info@profdrhaydarbasenstitusu.org

BTP Trabzon Mitingi / 16 Nisan 2005 / Trabzon

    Neler Okuyacaksınız

Milletimizi Bir ve Beraber Tutan Değerlerimiz Tartışmaya Açılmıştır

Sevgili Trabzonlular, bu muhteşem görüntünüz vatanımızın sahipsiz olmadığının ve bu aziz milletin, bu topraklar üzerinde kıyamete kadar yaşayacağının en büyük ispatıdır. Konuşmama başlamadan hepinizi saygı, sevgi ve muhabbetlerimle selamlıyorum. 
Sevgili milletim, milletimizi bir ve beraber tutan, olmazsa olmaz değerlerimiz vardır. Maalesef bugün, bu değerler tartışmaya açılmıştır. Bayrak, vatan, din, bağımsızlık, birlik ve beraberlik tartışma konusu haline getirilmiştir. Yapılmak istenen, milli değerlerimizi devre dışına bırakmaktır. Bir yandan millete ait değerler küçümsenirken, diğer yandan milleti ortadan kaldıran her şeye ‘demokrasi’ adı verilmektedir. Bu değerlere sahip çıkanlara, sahip çıkmasının gerekçesini millete anlatanlara ‘milliyetçi şovenisttir’ denilerek devre dışı bırakılmaya çalışılmaktadır. Dikkat ediniz, bugün “Kıbrıs bizimdir, bizim kalacaktır” demek milliyetçilik, şovenistlik olarak ifade edilirken; “E canım Kıbrıs'ı versek ne çıkar, bu zaten demokrasinin gereğidir” deniliyor. “Ege, Rum’a peşkeş çekilemez” demek şovenistlik sayılırken; kıta sahanlığını daraltmayı konuşmak, demokrasinin gerekçesi olarak ifade edilmeye çalışılıyor. 
“Dini bütünlüğümüz, milli bütünlüğümüzün teminatıdır” demek şovenistlik kabul edilirken; emniyet raporlarına göre 36.000 kilise evinin açılmasına izin vermek, demokrasinin gereği olarak anlatılıyor. “Ülkenin kalkınması için milli bir ekonomi modeli şarttır” demek şovenizm olarak telakki edilirken; hazineyi 380 milyar dolar borç batağına sürüklemek, demokratik bir gerekçe olarak ifade ediliyor. Ve yine “Ülkenin kalkınması için IMF’siz bir ekonomi modeli şarttır” demek şovenistlik olarak ifade edilirken; milleti vergiler ve zamlarla aç, susuz bırakır hale getirmek, ‘demokratik bir görevdir’ olarak kabul ediliyor. Ve yine sevgili vatandaşlarım, terörist başı Apo'nun yeniden yargılanmasına karşı çıkmak şovenistlik olarak sayılırken; bu hakkı ona tanımaktan bahsetmek, ‘demokratik bir görevdir’ şeklinde ifade ediliyor. 
Ermeni soykırımını “Bu bir iftiradır, bu şekilde bunu kabul etmek yanlıştır” demek şovenizm olarak kabul edilirken; “Soykırımı kabul ederseniz insani kimliğinizi ortaya koyarsınız” demek, demokratik bir gelişme olarak tarif ediliyor. Sevgili vatandaşlarım “Ermeniler, Azerbaycan toprağını işgal etmiştir” demek şovenizm kabul edilirken; “Azerbaycan toprakları da Ermenilerin vatanıdır” demek, demokrasi olarak ifade ediliyor. “İstanbul, Suriçi’nde ekümenik bir din devleti kurulursa, bu bizi mutlak surette böler” demek şovenizm olarak ifade edilirken; Suriçi’nde bir din devletinin kurulabileceğini savunmak, demokratik bir gerekçe olarak ifade ediliyor. “Kerkük, Musul bizimdir, misak-i milli hudutlarımızın içindedir” demek şovenizm olarak telakki edilirken; Türkmenleri kendi kaderlerine bırakıp onları heder etmeye, demokratik bir gelişme olarak bakılıyor. 
Sevgili kardeşlerim, bizi ilgilendiren bir olayı da huzurlarınızda ifade etmek istiyorum; son Trabzon olaylarında ortaya çıkan hadiselerle bizim şahsımızın arasında bir ilgi kurmak isteyen birtakım menfaat grupları vardır. Hemen şunu ifade edeyim ki hiçbir provokasyona bugüne kadar biz alet olmadık ve alet edilemedik. Bütün iş ve eylemlerimiz hukukidir ve anayasal hakkımızdır. Bizi karalamaya çalışanlar, güneşi balçıkla sıvamaya çalışanlardır ki bunlara dense dense ‘gün ışığında, güneşin ışığından kör olan yarasalar’ denebilir. E ne yapalım; nisan yağmuru nebatatı yeşertirken, yılanın gözünü kör eder. 

Türkiye Kuşatılma Altına Alınmıştır

Bugün ben sizlere burada çok önemli meseleleri konuşacağım; göreceksiniz, Türkiye nasıl bir kuşatılma altına alınmıştır. Aziz vatandaşlarım, bugün önümüze konulan müttefik olmanın gerekçeleri; 1. Başına çuval geçirsem dahi susacaksın, Sevr’i yürürlüğe koyacaksın, ılımlı İslam ile Protestan Hristiyan olacaksın, her şeyini satacaksın, elinde hiçbir şey kalmayacak, özelleştireceksin, misyonerlere kucağını açacaksın, özellikle de madenlerini bana vereceksin, IMF'nin sözünden bir milim dışarıya çıkmayacaksın, Ermeni soykırımını tanıyacaksın, Güney Kıbrıs'ı tanıyacaksın, Kuzey Kıbrıs'tan askerini çekeceksin, tarım yapmayacaksın, sen üretmeyeceksin, ben ürettiklerimi sana satacağım ve de benim filmlerimi seyredeceksin. Bu, müttefik olabilmemiz için ABD'nin şartları. 
Aziz vatandaşlarım, yaşadığımız coğrafya, dünyanın en stratejik bölgesi olup dünyanın merkezi ve kalbidir. Bu topraklarda binlerce yıl geçmişimiz var. Şimdi bizi bu topraklardan çıkarmak istiyorlar. Avrupa Birliği üzerinden üretilen yalanlarla ülkemi bölmek istiyorlar. Geçen asrın son çeyreğinde Van, Bitlis ve Rize konsolosu olarak görev yapan Rus General Mayevsky, ‘Van ve Bitlis’ adlı kitabında bakın ne söylüyor; “Avrupa'nın bunca yıldan beri yükselttiği ıslahat yaygarası, Türkiye'nin tedrici olarak parçalanma maksadını taşımaktadır. Islahat ne kadar radikal olursa, Türkiye arazisinin bir parçasının Avrupalıların eline geçmesi o kadar kolay olacaktır”. Bir Rus generalin gördüğü bu gerçeği maalesef bugünkü hükümetimiz görmezlikten gelmektedir. 
1856 yılında yapılan Paris konferansında batılılar bize “Toprak bütünlüğünüzü garanti ediyoruz. Artık siz de Avrupalı oldunuz” diyen Avrupa, Osmanlı'yı nasıl yok etti? Sevr’i önümüze nasıl koydu? Bunlar unutulabilir mi sevgili vatandaşlarım? Biz bu emperyalist güçlere karşı ölüm kalım savaşı verdik. Şimdi nasıl oluyor da hakimiyetimizi Brüksel’e devredebiliyoruz? Tekrar ediyorum, ölüm kalım savaşı verdiğimiz bu dünyaya, bunun Brüksel’ine nasıl olur da hakimiyetimizi devredebiliyoruz? Bunu kabul edebiliyor musunuz? Edebiliyor musunuz? Bunun hesabını hem Allah soracak hem de sandık başında sizler soracaksınız. Var mısınız? Var mısınız? 
Gazi Mustafa Kemal, İzmir İktisat Kongresi’nde, hakimiyeti -bugünkü siyasilere sesleniyorum- hakimiyeti Brüksel’e devreden bugünkü siyasilere o gün bakın nasıl konuşuyor, ne söylüyor? “Bütün cihan halkı bilmelidir ki Türk halkı hakimiyetini hiçbir şahıs ve makama veremez. Hakimiyet demek; şeref demek, namus demek, haysiyet demektir. Milletin bu evsafı medeniye ve insaniyesinin terkini talep etmek, onu insanlıktan çıkarmak demektir”. Gazi Mustafa Kemal'in bu sözlerine rağmen Sayın Başbakan, Türkiye'yi batıya teslim etmiştir. Bunun için de AB süreci için ödüller alıyor ve bu sebeple Türkiye'yi nasıl bir noktaya getirdi diye Döviz Dergisi, memnuniyet ve hayretini gizleyemiyor. Bütün bunlar sağduyu sahibi her vatandaşımızı endişeye ve dehşete düşürmesi gereken olaylardır. Eğer biraz tarih şuurumuz varsa, yapılan bu olaylar, ortaya çıkan bu manzaralar bize şunu gösteriyor; Avrupalı, Amerikalı bizden memnun olmuşsa, mutlaka milletin aleyhinde ona ihanet edildi demektir. Maalesef aynı zihniyet, iktidara geldiği günden bu tarafa Türkiye'nin savunma hattı Kıbrıs'ı elinden çıkarma noktasına gelmiştir. Bugün Türkiye'nin bu iktidar döneminde, Kıbrıs diye bir davası kalmamıştır. 16 Nisan 2003 Atina Anlaşması’yla 10 ülke Avrupa Birliği'ne tam üyeliği için imza attı. Kıbrıs'ın bütünü adına Güney Kıbrıs bu anlaşmayı imzaladı. Oysa 1960 Zürich Anlaşmaları’na göre, Türkiye'nin üye olmadığı uluslararası bir kuruluşa Kıbrıs üye olamazdı veya bu üyelik için Türkiye'nin onayı gerekirdi. Bu hükümet, bu hakkını kullanmayıp sessiz kalarak 1960 duruşuna maalesef sırtını çevirmiş, ters dönmüştür.
Sevgili vatandaşlarım, Loizidou Davası’nda Türkiye senelerdir direndiği Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına boyun eğdi ve tazminat cezası ödemeyi kabul etti. Bu hükümet, bu kararı kabul etmekle Kıbrıs'taki askeri varlığımızın bir işgal gücü olduğunu bütün dünyaya deklere etmiştir. Hükümet, Annan Planı’nı kabul edip referanduma sokarak, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin sonunu hazırlamıştır. Rumlar lehine hukuki bir durum oluşturmuştur. Kıbrıs'ı devreden iktidar, görülüyor ki şu anda Büyük Orta Doğu politikasının temsilciliğine soyundu. Küresel güçler ve yerli işbirlikçileri, sade ülkemizin kaynaklarını sömürmekle kalmayıp ülkemizin parçalanmasına, Büyük Orta Doğu Projesi üzerinden devreye koymaya çalışmaktadırlar. Bugün Sevr yeniden önümüze konulmaya çalışılıyor.  

Büyük Orta Doğu Projesi'nin Kod Adı ‘Sevr’dir

AK Parti’si iktidarının taşeronluğunu yaptığı Büyük Orta Doğu Projesi'nin kod adı ‘Sevr’dir. İktidar bu projeyle ABD işgal kuvvetlerine Türkiye coğrafyasını peşkeş çekmiştir. İncirlik üssü kullanılarak bölgesinde Türkiye'ye taraf olacak, bir anda belki de muhtemel bir savaşın içinde milletimiz kendisini bulacaktır. Geçtiğimiz günlerde Amerika Birleşik Devletleri'nin başkentini ziyaret eden bir hükümet yetkilisi “Amerikalılar Türkiye'yi adil olmayan bir şekilde eleştiriyor. Ancak bizim verdiğimiz destek ortadadır. Türkiye'nin Irak Savaşı esnasında hava sahasını ABD'ye açtığını ve Irak'a asker gönderme kararı aldığını bilmeyen yoktur. Eric Edelman’ın görevinden ayrılması bizi üzmüştür. Kendisi çok iyi bir diplomattır”. Halbuki bu Eric Edelman, Patrik Bartholomeos'un kanunlara aykırı bir şekilde ‘ekümenik’ sıfatıyla davet edildiği bir resepsiyon vermiştir. “Türkiye'nin, Suriye ve İran'a bakışı konusunda ABD'den farklı bir görüşü yoktur” demek suretiyle Suriye ve İran'a tavır alınmıştır. 
Bu iktidar döneminde ülkemiz kilise evleriyle doldurulmuştur. Gazi Mustafa Kemal ise bakınız bu konuda ne söylüyor? Bursa Amerikan Koleji'nde Hristiyanlık propagandasıyla üç kız öğrencinin Hristiyan olması üzerine Mustafa Kemal, 29 Ocak 1928 tarihinde Bakanlar Kurulu kararıyla söz konusu okulu derhal kapatmıştır. Bugün ise ‘Avrupa Birliği'ne gireceğiz’ gerekçesiyle bütün bu kuralları ihlal eden iktidarın AB sürecinde Türkiye'yi getireceği nokta çok vahimdir. Onun için müsaadenizle Avrupa Birliği ne demektir Türk milleti için bunu bir değerlendirelim.

Avrupa Birliği, Milli Egemenliğimizin Yabancılara Devredilmesidir

Avrupa Birliği; 5 bin yıllık Türk tarihinin, 15 asırlık İslam medeniyetimizin ve 80 yıllık laik, demokratik cumhuriyetimizin haçlı mezarlığına gömülmesidir. Milli egemenliğimizin yabancılara devredilmesidir. Devletimizi ve milletimizi batının himayesine, haçlı mandası haline teslim etmektir. Devletimizin yasama, yürütme ve yargı erklerinin yabancılara devredilmesidir. Ay yıldızlı, al bayrağımızın gönderden indirilmesidir; yerine Avrupa Birliği bayrağının çekilmesidir. Avrupa Birliği, bağrında 253 bin şehidimizin yattığı Çanakkale'mizden haçlının geçirilmesidir. Asırlardan beri tek yürek, tek bilek olmuş yüce milletimizin 36 etnik parçaya bölünmesidir. Avrupa Birliği, mukaddes vatanımızın göz göre göre satılmasıdır. Avrupa Birliği, Türkiye Cumhuriyetimizin kuruluş senedi olan Lozan Anlaşması'nın delik deşik edilmesidir. Avrupa Birliği; ekonomik, kültürel, askeri, tarihi ve insani değerlerimizin yok pahasına yabancılara peşkeş çekilmesi demektir. Lozan Anlaşması'na aykırı olarak, mukaddes vatanımızda türetilen kilise evlere ve misyonerlik odaklarına milletimizin teslim edilmesidir. Aziz milletimizin yüce medeniyetinden kopartılması, coğrafyasındaki tarihi misyonu ve şerefli duruşundan uzaklaştırılması, kimliksiz ve kişiliksiz hale getirilmesidir Avrupa Birliği. Sevr’in ta kendisidir. İstiklal ve istikbalimizin yok edilmesidir. Sözde Ermeni soykırımının kabul edilmesidir. Ege’yi Yunan gölü haline getirmektir. Suriçi, İstanbul'umuzu ekümenik sevdalı patriğe terk etmektir. Rum Pontus hayalcilerine Karadeniz'imizde, Kürdistan hayalcilerine Güneydoğumuz ‘da, Ermenistan hayalcilerine Kars, Ardahan, Ağrı yörelerimizde zemin hazırlamaktır. Üniter devletimiz içinde devletçikler türetmektir. Kıbrıs'ımızı Rumlara peşkeş çekmektir. Şimdi, bu Avrupa Birliği'ne siz ne diyorsunuz sevgili Trabzonlular? Ben de ‘hayır’ diyorum. 

AK Parti İktidarında İç Siyaset ABD Güdümünde ve Avrupa Birliği Tekelindedir 

AK Parti’sinin iki buçuk yıllık icraatı; iç siyaset ABD'nin güdümünde, iç siyaset Avrupa Birliği'nin tekelinde, ekonomi IMF'nin tahakkümünde. İstihbarat, güvenlik İsrail'e ihale edildi. Özetle, Türkiye tam bir kuşatma altına alınmıştır. AK Parti’si, yeni Türk Ceza Kanunu'yla millete nasıl bir pranga vurmuştur? 163. maddeyi geriye getirmiş, 28 Şubat'ı hayata geçirmiştir; AK Parti’si budur. 
Sevgili Trabzonlular, AK Parti’si Türk Ceza Kanunu'nun 219. maddesi ile hükümet icraatlarını eleştiren din görevlilerine 1 yıl hapis cezası getirmiştir. 15 yaşından küçük çocuklarımız Kur'an kurslarına gidemiyor; bu, kanunen yasaklanmıştır. 263. maddesi ile 15 yaşından küçük çocuklara namazı, namaz surelerini, abdesti, gusül abdestini öğretenlere ve bunlara yer tahsis eden her kimse, 3 yıl hapis cezası getirilmiştir. Tekrar ediyorum, evinizde artık çocuklarınıza Kur'an'ı öğretemeyeceksiniz, abdesti öğretemeyeceksiniz, ferâiz-i dîniyyeyi öğretemeyeceksiniz. AK Parti’si hükümeti evindeki yaşlı neneye, evindeki yaşlı dedeye 3 yıl hapis cezası getirmiştir. Ne diyorsunuz? 
Bir yandan Müslümanları haklarından mahrum eden bu iktidar, 19 Temmuz 2003’te İmar Yasası’nın 9. maddesindeki ‘cami’ ibaresi yerine ‘ibadethane’ kelimesini koyarak, bir tek Hristiyan'ın bulunmadığı mahallelerde kiliseler açarak; ülkemizde emniyet raporlarına göre tam 36.000 kilise evi açmıştır. Bu hükümet, milletimizi Hristiyanlaştırarak Rumlaştırmak istiyor ve de Pontus'un kapısını açmak istiyor. Ermenicilik aşısını yapıyor. Ne diyorsunuz? 
Bu iktidar, anayasamızın 90. maddesinde yaptığı değişiklik ile uluslararası anlaşmaların ve Avrupa kurumlarının aldığı kararların, meclis kararlarının üzerinde olduğunu kabul etmiştir. Böylece milli egemenliğimiz, yabancı hukukçulara hukuken ve fiilen devredilmiştir. Bu hükümet, cumhuriyetin kuruluş senedi olan Lozan Anlaşması’nı delik deşik etmiştir. 11 Ocak 2003’te yürürlüğe sokulan düzenlemeyle azınlıklara mülkiyet hakkı tanınmıştır. AKP hükümeti, vatan topraklarını ve milletimizin yeraltı kaynaklarını yabancılara peşkeş çekecek üç yasayı 45 günde geçirmiştir; 5 Haziran 2003 tarihli Doğrudan Yabancı Yatırımlar Kanunu, 3 Temmuz 2003 tarihli köylerden yabancılara toprak satışına izin veren yasa, 17 Temmuz 2003 tarihli yabancılara gayrimenkul satışına izin verilen yasa. Lozan'dan sonra Köy Kanunu’na bir madde eklenilerek yabancılara toprak satışı yasaklanmıştı. 80 yıl içinde hiç kimse bir karış toprağını yabancıya satamamıştı. Bu hükümet yani AK Parti’si, 80 yıllık bu yasağı 3 Temmuz 2003 tarihinde rafa kaldırmıştır. Köy Kanunu’nun 87. maddesi ve Tapu Kanunu’nun 36. maddesi yürürlükten kaldırılarak, yabancı şahıs ve şirketlere toprak satışı serbest hale getirilmiştir. Bu kanundan istifadeyle… 
Dikkat ediniz bundan sonrasına, çok mühim şeyler konuşuyorum. Bunların hepsi vesikalıdır. Biz hamasi duyguları ayağa kaldırmak için duygusal konuşma yapmıyoruz. Hepsi vesikaya dayalıdır, hepsi bir hüküm mahiyetindedir. Bu kanundan istifadeyle şu ana kadar 271 milyon 842 metrekare toprağımız yabancılara satıldı. 100 bin kilometrekare toprağımızda maden arama ve işletme ruhsatları yabancı şirketlere tahsis edildi. Biraz sonra bu şirketleri ifade edeceğim. 

Türkiye'nin Dış Politikası Atalete Mahkûm Ediliyor

Türkiye, “casus belli”sini kaldırmıştır. Yani, savaş sebebi olan konuları yok kabul ediyor. Türkiye'nin dış politikası atalete mahkûm ediliyor. Ne demektir bu biliyor musunuz? Türkiye'nin madem “casus belli”si yok, o zaman düşmanı da kalmadı. Bu kadar askeri niye bakıyoruz? Terhis edelim. Orduyu terhis etmenin alarmını verdiler. Ne diyorsunuz? Ne diyorsunuz? Türkiye 2025, 2045’te Avrupa Birliği'ne üye olsa bile sevgili kardeşlerim, Türk işçileri Avrupa'da dolaşım hakkına asla sahip olamayacaktır. Türkiye ancak kısıtlı dolaşım elde edecektir. Türkiye 2014’ten önce kesinlikle üye olamayacak ve işin en garip tarafı ziraat ürünlerimiz Avrupa'da pazarlanamayacak. Tarım kesimiyle ilgilenen kardeşlerime sesleniyorum; senin bir gram malın Avrupa'da pazar bulamayacak. 
O halde benim Avrupa'da ne işim var? Niye gitmek istiyorsun oraya? Sayın Başbakan’ın dediği gibi şayet bir medeniyet tercihi varsa, lütfen gitsin. Lütfen gitsin, bu milleti rahat bıraksın. Ve yine herhangi bir mamulümüz Avrupa Birliği istediği zaman kısıtlamaya girecek, o pazarlarda kendisine yer bulamayacaktır. 2014 sonrası içinse herhangi bir üyelik garantisi de yoktur. Müzakerelerin ucu açıktır. O halde bu sevda yüzünden bu büyük fedakarlıklar nedir? Bunun manası nedir? Lütfen izah eder misin Sayın Hükümet, Sayın Başbakan? 

Madenlerimizin Zekâtı Değil, Sadakası On Tane Türkiye Bakar

Şimdi, bazı kanallarda ‘toprak satışı olmazmış da yok şöyle…’. Peki Sayın Beyefendi, toprak satışı yok da Anayasa Mahkemesi hangi satışı iptal etti, bana söyler misin? Yalancı seni. Yalancı seni. Lozan Anlaşması'ndan sonra -hepsi vesikalı- Lozan Anlaşması'ndan sonra, 1924 yılında çıkan bir yasayla az evvel ifade ettiğim gibi yapancılara köylerden toprak satışı yasaklanmıştı. Mustafa Kemal Atatürk ileriyi gören, büyük bir liderdi. Osmanlı, savaştan çıktı. Yeni bir devlet, cumhuriyet kuruldu. Onun için millet fakr-u zaruret içinde olabilir. O bakımdan, geliri olmadığı için elindeki toprağını satabilir diye işte bu maddeyi çıkardı Ulu Önder. Çok sonraları gören adamın adıdır lider; borunun ucunu göremeyen değil, vatanı satan değil.
Bu yasayı, 80 yıl sonra AKP delik deşik etti. Şimdi sevgili kardeşlerim, az evvel bu maddeleri okuduğum için tekrar etmiyorum. Bu yasa çıktıktan sonra yabancı maden şirketleri 100 bin kilometrekare toprağımızda maden ruhsatı almıştır. Bu şirketler şunlar; Oriel Limited Şirketi, elinde 5 bin kilometrekare; Anatolia Madencilik, elinde 14 bin kilometrekare; Rio Tinto, elinde 15 bin kilometrekare; Eldorado Gold, elinde 5 bin kilometrekare. Diğer şirketlerle birlikte bu maden şirketleri, 100 bin kilometrekare toprağımızı elimizden almıştır. Yabancı maden şirketlerinin satın aldığı maden sahaları şunlar; Oriel Limited, Ordu ilinde; Anatolia Madencilik, Giresun, Artvin, Van, Tunceli, Adana, Kayseri, Malatya, Gümüşhane, Çanakkale ve Bursa'da; Rio Tinto, Ankara başta olmak üzere İç Anadolu'da; Eldorado Kışladağı, Efem Çukuru, Kaymaz, Küçükdere'de 10 binlerce dönüm arazi satın aldılar. Bu yasalardan sonra yabancılar 1,9 milyar dolarlık gayrimenkul satın aldı. 
Burası çok enteresan sevgili kardeşlerim, bizim elimizde ne kadar maden var biliyor musunuz? Ne kadar değerde maden var? Aziz kardeşlerim, elimizde olan -batılıların yaptığı hesaplamaya göre- 3 katrilyon dolar madenimiz var. Bu 3 katrilyon dolar madeni bu beyefendiler, 2 milyar bile tutmayan bir paraya pazarladılar. Sizin adınıza ne denir, söyler misiniz? 
Haydar Hoca, ee Haydar Hoca nasıl bu işi yapacak? Bu madenlerin zekâtı değil, sadakası 10 tane Türkiye bakar, 10. Benim soframın artıkları 1 tane Avrupa değil, 10 tane Avrupa bakar. Ama adam olacaksan, adamsan bakar, adam. Var mısınız? Bu ülkeyi yeniden ayağa kaldırmaya, bu devleti kâinat devleti; bu milleti, kâinat milleti yapmaya, var mısınız? 
Ben konuşarak vebalden kurtuluyorum. Huzurullahta vallahi de bunun hesabını veremezsiniz billahi de. 
Sevgili kardeşlerim, bakınız G.A.P. bölgesinde 450.000 dönüm arazi satıldı. Kime? Yahudilere. Yahudilerin arz-ı mevhud, yani orası kendi toprakları “Bura, benim vatanım” diyor. Anayasa Mahkemesi'nin -burası çok mühim- 1986/24 sayılı kararına göre; toprak, bir devletin vazgeçilmez unsuru, egemenlik ve bağımsızlık simgesidir. Anayasa Mahkemesi'nin bu kararına rağmen maalesef bu topraklar, bu madenler elimizden çıkartılıyor. Ama merak etmeyin, hepsinin halli mümkün. Hepsini halledeceğiz. Bakınız yabancı maden şirketlerinin neredeyse tamamında bağlı oldukları devletin hisseleri var. Rio Tinto, Anatolia Minerals (bu şirket İngiliz Kraliyet Ailesi'ne mensup, Rio Tinto’da İngiliz Devleti'nin hissesi %50), Magnesit Anonim Şirketi (Hollanda Kraliyet Ailesi'ne ait), CominCo Madencilik (Kanada Devleti'ne), BHP (İngiltere Devleti'ne), Omya (İsviçre Devleti'ne), Noranda (Kanada Devleti'ne). Bakınız devletler bizim toprağımızı alıyor, madenlerimizi alıyor. Bunlar da benim toprağımı özelleştirme adına, devletin hiçbir şeyi olmasın adına elinden bedava çıkartıyor. Hesap sorulacak mı? Sorulacak mı? Bu şirketlerin tamamı birbirine ayrıca Anglo-Amerikan Philips üzerinden ortaktır, yani hepsi tek bir şirkettir. 
Sevgili kardeşlerim, inşallah yorulmadınız. Yoruldunuz mu? 
Teşekkür ederim.

İç ve Dış Borcumuz Arttı

E dinliyoruz ‘Türkiye'de büyüme var canım, niye hazmedemiyorsunuz? Neden hazmedemiyorsun, Türkiye'de büyüme var?’. Allah Allah… Şu zekâya bak. Bu tip zekâ sahiplerini Merih’e sürelim; Türkiye'yi kalkındırdılar, orasını da kalkındırsınlar. Şu kafaya bak. Nerede bu büyüme? Söyle bakayım bana. Sevgili kardeşlerim, cebinizde var mı? Yok. Mutfakta var mı? Çanakta var mı? Çömlekte var mı? Tencerede var mı? Memurda var mı? İşçide var mı? Orman köylüsünde var mı? Hayvancısında var mı? Tarım kesiminde var mı? Allah Allah, Allah Allah... Herhalde bunlar rüya ile amel ediyorlar. Emekli, emeklinin cebinde zaten bir şey yok. 
Sevgili Trabzonlular, bakınız Zafer Çağlayan, Ankara Sanayi Odası Başkanı, bunların bu büyümesine verdiği cevap “Ben akşama kadar iş bulma kurumu gibi çalışıyorum. Bir sürü insan; bunun içinde siyasiler var, bunun içerisinde bakanlar var... Çok net olarak söylüyorum; bunu, iktidarda olup partinin, hükümetin bakanı, kendi yeğenini, kendi yakınını işe girmesi için bana gönderiyor, benden medet bekliyor. Ama bu konuda tabii çok fazla bir şey yapmam mümkün değil. Çünkü dediğim gibi korkunç bir darlık var” diyor. İşte hesap ortada. İnanıyor musunuz bunlara sevgili kardeşlerim? Bugün iç ve dış borcumuz toplam olarak 380 milyar dolar civarındadır. Şimdi Sayın Başbakan’ım diyor ki “E paran yoksa borçlanmak fazilettir”. Doğru, ekonomide bir kuraldır. Ama sen onun doğrusunu bilmiyorsun. Okulu ters kapıdan bitirdin. Faizsiz borçlanmanın kârı vardır. Eğer faizle borçlanıyorsan, senin gelirin giderini karşılamıyorsa; buna eşeklik denir, hamallık. Senin yaptığın bu. 
Sevgili kardeşlerim, beni iyi dinleyin. Bu hükümet iktidar olduğu günden bugüne kadar, iç ve dış borç olarak 170 milyar dolar borcumuz arttı. Bir yıllık bizim faiz giderimiz, aldığımız borçlara mukabil -Sayın Başbakan’ıma cevap veriyorum. Bakalım bu borçlanmada kârla mıyız, zararla mı?- tam 120 katrilyon faiz ödüyoruz, 120 katrilyon. Peki, aldığımız bu borç paralarla ne kadar gelirimiz var? Milletin anasını ağlatıyoruz, topladığımız vergi miktarı da 90 katrilyon. Arada 30 katrilyon fark var. Ya bu senin hesabın, Nasrettin Hoca'nın hesabını da geçti kardeşim. Ne biçim hesap bu. Zarara iş yapılmaz. Evet Sayın Başbakan’ım, hürmetim sonsuz. Ama sen bu hesabı maalesef bilmiyorsun, kusura bakma. 

İktidar, Tarım Kesimini Bitme Noktasına Getirmiştir

Mevcut iktidar, tarım kesimini bitme noktasına getirmiştir. Destek alımlarını kaldırmıştır. Tarım ve kredi kooperatifleri devreden çıkarılmıştır. 80 yıl boyunca tarımda kendimize yeten bir ülkeyken, bugün 1 milyar dolar açık verme durumuna geldik. Hükümet, çiftçimizin elini kolunu bağlamış ve bizi tarım ürünlerini Avrupa'dan ithal eder hale getirmiştir, tarım ürünü. Halbuki Türkiye tahıl ambarıdır. Bakınız şimdi; buğday üretimi %20, nohut üretimi %15, mercimek üretimi %15, şeker pancarı %35, ay çiçeği %35, fındık üretimi %25, tütün üretimi %40, elma üretimi %15, armut üretimi %14, kayısı üretimi %35, şeftali üretimi %20, greyfurt üretimi %22 oranında gerilemiştir bu iktidar sayesinde. Bu hükümet, tarım sigortasını devreden çıkardığı için çiftçi yalnız kalmıştır. Malatya'daki kayısı bahçelerinde, Kilis’teki fıstık ve cevizde, Çukurova'da kuraklıktan meydana gelen hasar %80-90'lara varmıştır. Ancak buralara devlet, desteğini tamamen sıfırlamıştır. Köylü her geçen gün fakirleşmiştir. 1997 yılında 2 kilogram buğdayla bir ekmek alan köylü, bugün 4 kilogram buğdayla bir ekmek alabiliyor. 1997 yılında 2 kilo 86 gram buğdayla bir litre mazot olan köylü, bugün 4,88 buğdayla bir litre mazot alabiliyor. 56 ton buğdayla bir traktör alan köylümüz, bugün 100 ton buğdayla ancak bir traktör alabiliyor. Hükümet, tarım ürünlerinin alım fiyatını düşük tutmak suretiyle tarıma çok ciddi darbeler vurmuş, ithal ettiği mamullerle de tarımı tamamen ortadan çıkarmıştır. 
Sevgili kardeşlerim, 2005 bütçesinde tarım 4,5 katrilyon arttırılmış. 25 milyon tarım işçisini düşünürsek; bir vatandaşımıza yılda 180 milyon para düşüyor, bugünkü parayla 180 lira. Yani, 12 ayda bozdur bozdur ye. İşte gelirde büyüme var ya… 180 lira, bir yılda 180 lira sana düşecek ve senin ekonomin büyümüş olacak. 
AK Parti’si iktidarı, hayvancılığı da bitirmiştir. Koyun varlığımız 40 milyondan 25 milyona, sığır varlığımız 13 milyondan 7 milyona… Önümüzdeki yıllarda et açığımız takriben 170 bin tona çıkması bekleniyor. Gümrük Birliği ile AB ülkelerinden 19 bin ton et ithal edilerek hayvancılığımız bitirilme noktasına getirilmiştir. 

Türkiye’nin Tüm Hastalıklarının Reçetesi Bizde

Sevgili kardeşlerim, şimdi bütün bunlara rağmen ne yapacağız, bu hastalıkları saydık? Hiç merak etmeyin, bu işin çaresi Bağımsız Türkiye. Bu işin reçetesi bizde, hiç merak etmeyin. Bakınız demokratik, laik cumhuriyetimizi kâinat devleti yapmak için bir yapılanmaya giriyoruz. 
Türk milletinin devlet ve milleti, sivil ve askerinin birliğini ve beraberliğini hayata geçireceğiz. Artık kavga bitecek; dedikodu, fitne bitecek. Kardeşlik devrine giriyoruz. Var mısınız? Bu birliği devam ettirecek, neslimizi milli bir eğitim ile yetiştireceğiz. Milletimizin Müslüman Türk kimliğini ortaya koyarak, gençliğimizi bu kimliğe özendireceğiz. Bu kimlik başta laik, demokratik cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, Oğuz Kaan, Fatih gibi Türk milletinin özünü hayatına geçiren büyüklerimiz olacaktır. Milletimizin istiklal ve istikbalini, bağımsızlık ve egemenliğini hiçbir ferdimizi dışarıda bırakmadan, Kuvâ-yi Milliye Harekâtı içerisinde bir araya getireceğiz; tek yürek, tek bilek olacağız. Satılan topraklarımızı geri almak için hiç kimseyi mağdur etmeden hukuki zemini oluşturacağız. 
Ve yine bedavaya elimizden çıkartılan yeraltı kaynaklarımızı, hiçbir yabancıyı da mağdur etmeden milletimizin hizmetine açacağız. Bu madenleri devlet ve millet ortaklığıyla işletecek ve pazarlamamızı kuracağız. Türk milletinin ve hatta bütün insanlığın açlığına, sefaletine ve mağduriyetine son vereceğiz. Tarımı sıfır faizli kredilerle ayağa kaldıracağız. Bu kesimi, devlet destekleme fonlarıyla besleyeceğiz. Çiftçinin yetiştirdiği ürünleri rahatlıkla pazarlayacağı imkanları hazırlayacağız. Böylece halkımızı toprağına bağlı hale getireceğiz. Yetiştirdiği ürününü satamadığı için vatandaşımız bugün toprağını satıyor. Bunlara son vereceğiz. Hayvancılıkla uğraşanların mağduriyetine son vereceğiz. Üretimine destek olacak, bu kesimi finans darlığından kurtaracağız. Türkiye'de pazar problemi, yani tüketici problemi vardır. İşçinin, memurun, esnafın, dar gelirli vatandaşın gelirlerini artıracağız. Kazançlarını artırmak suretiyle tüketimi istenilen seviyeye ulaştıracağız. Bugüne kadar tüketici, müşteri olma kabiliyetini kaybettiği için pazarlamacılar da mamullerini satamıyor. İş yerleri maalesef bu yüzden kapanıyor. Şimdi buna son vereceğiz. 

Üç Katrilyon Dolarlık Elimizde Maden Rezervimiz Var

Burada bir iktisat kuralını hatırlatarak bir hususa temas edeceğim. Sevgili kardeşlerim, her milletin, devletin yıllık bir geliri vardır. Buna gayri millî hasıla denir. Devlet bir yıllık gayri millî hasılasıyla ondan sonraki gelirini oranlama yaparak kendi emisyonunu genişletir, senyoraj hakkını kullanır. Buna, malının karşılığında para basma denir. Türkiye, 20 yıldan beri kendi parasını basmıyor. Dikkat edin. Her yıl biz 40 katrilyon para basmış olsaydık, affedersiniz 5 katrilyon para bassaydık, şu 20 senede en az 100 katrilyon para elimizde olacaktı. Bunlar yok. 
Peki bunun yerine ne yapıyoruz? Her yıl para azaldığı için piyasa para darlığından dönemediğinden dolayı, yabancı ve içimizdeki o yabancı uzantılarından borç para alıyoruz. Bu paralar faizli ve şu anda bu faizler geçen yıla oranla %25 oranındadır. İşte az evvel söylediğim 120 katrilyon faizi biz bunlara veriyoruz. Halbuki biz bu parayı kendi emeğimizin, ürünümüzün karşılığı olarak basmış olsaydık, bugüne kadar bir tek kuruş borcumuz olamayacaktı. Sevgili kardeşlerim, işte Bağımsız Türkiye Partisi emisyonu genişleterek milletin emeğinin ve üretimin hakkını milletle beraber bölüşecek ve borç sarmalından milletimizi kurtaracaktır. Var mısınız? Bu bir kural. Bunu hayata geçireceğiz. 
İki; Haydar Hoca, sen nereden bulacaksın bu kaynağı? Benim taşlarım, yeraltındaki taşlarım… Az evvel ne söyledim? Bizim 3 katrilyon dolarlık elimizde maden rezervimiz var, 3 katrilyon dolarlık. Sadece mermer rezervi 2,5 trilyon dolar. Benim 2,5 trilyon dolar taşlarım Türkiye'nin borcunu şu kadar verir, 10 tane Türkiye'ye bakar. Sadece taşlarım. Var mısınız? 

Bağımsız Türkiye Partisi Sosyal Devlet Projesini Devreye Koyacak

Bağımsız Türkiye Partisi, sosyal devlet projesini devreye koyacak. Böylece darlıklar aşılacak, refah seviyesi üst seviyeye çıkacak. Bu projelerle ev hanımları, çocuklar, gençler, kobiler, esnaf kesimi, orman köylüsü, tarım kesimi, hayvancılıkla uğraşanlar, denizcisi, ormancısı, kısaca işçisi ve memuru, toplumun tamamı rahat bir hayat standardına ulaşacak. 
Türkiye'de finans durumu yoktur. Bunların yapılabilmesi için, istenilen finans elde edilecek ve bu kurum ve kuruluşlara hukuki ve adil bir şekilde verilecek ki bu hizmetler yapılabilsin. Bu sebeple bağımsız Türkiye Partisi'nin milli ekonomi modeliyle bu darboğazı aşacağız. Lazım olan finans kaynaklarını devreye koyacağız. Bugüne kadar iktidar olan bütün partiler, çözümü kendi şartlarında aramak yerine hep IMF kapılarında aramışlardır. IMF talimatlarıyla faizle borçlanılmıştır. Neticede 400 milyara yakın bir borç yükü altına milletimiz girmiştir. Bizim tek gelir kaynağımız, sadece gelirlerimiz olan vergilerimizdir ve bu vergileri topluyoruz. Bu vergilerimiz, maalesef aldığımız borçlarımızın faizlerine yetmiyor. İnşallah buna son veriyoruz. 2004 yılı itibariyle toplanan vergiler 90 katrilyon civarında olup iç ve dış borçlarımızın az evvel söylediğim gibi faizlerine yetmiyor. Böyle bir ülkede memur, işçi, tarım köylüsü, kısaca halk geçimini nasıl temin edebilsin? Devlet buna nasıl para verebilsin? Siyasilerin ihmali yüzünden Türk ekonomisi her gün biraz daha batma noktasına sürüklenmektedir. 
Bağımsız Türkiye Partisi, iş gücü ve yeraltı kaynaklarıyla bu borcu tamamen kapatacaktır. Türkiye böylece ödemek zorunda kaldığı 100 katrilyon üzerindeki faizi, milletinin malı haline getirecek. Biz BTP olarak vergiyi de adil olarak alacağız. Böylece halkın %80’i üzerindeki vatandaşımızdan vergi yükünü kaldıracağız. Vatandaşımızın vazifesi tüketmektir, tüketimini yapacak. Tüketimini yaptığı zaman, üretici de ona mamulünü rahatlıkla satacak. Üreten rahat üretecek, pazar kendisini bulacak. Tüketen de cebinde parası olduğu için rahatlıkla müşteri olabilecek. İşte Bağımsız Türkiye Partisi bunu yapacak. Vergiyi de o çok kazanan sınıftan alacak. Onlar da çok kazandığı için vergisini bir kuruş kaçırmadan baba devlete verecek. 
Sevgili arkadaşlarım, hedefimiz üç yılda bütün devlet ve blokları geride bırakmak; dört yılda kâinat devleti, Türkiye Cumhuriyeti laik devletini hayata geçirmektir; bütün insanlığa hizmet etmek, açlığa, fakirliğe son vermek, can, mal, namus, din ve vicdan emniyetine bütün insanlığı kavuşturmak. 

Bağımsız Türkiye Partisi Diyelim, İnsanlığın ve Milletimizin Dertlerine Son Verelim

Kardeşlerim, şimdi hep beraber karar verelim. Bakınız ben size 3 Kasım seçimlerinden evvel burada bazı şeyler söyledim, bazı şeylerden haber verdim. Hangisi çıkmadı? Söyler misiniz? Hangisi çıkmadı? Hepsi çıktı mı? Hepsi çıktı mı? Bir devlet adamının vazifesi de budur. Ben, ben bu işi biliyorum. Hiç kimsenin kuşkusu olmasın. Ben bu işi çok iyi biliyorum. Partilerimiz ne olursa olsun, sadece bir seçime mahsus olmak üzere Bağımsız Türkiye Partisi diyelim, insanlığın ve milletimizin dertlerine son verelim. Var mısınız? Bir seçime mahsus olmak üzere. Biz bunu çok kısa bir zamanda halledeceğiz. Dünyayı, ülkemizi, özellikle siz çok kıymetli kardeşlerimizi bu çileden, açlıktan, yokluktan, fakirlikten kurtaracağız. Fakirliğe ‘elveda’ diyeceğiz. Var mısınız? Var mısınız? 
Sevgili vatandaşlarım, Türk milleti tarihin her mevkiinde, her döneminde, gezdiği bütün coğrafyalarda, bütün insanlığa hizmet etmiştir. İnsanlığın can emniyetini, mal emniyetini, namus emniyetini, din ve vicdan emniyetini bütün insanlığa doya doya yaşatmıştır. İnsanlık kan nedir, gözyaşı nedir, açlık nedir, sefalet nedir bunu bilmezdi. Ama bugün küresel güçler maalesef insanlarımızın ırzına tecavüz ediyor. Irak ortada, canlarına kıyıyor, Irak ortada. Evet mal, namus, din ve vicdan maalesef teminat altında değil. Diyorum ki gelin sadece ülkemizi değil bütün dünyayı can emniyetine, mal emniyetine, namus emniyetine, din ve vicdan emniyetine kavuşturalım. Var mısınız? Var mısınız? Sağ olun. 
O halde hemen bulunduğumuz yerlerde, ilçelerde parti binamıza gidiyorsunuz; ilçe başkanlarımız, belde başkanlarımız, mahalle başkanlarımızla tanışıyorsunuz; her biriniz bulunduğunuz sokakta, apartmanda vazife alıyorsunuz. Bu darlıktan, bu yokluktan milleti kurtarıyoruz inşallah. Hepinizi saygı, sevgi, muhabbetlerimle selamlıyor, Allah'a emanet ediyorum. Sağ olun, var olun.  
 

Bu sohbeti video olarak izlemek için play butonuna basınız



Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir