info@profdrhaydarbasenstitusu.org

2004 yılı 30 Ağustos Zafer Bayramı Özel Programı
21/11/2024 SİYASET 117

    Neler Okuyacaksınız

30 Ağustos Zaferinin Türk tarihindeki yeri, önemi ve ruhu nedir?

Evvela bizi takip eden kardeşlerimize saygı ve hürmetlerimi arz ediyor, Zafer Haftamızı, Zafer Bayramımızı tebrik ediyorum, hayırlara vesile olmasını Cenab-ı Hak'tan niyaz ediyorum.

1071’den Bugüne Anadolu Türk Milleti Tarafından Gergef Gibi Türk-İslam Motifleriyle Dokunmuştur

Zafer Bayramı'na, yani 30 Ağustos'a bakarken, bu noktaya niçin gelindiğine dikkat ederek yola çıkmak lazım. Biliyorsunuz Müslüman Türk’e Anadolu 1071 26 ağustos, 1071 Malazgirt Meydan Muharebesinden sonra fetih ile Anadolu'ya girilmiş, Anadolu kapıları Türk milletine, İslam Türk milletine açılmıştır. Şimdi Türklerin Anadolu’ya girmesi, herhangi bir milletin, herhangi bir kavmin Anadolu'ya girmesi manasına gelemez. Türkler Anadolu'ya gelirken bir medeniyetle geldiler. Yani 1071, medeniyetlerin ayrıştığı ve bir medeniyetin diğer medeniyete galip geldiği yıldır. Türk İslam Medeniyetinin, Hristiyanlık Haçlı Medeniyetine galip geldiği bir gündür, 26 Ağustos budur.

Anadolu'nun her köşesinde, Anadolu'nun her ocağında, her bucağında, her köyünde, her kasabasında bu medeniyet gergef gibi dokunmuştur. Yani Müslüman Türk medeniyeti, 7 den 70 e Milletimizin ve o topraklarda yaşayan insanların teneffüs ettiği bir hava, içtiği bir su, her gün istifade ettiği bir güneş ışığı gibidir. Böyle bir anlayış, böyle bir kültür, Anadolu topraklarında hâkim oldu. Ne zamanda?

Batı medeniyeti her zaman 26 Ağustos 1071’de kaybettiği medeniyet savaşının öcünü alma peşindedir

1071’de. Yani Alparslan Merhum Cennet Mekân, elli bin kişilik bir kuvveti ile iki yüz bin kişilik Romen Diyojen ordusunun karşısında durması, iki ordunun, iki silahşorun savaştığı mana değildir. Yani bir medeniyetin diğer medeniyete, bir kültürün diğer kültüre, bir siyasetin diğer siyasete galip gelme ve zaferini ilan etmesidir, 1071.

O günden bugüne Anadolu gergef gibi Türk-İslam motifleriyle, sanatıyla, medeniyetiyle, kültürü ile dokunmuştur.

Yine o günden bugüne Batı öyle bir yürek acısı çekmiştir ki; hep onun hıncını, hep onun öcünü almak ve bu manada gerek kendi dünyasında, gerekse Türk İslam dünyasında örgütlenmek ihtiyacını hissetmiştir. Ve meşhur hepimizin bildiği “Şark Projesi” diye bildiğimiz ne demektir? “Türklerin Anadolu öz vatanı değil, Orta Asya'ya tekrar dönmesi” mânâsına gelen Şark Projesi, “geldikleri yere dönmesi.” Bunu hayatlarına geçirebilmek için teşkilatlanmalarını yaptılar. İçimizde ajanlar yetiştirdiler. Ve iki kültür, iki medeniyet, iki millet arasında, yani batıda Fransa var, İngiltere var, Almanya var, İtalya var, Belçika var, Hollanda var. Aslında bunları böyle ayrı ayrı görür, ayrı ayrı millet ve devlet kabul edersiniz. Ama Türk-İslam Medeniyeti dendiği zaman, bir de bakarsınız tek millet olmuş, Türk milletinin karşısına geçmiştir. Merhum Akif Çanakkale'yi anlatırken, o tabloyu çizerken;

“Kimi Hindu, kimi Yamyam, kimi bilmem ne bela...

Hani tauna da zuldür bu rezil istila...

...

Öteden saikalar parçalıyor afakı;

Beriden zelzeleler kaldırıyor a’makı;

Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;

Sönüyor göğsünün üstünde o aslan neferin.” diyerek; çeşitli milletlerin bir ordu hazırlayarak, Müslüman-Türk Medeniyetini ve Müslüman-Türk’ü, işte bu coğrafyadan Çanakkale ile çıkarmak istediklerini ifade ediyor. Bu ihtiras, bu arzu batıda hiç tükenmemiştir.

Türkler fetihlerinde her gittikleri yere medeniyeti götürmüştür

Türkler girdikleri her yerde ki; insanlık tarihi, böyle bir medeni millet görmemiştir. Bunu açık gönüllülük ile ifade edelim. Her toprakta, dünyanın her coğrafyasında nereye gitmişlerse. İşte daha dün Hindistan'a gittik. Hindistan'da Akra şehrinde, bir Türk İmparatorluğu Babür İmparatorluğu, bir medeniyet, güneş gibi doğan. Yani o yapı taşlarına, o mimariye baktığınız zaman, Tac Mahal’e baktığınız zaman, farklı bir insanlık burada yaşadığını ve hakikaten bulundukları dönemin en üst seviyesinde bir medeniyeti temsil ettiğini görüyorsunuz. O Tac Mahal bunun simgesi, bunun ispatı. Şunu demek istiyorum. Yani hangi coğrafyada var olmuşsa, o coğrafyada insanlık, medeniyet bulmuş, kültür bulmuş, siyaset bulmuş, can emniyetine kavuşmuş, mal emniyetine kavuşmuş, namus emniyetine kavuşmuş, seyahat emniyetine kavuşmuş, her şeye kavuşmuş, doya doya insanlığını ve hayatını yaşamıştır.

Şimdi Anadolu topraklarında bu hayat dört başı mamur olarak yaşandı. Ve Anadolu'da etnik ayrı ayrı gruplar da olsa “Ben Türk'üm” demeyi bir şeref atletti. Onun için bu topraklar da artık bu milletten olmuş. Yani nereyi, hangi toprağı alıp elinize avucunuza, koklarsanız, tabiri caizse Türk kokuyor, bu millet kokuyor. İmanlı bu milletin o bakımdan her tarafta, her yerde, onun imanını temsil eden ölüsünden dirisine, şadırvanından kubbesine, camisine, medresesine, kervansarayına, sarayına, her şeyine rastlarsın. Yani “Ben İslam-Türk Medeniyetinin bir parçasıyım.” der sana.

Fakat buna rağmen o günden bugüne ihtiras sahibi olan Batı bu insanlığı bu olguyu, bu kültürü, bu medeniyeti, bu hoşgörüyü, insanca yaşamayı çekememiş, organize ettiği akımlarla vesair projelerle, planlarla Türk Milletini çökertme durumuna gelmiştir. Neticede 1914 Cihan Savaşı, hileler, desiseler, tabii o tarihi mevzu olduğu için onu bu sohbetimizde teferruatıyla anlatamayacağız. Bir Mondros Mütarekesi ve Mondros’ta terhis edilen Osmanlı Ordusu.

“Ordu Bir Milletin Ruhudur”  - Mondros’ta Osmanlı ordusunun terhis edilmesi

Ordu bir milletin ruhudur, bir milletin aklıdır, bir milletin kalbidir, asker. Şimdi senin ruhun gitti, kalbin gitti, aklın gitti. Ne yaparsın? Hiçbir şey yapamazsın sen. Osmanlı bu kaderi maalesef yaşadı. Maliyesini Batı Güçleri devraldı. Böyle bir manzarada İstanbul özel statü ile beraber taksimata tabi tutuldu. Ege'ye, Marmara’ya, Akdeniz’e İtalya’sıydı, İngiliz’iydi, Fransız’ıydı, Yunan’ıydı işgal kuvvetleri olarak çıktılar. Ülke tabiri caizse parçalandı. Ve bu şartlarda bir Sevr Antlaşması gündeme getirildi.

Mustafa Kemal Türk milletinin siyasetidir, kültürüdür, medeniyetidir

Şimdi Anadolu’ya girdik, medeniyetleri kurduk, ama bizi buradan söküp çıkartmak isteyen bir akım var, bir kültür var, bir medeniyet var, Batı Medeniyeti var. Seni buradan çıkartacak. Kim buna karşı koydu, o gün? Enteresandır. Buna karşı koyan irade Milletin iradesi, Türk Milletinin idaresi, Türk Milletinin imanı, Türk Milletinin kültürü, Türk Milletinin siyaseti Mustafa Kemal adı altında ortaya çıktı. Mustafa Kemal Atatürk bu kimdir bu adam? Kemal Atatürk kimdir?

Türk milletinin siyasetidir, kültürüdür, medeniyetidir. Anlatabildik mi? Böyle bir mücadele, böyle bir çarpışma, henüz daha Millet çökmüş, şok olmuş, üstü küllenmiş bir devletin ardından ortaya çıkmadan Milis Kuvvetleri dediğimiz güçlerle, o günkü şartlarda yabancı güçlerle, yabancı milletlerle mücadelesini vermeye, mücadelesiyle savaşını yapmaya hazırlandı. 26 Ağustos Merhum Mustafa Kemal Atatürk'ün riyasetinde bir ordu halinde, bir başkumandan olarak, dediğimiz o medeniyet, o kültür, o siyaset, o iman şahlandı. 9 Eylül’de onu denize döktü. 

Malazgirt ve Başkomutanlık Meydan Muharebesi zaferleri Türk-İslam medeniyeti’nin zaferleridir  

İşte olaya baktığımız zaman iki ordu karşı karşıya geldi de çarpıştı, biri galip geldi, biri mağlup oldu değil. İki medeniyet nasıl Malazgirt'te teslim olduysa, Türk-İslam medeniyetine teslim olduysa, işte Mondros’la başlayan, 1914’te başlayan hareketle bizi teslim almaya çalıştılar, bu coğrafyadan, bu topraklardan çıkarmak istediler. İmanını, Türk'ün imanını, nasıl buraya Türk milleti imanını taşıdı ise Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra da onu çıkarmak istediler. Onun için dikkat ederseniz bakın Türk milletinin imanı ile uğraşılıyor. Niye? Çünkü Türk milleti bu toprağa geldiğinde, ilk defa imanını bütün insanlığa açtı. Onları İslamlaştırdı. Onları medenileştirdi. Onları insan yaptı. Şimdi Avrupa Birliği adı altındaki oyunlarla o gün Türk'ün sergilediği bu inançla mücadele ediliyor. “Onu” diyor “alırsak bunların işini kolaylıkla hallederiz.” Yani şu anda yapılan hareketler masum hareketler değil. Kasıtlı, Türk’ü bu vatandan çıkartmak, Milleti imha etmek, yok etme hareketidir. Binaenaleyh ben milletimizin bu olaylar karşısında, kısa zamanda ayıkacağını ve de Milletimizin üzerindeki menfur ideallerini hiçe çıkaracağını, onları yok edeceğini, bir ayıkma ile bir sille atacağını biliyor ve buna çok iyi inanıyorum.  Ve bu konuda da Aziz Milletimize hayırlar ve başarılar diliyorum.

Batı'nın Sevr Antlaşması ile Anadolu’yu işgal etmekteki hedef ve ısrarları günümüzde de hala devam etmektedir

Özel şartlar altında hukuku olan bir İstanbul, aynı statüde bugün Avrupa Birliği İstanbul'u görmek istiyor. Yani İstanbul Türk varlığından arındırılmak isteniyor.

Peki, Türk varlığından arındırılmış bir İstanbul'da ne olur?

Eski Bizans olur. Kısaca üzeri örtülü proje ile bugün gözler İstanbul'a yönelmiştir. Daha ne dedik? Güneydoğu Bölgesinde bir Kürt devleti. Aynı ideal Avrupa Birliği'nin Türkiye’ye dayattığı bir şart değil mi? Aynısı bir şart olarak Avrupa Birliği'ne girmek istiyorsanız bunu yerine getireceksiniz. Doğu'da Ermenistan'a. Bu da bir şart. Hatta yaptığınız toplu katliamların da tazminatını ödeyeceksiniz şeklinde. Bütün bunlar devam ederken asıl olan, Türk milletini bu coğrafyadan fiilen atmaları mümkün olamayacağı için ta 1071 öncesine bu coğrafyayı taşıyabilmek kastıyla, Milletin imanı üzerinde çok ciddi oyunlar ve hesaplar dönmeye başladı. Nedir bu?

Diyalog adı altında, Türk'ün İslamlaştırdığı bu coğrafyanın bireylerini tekrar Hristiyan yapmak, tekrar Haçlı zihniyeti ile beraber yoğurmak ve bu coğrafyadan ondan sonra mümkün olacaktır ki; Türk milletini çıkarmaktır. Aksi takdirde tevhit inancı, itikadı bu milletin gönlünde taht kurduğu, yaşadığı süre içerisinde onu buradan çıkartamazsın. Onun için bu coğrafyada yaşayan insanlara, evvela “Müslüman olmadığını,” sonra “Türk olmadığını,” daha sonra da “Gördünüz ya sizde anladınız ve itiraf ettiniz ya burası Türklere ait değil.” deyip; işte asıl işgali bu şartlardan sonra. Zaten 150 bin kilometrekaresi gerek satılma gerekse kira yoluyla milletin elinden çıkartılmıştır. Böyle bir kader ile böyle bir anlayışla iç içeyiz ve bunu “dinler arası diyalog” adı altında maalesef siyaset dediğimiz kurum icra-i faaliyet noktasında. 30 Ağustos münasebetiyle ayıkmamız ve buna göre siyasetin kendine gelmesi, millete dönmesi, milletle beraber olmasını Ben teklif ediyorum. Aksi takdirde bunun sonu hiç kimsenin hayrına, menfaatine olmaz Ve “bu çok büyük musibetlerin kapısı olur”, cümlesiyle anlatmak istediğimi ifade etmek istiyorum.

Türk Milleti Anadolu’da Sevr Anlaşması öncesi şartlarına nasıl geldi?

Çanakkale Savaşı esnasında Churchill, tabii bütün var güçlerini, bir bölgeye yoğunlukla indirmelerine rağmen, Türk Milletinin azmi, iradesi, imanı, tabii ve de Siyasi Dehası ile Mustafa Kemal Atatürk'e (karşı) muvaffak olamadıklarını ve olamayacaklarını anlayınca; “Bu Milletin elinden Kur'an'ını, kalbinden imanı almadıktan sonra işte Anadolu'ya girmek, işte Akdeniz'i Ege'yi şurayı-burayı işgal etmek hiç mümkün değildir.” Bu itirafı yaptı. 

Şimdi aslında olan 1914'te evet biz Mondoros’u, 1920’de de malumunuz Sevr’i kabul ettik, ama asıl bizim kaybettiğimiz, Millet olarak zaman içerisinde o namüsait dönemlerde var olan Türk milletinin, onu bu noktaya getiren kültürünü, imanını, medeniyet anlayışını biz maalesef kaybettik. O noktaya geldik. Maliyenin çöküşü, siyasetimizin yok oluşu, kültürümüzün ihmal edilişi, Millet benliğinden kopmamızın asıl nedeni; işte elimizdeki Kur'an, gönlümüzdeki imandan Milletin tamamen mağdur olması ve de yozlaştırılmasıdır.

Türk milletinin tarih içerisinde insanlık ailesi'ndeki misyonu nedir?

Tabii “Türk milletinin tarih içerisinde insanlık ailesindeki misyonu nedir?” sorusunun cevabı Malazgirt'te başlayıp Anadolu'da kurumlaşan kemale eren medeniyetidir, sanatıdır, icraatıdır ve de Cihan hâkimiyetidir. Milletler topluluğunda tekrar Türk Milletinin söz sahibi olabilmesi, bu inancın, bu idealin bir Kızılelma haline dönüşmesidir. Bunu dönüştürdüğümüz zamanki; bugün Türkiye coğrafyasında artık buna sevdalanan sen ve benden başkası, zannım o ki fukaralık çekiyor. Rahmetli Fazıl'ın dediği gibi;

“Sen ve ben, gözyaşiyle ıslanmış hamurdanız;

Rengimize baksınlar, kandan ve çamurdanız!”

Yani, pek az senin ve benim etrafımda olan insanlar, bu ruhu, bu imanı, bu aşkı, bu feyzi, bu muhabbeti hayata geçirmenin samimiyetle gayreti içerisindedir. Bizim yerimiz insanlık tarihinde insanları insan etmek, insanlara insanlık kültürünü, insanlık anlayışını, medeniyetini, sanatını, bütün insanlığın can emniyetini, mal emniyetini, namus emniyetini, din ve vicdan emniyetini, Türk'ün, Müslüman Türk'ün hâkimiyetinde yaşatmaktır. Budur, Türk'ün insanlık tarihinde yeri buydu, bugün de bu olması lazım. Bu idealini hayata geçirmesi lazım. Tabii siz bunu hayatı geçirirken elbette tarla fareleri bozguna uğrayacak, dağa bostana saldıracak, seni görmeyecek, gördüğü zaman da gözünün biri veya ikisi kör olmuş olacak. Bunlar da kaderin cilvesidir, olması gereken, olacak olan şeylerdir, diyorum. Bu 30 Ağustos münasebetiyle Milletimizin benliğine, kültürüne, medeniyetine, siyasetine, insan haklarına verdiği ehemmiyete ve değere sahip çıkmasını Yüce Milletimize hatırlatmak istiyorum. 30 Ağustos Zafer Bayramı o medeniyetin, Anadolu topraklarından yok edilmek istenen medeniyetin tekrar Mustafa Kemal adı altında sanat olarak, siyaset olarak, kültür olarak, kısaca Türk Milleti olarak meydana gelmesi, ortaya çıkması, kendini göstermesi demektir, diyorum. Bu ancak denilebilir.

Avrupa Birliği'ne girme adı altındaki uyum yasalarıyla, Mondros ve Sevr gündeme geliyor hayata geçiriliyor

Anadolu topraklarından Türk milletini çıkarma hesapları, projeleri, programları yeni değil, bunu anlamış olduk. Bu bugün de vardı, yarın da olacak. Bu milletin içerisine ajan olarak sızacak, milleti kandıracak, ikna edecek ve devam edecek bu. Bu devam ediş bugün ülkemizde maalesef ciddi bir mekân tutmuş, ülkeyi her manada kuşatma ve sarmal altına almıştır. Düşünebiliyor musunuz? Daha evvel İstanbul'u özel bir şehir haline getirmek isteyen Batı anlayışı, bugün Avrupa Birliği'ne girme şartı olarak önümüze çıkıyor. Bunun manası “İstanbul'u vereceksiniz, teslim edeceksiniz” demektir. Çok enteresandır. Milletimizden büyük bir destek alarak iktidar olan anlayış da siyaset de buna sanki medeni dünyanın masum bir isteği şeklinde bakarak, geçmişten olayı kopartıp müstakil bir mantıkla -af edersiniz- millete yutturmak pozisyonuna giriyor. Daha! Neydi Sevr'in hakikaten vahim şartlarından bir tanesi? Güneydoğu'da bir Kürt devletinin kurulmasıydı. Sen bunun sözünü gizli gizli veriyorsun. Ve Kuzey Irak bölgesinde hiç yokken başına büyük bir bela, bir musibet alıyorsun. Türkiye'nin şu anda gerek kiralama, gerekse satma yoluyla 150 bin kilometrekarelik yeri, yani coğrafyamız fiilen ve resmen elimizden çıkmış durumdadır. Bu topraklara baktığınız zaman, bu coğrafyanın tamamında hem stratejik ehemmiyete haiz bölgeler yerler var -her konuda- hem de yeraltı kaynaklarının en zengin olduğu muhitler ve bölgeler var. Altın madenimiz, bu elimizden çıkan topraklar arasında. Toryum madenimiz bunlar arasında, mermer bunlar arasında, bor bunlar arasında, uranyum bunlar arasında, ne istersen. Şimdi Avrupa Birliği'ne girme adı altındaki uyum yasalarla, Mondros ve Sevr gündeme geliyor hayata geçiyor. Böyle bir kuşatmanın Milletin iradesi ile hâkim olan siyaseti ile Türk Milleti maalesef iç içedir yüz yüzedir. Yani bugün olağanüstü şartlar, İşte buna “tek dur diyebilen, yanlıştır, batıldır, haksızlıktır, yolsuzluktur.” diyebilen bir kitle, bir ses ona karşı direnmeye çalışıyorlar. O da malumunuz, Cenab-ı Hakk'ın lütfuyla bu milletin her demde, her zaman ve her yerde her şeyine, çilesine, sevdasına, hizmetine talip olan bu fakirdir.

Dolayısıyla bize karşı olan direnişler, asılda milletin imanına, siyasetine, kültürüne, kısaca kendisinedir. Yüce milletimiz bu manzarayı da görüyor ve bizi bağrına basıyor. Ona biz müteşekkiriz. Bu gafillere, bu zavallılara gerekli dersi Milletimiz ve onun hadimi bu fakir, hukuk önünde Allah nasip ederse hesabını da soracaktır. Hiçbir zaman bu milletin evladı pes etmez, etmeyecektir. Bu vatan bizimdir bizim kalacaktır, diyorum.

Milletimiz, Vatanına, Bayrağına, Sancağına, siviline, askerine, devletine ve millet denilen bu yüce topluluğa sahip çıkmasını temenni ediyor, Zafer Bayramını tebrik ediyor, tekrar hayırlara vesile olmasını Cenab-ı Hak'tan niyaz ediyorum.


Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir