info@profdrhaydarbasenstitusu.org

Bağımsız Türkiye Partisi Konya Mitingi / 22 Mayıs 2005

    Neler Okuyacaksınız

Yılların Partileri Bugün “Milli Ekonomi Modeli” Demeye Başladı

Sevgili Konyalı kardeşlerim, ekranları başında bizleri takip eden sevgili milletim, konuşmama başlamadan hepinizi saygı, sevgi, muhabbetlerimle selamlarım. 
Bugün Konya'da şu hususun altını önemle çizdikten sonra, konuşmak istediğimiz mevzuya geçeceğiz ve ülkemizin nasıl bir kuşatma altında olduğunu müdellel bir şekilde hep beraber göreceğiz. Efendim, şu anda bütün partilere bakıyorum, yaptığı programlarında Bağımsız Türkiye Partisi'nin ortaya baştan beri koyduğu Milli Ekonomi Modeli’ni gündem etmeye başladılar. Bu partiler o kadar eski ki, bakıyorsunuz bir tanesi 50 yıllık parti, bir tanesi 35-36 yıllık parti. Kısaca 40 yıllık partiler bugün “Milli Ekonomi Modeli” demeye başladı. Şimdi soruyoruz, “sizin aklınız başınıza yeni mi geldi de şimdi Milli Ekonomi Modeli diyorsunuz?” Bunu Bağımsız Türkiye Partisi gündem ettikten ve halka mal ettikten sonra bu modele sizin sahip çıkma hakkınız yoktur, yalan konuşuyorsunuz. Şimdi efendim, bir tanesini dinliyorum, dün hem de. Diyor ki “Milli Ekonomi Modelinin donelerini aynen zikrettikten sonra emisyonu genişletip, senyoraj hakkını devletin kullanması lazımdır.” Şimdi bu arkadaş bundan önceki hükümetin bir bakanı, bunu konuşan insan bir bakanı. Hemen aklıma geldi. Dedim ki: “Siz o gün bunu yaptığınız, ekonomiyi kurtarmak için yaptığınız toplantılarda neden Sayın Bülent Bey'e, Bülent Ecevit'e, başbakana, kendi partinizin başkanı Sayın Devlet Bahçeli'ye söylemediniz? Böyle bir teklifte bulunmadınız da ekonomiyi kurtarmak için Amerika'dan Sayın Derviş'i transfer ettiniz. Ayıp değil mi yahu? Şimdi benim tezimi sen nasıl çalıp da millete söyleyebiliyorsun, hangi yüzle?”


Kopenhag Kriterleri’nin Altına İmza Atan Milliyetçi Hareket Partisi’dir

 Sevgili Konyalılar, hepinizin çok iyi tanıdığı yıllardan beri “adil düzen, adil düzen, adil düzen”  değil. En sonunda “faizi nema altında” ifade edip, milletinde kursağında bırakan Sayın Saadet Partili arkadaşlarıma bu meydandan sesleniyorum. Sizin adil düzeninize ne oldu? Şimdi kalktınız “Milli Ekonomi Modeli” diyorsunuz. Ne zamandan beri siz milliyetçi oldunuz? Milletin değerlerine sahip çıktınız ki, bugün sahip çıkıyorsunuz. Hülasa bu millet sizin de yalanınıza kesinlikle geçit vermeyecektir. Ve bu arkadaşlarımız bakın Türkiye'nin aynen programlarında olan şeyi okuyorum, iftira değil. “Türkiye'nin Avrupa Birliği ile ilişkileri ülkemizde, insan hakları ve demokrasi uygulamasının Avrupa Birliği kriterlerine uygun hale getirilmesi ve bu değerlerin Avrupa ile birlikte daha da geliştirilmesi açısından önemlidir. Bu nedenle, Türkiye Avrupa Birliği iş ilişkilerinde 1997 yılı sonunda Helsinki belgesiyle gelinen yeni aşamayı bir fırsat olarak görmekteyiz” diyor. Kim? Saadet Partisi. Şimdi bugün kalkıp milli bir modele sahip çıkıyor. Bu doğru mu sizce? Diğer taraftan, diğer taraftan Apo’nun bugünkü hale gelmesine vesile olan Milliyetçi Hareket Partisi. Öyle değil mi? Apo’nun dosyası başbakanın önüne geldiği zaman hep beraber onu sümen  altına kim sürdü? Milliyetçi Hareket Partisi. Avrupa Birliği konusunda Kopenhag Kriterleri’nin altına kim imza attı? Milliyetçi Hareket Partisi. Şeker yasasına kim “evet” dedi? Milliyetçi Hareket Partisi. Tütün yasasına kim “evet” dedi? Milliyetçi Hareket Partisi. Ve de tahkime kim “evet” dedi? Milliyetçi Hareket Partisi. E nasıl olur da bugün bunlara “hayır ben bunları kabul etmiyorum” diyor, yeniden bir yeni tezde ortaya çıkabiliyor. Buna Milliyetçi Hareket Partisi'nin hakkı yoktur. 

Bağımsız Türkiye Partisi Çatısı Altında Birleşip Türkiye’yi Kâinat Devleti Yapacağız

Sevgili kardeşlerim görüldü ki aziz milletimiz tarafından Bağımsız Türkiye Parti'mizin ortaya koyduğu bütün modeller kabul edilmiştir. E şimdi ne yapalım? “Biz Bağımsız Türkiye Partisi'ni elimize, elimizin altına alalım, başını ezelim. Onun sözünün, sesinin çıkmasına mani olalım. Ve onun dediklerine biz sahip çıkalım. E nasıl olmasa milletimiz hafızay-ı beşer olduğu için unutkandır. Onu bizim diye milletimize anlatalım” dönemine girilmiştir. Buna sizler kesinlikle müsaade etmeyeceksiniz. Şayet, şayet buna müsaade eder, bunlara kapılarımızı ardına kadar açarsak, o zaman şu anda yaşadıklarımızı tekrar tekrar yaşamak durumunda kalırız ki; milletimizin, vatanımızın, devletimizin Allah korusun imhası söz konusu olabilir. “Geliniz hep beraber el ele verelim. Bağımsız Türkiye Partisi bayrağı altında bir araya gelelim. Millet ve devlet sivil ve asker beraberliğini gündem ederek Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni  kâinat devleti, milletini kâinat milleti yaparım” diyorum. Var mısınız? Sağ olun. 


Milletlerin Haysiyeti Bağımsızlıklarıyla Eş Orantılıdır

Milletlerin, milletlerin haysiyeti bağımsızlıklarıyla eş orantılıdır. Bakınız iktisat kongresinde Mustafa Kemal Atatürk “bütün cihan halkı bilmelidir ki, Türk halkı hâkimiyetini hiçbir şahıs ve makama veremez.” Çok önemli. Biz hâkimiyetimizi ne bir şahsa verebiliriz, ne de bir makama verebiliriz. “Hâkimiyet” demek “şeref” demek, “namus” demek, “haysiyet” demektir. Milletin bu evsafı medeniyye ve insaniyesinin terkini talep etmek onu insanlıktan çıkarmak demektir. 20. yüzyılda kaybedilmiş bir tek istiklal mücadelesi yoktur. Bayrağımız gönderden indirilmeye çalışılıyor. Otuz bin insanımızı şehit eden Apo tekrar muhakeme edilmek isteniyor. Topraklarımız yabancılara maalesef peşkeş çekiliyor. Bu iktidar döneminde Türkiye'nin “Kıbrıs” diye bir davası kalmamıştır ve 1960 duruşunu maalesef Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin sırtını dönerek terk etmiştir. Sayın Başbakan bütün bunlara “evet” derken “bizi AB bölmek istiyor. Avrupa Birliği bölmek istiyor” diyor ve ilave ediyor. “Ama biz Avrupa Birliği'nin karşısında yine dimdik ayakta duruyoruz” diyor. Şimdi Sayın Başbakanıma buradan sesleniyorum. AB talimatlarına kelime kelime, harf harf uyan bu iktidar ve Sayın Başbakanım nasıl dik durmak bahsedebilir? Söyler misiniz? Ve yine Lozan'ı delik deşik eden bu iktidar değil midir? Mahallesinde bir tek Hristiyan'ın olmadığı ülkemde, otuz altı bin kilise evini açan bu iktidar nasıl olur da dik durmaktan bahsedebilir? Kıbrıs'ı Rum'a peşkeş çekerken, Türk askerinin başına çuvalı geçirirken bu iktidar dik durmaktan bahsedebilir mi?

AK Partisi Avukatları Mahkemeye Başörtüsü Yasağı “Sürsün, Devam Etsin” Diye Teklif Veriliyor

Sevgili Konyalılar Türk milleti AK Partisi'ni 364   milletvekiliyle iktidara taşımıştır. Niçin bu kadar vekil vermiştir,  Sayın İktidara? Bunlar tek başına iktidar olsun, “benim bunca yıldır halledemediğim bütün meselelerimi, gerek ekonomimi, gerekse başörtüsü meselemi, açlığımı, ekmek meselemi, hülasa bütün iç ve dış problemimi bu iktidar halletsin” diye, bu iktidara yüce milletimiz bu derece destek vermemiş midir? Peki, peki bu iktidar buna karşılık ne yapmıştır? “Başörtüsü bizim namusumuzdur” diyerek söz vermesine rağmen, sonradan verdiği sözden dönmüş, daha dün birkaç gün önce hepinizin bildiği gibi AK Partisi'nin avukatı Münci Özmen Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nde ve Dışişleri Bakanı Sayın Gül Türkiye'de; bakınız Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nde, yapılan başörtüsü yasağına “sürsün, devam etsin” diye avukatları tarafından teklif veriliyor. Sayın Gül de bu yasağın devam etmesi için “biz hükümet olarak karar aldık. Bütün dünyaya bunu deklere ediyor.” Hangi yüzle bunu siz şimdi çıkıp da halledeceğiz “başörtüsü meselesini halledeceğiz” diyebiliyorsunuz? Bunun hesabını Konya'dan biz hep beraber soruyoruz. Var mısınız? 


Dinlerarası Diyalog Oyununu Amerika Birleşik Devletleri, Avrupa Birliği, Vatikan ve İsrail Tezgâhlamıştır

İstiklal Savaşı'nı vererek elde ettiğimiz bağımsızlığımızı bugün biz maalesef Avrupa Birliği'ne devrettik. Paramızı pul haline getirdik. Avrupa bayrağını göndere çekip, kendi bayrağımızı flama haline getiriyoruz. Türk insanına iş ve aş bulmak yerine; açlık ve yoksulluğu önüne maalesef atıyoruz. Türkiye'yi temsil eden Avrupa Birliği zirvesinde Sayın Başbakanımız Erdoğan'dan hepimiz millet olarak şunu beklerdik. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nde şunu sorsun. “Siz Avrupa Birliği Mahkemesi İnsan Hakları Mahkemesi olarak hangi gerekçe ile Apo’nun davasını bozuyorsunuz? Tekrar bunu siz muhakeme edin diye Türkiye'nin önüne koyuyorsunuz.” Biz bunun sorulmasını şahsen ve parti olarak millet olarak beklerdik. Maalesef bunu göremedik. Ve yine, ve yine Sayın Başbakanımızın Soykırım iddiasıyla milletimizi ve devletimizi her zaman ilzam eden bu Ermeni meselesinde ortaya çıkıp o zirvede “hangi soykırımdan bahsediyorsunuz? Aslında soykırım var ise bunu yapan Ermenilerdir” deyip, bir bu, “bu bir mukateledir. Bu mukatelede ölen, öldürülen hiçbir zaman hesaba gelmez. Bunu sormaya sizin değil dünyada hiçbir ferdin, hiçbir milletin, hiçbir devletin hakkı yoktur” demesini beklemiyor muyduk ? Sevgili kardeşlerim, Sayın Başbakan bu konulara değinmek yerine “bulunduğumuz coğrafyanın, yani Türkiye'nin Avrupa ve Asya kültürleriyle dinlerarası diyaloğun ilerletilmesi, özel bir sorumluluk yüklendiğinin bilincindeyiz” demektedir. Yani “bizim meselemiz dinlerarası diyalogdur” diye bu toplantıda ilan ediyor. Böylece sanki başbakan bu zirveye dinlerarası diyalog toplantısı için iştirak ettiğini beyan ediyor. Avrupa Konseyi, ruhaniler meclisi midir ki, siz kalkıp da diyalogdan bahsediyorsunuz Sayın Başbakan? Aziz Konyalılar, dinlerarası diyalog dünyayı Hristiyanlaştırmak için Vatikan'ın ortaya koyduğu bir projedir. Bu projeyle yapılmak istenen Türk milletini Hristiyanlaştırmak, Anadolu coğrafyasını Türk milletinin elinden almaktır. Öyleyse diyalog siyasi bir misyondur. Dini gayesinden çıkartılıp işgal edecekleri coğrafyaları bununla işgale hazırlamaktır. Bu oyunu Amerika Birleşik Devletleri, Avrupa Birliği, Vatikan ve İsrail tezgâhlamıştır. Şimdi de bize “gelin bu oyunu siz hayata geçirin” diyorlar. Aslında bu siyasi oyun hukuken ve fiilen laiklik ilkesine de aykırıdır. Laikliğin dine karşı devleti, devlete karşı dini koruyan iki yönü mevcuttur. Dinin şekillenmesi kendi kaynakları    içinde ve o kaynakları bilenler tarafından gerçekleşmesi lazım iken, bu yapılanma siyaseti kesinlikle ilgilendirmez. Şimdi nasıl oluyor da Sayın Başbakan devlet adına dinin şekillenmesini misyon ediniyor ve bunu Türk Devleti'nin sorumluluğu olarak ilan ediyor. Başbakan bu ifadelerle, dini hayata müdahale etmiş olup laikliği ihlal etmiştir. Nasıl devleti din adına şekillendirmek suç ise, dini de devlet adına şekillendirmek suçtur. Başbakan bu suçu işlemektedir. Bu oyunlara yapılanmak istenen Türk milletinin sömürülmesi, coğrafyasının işgal edilmesi, laik demokratik Türk Cumhuriyeti'nin yok edilmesi için başvurulmuştur. Hep beraber buna Konya'dan sesleniyor ve diyoruz ki “hayır buna biz Türk milleti olarak müsaade etmiyoruz.”   


Irak'ta Öldürülen İnsanların Sorumlusu Bu Hükümettir

Okyanusun ötesinden gelip, komşu ülkemiz Irak'ı işgal edenler, kendi başına bu işi yapmamıştır. Bunu iktidarın yardımıyla, Sayın Tayyip Bey'in başbakanı olduğu, başbakanı olduğu hükümetin yardımıyla hayata getirmiş, bunu yapma imkânını bulmuştur. Yani sokaklarda öldürülen, caddelerde öldürülen, yüz binleri aşan, her gün kan, gözyaşı maalesef bu iktidar sayesinde Irak'ta akmaya devam etmektedir. Elli bin kadınımızın ırzının kirletilmesi, bu iktidara destek verenler ve bu iktidara ait olanlara aittir sevgili kardeşlerim. Hepinizin ayıkması, hepimizin ayıkması gerekmektedir. Bunları yapan Amerika Birleşik Devletleri askerlerine Sayın Başbakan “kahraman, Amerika Birleşik Devletleri askerlerinin evlerine sağ salim dönmeleri için dua ediyorum” diyen Sayın Başbakan, hangi yüzle bu millete ve İslam âlemine hesap verecektir? Bunun hesabını bu meydandan soruyoruz. Irak'ta öldürülen insanların sorumlusu bu hükümettir. Namusları kirletilen kadınların vebali bu hükümete aittir. 

“Avrupa Birliği İstiyor” Bahanesiyle Milletin İnancı, Eğitimi ve Değerleri Hedef Alınmaktadır

Sevgili Konyalı kardeşlerim, 28 Şubat sürecini hukuken bu iktidar gündeme getirmiştir. AK Partisi 219. maddesiyle TC kanununun, 219. maddesiyle din görevlilerine bir yıl hapis cezası getiriyor. Nasıl? Eğer bir imam efendi, bir müezzin efendi, herhangi bir din görevlisi iktidarı eleştirir ise, bir yıl hapis cezası getiriyor. Daha yine bu yasada 263. maddesinde, 15  yaşından küçük çocuklara namazı, namaz surelerini, abdesti, gusülü öğretenlere ve bunlara yer tahsis edenlere üç yıla kadar hapis cezası getiriyor. Aziz Konyalı kardeşlerim, bundan haberiniz var mı? Üç yıla kadar siz mesela bu yaz evinizde çocuklarınıza 15  yaşından küçük olan çocuklarınıza namazı, abdesti, gusülü öğretmeye kalksanız size üç yıla kadar hapis cezası getiriyor. Buna ne diyorsunuz? Evet sandıkta soracağız. Hiç kimsenin bunda kuşkusu olmasın. Buna rağmen, buna rağmen Müslüman bu millete bunu uygularken imar yasasının 9. maddesindeki cami ibaresi yerine, ibadethane kelimesi koymuştur. Neticede bir tek Hristiyan'ın olmadığı yerde, otuz altı bin kilise evini bu iktidar açmıştır. Yani sana Kur'an okumayı, abdest almayı, gusül abdesti almayı yasak ederken, bir tek Hristiyan'ın olmadığı mahallede, mahallelerde otuz altı bin kilise evini açmıştır. Bunun hesabını sormaya var mısınız? Diyanet Vakıf-Sen Genel Başkanı Bilal Eser, “kırk bine aşkın gencimizin Hristiyan olduğunu” ifade ediyor. Bu iktidar döneminde bütün bunlar olurken sevgili kardeşlerim, bakınız Gazi Mustafa Kemal'in bu konudaki tavrı ne kadar açık ve net. Bursa Amerikan Kız Koleji'nde Hristiyanlık propagandasıyla, üç kız öğrenci Hristiyan olmuş. Bunun üzerine Gazi Mustafa Kemal Atatürk, 29 Ocak 1928’de Bakanlar Kurulu kararıyla bu okulu kapatmıştır. Aziz milletim bu vahim gelişmelerin tamamı “Avrupa Birliği istiyor” bahanesiyle maalesef hayata geçirilmek istenmektedir. Sadece bunlarla mı kalınıyor? Şimdi dikkat edin, “Avrupa Birliği istiyor” diye eğitimde uygulamalarda neler var? Onların yazıp gönderdikleri, okullarda okuttukları kitaplardan bahsedeceğim sizlere. Hiçbirimizin haberi yok. Ama çocuklarımızın nasıl adım adım dinden uzaklaştırıldıklarını hep beraber görelim. Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi beşinci sınıf kitabının on sekizinci sayfasında, yedinci madde aynen şöyle. “La ilahe illallah” kelimesi yazılıyor. “Muhammed Resulullah” kelimesi, kelime-i tevhitten şehadet cümlesinden çıkartılıyor. On beş asırdan beri kelime-i tevhid zikredilirken, “Muhammed Resulullah” ile beraber zikredilirken bunların iktidar döneminde, Avrupa Birliği’nin isteğine rağm olarak “Muhammed Resulullah” kelimesi; yani “Muhammed Allah'ın Resulüdür” cümlesi çıkartılıyor. Buna şamar gibi cevap vermeye hazır mısınız? Yine Aziz Konyalılar, yine Aziz Konyalılar, 2003 yılında bu iktidar döneminde yapılan Milli Eğitim Bakanlığı'nın bir deneme sınavı. Eğitim Bakanlığı'nın bu sınavda sorusu şu: “Son peygamber kimdir? Hangi peygamberdir?” “Hazreti Muhammed midir? Hazreti İbrahim midir? Hazreti Musa mıdır? Hazreti İsa mıdır?” Cevap anahtarında şayet siz “Hazreti Muhammed” olarak bunu işaretlediyseniz, yanlıştır. “Son peygamber Hazreti İbrahim'dir” deniliyor. “Son peygamber Hazreti İbrahim'dir” deniliyor. Buna şamar gibi cevap vermeye var mısınız? Hâlbuki Allah'ın kitab-ı keriminde de mukayyettir ki, “son peygamber, ahir zaman peygamberi, ülü'l-azm insan Hazreti Muhammed Mustafa'dır.” Bu insanın bayrağı ve sancağı, bu milletin bayrağı ve sancağı itikad ölçüsü Muhammed Mustafa'yı hiç kimse bu milletin elinden ve gönlünden alamayacaktır. Peki, son peygamber, “son peygamber İbrahim'dir” diyen kimdir? Avrupa Birlikçileridir. Şimdi var mısınız şamar gibi bunlara bu seçimde cevap vermeye var mısınız? Evet, bu millet bu hesabı sandıkta soracaktır. Hiç kimsenin bunda kuşkusu olmasın. 


Biz, Dinimizi Değiştirmek İsteyen Avrupa Birliği’ne Karşıyız

Sevgili milletim, aziz Konyalılar, aziz Konyalılar, bakınız peygamberimiz veda hutbesinde, veda hutbesinde “ben size iki kaynak bırakıyorum. İki kaynaktan biri Allah'ın kitabı Kur'an, diğeri de benim sünnetimdir” buyuruyor. Şimdi bugünkü din dersi kitaplarında peygamberimize ait olan “sünnet” kelimesi maalesef çıkartılmıştır. Niçin? Avrupa Birliği bunu böyle istiyor diye bunun da hesabını sormaya var mısınız? Evet, bu millet kardeşimin de söylediği gibi hep beraber söyleyelim. Biz dinimizi değiştirmek isteyen Avrupa Birliği’ne topyekûn karşıyız. Var mısınız? 28 Nisan 2005 Perşembe günü ilköğretim sekizinci sınıflarında uygulanan seviye tespit sınavlarında bakınız enteresandır. “Peygamberimizin yaşadığı zaman ve koşullarla ilgili boyutu yöresel olup, evrensel değildir. Bunun için peygamberimizin kendi örf, adetleri ve o zamanki uygulamalar dini açıdan bizi bağlamaz.” Yani “peygamberin sakal bırakması, misvak kullanması bizi bağlamaz. Bunların sünnetle alakası ilgisi yoktur” diyorlar. Ne diyorsunuz? Şimdi bunlara, şimdi bunlara cevap vermeye hep beraber hazır mısınız? Bütün bunlar sevgili kardeşlerim, bir Vatikan projesidir. Kelime-i şehadetten, kelime-i şehadetten “Muhammed Resulullah” ibaresini çıkartan bu insanlar dinleri sayarken artık bizim kitabımızda olduğu gibi, inancımızda olduğu gibi değil, hak ve batıl ölçüsünde değil, bütün dinleri sayarak yani bunun içinde Budizm vardır. Bunun içerisinde Ateşperestlik vardır. Bunun içerisinde Musevilik vardır, Hristiyanlık vardır. İşte İslam'da bunlardan bir tanesidir, seviyesine %99’u Müslüman olan bu milletimizin evlatlarına öğretilmektedirler. Buna da şamar gibi cevap vermeye var mısınız? 


Hiçbir Millet Tarih Boyunca Dinini İnkâr Ederek Bir Yere Varamamıştır

Hiçbir millet tarih boyunca dinini inkâr ederek bir yere varamamıştır. Bu arkadaşlar geçtiğimiz günlerde bildiğiniz gibi korkunç bir ifrattaydı. Kalkıp sokaklara milleti birbirine koymak “cihat cihat” diye bağırırken bendeniz “yanlış yapıyorsunuz. Ülkemizdeki hukuk milletimizin Müslüman olmasına mani değildir” dediğim günlerde, “sen korkuyorsun, ödleksin” diyen adamlar; şimdi o “cihat, cak cak” dedikleri sözleri terk edip milletimizin inancının karşısına çıkıyorlar. Var mısınız şamar gibi cevap vermeye? Bakınız, bakınız yine şu andaki iktidar okullara bazı kelimelerin kullanılmasını yasak olarak talimatla beyan ediyor. Bir: “Beytülmal, Biat, Cemaat, Cihad, Darü’l-Erkam, Darülharp, Darü’l-İslam, Emîrü’l-Mü’minîn, Fetva, Firavun, Halife, Hicret, Halîfetü’l-Mü’minîn, Hizbullah, Hizbu’ş-Şeytan, İmam, İmamet, İnfak, Kâfir, Kârûn, Kışla, Laikler, Laikçiler, Medine dönemi, Medrese, Mekke dönemi, Molla, Mücahid, Mümin, Münafık, Müstaz'af, Müstenkif, Seyda, Şehadet, Şehit, Şeriat, Şeyh, Şeyhülislâm, Şirk, Şûrâ, Tâğut, Tebliğ, Tekke, Tevhid” “Bu kelimeleri kullanamazsınız” diyor. Şimdi kardeşlerim bunlar bugüne kadar iktidar olmak için, bu kelimeleri kullanarak bu noktaya gelmediler mi? Şimdi de ne yaptılar? Hadi kelimelere “geriye dön, marş marş” deyip “Allah'ın selameti başına olsun” diyorlar. Var mısınız bunu yapanlara hesap sormaya? Var mısınız yapanlara hesap sormaya? Onlar dün ifrattaydılar. Bugün de karşı tarafa geçip aynı ifratı devam ettiriyorlar. Yaptıkları iş “Dinler Bahçesi, Halepli Bahçesi” adı altında kiliseleri ve de havraları ihya etmektir. Müslüman'ın itikadına gem vurmak, onun önünü tıkamaktır. Ama bu milletin inancı bunları sel gibi çiğneyip aşacaktır. Hiç kimsenin kuşkusu bunda olmasın.

Madenlerimiz İki Milyar Dolar Karşılığında Yabancı Şirketlere Peşkeş Çekiliyor

Biz bu meydanlara çıkmadan “kuşatma altındaki Türkiye” dediğimiz zaman bize “biraz da ifrata gidiyonuz” diyen arkadaşlarım, sonra, bizleri dinledikten sonra, “hocam meğer siz çok doğru söylediniz. Bizim bunlardan haberimiz yok, özür diliyoruz” beyanlarında bulundular. Biz şimdi doğru mu söylüyoruz? Az mı söylüyoruz? Söyler misiniz? Bu iktidar, sevgili kardeşlerim sadece bunları yapmakla da kalmadığı, yaptığı işler çok daha da vahim. Şöyle ki hem kültürümüzü, hem medeniyetimizi, hem de siyasetimizi imha ederken, şimdi de topraklarımızın elimizden çıkması için ne yapılması gerekiyorsa bunları yapma durumuna gelmişlerdi. Hâlbuki Anayasa Mahkemesi'nin 1986/24 sayılı kararına göre, bakınız alınan karar: “toprak bir devletin vazgeçilmez unsuru, egemenlik ve bağımsızlık simgesidir toprak.” “Bu karara rağmen bunlar bu kararı delmiş maalesef beş milyon metrekare yerimiz Türk milletinin elinden çıkartılıp ecnebi milletlerin ve devletlerin eline geçmiş vaziyettedir.” Şimdi sizlere bakınız bunu yapmak için ortaya koydukları çıkardıkları kanunları söylüyorum. 5 Haziran 2003'te doğrudan yabancılara yatırımlar kanununu çıkardılar. 3 Temmuz 2003'te köylerden yabancılara toprak satışına izin verilen kanun çıkmıştır. 17 Temmuz 2003'te yabancılara gayrimenkul satışına izin veren kanun çıkartılmıştır. İşte bu kanunların çıkışından sonra memleketimizde beş milyon metrekarelik yer elimizden alınmış yabancı ecnebi kişilerin tasarrufuna maalesef terk edilmiştir. Bunun yanında, öyle şirketlere ruhsatlar verilmiş ki, 400 bin kilometrekareye ulaşan yeraltı kaynaklarımızın tamamı şu anda sayacağım yabancı şirketlerin tasarrufun geçmiştir. Hiçbirinin Türk Milletiyle, Türk Devletiyle, alakası yoktur. Rio Tinto şirketi 2, Anglo Amerikan şirketi, Cominco Kanada şirketi, Eldorado Gold Amerika Birleşik Devletleri şirketi, Kanof Almanya şirketi, Omya İsviçre şirketlerinin tasarrufuna geçmiştir. Rio Tinto İngiltere şirketine otuz ruhsat verilmiştir. Anglo Amerikan ABD şirketine 20 ruhsat verilmiştir. Cominco Kanada şirketine 191 ruhsat verilmiştir. Eldorado Gold şirketine 150 ruhsat verilmiştir. Kanof Alman şirketine 59 ruhsat, Omya İsviçre şirketine 85 ruhsat verilmiştir. Bütün bunları topladığımız zaman sevgili kardeşlerim, 400.000 kilometrekareye ulaşmış durumdadır.  Yeraltı kaynaklarımızın tamamını yabancılara peşkeş çektiler. Hem de iki milyar dolar karşılığında, iki milyar dolar karşılığında bütün bu madenlerimiz, üç katrilyon dolarlık madenlerimiz bu yabancı şirketlere peşkeş çekilmiştir. Zannediyorduk ki bunlar on, on beş bin kilometrekare toprağı elimizden aldılar. Bunların altındaki madenleri araştırıyorlar. En son öğrendiğimize göre yüz, yüz elli bin kilometrekareye her bir şirketin tasarruf alanı ulaşmıştır. Maalesef bu bilgileri biz kendi bakanlıklarımızdan öğrenemiyoruz. Ve kendi bakanlıklarımıza müracaat ettiğimiz zaman, hiçbirinde bir tek kelime bilgi yok. Nereden öğreniyoruz? Bu şirketlerin internet sitesine girin oradan elde ediyorsunuz. İnternet sitesinde verdikleri bilgiler bunlar. Buna göre yeraltı kaynaklarımızın tamamı elimizden çıkmış durumdadır. Kardeşlerim kırk küsur madenimiz var. Bunların toplam tutarı üç katrilyon dolardır. Altın madeni dünyada Türkiye ikincidir. Birincisi Güney Afrika, ikincisi Türkiye'dir. Bakınız biz Bağımsız Türkiye Partisi olarak ne yapacaktık? Millet ve devlet ortaklığıyla bütün bu madenleri işletmeye koyacaktık. Sizler patron olacaktınız. Ve fakirliğe son verecektik. Ama diyeceksiniz ki “şimdi bunları elimizden alıp bu şirketlere verdiler. Siz ne yapacaksınız sayın genel başkanım?” Merak etmeyin. Yapacağımız husus şudur. Çağıracağız tek tek şirketleri. “Gelin bakalım. Ne verdin?” Rio Tinto şirketi. “Kaç para verdin, filan yerdeki maden aramasına? Bu ruhsatlara ne verdin?” Faraza “ben beş yüz milyon dolar verdim” diyecek. “Al sana bir buçuk milyar dolar geriye dön, marş marş” diyeceğiz. “Eldorado Gold, sen gel bakalım. Sen ne verdin?” “E işte ben de üç yüz milyon dolar verdim.” “Öyle mi? Al sana dokuz yüz milyon dolar geriye dön, marş marş” diyeceğiz. Onları kendi paralarının iki, üç üstünü vererek geriye gönderdikten sonra yapacağımız iş, bu maden şirketlerini vallahi de, billahi de, tallahi de milletimle el ele verip işletmek olacak. Var mısınız? Var mısınız? 


Avrupa Birliği’ne ve IMF’ye “Hayır” Diyoruz

Özelleştirmede sadece bir örnek vereceğim, çünkü bunları tek tek elimize alırsak akşama kadar burada kalmamız gerekecek. Sizin de buna vaktiniz müsait değil. Erdemir'in özelleşmesi konusunu burada bu meydanda siz kardeşlerimize açacağım. Erdemir Avrupa'nın en büyük üç demir çelik kuruluşundan bir tanesidir. Erdemir Türk sanayisinin üç tane kilit kuruluşu vardır, onun bir tanesidir. Otomotivden, tekstile kadar bugün elimizde sanayi adına ne varsa onun altyapısını Erdemir hazırlamıştır. Erdemir Türkiye'nin kar rekorlarında kıran ve on beş bin insanımızın çalıştığı istihdam edildiği de iş yeridir. Bakınız Erdemir'imizin bu güzel kazancına rağmen Sayın Başbakan Erdoğan, Fransa Cumhurbaşkanı Chirac beraber oluyorlar. Bir buluşmada yönetim kurulu başkanı Erdemir'in, yönetim kurulu başkanı hazır oluyor. Bir müzakere tarihi Avrupa'dan alabilmek için Erdemir'imizi peşkeş çekiyorlar. Haberiniz var mı? Haberiniz var mı? Evet, şimdi hesap soracaksınız vekillerinize. “Erdemir'i satamazsınız” diyeceksiniz. Var mısınız? Erdemir hükümetin 17 Aralık öncesinde gittiği her an Avrupa ülkesinde verdiği tavizlerden yalnızca bir tanesidir. Arcelor firması olan bir Fransız firmasına peşkeş çekilmek üzeredir. Ve TÜPRAŞ’ı Türk Hava Yolları’nı ki bunlar en fazla kar getiren kurumlarımızdır. Sevgili kardeşlerim bütün bunları yapan yine bu iktidar partisidir. Türkiye'nin her konuda olduğu gibi, bu konuda da maalesef iktidar partisi azami dikkat yerine asgari dikkati dahi göstermemekte, Türk milletinin menfaatlerine sırt dönmektedir. Bağımsızlık milletimizin karakteridir. Bir devlet için bağımsızlık; yasama, yürütme ve yargı erklerini hiçbir gücün etkisinde kalmadan düzenlenebilmesi demektir. Yani “Türkiye Cumhuriyeti tam bağımsız bir devlettir” diyebilmek için; yasama, yürütme ve yargı yetkisini anayasada belirttiği şekilde kullanması şarttır. Değiştirilemeyecek hükümler arasında yer alan bu yetkinin devri veya içinin boşaltılması anayasamızın ruhuna tamamen aykırıdır. Bu durumda ortaya çıkacak durum ise anayasa aykırılık nedeniyle kabul edilemez. Buna göre “Avrupa Birliği'ne gireceğiz” bahanesiyle. Avrupa Birliği, Amerika Birleşik Devletleri ve IMF istekleri doğrultusunda yasama, yürütme ve yargıya yapılan müdahaleler aslında bağımsızlığa müdahaledir ve anayasanın da ruhuna aykırıdır. Bir manada yapılan anayasanın ihlalidir. Yasama yetkisinin hiçbir dış müdahale olmadan kullanılabilmesi manasına gelen egemenlik, anayasanın 6. maddesinde düzenlenmiştir. Buna göre “egemenlik kayıtsız şartsız milletimizindir.” Yasama yetkisi ise 7. maddeye göre “Türk milleti adına, Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne verilmiştir.” Bugün anayasanın 90. maddesinde yapılan değişiklik ile, milletler arası anlaşmalar kanunların üzerinde sayıldığı için bu konularda meclis iradesi dolayısıyla meclise o etkiyi veren milletin iradesi kalmamıştır ve kalkmıştır. Bu durum yasama yetkisinin içini boşaltmış, onu maalesef sembolik hale getirmiştir. Anayasanın 8. maddesine göre yürütme yetkisi ve görevi başbakan ve bakanlar kurulu tarafından anayasa ve kanunlar uygun olarak kullanılır ve yerine getirilir. Başbakan ve bakanlar kurulu tamamen Avrupa Birliği,  ABD, IMF istekleri doğrultusunda hareket etmektedir. Tezkere görüşmeleri sırasında, Amerika Birleşik Devletleri'nin istedikleri açısından gündem edilmiş, meclis kararı olmadan incirlik sırf “ABD istiyor” diye Birleşik Devletler’e verilmiştir. “AB istiyor” gerekçesiyle meclise sunulan yasa teklifleri ortadan kaldırılmıştır. Ekonomimize IMF direktörlerinin talimatlarıyla yön verilmektedir. Bu güçlerin istekleriyle hareket etmek, yetkinin içinin boşaltılmasıdır ki bu durum anayasanın da ruhuna aykırıdır. Anayasanın 9. maddesine göre “yargı yetkisi Türk milleti adına bağımsız mahkemelerde kullanılır.” Bugün otuz bin insanımızı şehit eden Apo'yu yargılayıp idam alan mahkemelerimizin kararı, “dışarıdan infazı istenmiyor” diye rafa kaldırılmıştır. Hangi bağımsız yargıdan Türkiye'de bahsedilebilir? O bakımdan biz bütün bunları bize dayatan Avrupa Birliği'ne, IMF'ye “hayır” diyoruz. Var mısınız? 


Avrupa Birliği Milletimizin Medeniyetinden Kopartılması ve Coğrafyasının Yabancılara Terk Edilmesidir

Sevgili Konyalılar o halde Avrupa Birliği nedir? İsterseniz birkaç cümlede buna temas edelim. Avrupa Birliği beş bin yıllık Türk tarihinin, on beş asırlık İslam medeniyetimizin ve seksen yıllık cumhuriyetimizin haçlı mezarlığına gömülmesidir. Avrupa Birliği milli egemenliğimizin yabancılara devredilmesidir. Devletimizi ve milletimizi Batı’nın himayesine, haçlı mandası haline getirmektir. Avrupa Birliği devletimizin yasama, yürütme ve yargı erklerinin yabancılara devredilmesidir. Avrupa Birliği Ay- yıldızlı Bayrağımızın gönderden indirilmesidir. Avrupa Birliği bağrında iki yüz elli üç bin şehidimizin yattığı Çanakkale’mizden haçlının geçirilmesidir. Avrupa Birliği Anadolu’muzun otuz altı etnik parçaya bölünmesidir. Avrupa Birliği mukaddes vatanımızın göz göre göre satılmasıdır. Avrupa Birliği laik demokratik Cumhuriyetimizin kuruluş senedi olan Lozan'ın delik deşik edilmesidir. Avrupa Birliği ekonomik, kültürel, tarihi ve insani değerlerimizin yok pahasına yabancılara peşkeş çekilmesidir. Avrupa Birliği Lozan Anlaşması’na aykırı olarak mukaddes vatanımızda türetilen kilise evlere ve misyonerlik odaklarına milletimizin teslim edilmesidir. Avrupa Birliği aziz milletimizin yüce medeniyetinden kopartılması, coğrafyasının yabancılara terk edilmesidir. Avrupa Birliği istiklal ve istikbalimizin yok edilmesidir. Avrupa Birliği Sevr’in ta kendisidir. Şimdi Aziz Konyalılar buna “hayır” demeye var mısınız? 


AK Partisi İktidarı Tarımı ve Hayvancılığımızı Bitirmiştir

Müsaade ederseniz bundan böyle de birkaç ekonomiye söz edelim. Ekonominin Türkiye'de düzeldiğini ve dokuz onda dört oranında, dokuz onda dört oranında büyüme hızımızın arttığını bu iktidar ifade ediyor. Bakınız Ankara Sanayi Odası Başkanı Zafer Bey ne söylüyor. “Ben, ben akşama kadar iş bulma kurumu gibi çalışıyorum. Bir sürü insan bunun içinde siyasi var, bunun içerisinde bakanlar var -çok net olarak söylüyorum bunu- iktidar olan, iktidarda olan partinin hükümetin bakanı, kendi yeğenini, kendi yakınını işe girmesi için bana gönderiyor. Benden medet bekliyor. Ama bu konuda da tabii çok fazla bir şey yaptığımı söyleyemem, mümkün değil. Çünkü dediğim gibi bir dengesizlik var.” Bugün sevgili kardeşlerim iç ve dış borç toplamımız, üç yüz seksen milyar dolar civarındadır. Mevcut iktidar döneminde iç ve dış borçlarımız yüz yetmiş milyar dolara çıkmıştır. Bu iktidar döneminde iki yüz yirmi bin iş yerimiz kapanmıştır. Köylü her geçen gün fakirleşmiştir. 1997 yılında iki kilogram buğdayla bir ekmek alan köylü, bugün altı kilogram buğdayla maalesef bir ekmek alma durumundadır. 1997 yılında iki nokta seksen altı gram buğdayla, bir litre mazot alan köylü, bugün altı nokta seksen sekiz kilogram buğdayla bir litre mazot alıyor. O elli altı ton buğdayla bir traktör alan köylümüz, bugün yüz on bin ton buğdayla, yüz on ton buğdayla bir traktör alabiliyor. AK Partisi iktidarı hayvancılığımızı da bitirmiştir. Koyun varlığımız kırk milyondan, yirmi beş milyona düştü. Sığır varlığımız on üç milyondan, yedi milyona düştü. Önümüzdeki yıllarda et açığımız yüz yetmiş bin ton olması bekleniyor. Gümrük Birliği sayesinde et açığımız on dokuz bin tona ulaşmıştır. Ama en büyük darbeyi tarım kesimi yemiştir. İki yıllık AK Partisi iktidarının en fazla mağdur ettiği kesim maalesef tarım kesimidir. AK Partisi iktidarının dayattığı IMF programıyla tarım ürünlerine tahditler, kotalar ve kısıtlamalar getirilmiştir. Fındık, tütün, şeker pancarı sökülmüş, mısır, buğday üretimden elini, eteğini çekmiştir. AK Partisi destek alımlarına son vermiştir. Tarım Kooperatifi ve birlikleri devreden çıkartılmış, çiftçi, gübre ve ilaç alamaz hale gelmiştir. Çiftçilere kredi desteği kesilmiş ve de fahiş fiyatlar önüne konulmuştur. Seksen yıl boyunca kendi kendine yeten bir tarım ülkesi olan Türkiye bugün bir milyar dolar, dış ticaret açığı verme noktasına gelmiştir. AK Partisi tarımı tamamen baltalamıştır. Bu hükümet döneminde buğday üretimi %12, 10/6; fındık üretimi %20; tütün üretimi %5, 10/4; kayısı üretimi %34, 10/8, şeftali üretimi %14, 10/8 oranında maalesef küçülmüştür. AK Partisi hükümeti köylülere doğal afetlerde tamamen yalnız bıraktı. Afetlerde hükümetin desteği de sıfır oldu. Marmara bölgesinde meydana gelen don olaylarında hasar %80, Manisa ve Kilis'te dondan etkilenen %84, Malatya'da kayısı bahçelerinde hasar %65’tir. Buna mukabil hükümet desteği sıfırdır. AK Partisi hükümeti tarıma 2005 yılı bütçesinde dört buçuk kat trilyon tahsis etmiştir. Buna göre sizin tarım kesimi olarak yılda kişi başına düşen rakamınız, iki yüz dolardır; yüz seksen milyondur. Yani iki yüz dolar bile değil. Bugün Amerika Birleşik Devletleri'nde kırk milyar dolar. Avrupa devletlerinde elli milyar dolar tarım kesimine yardımda bulunuyor. Sen bunun onda birini çiftçine yap, ondan sonra hiçbir şeyine karışma. Ama bütün bunları yapmazken Sayın Başbakan “biz Avrupa ve ABD gibi tarımı destekleyemeyiz” diyor. Yirmi beş milyon insanın geçimini düşünmeden, “destekleyemeyeceğiz” diyen Sayın Başbakan, diğer yandan Türkiye'nin Hristiyanlaştırılması projesi olan, diyalog projesine yüzlerce milyon dolar tahsis ediyor. Anadolu'daki harabe kiliselerinin tamiri, Antalya'daki Dinler Bahçesi’nin imarı veya hayata geçirilmesi, Urfa'daki Halepli bahçe projesinin hayata geçirilmesi ve orada kilise ve havraların yapılması, Karadeniz'de, Ege Denizi'nde, Akdeniz'de, Doğu'da, Güneydoğu'da, İç Anadolu'da, kısaca Türkiye'nin her köşesi ve bucağında kilise onarımlarına ve yenilerinin yapılmasında milyar dolarlar veren sayın iktidar, milletimizin tarım kesimini aç, susuz, bir harap bırakıyor. Ama bu milletin asıl evladı, köylüsü bunlardan mahrum kalan bu insanlar “biz bunun hesabını seçim sandığı başında soracağız” diyor. Hep beraber biz de bunlara katılıyoruz. 
Sevgili, sevgili milletim mısır yetiştirenler, buğday yetiştirenler, tütün ekenler, şeker pancarını dikenler, hayvancılıkla uğraşanlar, ormancılıkla hayatını geçirenler; işçim, memurum, bu iktidardan bir şey beklemeyin. İki buçuk yılda size ne verdi soruyorum. Söyler misiniz? Ne verdi? Söyleyin ne verdi? Hiçbir şey, çok doğru. Bundan sonra vermesi de mümkün değil. Onun için yediden yetmişe hep beraber gelin el ele verelim Bağımsız Türkiye Partisi'ni iktidara getirelim ki işçimizin cebi, memurumuzun cebi, orman köylümüzün cebi, tarım kesiminin cebi, yediden yetmişe herkesin cebi dolsun, karnı doysun diyorum. Var mısınız? 

Bağımsız Türkiye Partisi Sosyal Devlet Projesiyle Milletimizin Tamamına Elini Uzatacaktır

Allah nasip ederse Bağımsız Türkiye Partisi sosyal devlet projesiyle yediden yetmişe milletimizin tamamına elini uzatacaktır. Bakınız çok çocuklarımıza doğum ikramiyesi ve çocuk maaşı bağlanacak. Ana daha korkmayacak. “Bu çocuk dünyaya geldi. Biz bunu nasıl bakacağız?” Genç delikanlı evlenme çağında evlenme kredisi alacak. Nikâhını Berlusconi değil, bu milletin evladı, bu milletin başbakanı kıyacak. Genç oğullarım, genç delikanlılar, kızlar, hanımefendiler var mısınız? Var mısınız? Yani sizin nikâhınızı Allah nasip ederse biz Berlusconilere kıydırmayacağız. Biz kıyacağız bunu. Var mısınız? 
Hanımlara, hanımlara emeklilik getireceğiz. Kısmet olursa hanımlarımız da evlerinde oturarak milletinin büyüklerine bağlayacaktır. Yaşlı insanlarımız bir harap vaziyette. Ne yaptıklarını bilemiyor. Kahve köşelerinde ömürlerini geçiriyorlar. Yaşlı ağabeyler sizi de devletin garantisini alacağız ve devlet sizi her ay maaş vererek bakmak mecburiyetinde olacak. Var mısınız? Ama şimdi bana “evet” diyeceksiniz. Yarın dediğiniz “evet ”in arkasında yürüyeceksiniz. Aksi takdirde, aksi takdirde “bu elim kırılaydı” demeyeceksiniz. Var mısınız? 


Bağımsız Türkiye Partisi İktidarında Çiftçiye Avans Kredisi Verilecektir

Evet sevgili kardeşlerim. Gerek tarım kesimine, efendim tarım kesimi ne yapıyor? Buğdayını alacak, yani tohumunu alacak, gübresini alacak, mazotunu alacak, para yok cebinde. Şimdi Bağımsız Türkiye Partisi iktidarı döneminde vereceğimiz avans kredileriyle beraber henüz daha bağına, bahçesine, toprağına, tohumunu atmadan her şeyini devlet karşılayacak. Siz de gideceksiniz, tohumunuzu bahçenize atacaksınız. Yetiştirdiğiniz ürünlerle beraber devlete borcunuzu ödeyeceksiniz. Pazar probleminiz olmayacak. Devlet size, kapı kapı gezecek, pazar bulacaktır. “Buğdayımı yetiştirdim, satamıyorum” diyemeyeceksiniz. Çünkü buğdayınızı pazarlayacak devlet olacaktır. Var mısınız? Var mısınız? Evet sevgili kardeşlerim, Bağımsız Türkiye Partisi iktidarı bütün bunları yapmaya hazırdır ve de muktedirdir. Bu güneşin altında sizleri çok fazla tuttum. Ama hep beraber sizden bir tek söz istiyorum. O sözüm şu, o sözüm şu: Şimdi herkes mahallesine gitsin, köyüne gitsin. Bağımsız Türkiye Partisi'nin köy teşkilatına, mahalle teşkilatına, sokak teşkilatlarına, ilçe, belde, il teşkilatlarına kaydolup faaliyetlere başlasın. Bunun sözünü sizden istiyorum. Var mısınız? Var mısınız? Hep beraber sağ elimizi kaldıralım ve ilan edelim, “varız” diyelim. Var mısınız? Sağ olun, var olun. Hepiniz Allah'a emanet olun, sevgili Konyalı kardeşlerim. 
 

Bu sohbeti video olarak izlemek için play butonuna basınız



Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir