Neler Okuyacaksınız
Milleti Avuttular, Kandırdılar
Efendim, geceniz hayırlı olsun. Bu beldenin adı “Cerrah”, manasını biliyorsunuz: “Apseleri temizleyen, her tarafı tertemiz yapan” manasına geliyor. Şimdi siyasette bir apse var, AK Partisi apsesi. 12 Haziran’da inşallah bunu hep beraber temizliyoruz. Biz varız, siz var mısınız? Bu akşam aslında burada biz bir miting icra ediyoruz, baksana… Kahvemizin içi dolu, dışarısı, bahçeler dolu. Teşrif ettiğiniz için hepinize teşekkürler ediyor, saygılarımı sunuyorum.
Kardeşlerim, 2002 seçimlerini hatırlarsanız bir balon uçurdular. Şimdi o tarihlerde, yani 2001’in sonuna doğru Urfa’dayım. Urfa’da Halilürrahman Bahçesi’nde dolaşırken, Sayın Tayyip Bey’den bahsediliyor: İstanbul Belediye Başkanı. Şimdi öyle bir insan ki bu; elinde bir sihirli değnek uzatıyor, bu sihirli değnekle beraber fabrikalar yapılıyor. Başka bir tarafa uzatıyor, hepimizin cebi para doluyor. Bir başka tarafa uzatılıyor, aaa sanayi olduğu gibi ayağa kalkıyor; caddeler, yollar, her taraf inşa ediliyor. Bir insan ki bunun yapmadığı hiçbir şey yok… Böyle bir tablo. Yine o günün şartlarında hatırlarsanız, bütün partililer kendi partisine küsmüş vaziyetteydi. Herkes partisine, “adam canım, bunlar bir şey yapamaz, bugüne kadar yapamadı” demek suretiyle, partilerine küsmüş vaziyetteydi. İlk seçim hatırlarsanız yapıldı; öyle bir icraat beklendi ki… Allah Allah, ya o bekledikleri adamda hiçbir şey yok! Ne öyle sanayi var, ne yollar var, ne de milletin cebine para girdiği var; ne tarım düzelmiş, ne hayvancılık yeni bir döneme girmiş, ne ormancılık hakikaten bir hamle yapmış… Hiçbir şey yapmamış. Böyle giderken bir de Cumhurbaşkanlığı 2007’de milletin önüne çıkıverdi. Bu sefer millete unutturmak için geçmişi dediler: “Evet, tamam bu icraat yapamadı ama şimdi arkadaş, şu biz köşke öyle bir adam çıkartalım ki bunun kıblesi olsun; karısı da kıbleye dönsün. Binaenaleyh gelin, el birliği yapalım.” Ve milleti böyle bir şartlandırmayla tekrar bir desiseye koydular. Cumhurbaşkanlığı seçimi için de tekrar milleti avuttular, kandırdılar.
Özelleştirme Adı Altında Devletin Malları Yandaşlara, Arkadaşlara, Damatlara Ucuz Fiyatına Verildi
Sevgili arkadaşlar, şimdi geldiğimiz nokta şu: Artık millet neyin ne olduğunu gördü. Baktı ki tarım bitti, hayvancılık bitti, ormancılık bitti, sanayi bitti. Yeraltı kaynaklarımız ecnebi şirketlerin eline geçti. Sıfıra sıfır, elde var sıfır; millet aradan çıktı. Az evvel Füsun Hanım Kardeşimin ifade buyurduğu gibi, yapılan bütün yatırımlar TÜPRAŞ’tı, POAŞ’tı, SEKA, Erdemir, limanlar, rıhtımlar ve de barajlar, yollar… Allah Allah! “Özelleştirme” adı altında yandaşlara, arkadaşlara, damatlara ucuz fiyatına verildi. Hem o kadar ki arkadaşlar, bakın: Telekom’un emsali Fransa, altmış beş milyar euroya özelleştirmeye giderken, Türkiye altı buçuk milyar dolara özelleştirmeye gidiyor. Yani tam onda bir fiyatına. Bu ne yahu? Yağma Hasan’ın böreği! Ye babam ye! “Devletin malı deniz, yemeyen domuz” bu mantıkla beraber artık elimizdeki kamu iktisadi kurumları tamamen elimizden çıktı. Yine Füsun Hanım Kardeşim güzel ifade buyurdular: Bütün bunları kim yaptı? Demokrat Parti’nin rahmetli Menderes’le başlayan yolculuğunda; Demokrat Parti bir, Adalet Partisi iki, Anavatan Partisi üç, Doğru Yol Partisi dört… Bunlar yaptı. Yani Menderes yaptı; yani, Süleyman Demirel yaptı; rahmetli Özal yaptı ve Sayın Çiller Hanımefendi yaptı. Neyi yaptı? Bütün bu saydığımız yatırımları yaptı; Telekom, Petkim, TÜPRAŞ, POAŞ, Erdemir, SEKA, limanlar… Aman yarabbi, üç yüzün üzerinde bu kamu kurumlarını özelleştirdi. Kim? Bu iktidar. Bir yere bir çivi çaktı mı? Ben bilmiyorum. Biliyorsanız söyleyin. Bir yere de bir çivi çakmadı. Aldı, bir babanın hayırsız evladı var. Baba kazandı, geldi çocuk babanın ölümünden sonra sattı, savdı… Bu iktidarın yaptığı iş satıp savmak oldu. Hiçbir şey yapamadı. Onun için, 12 Haziran bunlara haddini bildirme, “Osmanlı şaplağını güzel bir atma” dönemi. Var mısınız?
Türkiye Adım Adım Bölünme Sürecine Sokulmuştur
Kardeşlerim, mübalağa etmiyorum, ifrata gitmiyorum, samimi olarak konuşuyorum. Ülke hakikaten öyle badireler yaşama dönemine girdi ki, çık işin içerisinden çıkabilirsen. Önce gitti Diyarbakır’a, Diyarbakırlı kardeşlerimize, “Ben Kürt meselesi var diyorum ve Kürtlerin meselesinin yanındayım. Bu benim meselemdir.” “Kürt davası, Kürt meselesi benim davamdır.” Allah Allah! O güne kadar, bakınız, Diyarbakır’a gidene kadar, Kürt vatandaşlarımız, Kürt meselesini ortaya atan Öcalan ve ekibine, “Ne yapıyorsun ya? Biz sana güvenmiyoruz; senin ‘Kürt meselesi’ dediğin mesele bizim meselemiz değil ve sen bizim meselelerimizi de temsil edemezsin” demesine rağmen, Sayın Başbakan’ın Diyarbakır’daki konuşmasından sonra, “Vay, demek ki Öcalan doğru konuştu; böyle bir Kürt meselesi var, o halde biz de onun dediğini diyelim” demek suretiyle Apo’yu meşru bir hâle getirdiler. Şimdi de çark etti: “Ya, Kürt meselesi değilmiş; Kürtlerin meselesiymiş.” Be kardeşim, sen bu Türkçeyi ne zaman öğrendin, ha? Bu dil bilgisi kurallarını sen yeni mi öğreniyorsun? Dün söylediğinle bugün söylediğini yan yana getir bakalım, aynı manaya mı geliyor? Kısaca: Dün söylediğini bugün inkâr eder; bugün söylediğini yarın inkâr eder. Ama icraatlarına baktığınız zaman Türkiye adım adım bölünme sürecine sokulmuştur. Hukuktan anlayan arkadaşlarım iyi bilir: Dünyada devletlerin ideal sistemi üniter yapılanmadır. Üniter yapılı devlet yapılanması bütün devletlerin istediği sistemdir. Niye? “Bir millet, bir vatandaş” tarifi vardır; imtiyazlı vatandaşlar yoktur. Eğer imtiyazlı vatandaşlar olursa o zaman üniter yapı olmaz.
Başkanlık Sistemi, Üniter Yapının Bölünmesidir
Merhum Mustafa Kemal Atatürk Türkiye Cumhuriyeti demokratik, laik, hukuk devletini kurarken ne yaptı? Tek tip vatandaşlık anlayışına göre bir devlet sistemi ortaya koydu. O günden bugüne milletimiz huzur içerisinde devam ederken; kalktı bu adam, bugün hiç yeri yok, ee başkanlık sistemini getirecek. Arkadaşlar, “başkanlık sistemi” nedir bilir misiniz? Üniter yapının bölünmesidir; federatif yapıların ortaya çıkmasıdır. Yani Kürt kardeşlerimizin, Laz kardeşlerimizin, Çerkez kardeşlerimizin, Boşnak kardeşlerimizin, sayın sayabildiğiniz kadar, federatif yapıya kavuşarak federasyona gitmesi; yani her birinin küçücük bir devlet olması demektir. Şimdi sen buna bu yetkiyi verirsen, zaten ülkede self determinasyon yasaları çıktı. Buna göre yarın o bölgenin insanları diyecek ki: “Zaten benim hakkım var ayrılmaya.” “Niye?” “Self determinasyon yasasını siz çıkardınız. Onun için ben istiyorum ki kendi irademle, kendi oyumla, kendi geleceğimi belirleyeyim. Referandum istiyorum” der; referanduma giderler. Neresi? İç Anadolu. Neresi? Güneydoğu Anadolu. Ve kendi isteğine Birleşmiş Milletler ram olarak, kalkar onlara referanduma “evet” der. Böylece ülke lime lime dökülmeye, bölünmeye başlar. Sevgili kardeşlerim, buna siz “evet” diyor musunuz? Buna siz “evet” diyor musunuz? Hep beraber buna “hayır” demek için 12 Haziran günü tekrar ders vermeye var mısınız? “Hayır” diyeceksiniz. “Bu ülke bölünmez. Biz bir bilek, bir yüreğiz! Hiçbir şartta…” “Ama güzel efendim Güneydoğulu kardeşlerimizin problemleri var.” Kusura bakmayın, tamam; buna Karadenizli’nin de problemi var; İç Anadolu’da yaşayan kardeşlerimizin problemi var; Yani iş probleminin, aş probleminin olmadığı yer olur mu? Şimdi senin iş problemin, aş problemin var diye “ee biz memlekete dönelim.” Yanlış icraata kim “evet” diyebilir? Onun için kardeşlerim, bunların konuşmalarının hiçbirine inanmayın. Bunların dilinin altında yatan, Avrupa Birliği’nin isteği üzerine Türkiye’yi 36 etnik parçaya bölüp parça parça etmektir. Niye? Avrupa diyor ki: “Siz 36 tane etnik gruplar oluşturdunuz.” Nedir bu? Kürtler, Lazlar, Çerkezler, Boşnak-Hersek, Süryani, Keldani, Rum’u, Ermeni’si, Ortodoks’u… Sayıyor; 36 tane etnik grup, otuz altı tane etnik küçük devlet demek istiyor. Anlaşıldı mı? Ne diyor buna arkadaşlar? “Ben” diyor, “başkanlık sistemine gireceğim.” Başkanlık sistemine gidebilmek için, az evvel saydığım etnik grupların tamamına küçücük devletler kurma hakkını vermeye mecburdur. Neye göre? Hukuka göre. Bunu kurduğu zaman Türkiye parçalanmış demektir. Şimdi arkadaşlar, hep beraber buna “dur” demenin zamanı gelmedi mi? Çanakkale’yi yapıp omuz omuza mücadele eden Kürt’ü, Laz’ı, Çerkez’i; bir bilek, bir yürek değil mi sevgili arkadaşlar? Onun için bu milleti ayırmaya çalışanlar, kardeş olarak bölmek isteyenler, vallahi kalleştir, billahi kalleştir!
Hiçbir Dönemde Müstahsilin Bu Kadar Şikâyet Ettiğini Bilmem
Şimdi sevgili kardeşlerim, bakınız, her birimiz tarım bölgesinde yaşıyoruz. Geziyorum ben günlerden beri; önceden de Bursa çok iyi bildiğim yerdi. Benim 1980’den bu tarafa burada birtakım iş yerlerim vardı; inşaat yaptık, ticaret yaptık; benim burada okulum var, eğitim yapıyoruz, öğretim yapıyoruz. Kısaca bence sizler gibi Bursalıyım. Ama hiçbir dönemde müstahsilin, malın müstahsilinin bu kadar şikâyet ettiğini vallahi de bilmem, billahi de bilmem. Adam diyor: “Ya ben beş lira fiyat bekliyorum, üç liraya çıkıyor önüme. Ben üç liraya bunu mal edemiyorum ki! Zeytini ben nasıl olur da üç liraya mal edeceğim?” Ve istese de, istemese de mal edemediği fiyata satmak mecburiyetinde kalıyor. Onun için zeytin müstahsili aradan çıktı; meyve yetiştiren kardeşlerim aradan çıktı; daha, bütün ürünleri yetiştiren kardeşlerim devre dışı kaldılar. Bakın, bana dün affedersin evvelki gün “Çakırlı” denilen beldeye gittik. Orada bir müstahsil kardeşim enteresan bilgiler verdi; aynen size okuyorum. “Sayın Genel Başkanım” dedi; “Sayın Başkanım” dedi, “biz eğer akaryakıt desteği alamazsak aradan çıkıyoruz, batıyoruz. Tarım ilaçları desteğini alamazsak aradan çıkıyoruz. Eğer sulamada enerji desteğini bize vermezlerse yine aradan çıkıyoruz. Gübre desteğini mutlaka devletin bize vermesi lazım.” GDO’lu ürünler, yani genetiği değiştirilmiş tohumu tarlanıza atıyorsunuz; bir dönem ekiyorsunuz, ikinci dönem ekemiyorsunuz. Gene yenisini alıyorsunuz. Bunlar kanserojen maddeler içeriyorlar. Sevgili arkadaşlar, bakınız “bunlar devam ettiği müddetçe” diyor bana delikanlı, “bu milletin kökü kesilecek; bu milleti yok edecek bunlar.” Artı doğrudan bize gelir desteği veriyorlar. Boş araziler beş yüz, altı yüz lira… Siz doğrusunu bilirsiniz. “Bize öyle destek vermesinler,” diyor. “Benim yetiştirdiğim kaliteli ürüne mukabil iyi bir destek versin; devlet arkamda dursun.” Sevgili arkadaşlar, bakınız “bana” diyor “pazar garantisi versin; pazar yetiştirdiğim ürünlerime pazar garantisi versin. Maliyetsiz para versin bana; yani faizle para vermesin” bana. Özetledi ve önüme böyle bir rapor sundu. Ben baktım ki bütün bunlar benim Millî Ekonomi Modeli’mde var. Ben de size aynen bu okuduklarımı ilan ediyorum ve diyorum ki: Demokrat Parti iktidarını başa getirdiğiniz zaman bakınız size söz veriyorum, eğer verdiğim sözde durmazsam, elinizle iki el yakama yapışacak, bana hesap soracaksınız! Ben size bu yetkiyi veriyorum. Onun için hep beraber 12 Haziran’da Demokrat Parti’ye oy vermeye de siz bana söz veriyor musunuz sevgili kardeşlerim? Var mısınız?
Bakınız, gazetelerin artık konusu oldu: Demokrat Parti hızlı bir şekilde yayılmaya başladı. Artık eski günlerine dönüyor. Bu adamları çok fazla da korkutmadan, sesimizi fazla çıkartmayalım; Demokrat Parti’yi 12 Haziran’da tek başına iktidara getirelim. Sakın ha bunların dedikodularına kanmayın. Bunların dedikodularına kanmayın. Bunlar hasta adamdır, bunların gözü görmez, şaşıdır; gelip şu kahvedeki insanları seyretmezler. Hatırıma bir fıkra geldi: Mevlânâ bir tane talebesi var. Demiş, “Evladım, içeride testi var; gir, onu bana getir.” Gitmiş şaşı öğrenci içeriye girmiş bakmış ki testi iki tane! Gelmiş, “Hazret” demiş, “hangi testiyi getireyim?” demiş. “ Evladım” demiş “kaç tane testi var?” “Efendim” demiş, “iki tane.” “O zaman birini kır, diğerini getir” demiş. Gitmiş o şaşı talebe, almış “küt!” diye testiyi çarpmış yere… Allah Allah! Testinin sapı elinde kalmış. İnşallah 12 Haziran’da bu yokluğun sapı, bu AK Partisi’nin elinde kalacak! Var mısınız buna?
Türkiye’nin Yeraltı Kaynakları Dünyayı Bakabilecek Nispettedir
Sosyal devlet projesiyle Demokrat Parti, çok kıymetli Genel Başkanımız Sayın Namık Kemal Zeybek Beylerle beraber müşterek bir anlaşmaya vardık. Devletimiz sosyal devlet kurallarını yerine getirecek. Bunun manası nedir? Türkiye’de artık adil dağılım olacak. Bir tanesi milyar dolarlar kazanacak, bir tanesi bir liraya geçinmeyecek, herkes adaletle bu ülkenin kaynaklarından istifade edecektir. Bakın ne diyor bu adam: “Eee” diyor, “benim yıllık gelirimin kişi başına düşen on beş bin dolar gayri safi millî hâsıla fert başına düşen gelirdir. Yani sizin şimdi demiş ki “yirmi bin dolar.” Hangisini kabul ederseniz edin, ikisi de kuyruklu yalan. Yani on beş bin dolar bu milletin fert başına yılda kazancının olduğu… Cennete döndü Türkiye! Sevgili arkadaşlar, bunlar nedir biliyor musunuz? Gerek “on beş bin dolar” bize düştüğü iddiası, yirmi bin dolar millî gelirimizin olduğu iddiasının aslı şu: Hakikaten Türkiye’nin yeraltı kaynakları dünyayı bakabilecek nispettedir. Size bir misal vereceğim: Bizim sadece Gümüşhane, yeraltı kaynakları itibarıyla; sadece mermer ve altını Türkiye’yi yüz yıl bakar! Türkiye’yi yüz sene bakar. “Nereden biliyorsunuz?” diyeceksiniz: Gümüşhane’nin yeraltı kaynaklarında işlenmiş şekliyle en az otuz milyar dolarlık ne var? Mermer var. İşlediğimiz zaman en az otuz milyar. Ve altınını işlediğiniz zaman iki yüz milyar dolarlık altın rezervi var… Sevgili arkadaşlar, çok affedersiniz, iki yüz trilyon dolarlık altın rezervi var! Bu kadar serveti olan bir bölge eğer Türkiye otursa, yüz sene sadece Gümüşhane madeniyle bir elimiz yağda, bir elimiz balda bizlere bakar. Peki bu gelirler nereye gidiyor biliyor musunuz? Bu kadar servet nereye gidiyor biliyor musunuz? Diyorlar ki: “Türkiye’nin yerinin altında üç katrilyon dolarlık servet var. Ben bunu yılda otuz trilyon dolara çıkarmak üzere ülkelere, Avrupa ülkelerine transfer edeceğim ve yüz yıl Avrupa’yı ben bununla bakacağım.” Şu anda Avrupa’nın altı bitti; yani madeni tüketti. Avrupa’nın ayakları sallanıyor sevgili arkadaşlar. Yeminle konuşuyorum: Türkiye’de samimi, vatanperver bir iktidar geldiğinde yirmi dört saatte Avrupa sollanacaktır. Hiçbirinizin kuşkusu olmasın! Evet, bu kadar servet… Şimdi diyorlar bunlar ki: “Biz bunu yüz sene Türkiye’den emecek, sülük gibi Türk milleti aç kalacak!” Hah, işte bu sülük gibi emenler şu anda bütün servet aktarıyor kendi dünyalarına. İşte bunların Anatolia Mineral, Rio Tinto, Cominco, …. vesaire gibi şirketler… Bunların yıllık kazançlarını siz yetmiş iki milyona böldüğünüz zaman, her birimize düşen yirmi bin dolar Amerikan parasıdır. Yani o yetmiş milyona biz bunu taksim ettiğimizde yirmi bin dolar her birimize düşüyor. Demek ki bu para kazanılıyor; ama bunu kim kazanıyor? Ecnebi şirketler: üç yüz elli tane ecnebi şirket kazanıyor. Şimdi Demokrat Parti iktidar olduğunda ne yapacak? O ecnebi şirketlere, “Oğlum, sen ne harcadın, ne verdin?” Atıyorum: “Ben bir verdim.” “Al sana üç; geriye dön, marş marş!” “Evladım, sen ne verdin?” “Ben de üç verdim.” “Al sana on; geriye dön, marş marş!” Hepsini göndereceğim! Ve bu servet senin olacak arkadaş, senin. Var mısınız? O zaman, o zaman ne köylümün borcu kalacak… Vallahi de, billahi de, ben inanmadığım, bilmediğim bir şeyi konuşmam. Benim söylediklerim matematik problemi gibidir; hiç endişe etmeyin. O zaman bir tek kuruş borcunuz kalmayacak. Devlet baba arkanızda garantör olacak. Demokrat Parti bunu inşallah hayata geçirecek. 12 Haziran’da el ele verip hayata geçirmeye var mısınız? Var mısınız? Şimdi kardeşlerim, bakınız bunlar çok güzel. Ama daha güzel olması için şurada arkadaşlarım karar verelim: Bu gece evleri dolaşalım, akrabaları dolaşalım, dostları dolaşalım ve güzel Bursa’mızda Demokrat Partimizi birinci parti yapalım. Var mısınız? Vallahi yeminle konuşuyorum: Sadece burada bu akşam olan arkadaşlarım bu kararı versinler, çalışalım; Demokrat Parti birinci olsun. Var mıyız arkadaşlar? Bu güzel sohbette bizi dinleme lütfunda bulundunuz; hepinize çok teşekkür ediyorum. Allah hepinizden razı olsun. Geleceğimiz aydınlık olsun, önümüz açık olsun. Ve bahtımızı Allah en güzel sevdiği insanlarla beraber haşr eylesin. Allah hepinizden razı olsun.
Bu sohbeti video olarak izlemek için play butonuna basınız
