Neler Okuyacaksınız
Tam 5 saatten beri burada nefes almadan oturuyorsunuz, Allah size kolaylıklar versin.
Cumhuriyet bayramınızı tebrik ediyorum.
Ben Akçaabat’ın Sarıtaş Mahallesi’nde Yetişmiş Bir İnsanım
Sevgili arkadaşlar, ben Akçaabat'ın Sarıtaş Mahallesi, eski ismiyle Saları Köyü’nde yetişmiş bir insanım. Trabzon'da Bahçecik Mahallesi, eski ismi Kindinar; çocukluğumda rahmetlik annemin halasından kalma bir ev, evimiz vardı. Çocuktum, orada ve hem orada hem de bizim Saları Köyü’nde geçti. Çocukken rahmetlik annem, ekmeğin üzerine sabahleyin biraz tereyağı sürerdi; beni ineklerin peşine gönderirdi. 2 tane ineğimiz vardı, inek çobanlığı yaptım. Hayatımın en tatlı, en güzel günleri o günlerimdi.
İlkokula başladığımda, ilkokul da çok benim için uzak. Düşünün ki, şu andaki Sarıtaş Mahallesi'nden Akçaabat Merkez İlkokulu'na, yani kanaat-i şahsiyem o gün de yollar böyle araba yolu değil. Şöse, küçük yollar; 50 cm, 60 cm yollar. Yağmur yağdığı zaman çamur olur; kar yağdığı zaman don olur. İşte bu şartlarda ben okula gidiyordum, okuldan geliyordum. Bazen öyle oluyordu ki, düz yolda kayıyordum. Neticede çocuksun. Okula giderken Dere denilen bir mevki vardı, değirmenin olduğu yer; çamurlanırdık, orada derede, suda üstümüzü, başımızı temizlerdik ama her tarafımız ıslanırdı, su kesilirdi. O şekilde sınıfa girerdik.
İlkokulda 1. sınıf hocam, Allah rahmet eylesin çok mükemmel bir insan, Şükrü Saltoğlu. Burada yaşlı olanlardan tanıyanlar vardır Şükrü Hocamı. Tabi bize çay ne zaman içiliyor sohbetini yapıyor. Soruyor “Çay ne zaman içilir?”. Biz de sabahleyin öyle çay içmek nerede; lahana çorbası, mısır çorbası bunları filan. Bazen de işte ayva yaprağından çay yapardı rahmetlik annem, onu da o şekilde savıştırırdık. Ben elimi kaldırdım. Keşke kaldırmasaydım. “Evladım söyle” dedi. Dedim “Efendim, kışın sabahleyin içilir”. Birden sınıf ayağa kalktı, “Olmaz, her sabah içilir”. Rahmetli o kadar böyle psikolojik bir yapısı vardı ki insanları, karşısındakileri hemen keşfeder, onu adeta tedavi ederdi “Arkadaşınız demek istedi ki, evet her sabah çay içilir ama en güzeli de kış sabahı içilen çaydır”. Tekrar onu rahmetle anıyorum, Allah gani gani rahmet eylesin.
Ondan sonra 2. sınıfa geldik. 2. sınıfta hocam Kenan Gedikli, Haydar Kenan Gedikli Hocamız. Gerçekten çok mükemmel bir öğretmendi. Bize hem okulu sevdirdi hem okumayı sevdirdi hem çalışmayı sevdirdi. Ben ta oradan gelmeme rağmen sınıfta 2-3 kişiden biriydim. Yani oradan okula geliyordum; yani 3 kilometre gidiyorsun, 3 kilometre geliyorsun, çocuksun. Yani sınıfın en iyilerinden biri de bendenizdim. İşte tam bu yıllarda Akçaabat’ın… Tabi biz oradan şehre geleceğiz, her zaman orada bulunacağız; bu mümkün değil.
Akçaabat Fikir Hareketlerinin Merkezidir
Gençlik yıllarına gelince, Akçaabat'ın ortasında Bahçeli Kahve vardır; Uzun Ali diye bir amcamızın adıyla anılan Uzun Ali'nin Kahvesi. Takriben buranın 1,5 misli veya 2 misli ki ben o zamanlar ona 3 dönüm tahmini olarak söylerdim; 3 dönümlük bir bahçe vardı. Bahçenin her tarafında masalar vardı, sandalyeler vardı. Bilhassa ilkbahar sonrası, sabahtan akşama kadar vatandaşlar gelir oturur, burada sohbet ederlerdi. Biz de bu münasebetle yazın bilhassa o bahçeye gelirdik, otururduk, sohbet ederdik. Sohbetin konusu Akçaabat'ta öyle olurdu ki, sadece Mustafa Kemal olurdu. Yani yazın yapılan sohbet… Bir ara arkadaşlar… Akçaabat fikir hareketlerinin merkezidir. O bakımdan sol hareketin de bir zamanlar merkezi olmuştur. Deniz Gezmiş, Mahir Çayan buraya gelip eğitim görmüşlerdi, eğitim vermişlerdi. Duydunuz mu bunu? İşte benden duyun. İşte o dönemler, yani bizim çocukluk dönemimiz, affedersiniz gençlik dönemimiz; biz de gelirdik.
Osmanlı Paşasının Anası Nasıl Olur Da Gayri Ahlaki Bir İnsan Olabilir?
Tam o dönemde, Mustafa Kemal Atatürk masaya konur, samimi olarak konuşuyorum yani saatlerce tartışılırdı. Biz de tabii konuyu çok iyi bilmediğimiz için müdahil olamazdık, işin içine giremezdik.
Bir gün aynı sohbetlerden birinde, merhumun annesine çok acayip dil uzattılar. Benim onuruma dokundu. Dokundu ama şimdi kalkıp müdafaanı da yapamıyorsun. Öyle oldu ki, eve gittim; benim rahmetlik annem, Cenab-ı Hak geçmişlerimize rahmet eylesin, tabi benim anama da rahmet eylesin. Bu, en az gece 12'de kalkar, sabah ikrah vaktine kadar ibadet ederdi. Babam rahmetli takılırdı “Ya kocakarı, postu çürüteceksin. Gelsene buraya” felan derdi. Yani böyle bir hali vardı anamın, rahmeti bol olsun. Şimdi o Atatürk'ün annesi aleyhinde konuşulduğu gün eve gittim, affedersiniz kanıma dokundu; ya bu adam Osmanlı paşası ve bu adamın anasına bak ne söyleniyor. Ama müdafaa edemiyorsun; koca koca adamlar, aleyhte konuşuyor.
Uzatmayalım, ben düşündüm düşündüm düşündüm, çıkış yolu bulamadım. Birden hatırıma, ya bu adam Osmanlı paşası değil mi. Evet. Osmanlı paşasının anası nasıl olur da gayri ahlaki bir insan olabilir? Bir çıkış kapısı ile oradan dışarı fırladım ve ondan sonra bir sonraki gün aynı yere geldim. Meydan okudum. Dedim “Yalan konuşuyorsunuz, iftira ediyorsunuz. Bana onun sizin dediğiniz gibi olduğunu izah ve ispat eden bir delil istiyorum”. Vallahi de billahi de hepsi kaçacak delik aradı. Bak yeminle konuşuyorum.
Anam Bizim Sülalede Tek Atatürkçü Olan Kadındı
Yalnız benim rahmetlik anam bizim ailede, sülalede tek Atatürkçü olan kadındı. Annem ümmiydi. Annemin inekleri vardı, tavukları vardı. Böyle hayatını çalışmakla geçiren, mümtaz bir insandı. Mükemmel kafası çalışırdı; bütün işlerimi ona danışırdım.
Cumhuriyet Bayramı olduğu zamanlar, asıl geleceğim nokta o, anne derdim “Ben bayrama gideceğim”. Bayrama ne zaman gidiyoruz? İşte bu akşam; 28 Ekim'in akşamı ta oradan ben çıkardım o yollardan. Birkaç arkadaş olurduk. İshak diye bir arkadaşım vardı, Allah rahmet eylesin, öldü. O bir tane daha yanılmıyorsam Alaaddin diye bir arkadaş vardı. Onlarla 2-3 kişi inerdik çarşıya bayrama. O zaman iki tane parti vardı. Belki üçüncü, dördüncüsü var ama ben onları unutmuşum. Bunun bir tanesi Demokrat Parti, diğeri de Cumhuriyet Halk Partisi idi. Partilerin önünde devamlı davul çalardı. Bayramların kutlanış tarzı devamlı davul çalardı. Halk da gelir horon halkaları kurar, orda oynardı. Çok ciddi bir heyecan duyardım ben, çok net konuşuyorum. Zaten bu heyecanı yakalamak için ta oradan şehre yürüyerek inerdik ya; dönüşte yine yürüyerek çıkardık. Şimdiki gibi değil.
Bayram Sevinci Bizim Çocukluk ve Gençlik Dönemimizde Doruk Noktada Yaşanırdı
Arkadaşlar bayram sevinci bizim o dönem çocukluk dönemimiz, gençlik dönemimiz doruk noktada yaşanırdı. Bayram kutlamaları okulların iştiraki, askerin hükümet binasının önünde yürüyüşü, öğrencilerin yürüyüşü hakikaten çok ciddi etki yapıyordu. Şimdi bakıyorum bunların hiçbiri yok. Hatta halk bayram yerinde yok. Yani millet sönmüş. Milleti söndürdüler.
Mustafa Kemal Atatürk’ün En Güzel Hediyelerinden Biri Üniter Yapıdır
Sevgili arkadaşlar, cumhuriyet nedir biliyor musunuz? Cumhuriyet, halkın kendini idare etmesi demektir. Siz eğer cumhuriyeti kabul etmiyorsanız, kendinizi idare etmeyi de kabul etmiyorsunuz demektir; bunun manası bu. Hakimiyet kayıtsız şartsız o günkü tabirle, hakimiyet bila-kayd ü şart milletindir. Yani, kayısı şartsız milletindir. Hakimiyet bu. Yani, cumhuriyet bu. Bunun olması için sevgili kardeşlerim yasama, yürütme, yargı eklerinin bağımsız olması lazım. Eğer yasama, yürütme, yargı ekleri bağımsa siz tam bir cumhuriyet evladı olursunuz; değilse hiçbir şey olmazsınız. Endişemiz şu, şahsen benim; eğer bu erkleri kaybedersek, ben de o gün sizin dediğiniz noktada olsam iyi bir kral olurum. Yani, beni demokratik yolla kral seçersiniz. Aklımızı başımıza alalım, iyi düşünelim, dikkat edelim. Ama şimdi demokratik sistemlerde arkadaşlar, cumhuriyetin hayata geçiş tarzı demokrasiyledir. Hocam kusura bakmasın noksan, fazla konuşabilirim. Şimdi eğer biz demokrasiden istifade etmez, kendi yorumlarımız ile birlikte hayata bunu geçirmeye çalışır, üniter yapımızı zedelersek; o zaman vay başına gelenin. Üniter yapı arkadaşlar, devletlerin varmak isteyip çoğunun varamadığı; ama bize de nasip olan en mükemmel bir yapılanmadır. Merhum Mustafa Kemal Atatürk'ün en güzel hediyelerinden bir tanesi de budur, üniter yapı. Biz Türk milleti olarak üniter yapı… Şimdi diyoruz ki, yani şu anda talep ettiğimiz konular eğer biz işin aslına inecek olursak; Türkiye'nin üniter yapısının bozulmasını aslında istiyoruz. Bu yapı olmasın. E ne olsun? Eyalet sistemi olsun. Olsun ama eyalet sistemi devreye girdikten sonra ne senden bir şey olur ne benden bir şey olur. O zaman temelde var olan kavgalar, her türlü fitne devreye girer. Başta mezhep kavgaları olmak üzere Türkiye'nin hiçbir gününde huzur olmaz. Şimdi var mısınız her günümüzü kardeşlik duyguları içerisinde yaşamaya, bir ve beraber olmaya? Var mısınız?
‘Kürtler Müslümandır, Azınlık Değildir’
Bakınız Atatürk ne yaptı? Şimdi bazıları diyor ki “Atatürk, ‘Ne mutlu Türk'üm diyene’ söyledi”. Sanki bu suç. Atatürk bunu söylerken demek istediği şuydu; biliyorsunuz İngilizler bugün işte Musul’du, Kerkük'tü bu civarda bir Kürt Devleti kurmak istiyordu. Bilen var içinizde değil mi? Kürt Devleti'nin temellerini atıyordu, atmak istiyordu. Hatta Lozan'da Kürtlerin hakkı konusu gündeme geldi. Atatürk zaten İnönü'yü Lozan'a gönderirken bu konuyu çok iyi bildiği için, önüne geleceğini bildiği için “Diyeceksin ki ‘Kürtler Müslümandır, azınlık değildir’”.
Sevgili arkadaşlar, burada önemli bir konu başlığı açtık. O nedir? Kürtler Müslümandır, azınlık değildir. Nedir bu? Türk’tür. Esasen Anadolu'nun Türklüğü, Hacı Bektaşi Veli'nin ta Horasan'dan, Maveraünnehir bölgesi… Haritayı alın karşınıza bakın, ben tahmini olarak 7 bin km diyorum. Oradan Anadolu'ya kardeşiyle birlikte yürüyerek geldiler. Niçin? Tarihi İpek Yolu'nu düzeltmek, emniyeti sağlamak, adamları Müslüman etmek. Allah Allah… O kadar yolu yürüyeceksin, bu gaye ile Anadolu'ya geleceksin. Hacı Bektaş'a geldi, yerleşti.
Hacı Bektaş-ı Veli Kardeşiyle Birlikte Horasan’dan Yürüyerek Anadolu'ya Geldiler
Hacı Bektaş'ın babası arkadaşlar Arap. 12 İmam’dan, İmam-ı Rıza değil mi? İmam-ı Rıza'nın torunlarından. İmam-ı Rıza'nın torunlarından olan Atatürk'ün babasının babası, Atatürk'ün babasının adını İmam-ı Rıza'yı çok sevdiği için, adını Ali Rıza koyuyor. Ali Rıza, bu. Kim soyundan? Hz. Hüseyin'in soyundan. Kim soyundan? Hz. Fatıma'nın soyundan. Atatürk'ü iyi tanıyalım. Babası Ali Rıza Efendi, İmam-ı Ali'nin ve Hz. Fatıma'nın soyundan yani Resulullah'ın soyundan. Kızı Fatıma değil mi? Onun soyundan bir insan, babası. Annesi, Molla Zübeyde. Molla Zübeyde de Nakibü’l eşraftan, Selanik’te. Yani o da Peygamber sülalesinden.
Arkadaşlar şimdi gelin hep sülalemize bakalım. Kimin sülalesinde Peygamber izi var? Atatürk'ün anası, Peygamber soyundan; babası Peygamber soyundan. O zaman bir insanın annesi, babası Peygamber soyundan olursa, o ne olur? Seyyid ve şerif olur. Ben bunu anlatıyorum tabi, biz de… Bir müftü arkadaş beni eleştiriyormuş. Diyormuş ki “Haydar Hoca dedi ki ‘Atatürk, Hz. Peygamber’in kardeşidir’”. Burayı iyi dinleyin ‘Hz. Peygamber’in kardeşidir’, bana geldiler bunu söylediler. Allah Allah… Ben gerçekte böyle bir şey… Benim dediklerimi ortada, her yerde konuştuğum. Ben desem desem “Atatürk, Peygamber’in ümmetidir” bunu derim. Yani kardeşi söylesek de yanlış değil ki. ‘İnnemel mû'minûne ihve’, Müslüman Müslüman’ın kardeşi. Bu yanlış değil ki.
Atatürk'e İftira Ediyorlar
Şimdi ben o arkadaşa buradan sesleniyorum; Atatürk'ü iyi tanısın, muhalefet etmeyi bıraksın. Başımıza gelen belaların %90’ı değil, %100’ü onun kıymetini bilmeyip sahip çıkmadığımız için bu belalar başımıza geliyor. Senin ülkeni düşmandan kurtaracak, misak-ı millî hudutları içinde bir devlet kuracak, sen onun içinde yaşayacaksın; onu kuran iradeye ömür boyu küfür edeceksin. Allah belanı verir senin ya. Nasıl insansın sen? Bir acı kahvenin 40 yıl hatırı vardır arkadaşlar, 40 yıl. Ne oluyor sana da aleyhinde konuşuyorsun? Eee, Mustafa Kemal saltanata karşı çıkmış. Atatürk'e iftira ediyorlar. Ben bizzat onun soyundan gelen arkadaşla konuştum; Atatürk'ün vasiyetnamesi onların elinde. Atatürk hilafeti kaldırmadı. Vasiyetinde, hilafete geçileceğini… -Öyle değil mi Ahmet?- Beraber adam geldi beni evimde ziyaret etti. Hilafete geçileceğini ve hilafetin Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne iade edildiğini, verildiğini kanunlaştırdı. Kim? Mustafa Kemal Atatürk. Şimdi sen delikanlılık yapıyorsun. Hadi erkeksen bunu hayata geçir. Bana delikanlılık yapma.
Osmanlı’nın Kuşatıldığı, İşgal Edildiği Bir Ortamda Mustafa Kemal Atatürk Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni Kurmuştur
Sevgili arkadaşlar, demek istediğimiz; o günün şartlarında zaten Arap İslam alemi darmadağın olmuş, başı sonu belli olmayan bir coğrafyaya dönmüş, zaten Afrika'daki Müslümanlar İslam dünyasından çok uzakta kalmış. Böyle bir dönemde Türkiye yani Osmanlı kuşatılıyor; İngilizler malum İstanbul'u işgal ediyor, (İtalyanlar, Fransızlar) Fransızlar Akdeniz bölgesini, Yunanlar ta Adapazarı'na kadar geliyor. Adam kalkıyor, ideolojik bir dava ile insanları yargılıyor. Hadi sen şu anda her şeyin, imkânın elinde; hadi yap bakalım. Yap, gelip senin elini öpelim. Yapabilir misin? Yapamazsın. Yapamayacağın şeyi başkasından niye istiyorsun? O günün şartlarında Mustafa Kemal, İngilizlerle anlaşmış. Ben anlaştığını bilmiyorum ama anlaşsa bile ne dedi? “Onları def ettim”. Misak-i milli hudutları içerisindeki devleti onlara kabul ettirdi. Yani Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin kuruluşu, Türk milletinin lehine midir, değil midir sevgili arkadaşlar? Söyleyin, menfaatimize değil midir? E peki ne yapacaksınız daha onu söyleyin?
Yapılması Gereken, Bir ve Beraber Olup Milli ve Manevi Değerlerimize Sahip Çıkmaktır
Kısaca sevgili arkadaşlar bilmeden bir konu üzerine giderek iftirada bulunmak, geçmişimizi zanlarla, su-i zanlar ile karalamak bize hayır getirmez. Onun için yapılması gereken, bir ve beraber olup milli ve manevi değerlerimize sahip çıkmaktır. Bunu hayata geçireceğiz. Cumhuriyet Bayramı'nı bu duygularla kutlayacağız. Var mısınız buna? Onun için şimdi evinize gittiğinizde şu elinizdeki bayraklar gibi Cumhuriyet’in Bayramı’nı kutladığınızı sembolize eden bayrak asacaksınız evlerinize. Anlaşıldı mı? Asmazsanız sonra gelir başka milletlerin askerleri kendi bayraklarını bizim evlerimize asarlar. Bunda hiç kuşkunuz olmasın. Bunun ne demek olduğunu çok iyi bilelim. Anlaşıldı mı?
Asıl Verimli Olacağımız Dönemleri Yanımızda Olarak Geçiremediniz ve Bana Çok İftira Ettiniz
Evet sevgili arkadaşlar şimdi, ben buralıyım doğru. Bakın benim tezim sade… Benim sadece bir ekonomi tezim yok. Allah beni çok doğurgan… Ama Türk milleti bunu göremedi. Zannediyor ki 200 sene yaşayacağız. Benim babam 70 yaşında öldü, rahmetlik annem 74 yaşında öldü, ben de 70 yaşındayım. Yani asıl verimli olacağımız dönemleri yanımızda olarak geçiremedik, geçiremediniz ve bana çok iftira ettiniz. Hayatında bir tek kuruşu, haram lokmayı ağzına koymayan bir ananın terbiyesinden ben geçtim. Beni yakın tanıyanlar iyi bilir. Ama arkadaşlar gidiyorsun “Aaa falancanın parasını çaldı”. Evet. Ne oldu? Tabi o iftirayı yapan… Çocuklar bakın ben, benim yakınlarım dedim çok iyi bilir; yardımı çok seven, zekatını kuruşuna kadar veren hatta fazla veren bir insanım. Eee, ben bu inançta olacağım; geleceğim milletin parasını çalacağım. Ne hainsin sen ya. Sen kim oluyorsun? Arkadaşlar şu kadar zamandan beri, bak bu kadar zamandan beri hepsine meydan okudum; gelin dava açın. Niye açmıyorsunuz?
Sonra sevgili arkadaşlar, ben hiçbir Allah kuluna bir hisse senedi satmadım. İnanır mısınız? Satılan hisse senedi 500 liraya satıldı; ben onları 2.000 liraya aldım ya. Öyle. Mecbur da değildim. Rahmetli Cavit Doksanbir ağabeyimiz “Ya hocam” dedi “Bunlar cahil” dedi “Lütfen” dedi. Onu da çok sevdiğim için, bir sürü hisse senedi aldım. Bir sürü derken, zaten 250 bin liralık şirketin 35 bin liralık hissesi dışarıya satıldı. Onun da %80’ini ben aldım. Şu anda bizim sanayi kuruluşunun %85'i bana aittir. Anlaşıldı mı?
Bana Böyle İftira Ettiniz ve 4 Milyar İnsanın Arkasında Gittiği İnsanın Hizmetinden Mahrum Kaldınız
Şimdi niçin bunları söyledim? Bakın siz bana böyle iftira ettiniz ve 4 milyar insanın arkasında gittiği insanın hizmetinden mahrum kaldınız. Yanlış anlamayın, dünyanın anahtarı benim elimde. Ben bu işi, ben bu işi dünyada en iyi bilen insanım. Ama siz istemediniz. Allah'ın selameti başınıza olsun. Bak şurasını 1 km yukarıya taşıyarak müthiş bir körfez yapacaktık; sağında-solunda işyerleri, oteller, ne bileyim parklar, çocuk bahçeleri… Bunları düşünmüştük, projeler hazırlanmıştı. Aday olarak da ablamın oğlu Muharrem'i yaptık. Dedik ki “Biz buraya aynı zamanda bütün böyle yüksek yerlerden teleferikler getireceğiz, Akçaabat'ı dünyanın merkezi haline…”. Adam gidiyor, yalancıya inanıyor; onların peşinde gidiyor. Bir de bakıyoruz, ya biz sıfıra sıfır elde var sıfır. Demek ki siz bu hizmete layık değilsiniz. Ben bu noktaya geldim. Ben sizden oy isterken, yanlış anlamayın size para vererek sizi de kandırabilirdim. Ama ben size verdiğim parayı nereden alacağım? Sizden çalacağım. Öyle değil mi? E bu iman ehli bir insanın yapacağı iş mi? Size en doğruyu konuştuğum ve söylediğim için her zaman beni yalnız bıraktınız.
Eğer Benim Davacı Olmamı İstemiyorsanız, Bu Harekete Sahip Çıkın
Bakın son belediye seçimlerinden açıldı; kadın-erkek 5.000 insana ben yemek yedirdim, helali hoş olsun. Hadi erkekler yedi, bizi atlattı, diyelim. Ya bu kadınlara da ne oluyor Allah aşkına? 1.400 tane oy çıktı Akçaabat’tan. %1 bile değil. Siz benden belli ki davacısınız. Ama niçin davacı olduğunuzu bilmiyorsunuz. Ben de sizden davacı olayım mı? Evet. Eğer benim davacı olmamı istemiyorsanız, bu harekete sahip çıkın. Buna sahip çıkın. Bakın sıkıntılardan, belalardan, açlıktan, kıtlıktan, yokluktan vallahi de billahi de benim sizi kurtarmam ancak 6 ay sürer. Bunlar işi bilmiyor ki. Sıfır. Ne anlar bunlar işten.
Ben İktisat ve Ekonomiye Yeni Kurallar Getirdim
Ya dünyanın iktisat matematiğini bu fakir değiştirdi. Ben iktisat, ekonomiye yeni kurallar getirdim. E bütün dünya bizi takdir ediyor, az evvel söyledim, 4 milyar insan. Nere burası? Rusya. Nere? Hindistan. Nere? Çin, Brezilya, Güney Afrika. Toplayın bunları, 4 milyar insan Haydar Hoca'nın arkasında.
Geçen İstanbul'a geldiler, beni davet ettiler; Moskova'ya davet ettiler. -Hindistan'a öyle mi- Ne dedim ben? Gelmeyeceğim, dedim. Niye, dedim ya ben bu ilmi, Türk milleti için yazdım. Benden dilimi bilmeyen, dinimi bilmeyen insanlar istifade ediyor. E benim insanım bana sırt dönüyor. E hiç hizmet edemediğimiz için gitmedim, gitmeyeceğim. beni aldılar. Beni burası sattı. Vermek diye bir şey yok; beni sattı Akçaabat. Bu Akçaabat'tan %1 tane, 100 kişi 1 kişi, %1 kişi bize ‘evet’ dedi. Biz de insanız ya. Ne yaptık, hangi suçu işledik, kimi çaldık, kimi çırptık, kimi dövdük?
Cumhuriyet Bayramı'nı işte bu havada kutluyoruz. Onun için, gelecek Cumhuriyet Bayramı’nı tam kutlamak, cumhuriyetten mahrum olmak istemiyorsanız, tam kutlamak istiyorsanız; bu hareketin içinde olmanız şarttır. Bu işi bilen yok, vallahi yok. Ben kaç defa söyledim, -çocuklar biraz durun- kaç defa; çıkın, milletin huzurunda herkes eteğindeki taşları ortaya döksün, konuşalım. Binaenaleyh, binaenaleyh yapacağımız iş; bilenin yanında olmak, buraya güzel hizmetler getirmek. Muharrem’i aday yaptım; çocuk Akçaabat'a gelmeye tövbe ediyor şimdi.
Evet bizimki böyle bir sohbet olsun dedik. Bak bunlar kitaplarımın 3’te 2’sidir, 3’te 1’i daha var. Ben ilim adamıyım. Sizin burada Akçaabat'ta, Karadeniz'de böyle bir adam var mı? Siz deme ilim adamını harcamak için varsınız. Öyle mi? Öyle mi? E inşallah.
Sizin Bu Arkalarından Koşarak Gittikleriniz Benim İlmimin Sadakası Etmez
Şimdi ben sizden dönmeyeceğiniz bir sözü istiyorum; benimle bundan sonra beraber olmaya var mısınız? Buradan ses güzel, oradan sıfır. Var mısınız? Oradan geliyor mu? Geliyor, iyi o zaman. Bakın tekrar ediyorum, hiç kimse bugüne kadar siyasetçilerden… Sizin bu arkalarından koşarak gittikleriniz vallahi de billahi de tallahi benim ilmimin sadakası etmez. Kim bunlar ya? Sadaka etmez. Ne zekâtı, sadakası etmezler. Siz gidiyorsunuz, körü körüne kuyuya atlıyorsunuz. Aa boğuluyoruz; tabi boğulacaksın. Sürünüyorsun; tabi sürüneceksin. Adam ne biliyor? At kesiyor yediriyor sana, at eti. Ya bu eti benim midem hazmetmiyor. Elbette etmez. At eti yiyorsun yahu. At eti yesen… Onu da yiyemiyorsun. Ben onu demeyecektim oğlum. Haram olanı helal ettiler, soframıza koydular. Öyle mi? Hangi hayvanınkini? Bak ben demiyorum, siz diyorsunuz.
Vatan Elden Gidiyor, Devlet Gidiyor, Sistem Bozuluyor! Umurunuzda Değil!
Arkadaşlar Atatürk'e gelelim, bu sözümüzü de bitirelim. Atatürk hangi haram olan fiile, maddeye helal dedi? Hoca varsa kalksın desin ki, şu konuda Mustafa Kemal Atatürk haramı helal yaptı. Tersini söyleyelim; Atatürk hangi helali haram yaptı? Hangisini? Hiçbirini. Ama size ben bugün haram olanları helal yapanları sayarsam… Onların peşinde ‘halifem’ diye koştuğunuz insanlar. Sizin haliniz ne olacak, sizi kim kurtaracak? Yok. Niye kurtaracağım seni ki? Neden kurtarayım sizi? Haa bu yolculuk öyle sıradan bir yolculuk değil. Vatan elden gidiyor, devlet gidiyor, sistem bozuluyor. Umurunuzda değil. Öyle değil mi? Devletin nizam-ı gidiyor elden. Sanki tiyatro oynanıyor. Allah'tan korkun ya.
Evet gecenin bu vaktine kadar ki 5,5 saatten beri her şeye rağmen bize sabrettiniz, bizi dinlediniz. Gerçi ben de sizi, size gönül koyarak eleştirdim ama gene gönlümüzde yeriniz var. Hepinize teşekkür ediyorum. Allah hepinizden razı olsun. Şimdi eve gidiyorsunuz, bayraklarınızı evinize asıyorsunuz. İkinci bayrağınız Bağımsız Türkiye bayrağı. Gece-gündüz çalışıyorsunuz, Türkiye’yi bu çileden kurtarıyorsunuz. Var mısınız buna? Allah'a emanet olun.
Bu sohbeti video olarak izlemek için play butonuna basınız