfları nelerdir?
21/11/2024 DİNİ YAŞAM 193

    Neler Okuyacaksınız

Din Nedir? – Cibril Hadisi

Efendim “Din nedir?” sorusuna verilecek olan cevap Cibril Hadis-i Şerifi olsa gerek; bir gün Aleyhisselam Efendimize –ala rivayet- sahabeden biri gibi kıyafetine girmiş -ki Hz. Cebrail ekseriyetle o surette insan olarak Peygamber Aleyhisselama görülüyordu- cemaatı içerisinde, eshabı içerisinde otururlarken geliyor, üç soru tevcih ediyorlar; Peygamber Aleyhisselam'a.

“El İman? El islam? El ihsan?”  Yani burada İman nedir, İslam nedir, İhsan nedir?  Demek ki bu üç şeyin öğrenilmesi dinin mahiyetini ortaya koyuyor. Efendim, iman dindendir, İslam’ın şartları dediğimiz hususlar bunlarda dindendir, ihsan da dinlendir. Ama bunların tamamıdır din. İslam’ı veya dini bir organizmaya benzetecek olursak, -efendim- bu organizmanın bütününe o dinin kendisi –efendim- (denir). Bir de onun sureti var, iki, sireti var, bir de de hakikati var. Öyle tasnif edilme ile beraber onun ne olduğunu anlamış oluyoruz.

İman nedir?

İman nedir diye Peygamber Aleyhisselam’a Hazreti Cebrail sorduğu zaman, hepimizin bildiği Allah'a, Meleklere, Kitaplara, Peygamberlere, Ahiret gününe, Hayrın ve şerrin Allah'tan olduğuna, bilhassa imanın şartı dediğimiz altı esasa inanmanın gerekliliğine işaretle cevabını veriyor. İman budur.

Efendim bunlardan bir tanesi olmazsa, demek iman olmuyor. Yani bunu “biz oluyor desek de” olmuyor. Niçin?

Hazreti Fahr-i Alem Efendimizin mübarek lisanlarından zuhur eden, bu manada sözler hükümdür, hüküm mahiyetindedir, bir hükümdür. Yani hüküm mahiyetinde olsa bile şüphe arz eder, tamamen hükümdür. Hz. Cebrail bu cevabı alınca “doğru söyledin, doğrudur.” diyor, tasdik ediyor.

İslam nedir?

İslam nedir? El İslam?

İşte yine bildiğiniz İslam’ın şartları diye İslam dini içerisinde tasnif ettiğimiz hususları, İslam'ın şartlarını beyan ediyor. Başta nedir?  Kelime-i şehadet getirmektir. Şimdi burada kelime-i şehadet getirmek, aynı zamanda imandan da sayılabilir. Bunun enteresan bir yeri var. Yani siz şahadet getiriyorsunuz bu amel oluyor. İslam'ın şartı ameli hususlardır. Neye şehadet ediyorsunuz?  Efendim iman edeceğiniz şeylere, ettiğiniz hususlara. Yani bir noktada “iman edilenlerin ispatına” biz “amel” diyoruz. İman ettim diyoruz, ispatı da amel oluyor. Yani iman şartı ile İslam'ın şartı arasında incelik bu.

İnandım. Peki nereye inandın?

Allah'a inandım. Ahiret gününe inandım. Peki kardeşim bunun ispatı nedir? Onu söyle bana!

İşte İslam'ın şartlarını yerine getirmek. O bakımdan “bağ cümlesidir” bence “şehadet cümlesi.” Ne ile bağlamak? İmanın şartı ile İslam'ın şartını. Yani iman ve ameli birbirine bağlamaktır şehadet. Daha doğrusu amel ile beraber inandığını ispat etmektir. Bunu yapmazsan fiili olarak şahadet cümlesini sen inkar ediyorsun manası çıkar.

Benim  bu konudaki acizane görüşüm bu. 

Hatırlarsanız Canab-ı Fahr-i Alem Efendimiz, İslam'ın şartlarını izah buyururlarken; -“Buniyel islamu”- İslam 5 şey üzerine bina edildi. Neydi birincisi? 

‘’El la ilahe illallah eşhedüenla ilahe illallah’’

Yani Allah'a şahitlik ediyorsun, Resulüne şahitlik ediyorsun. Ondan sonra başlıyor namaz. Şehadet ettiğin inandığın şeyin ispatı amel oluyor.

Namaz kılmak, Oruç tutmak, Zekat vermek, Hacca gitmek. Bir de başta söylediğimiz Şehadet. Ne oluyor? 5 olmuş oldu.

Şehadet zaten imanın tazelenmesi diye bir olay var. Hem bunu yapıyor, hem de bunu vücut ikliminde ispatlıyorsunuz. Bir insanın vücut ikliminde Onu ispatlaması demek, onu hatırlamasıdır. Kimi? Allah’ı hatırlamasıdır. Allah’ı hatırlamanın adı da nedir? Zikrullahtır, Allah’ı zikretmek.

Şahadet cümlesindendir, yani imanı tazelemek şahitliği bol bol yapmak anlamındadır. Burada bakın çok enteresan, iman etmeye Cenab-ı Hak Kur'an'da fevkalâde bir mahiyet ile sıfatla “Kad” muhakkak ki; “Efleha”  ferah buldu, kurtuldu. Neden kurtuluyor? Malum “nardan” ateşten kurtuluyor. Kim kurtuluyor sorusunun cevabı; ‘’El müminüne’’ İnanan. İnananlar kurtuldu. Bunun ikisi bir yol. Kurtuluş'un birinci şartı imandır. Bunun dışında insan çok şey yapsa da ve fakat bu maddeyi ihlal etse -bilerek ya da bilmeyerek- kurtulması mümkün değil. Onun için İslam’da bazı şeyler vardır ki; şakası da ciddidir, ciddisi de ciddidir. Malumunuz iman konusu, nikah konusu, talah konusu. Yani bir insan şakadan yeri inkar etmiş olsa inkarı sahihtir.

Ama Efendim “ben bunu şakadan söyledim.” Ha bu işin şakası olmaz. Tıpkı elektrik düğmesine basmaya benzer. Bilerek de bassan devre tamamlanır, bilmeyerek de bassan devre tamamlanır. Öyle değil mi? Ha talah konusu da böyledir nikah konusu da böyledir. Hülasa bazı şeyler var ki; insanlar bunlarda ciddiyetini her an koruması ve de muhafaza etmesi lazım. O hangisidir başta? İşte imandır.

Mümin Suresinde müminin tarifi

Namaz kılmak bize ne kazandırır?

Cenab-ı Hak,

“Kad eflehal mu'minun” (Mü’minûn Suresi süresi 1. Ayet)

“Muhakkak ki;  inananlar kurtuldu, kurtuluşa erdi.”

Şimdi burada, bu ayette Cenabı Hak devamla kurtulan insanların yaptıkları amelleri de sıraya koyuyor. 

“Onlar ki namazlarını huşu içinde kılarlar.” (Mü’minûn Suresi süresi 2. Ayet)

Kurtulmuş insanın ilk icraatı neymiş?

Namaz. Efendim “ben inanıyorum”, namazımı kılmıyorum. O halde yanlış yapıyorsun. İnandığın şeyin ispatı için senin o namazı ikame etmen farzı ayindir, farzdır. Efendim “Ben hiç noksanım yok, hatamda yok, vebalimde yok, günahımda yok. Ne diyorsun buna?”

Namaz kılmadığın halde böyle bir iddiada bulunuyorsan yanlış yapıyorsun, derim sana. İzah edebildim mi? 

İmam Azam'a sormuşlar ki; “Namaz kılmayana kâfir denir mi?” Buyurmuş ki; “Namaz kılmayan kafir değildir, ama namazı da kafirler kılmaz.”

E şimdi nasıl bir iş ki sen kâfirin yaptığını yapıyorsun. Namaz kılmamak inkâr edenin yaptığını yapmaktır. Onun için bizi takip eden kardeşlerimize özellikle istirhamımız namaza başlamak. Neden biliyor musunuz? Belki ayetin tam metin olarak hatırımda değil ama meal olarak;

“İnandıkları halde namaza kalkarken huzurla kalkmazlar.” Yani sanki onların sırtında bir yük var mealine, mânâsına gelen, böyle kalkarlar. Hatırınızda ise ifade edin. Bir de “Allah’ı az zikrederler.” Bu  -Allah korusun- münafıklığın alametidir. (Nisâ Suresi 142. Ayet)

Şimdi insan bazen inandığı halde işi hafife alması, onun o ateşin sönmesine vesile olur ki; yavaş yavaş o içinde kor halinde her zaman bulunması gereken iman hakikatini son anda kaybedebilir. O halde bunu diri tutan nedir? İşte Allah'ın Kur'an'da beyan ettiği, işte namazdır. “Canım bununla bunun ne ilgisi var.” Namaz esasen dininde direği. “Essalatü imadüddin” Hz. Fahr-i Alem Efendimiz buyuruyor, “Namaz dinin direğidir” Bunsuz demek “direksiz ev” olur mu? Olmaz. O halde namazsız da din düşünmek çok zor. Bu benim sözüm değil, yanlış anlamayın. Daha!

“Essalatü miracül mü´minin”

“Namaz,  aynı zamanda müminin miracıdır.” Miraç, Allah ile kulunun görüşmesi. Bakın namazda kıyam var, namazda rükû var, namazda secde var. Bütün bu hallerin kime karşı olduğunu görüyoruz? Allah'a karşı. Yani Allah'ın huzurundasın,  Onun huzurunda secde ederek onu tesbih ediyorsun. Daha! Secde ettiğin halde  “Sen o kadar büyük Ulu, Azim Rabsin ki, ben adeta hiçbir şeyim.”

Ve namaza girerken ki iftitah tekbiri vardır. “Allahu Ekber” diyerek elimizin tersiyle de bütün alemi atıyoruz, bir sen bir ben var. Allah'la kulun adeta Allah'a vuslat ettiği an olarak namaz tavsif edilebilir. Onun içinde Peygamberimiz Aleyhisselam ona “kulun miracıdır, Müslümanın miracıdır” diye buyurmuştur. O bakımdan Cenabı Hak, “Onlar ki; namazlarını huşu içinde eda ediyorlar, kılıyorlar.” (buyuruyor).  Daha!

Müslüman boş işlerle uğraşmaz

Müslümanın, müminin bir vasfı da malayani boş şeylerden meşgul olmaz. “Onlar ki malayani boş ve yararsız işlerden yüz çevirirler.” (Mü’minûn Suresi süresi 3. Ayet)  

Boş, yani insanları dünya ve ahiret saadetinden mahrum edecek işlerle uğraşmanın adına “malayani”  denir. Değil mi?

Nedir malayani?

Hiçbir faydası olmayan “lak lak, şak şak” gibi konular. Bunlarla iştigal etme, etmek. Artı, hiç seni ilgilendirmez, kalkarsın onunla iştigal etmeye başlarsın, onu konuşursun. “Peki, ne ilgisi var seninle?” dediğin zaman omuz silker. “Hiç.” Ne konuşuyorsun? İşte bu da malayani. Başkasına ait olan işleri –efendim- konuşmak. Bir söz vardır, “zenginin malı züğürdün çenesini ağrıtır.” Sana ne! Müslüman işte bununla uğraşmaz. Daha doğrusu Müslüman boş işlerle beraber iştigal etmez. 

Zekat imanın ispatıdır

Bak burada bir başka vasfı Müslümanın;

“Onlar ki;  zekatlarını verirler.” (Mü’minûn Suresi süresi 4. Ayet)

Zekat imanın da ispatı oluyor. Görünüşte siz bunu malınızın noksanlığına bir alamet, bir işaret olarak zannedersiniz, ama iş böyle değil. Nereye benzer? Gidersiniz bir meyve ağacını budarsınız, bir ağacı budarsınız. Bir de bakarsınız ki budadığınız bu ağaç -bir yıl evvel budamıştınız- bir-iki yıl sonra çok daha cesametli büyüdü. Onu bu hale getiren sizin budamanızdır. İşte budamakla, servetinizi budamakla,  artıklarını atıyorsunuz, sahibine teslim ediyorsunuz. Zekatı Allah sizin malınızın içine gizleyerek başkasının hakkını emanet ediyor size. Siz bu emaneti sahibine tevdi edeceksiniz.  Bunu yaptığınız zaman işte işi helal vadide, mecrada değerlendirmiş olacaksınız. Yapmadınız mı, Allah korusun kendi elinle beraber kazandıklarını kendi elinle haram ediyorsun. Yazık, günah değil mi?  Sonra zekat hususunda ihmalinde bence gasp da söz konusudur, emaneti ihanet de söz konudur. Ne bileyim bunu insan irdeledikçe altından çok daha şeyler çıkıyor. Kısaca bunu da Cenabı Hak “felah bulan insanların yapmayacağını, yapması mümkün olmadığını” beyan ediyor, nerede bu ayette:

Onlar ki iffetlerini korurlar

“Onlar ki iffetlerini korurlar.” (Mü’minûn Suresi süresi 5. Ayet)   

Değil mi? Bir de insanın “hayâ duygusu” vardır. Değil mi? Bu duygunun korunması, iffetin korunması, haysiyetin korunması, şerefin korunması, bütün bunlardan sonra da bir insan iffetini nasıl korur? Zekatı verecek, malı varsa vermesi lazım. Kılacak namazı varsa kılması lazım.

Bak; hep bunların bir sırası var. Cenab-ı Hak evvela iffetlerini korur demiyor. İman ediyor.  Bak baştan da söyledik: “Mümin kurtulmuştur.” Ne yaptı o mümin? Namazını kıldı. Daha ne yaptı? Boş yere vaktini geçirmedi, malayani işlerle sözlerle meşgul olmadı. Daha, zekatını verdi. Bunun ardından işte o mümin iffetini koruyor. Bunların hiçbirini yapmıyor, “o adamda iffet var” diyemezsin. 

Evet, daha!

Emanetlerine ve Ahidlerine riayet ederler

“Onlar ki emanetlerine ve ahidlerine riayet ederler.” (Mü’minûn Suresi süresi 6. Ayet)   

Bak o da iffetten sonra geliyor. Şimdi hem şunu çok rahat diyebiliriz: “İffeti olmayan insana emanet de teslim edilemez.”  Teslim edersin ağzına burnuna sürer, bulaştırır, mahveder gider. İffet çok mühim bir hadise. Bir insanda iffet olmazsa doğruluk da olmaz, sözünde de dürüstlük olmaz. İman, onun olması için yukarıdaki şartların yerine gelmesi gerekir. Bütün bu şartlardan sonra emanet ve ahde riayet konusu geliyor.  Daha!

“Onlar ki namazlarına devam ederler.” (Mü’minûn Suresi süresi 9. Ayet)   

Bir başka; “huşu içinde kılıyor,” “devam ediyor.” Bir noktada bırakmıyor o kadar mühim ki; bir defa kılar, aynı hali yakalar. Allah'ın vadettiği insanın iş tabiatında ulaşmaya çalıştığı bir hal var. Bunu yakalar. Ondan sonra, “Oldum, ettim, gittim, daha lüzum yok, ben her an huzurdayım.” Mevlana Hazretleri diyor ya; “Aşık her an mihrab-ı Haktadır, Hakkın mihrabındadır.” Ama Mevlana namaz kıldığı halde diyor, “Hakk’ın mihrabında.” Eee bizim bazı arkadaşlar, hiç namaz kılmıyor o da mihraptaymış. Hay senin mihrabına! Yüzü kıbleye dönmez, bu yanlış. O yanlış işte bunun yanlışlığını Cenab-ı Hak “Onlar ki namazlarına devam eder.” Çok mühim; o hali bırakmaz, onun devamı da şarttır.

Evet yine bir başka şartı;

“İşte gerçek varisler bunlardır.” (Mü’minûn Suresi süresi 10. Ayet)    

Ne varisi bunlar? Efendim “Peygamber varisi,” “Cennet varisi, “Cemalullaha varisi” olan insanlar bunlardır. Allah şefaatlerinden mahrum eylemesin ve bunların yeri de Firdevs Cennetidir.  

Bu iman ve İslam konusunda bunu diyoruz.

Peki, ne ihsan? O halde ihsan ne? Bu kadar geniş tutmamızın sebebi herkes bu iki maddeyi aşıyor, geliyor birden ihsana. Yanlış. Bunlar olmadan da o ihsan olmaz. Onu için biz bu kadar işi geniş tuttuk İslam’ın şartlarını da saydık değil mi? Saymadıysak…

İhsan nedir? 

Efendim,  El ihsan?

O halde ihsan ne?

Bütün bunlardan sonra kulun kalbi açılır. Bunların ifası halinde, anında Allah'ın tecellileri senin kalbini süsler, donatır. Kalbinde malayani olan şeyler boşalır, buna “masiva” diyoruz. Dünya ile ilgili olanlar boşalıyor. Boşaldıktan sonra orası “Tecelligah-ı Hakk” oluyor. Allah'ın tecelli ettiği bir alem. O alemde kim oluyor? Allah oluyor. Allah seni görüyor, ama sen O’nu görmüyorsun; O’nun seni gördüğü gibi ibadet ediyorsun. Bu hali yaşamanın adı işte “ihsan” oluyor.

Buraya gelmek için mutlaka bu iki şartı yerine getirmen lazım. İmanı ve de İslam'ı. İman şartlarını,  İslam'ın şartlarını, eğer bu iki şartı aşarsan ihsana da erişemezsin. Bu ne demektir? İhsan sahibi olabilmek için İslam'ın şartlarını harfiyen amelde uygulaman -tabii bunlara mükellef olduğun kadarıyla- (gerekir).  Mal ile yapılan ibadetler var, yoksa Allah seni ondan sorumlu tutmuyor. Mesela zekattı, Hacdı, bunlar mal ile yapılan, hem beden hem mal ile yapılan ibadetler. Bunun dışında sizin –efendim- iktidarınız nispetinde yapabildiklerinizi terk ediyorsanız, ihsandan bahsetmen bence yalancılıktır. Nereden bunu çıkardın, diyeceksiniz.

“Ya eyyuhellezine amenu lime tekulune ma la tef'alun.” (Saff Suresi 2. Ayet) ayetinden.

“Yapmadığınız şeyleri niye konuşuyorsunuz.”

Senin yaptığın o zaman bugünkü yapılan propagandaya benziyor, propagandistlerin yaptığı propagandaya benziyor. Bu iş propaganda işi değil. “Allah'ı görür gibi kulun da ibadet yapması” haline kul ne yapmış oluyor? Erişmiş oluyor, kavuşmuş oluyor. Zaten bizim vazifemiz de mümin olarak; buraya gelmişken hatırıma geldi, onu ifade edeyim.

Bütün bu hallerde ihsan haline geçerken Müslüman, Allah'ın denemelerinden, imtihanlarından geçer. Nedir bu imtihanlar? Çiledir, meşakkattir, genişliktir, zenginliktir, rahatlıktır, darlıktır, fakirliktir. Bunlar kulun inişli çıkışlı denendiği yerlerdir. Kader cümlesinden kabul edilir, ama bu –efendim- zikzaklarla Allah kulunu dener. İhsan mertebesini tam yakalayabilmek ve o hal ile hâllenmek için. Çünkü bunun sonunda “Râdiyeten merdiyye” var. “Allah'tan razı olman” var. Sen Allah'tan razı olursan, O da ne olur? Senden razı olur. Evvela rıza makamı kuldan. Yani Allah'la kavga edemezsin. Verdiği herşeye razı olacaksın. Az evvel bu saydığım işte halleri Allah sana veriyor, deniyor seni. Bakalım “bu kulum, ben iman ettim diyor, ibadet ediyorum” diyor. Tamam, doğru ibadet de yapıyorsun, güzel, ama bir de sana sıkıntı verecek, bu mülkün sahibinin verdiği sıkıntıya ne derece mütehammil olacaksın. “İstemiyorum niye bunu verdi.” İsyan etmen, işte “Allah'ı görür gibi ibadet ediyorum” lafta demiş olsan da demek ki; Onunla hala barışmadın sen.

Bugün devlet millet barışması var ya! Bu nerden başlıyor? Allah'la barışmadan başlıyor. Allah'la kul barışırsa, o herkesle barışır. Bugün bizim sıkıntımız kulun Allah'tan şikâyetçi olması.

Şimdi tabi var da, yalnız şurada ben bir hususu beyan edeyim. Unutursam yine hatırlatırsınız. O arkadaşların o zaman şu noktayı bilmiyorlar. Elbette Allah'ın hiçbir şeye ihtiyacı yok. Allah, mutlak gücün, mutlak hakikatin, mutlak mutluluğun, huzurun kendisidir, zatıdır bu. Şimdi ihtiyacı olan biziz. Allah samettir, hiçbir şeye ihtiyacı yok. Ama ihtiyacı olan biz. Sen huzura muhtaçsın, sen kuvvete muhtaçsın, sen kudrete muhtaçsın. Biz şimdi ona varmamız için işin kuralı bu yani. Yapmadan O’na gidemezsin. Yani sen eğer Rabb'im ile beraber olamazsan, Ondan razı olmazsan, kim ne derse desin, dıştan ne kadar şatafatlı ve şanlı görülürsen görül, senin için boş, koftur. Kim ne derse desin! O mutluluk sende yok. Niye? Ondan razı değilsin, sen bir defa seni yaratanla barışmadın ki; hep O’na ters döndün. Sen çok yanlış yerlerde mutluluğu, huzuru, saadeti aradın ve de bulamadın, bulamazsın. İzah edebildim mi?

İbadetleri zevk haline getirmenin bir yolu var mıdır?  

Şimdi burada işte ona varmanın da,  O’nunla beraber olmanın da, huzurlu olmanın da bir tek yolu var, kestirme bir yolu var. Allah'ı zikirdir. Nereden bunu biliyorsun?

Bir gün Hz. Ali Efendimiz Fahri Alem efendimize geliyor, “Ya Resulallah! Bana öyle bir yol tarif edeceksin ki; bu yol kestirme olacak direkt Allah'a vasıl edecek.” Öyle dallı budaklı olmaz. O zaman Hz. Fahri Alem Efendimiz, Peygamber Aleyhisselam Efendimiz, Hz. Ali Efendimize kelime-i tevhidi telkin ediyor. “La ilahe illallah”

Onun için de bakın; tevhit o kadar büyük bir sevaba maliktir ki; Kale Resulallah

“Men kale lailahe illallah muhlisen dehalel cenneh”

“Kim ihlas ve samimiyetle la ilahe illallah derse cennetliktir.”

İhlas ile söylemek, O’nunla beraber olmaktır. Allah'la beraber insanın olması halidir, bu hal. Allah hepimize nasip eylesin.

Sonra bakınız, o kadar büyük bir ibadet bu ki; hadis-i şerifte Aleyhisselam Efendimiz, “Ben size  öyle bir ibadetten bahsedeyim ki;” diyor, “o sizin cihat etmenizden, harp etmenizden daha eftal olsun; servetinizi vermenizden, tasadduk etmenizden daha eftal olsun, daha faziletli olsun.”

“Ya Resulallah! Söyle!”

“La ilahe illallah cümlesine devam etmenizdir, söylemenizdir.” buyuruyor.

O kadar büyük sevabı vardır. Bu konuda tabii çok hadis-i şerif var. Yine Allah'ın 99 güzel ismi var. “Kim onları anar, zikrederse onlar cennetliktir.” Bir başka hadis-i şerif. Hülasa kestirme yol budur diyebiliriz. 

Kur’an-ı Kerim’in gaye ve hedefi nedir?

Şimdi efendim Kur'an-ı Kerim ilk nazil olan ayetlerden yola çıkarsak, bu ayetlerde Cenabı Hakk'ın mesajını çok iyi anlarız.

Estaüzibillah

“Ikra'bismi rabbikellezi halak. Halakal insane min alak.” (Alak Suresi1-2. Ayet)

“Seni yaradan Rabb'inin adıyla oku” diyor, Cenab-ı Hakk.  Kula düşen vazife Allah'ı okumasıdır, tanımasıdır, bilmesidir. Esasen bütün ilimlerden de maksat Allah'ı bilmedir, Allah'ı anlamadır. Eğer biz bu ilimleri maksadı dışında kullanıyor, önümüze çıkartıyorsak, bilelim ki onlar da bizim önümüzde iyi bir put olmuştur. Yani kulum vazifesi Allah'ı bilmesidir, Allah’ı tanımasıdır. İslam’ın maksadı işte bu kula, insanın bu kulluk halini yaşaması olayıdır. İslam’daki asıl maksat bu. Kamil manada kâmil kul olma özelliklerini yaşamasıdır. Ben bunu defalarca söyledim, -efendim- sistemler şöyle veya böyle, nizamlar şöyle veya böyle İslam'da gaye değildir. Hatta hatırlarsanız Trabzon'da yaptığımız bir konuşmada “helal ve haram sınırlarını koyun komünizmde de İslam’ı yaşarsınız” (demiştik). Yani İslam, bir sistem vadetmedi. Bir rejim değil İslam, dindir. Rejimler, sistemler ideolojiktir. Yani aklın mahsulleridir. Saltanat ideolojiktir, demokratik anlayış ideolojiktir, siz bunu çoğaltabilirsiniz. Efendim, feodalizm, klanizm, şunlar. Bunlar hep ideolojiktirler. Benim senin bulduğun, ortaya koyduğun, ama biz bunların tamamında dinimizi yaşayabiliriz. Nasıl, hangi sınırlarda yaşayabiliriz? Helal ve haram sınırlarında yaşayabiliriz. Hepsine bunu yerleştirirsin, hepsini meşrulaştırırsın. Tıpkı meyvesi acı olan bir ağacı evcilleştirmeye benzer. Tutarsın güzel bir aşı yaparsın, ağaç ehillenir. Oh meyvesinden yenir. Direkt olarak Efendim şu İslam'dır, bu değildir, bu İslam’dır, o değildir şeklindeki bir tasnife ben, İslam Ulemasından şu ana kadar rastlamadım. Mesela bir İmam-ı Azam'ın Fıkh-ı Ekber’ini alın, böyle bir tasnif var mıdır? Ben görmedim. İmam Maturidi Hazretlerinin hayatına bakın, eserlerine, yoktur. Eşari Hazretlerinin yoktur. Bu son dönemlerin İslam'ı izahta koydukları bir tasnif şeklidir. Anlatabildim mi? Yani İslamın maksadı mükemmel bir mümindir, Müslümandır. Bu Müslümanın -az evvel okuduk- vazifeleri ve sıfatları var. Kur'an'ın bütünlüğü içerisinde yaşamanın adına, işte o Müslümanın Kemal'i deniyor, hali deniyor. Bunu yakalayacak Müslüman. Yani İslam bu insanı hedef alıyor. O insanın elinde, o mükemmel insanın elinde mükemmel siyaset olur, mükemmel sanat olabilir, mükemmel zanaat olabilir, mükemmel ziraat olabilir, mükemmel ticaret olabilir. O insanın elinde. İzah edebildim mi? O insanın olmadığı yerde, kurallar ve kaideler ne olursa olsun; onun yerine iman etmeyen bir adamı koyun hiçbir şey olmaz. Anlatabildim mi? Bugün mesela demokratik sistemler, görünüşte çok güzel şeyler. Ama siz bunu İslam’ın dışı olarak da kullanabilirsiniz, İslam içi de kullanabilirsiniz. İzah edebildim mi? O halde bu sistemleri ele alıp mütalaa müzakere etmek yerine, o sistemlerde icra-i faaliyette bulunan ferdi eğitim yetiştirmek görevi ile mükellef olmamız lazım. Müslümanın nasıl olabileceğini, Müslümanın vasıflarını, hususlarını, şartlarını ortaya koymamız lazım. Koyduğumuz zaman görürüz ki; her taraf güllük gülistanlık. O Müslümanın olmadığı yerde adı ne olursa olsun, her tarafta cehennemdir. Olay bundan ibarettir.

Kur’an’da tarif edilen insan modelleri, tipleri hangileridir?

Tabii inanan var, bir de inanmayan var, inanmadığı halde inanmış görünen var. Bu üç sınıfta mütalaa edilir.

Birincisi inanan Müslümanlar,

İkincisi inanmayan kafirler,

Üçüncüsü inanmadığı halde inanmış görünen münafıklar.

En şedidi de bu 3. sınıfmış. Allah ikisinin şerrinden bizleri halas eylesin, muhafaza eylesin.

Kafir kime denir?

İnanmayan bellidir. Az evvel saydığımız İslam’ın şartlarından hiçbir şeye inanmaz, hiçbir ibadeti yerine getirmez. Burada inceliğe dikkat etmemiz lazım. İmanın şartlarından bir tanesini bir insan üzerinde gördüğümüz zaman, Onu biz iman ehli kabul edelim ki; kurtuluşuna, felah bulmasına vesile olalım. Yani hüsnü zan sahibi olma zarureti vardır. Eğer sen ona diğer aradığın şartlar üzerinde yoksa illa da kafir dersen, hakikaten küfredenler sınıfına sokarsın Onu. Hayır, bu güzel bak, “Allah'a inanıyor” derde, diğer şartlar bu halde bunda mevcuttur diye üzerine gidersen, iman etmesine vesile olursun. Yani hüsnü zan sahibi olmak lazım. Burada bu hüsnü zan çok mühim. Günümüzde ne hikmetse hep suizan ile amel ediyoruz. Şunu mu yaptı, bunu mu yaptı, hep insanı saçlandıran noktalardan hareket ile üzerine gidip, illa da bu Müslüman değildir ispatına (çalışıyoruz). Yav sana ne bu adamın bu hali? Sen kendin nefsinle uğraşsana, kendinin adam olmasına, nefsinin iman etmesine, buna gayret etsene. Böyle bir şey yok bizde. Başkasına, üzerine gidiyoruz. Onda çok şey arıyoruz. Bir de bakıyoruz kendi halimize, namazı doğru kılmıyoruz, dosdoğru kılmıyoruz. Samimi konuşuyorum, Allah’ı zikirden mahrumuz, Allah'ı sevmekten mahrumuz,  Allah'tan korkmaktan mahrumuz. Sanki İslam başkası için geldi, bizim için gelmedi. E baba kendi nefsine dönüp de “Ya ben niçin Allah'ı sevemiyorum, neden O’ndan korkamıyorum, niçin Onunla beraber olamıyorum, niçin huşu içerisinde namazını kılamıyorum. Bu sorgulamayı, bu muhasebeyi yapmamız gerekirken; elimize bir kağıt kalem alıyoruz, başlıyoruz tasnif etmeye. İşte yanlış olan nokta bu. Bunu aşması lazım Müslümanların. Özellikli günümüzdeki kardeşlerimizin, aşmamız lazım. Hakikaten iman ehli olduğuna inandığımız öyle insanlar var ki; yani rahatsız etmeyi bırakın, insanları cinayetlere kadar götürebilecek olayları yapıyor, ama şunu diyorsun iman ehli olarak; “Yahu bu adam iman ehli ama serseri, manyak, sapıtmış, bir de biz bunun üzerine gidersek iyice saptıracak, sabrediyorsun. Allah'a havale ediyorsun.” İnanan insanların bazı hususlarda “Hasbünallahü ve nimel vekil” demesi lazım. Değil mi? Artı öyle bir hassasiyetle işşin üzerinde durması lazım ki; “Benim bu yaptığım işin tamamı doğrudur, ama doğru olan bu ameli yaparsam ümmeti Muhammed'in tevhidine zarar gelir.” Orda susacak işte Müslüman. Olgunluk, kemal de budur. Bunu yapacağız, yapmamız lazım. Yani bunu konuşan olarak biz yapacağız, dinleyen olarak arkadaşlarımız yapacak. Ha eğer bu yanlışta ısrar ederlerse de terbiye vardır İslamda. Onu yapacaksın, terbiye olacak inşallah.

Münafık kime denir?

Münafık üzerinde durmaya gerek yok. Onun hali çok enteresandır. Gelir senden bile oturur sohbet eder, gider arka taraftan dalga geçer, “enayileri kandırdım”. Bunlar ayet mealleri yani. Bizim Allah rahmet eylesin, Ortahisar Camii vardı, imamın ismi Nurettin’di. Derdi kİ; bu nifak ehlini tasvir ederken, “Gider canavarla parçalar öldürür, güzelce yerler, ondan sonra gelip oturup ağlarlar.” Biz her şeyden evvel Allah'a vereceğimiz hesabı düşünerek, “bu hesapta nasıl temize çıkabiliriz, ”endişemiz bu olursa, bu nifaktan da kurtuluruz. Bence iman ehli olduğu halde sonunda nifaka düşenlerin en büyük zafiyeti Allah’a hesap verme –Efendim- endişesinden mahrum olmalarıdır. Bu endişeden mahrum olursan -Allah muhafaza eylesin- her türlü çirkin hallere dücar olur, her şeyini kaybedebilirsin.

Örnek İnsan Modeli ve Fonksiyonu

Şimdi, örnek insanın fonksiyonu, örnek insanın ameli Kur'an'ın tarif ettiği, Sallallahu Aleyhi ve Sellem efendimizin hayata geçirdiği özellikleri yaşamasıdır. Tabii burada önemli bir nokta var.

İslam’ın mücerret olarak ayetlerde ifade olduğu hususları insanın hayatına hal olarak geçirebilmesi için canlı birer örneğe malik olması lazım. Sabır, kanaat, tevekkül, tefekkür, izan, iman, -değil mi?- bütün bunlar, insanın şekil olarak, hal olarak karşısında görmekle elde edeceği durumlardır. Siz bunu görmediğiniz takdirde; huşu diyoruz, huşu ile namaz kılanlar diyoruz, okuduk ayette, acaba nasıl bu huşu olacak? Onu biz, halini görmemiz lazım. Onu görmezsek, -Efendim- biz riya yaparız, bunun adına huşu deriz. Değil mi? Binaenaleyh, müşahhas Kur’an örneklerine, ki bu da Peygamber mukatliğinden başlar, yani Onu taklitle başlar. Yanlış anlaşılmasın, Resulullah'ın hayatını hayatına geçirmesinin müşahhas örnek olması ile başlar. Sonunda Allah da Ona hakikatini ihsan eder. Ve ümmetin ikaz ve irşadında manen vazife alarak bizleri temizler. Evet, bu olursa; örnek mümin, örnek Müslüman oluruz inşallah diyorum.

Kur’an-ı Kerimde münafıkların kâfirlerden bile aşağı kabul edilmesinin sebebi nedir?

Bunun sebebi şu efendim, bak ayet-i kerimede Cenab-ı Hakk;

“Fi kulubihim maradun, fe zadehumullahu marada ve lehum azabun elimun bi ma kanu yekzibun” (Bakara Suresi 10. Ayet)

Burada Allah münafığın iç tabiatını beyanla “Onların kalpleri hastadır” diyor ve devamlı da biz çoğaltırız bu hastalığı.

“Ve iza kile lehum la tufsidu fil ard...” (Bakara Suresi 11. Ayet)

“Ya bu yaptıklarınızdan vazgeçin, milleti bölüyorsunuz, memleketi fesada sürüklüyorsunuz denildiği zaman” 

“... kalu innema nahnu muslihun.” (Bakara Suresi 11. Ayet)

“kalu” “Derler ki”; “innema nahnu muslihun.” “Biz onlara ne fesada, biz onları doğrultuyoruz, Hakk’a davet ediyoruz.” 

“E la innehum humul mufsidune ve lakin la yeş'urun.” (Bakara Suresi 12. Ayet)

“Onlar bilmezler ki; fesada verenlerin ta kendileridir.”  Buradaki özellik fitneye verdiği halde kendisinin hak ve hakikat üzere olduğunu beyan etmesidir, bazen orda, bazen orda olmasıdır. Ayetin dikkat çekici tarafı da bu. Yani geliyor sana, bakıyorsun, Allah Allah, dört dörtlük bi adam, dönüyor arkaya çok farklı bir adam. Bu hal ile orada başka, orada başka. Allah muhafaza eylesin. Onun için.

Halbuki kafirin hali birdir. Onun görünen bir yüzü vardır. Onunla beraber sana tanınır, “Ben buyum” der. Yani küfrünü inkar etmez, “kabul etmiyorum” der çıkar işin içinden. Öteki tehlikeli, seni dinler, ondan sonra ispiyonculuk yapar. Anlatabildim mi? Tehlike olan bu. Şimdi seni dinleyip ispiyonculuk yapan adam mı indallahta daha az ceza görsün, -ben sana soruyorum- yoksa olduğu gibi sana görünen mi, ben inanmıyorum diyen mi? İnanmıyorum diyen adam, “inanmıyorum” diyor, delikanlı gibi. Öteki demiyor ki! Bak sonra enteresandır, ayette “Onlar namaz kılmaz” demiyor. Bulsam o ayeti, çok enteresan, burda notlarım da vardı. Ve de “Allah’ı az zikrederler.” Zikretmezler demiyor. Yani namaza kalkarken, sanki adamın boynunda var –efendim- şu kadar yük, zoraki kalkar. Hülasa onu gördüğünde sen iman ehli zannediyorsun, bu bütün bu halleriyle. Ama meğer değilmiş. Allah'ın dikkat çektiği hususta budur. “Onlar için elim bir azap vardır” (Bakara Suresi 10. Ayet)

Allah hepimizin akıbetini bu akıbetten korusun, imanımızı güçlendirirsin, ahiretinde Cemal'ini ihsan eylesin, huzurunda mahcup eylemesin. Milletimize bir ve beraber olma şevkini, aşkını nasip eylesin.

Bir toplumun birlik ve beraberliği neye bağlıdır?

Şunu çok iyi bilelim; yani, başka insanların yanlış yapması, küfürde bulunması bize hiçbir şey kazandırmaz. Ve bu başka insanın küfürde olduğunu ısrarla söylememiz de gene bize bir şey kazandırmaz. Ama bize şu çok şey kazandırır, yanlış olduğunu bildiğimiz halde yanlışta olduğunu ona söylemez, ilan etmez, kendisini irşada dikkat edersek çok şey kazanırız. Gidersin “aman kardeşim, ne güzelsin, ne hassın” desen çok şey kazanırsın. Niye? Onu kazandığın için, Allah'a kulluğuna vesile olduğun için. Bu metot uygulanması lazım, bunu takip etmemiz lazım. Yoksa –efendim- insanların yanlışlarını ortaya koymak bir maharet değil. İzah edebildim mi? 

Önce kendi nefsimizi hesaba çekelim. Bu metotla beraber, herkes kendini hesaba çeker de başkalarının faziletli tarafını bulursa, toplumda biz birçok bir ve beraber olma asgari müştereklerini tespit ederiz. Ama yok değil, herkes birbirinin hatasını arama noktasında yola çıkarsa, alleme-i cihan olsak 3 kişiyi bir araya getiremeyiz.

Kalbin nifaktan kurutulması için ne yapmalıyız?

Kalbim bu nifaktan kurtulmasının reçetesi, kalbin zikrullah ile cilalanmasıdır. Allah'ın muhabbetinin o kalbe gelmesidir, konmasıdır. Oradan nifakın temizlenmesine vesile olur. Sen onu oraya koymazsan, o zaman orası hayvanın yeri olur işte, küfrün yeri olur. Doldurursun onu oraya hiçbir necat bulamazsın. Allah muhafaza eylesin.

Son olarak her zaman söylediğimiz gibi, Allah'a kul olmayı gaye edinen, kullukta –efendim- yapılması gereken neyse, kendi istek ve arzumuza göre değil, Cenab-ı Hakk'ın beyanına göre –efendim- kul olmaya gayret edelim, çalışalım. Rızasına nail olalım diyorum, kardeşlerime, izleyicilerimize sevgilerimizi, saygılarımızı, muhabbetlerimizi arz ediyorum Efendim.

Bu sohbeti video olarak izlemek için play butonuna basınız



Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir