info@profdrhaydarbasenstitusu.org

Bağımsız Türkiye Partisi 6. Olağan Büyük Kongresi - Ankara / 22 Mayıs 2016

    Neler Okuyacaksınız

Seçilen Siyasetçiler Milletin Karnını Doyurmak ve Sırtını Giydirmekle Yükümlüdür

Bağımsız Türkiye Partisi'ne gönül veren çok kıymetli saygıdeğer arkadaşlarım. Ekranları başında bizleri seyreden aziz milletim, konuşmama başlamadan   evvel, evvela başkanlık divanının başkanı muhterem hocama ve divan heyetine , saniyen sizlere ve de aziz Türk milletine saygılarımı hürmetlerimi arz ederim. Esasen programı ben olduğum yerde bir, iki saat seyrettim. Bana söylenecek bir şey bırakmadınız. Arkadaşlar çok dolu. Akşam da gençliği seyrettim, 19 Mayıs hakkında program yaptılar. Hem Trabzon’da hem İstanbul'da. Onları tebrik ediyorum. Meselenin şuuruna vakıf olmuşlar. Endişem vardı, çekinirdim, korkardım. Bugün Hocam, Muhterem Prof. Dr. Ünal Emiroğlu hukuken de bunun imkânının olmadığının mührünü burada vurdu. Yalnız yüce milletimize ben bazı hususları hatırlatarak konuşmama başlamak istiyorum.
 Arkadaşlar, vatandaşlarımız seçim sandığının başına gidiyor, görüşünü ifade eden reylerini  atıyor. Sonra seçtiği siyasiden hiçbir şey beklemiyor. Seçtiği insanlar, memleketin tamamını kan gölünü haline getiriyor. Valla ben zannediyordum ki vatandaşlarımıza ayıkacak, sokağa çıkacak “böyle idare olur mu?” Hesabını soracak, protesto edecek. Ne gezer? Ses yok, seda yok. Sanki yapılanların tamamına razı olmuş da, “ya yenisini yapın, ne duruyorsunuz?” der gibi bir hali var. Kimin? Milletin. Daha seçilen insanlar da şunu bilmesi lazım. Biz bu millet adına, mecliste geldik, siyaset yapıyoruz. Onun karnını doyurmaya, sırtını giydirmeye mecburuz. Tavırlarıyla, sözleriyle, meclisin gayesi, vazifesi bu. Ama görüyorum ki meclis üyeleri, bakanları, başbakanı, ne aştan, ne işten bahsediyor. Aş, iş, meğer Haydar Baş’mış. 


Başkanlık Sistemi Milletin Karnını Doyurmuyor ve Terörün Önüne de Geçmiyor

Sevgili arkadaşlar, terör çözüm bekliyor. Birazdan ben temas edeceğim. “Çözülmez” dedikleri terörü Allah'ın izniyle biz çözeceğiz bunda kuşkunuz olmasın. 1984 yılından bu tarafa mermi ile bu işi halletmek istediler. Topla, tüfekle halletmek istediler. Ama gün geçtikçe bu terör önüne geçilmez bir canavar haline geldi. Yanlış bir yol takip ediyoruz. Ha bu olmayacak mı? Elbette olacak. Ne zaman benim dediklerimi devlet verdikten sonra başkaldıran olursa işte onun başını kopartacak. Karnı aç adamın, sırtı çıplak; yedirmiyorsun, içirmiyorsun, iş bulmuyorsun. Ondan sonra “niye dağa çıkıyorsun?” bunu deme hakkına sahip değilsin. Bunu diyebilmen için Haydar Baş ve ekibi olacaksın. Sevgili kardeşlerim  Allah aşkına soruyorum, şehit cenazelerimizin geldiği bugünde hükümet ne yapıyor bunun önüne geçmek için? Ne yapıyor? Soruyorum ben Allah aşkına biliyorsanız cevap verin. Ben şahsen anlamış değilim. Sayın Cumhurbaşkanım düzeni değiştirecek. Başkanlık sistemini getirecek. Ya başkanlık sistemi milletin karnını doyurmuyor. Başkanlık sistemi milletin sırtını giydirmiyor. Başkanlık sistemi terörün de önüne geçmiyor. Başkanlık sistemi, ona birazdan inşallah temas edeceğim. Maalesef bu milletin ayrılığı için biçilmiş bir kaftan. Ama eğer Sayın Cumhurbaşkanım beni dinler bu yoldan geçerse en hayırlı hizmeti bizzat kendine yapar. Hayır, dinlemez, “Sen de kim oluyorsun?” derse vallahi “kendi düşen ağlamaz” derim. 


Peygamberden Sonra Velayetin Kapısı ve Sahibi İmam Ali’dir

Sevgili arkadaşlar peki terörün geldiği bu noktada gelin hep beraber bir aile sohbeti yapalım. Siz kendinizi Güneydoğulu kardeşlerimin yerine koyun. Ben Güneydoğu'ya yıl içerisinde çok ama çok giden bir kardeşinizim. Gençlik yıllarımdan beri. Herkes İstanbul'a, batı tarafına giderdi. Ben Güneydoğu'ya giderdim. Gidiş sebebimi de bilmezdim. Niye gidiyorum? Ha isterseniz bir hatıramla bunu size iyi açıklayayım. Urfa'ya gittim. Gittik efendim orada Halilurrahman Camii’nde önünde bir zat oturuyor. Yaşlı. Allah Allah. Ya adam uyumuyor. Ne yaptığını ben şahsen anlayamadım. Epeyce durdum ona baktım. Şu anda Adapazarı merkez emekli vaizi, Fehmi Ercan sevdiğim arkadaşım, dostum o da benimle beraber. Dedim “ya Fehmi sen bu babadan bu dededen bir şey anladın mı?” “Vallahi” dedi “oturuyor ama boş oturmaması lazım.” Oturması benim dikkatimi çekti. Affedersiniz, tuvaletlerine gittik. Tuvaletlerde bol bol su akıyor. Bunlar dikkatimi çekti. Tuvaletleri dikkatimi çekti. Bir rahatlık, bir huzur, bir mutluluk. Orada Halilurrahman'da “Dede Osman Avni Baba” denilen büyük bir zat. Tanımıyoruz, bilmiyoruz o yaşlarda. Orada yatıyormuş. Gittik orada Fatiha okuduk ismini de bilmeden. Efendim o gidiştir gittik. Bu gelişimde gene gidiyorum hala ona gidiyorum. Dediler bir gün bana ki “bu zat peygamberden gelen maneviyatı Anadolu'ya taşıyan İmam Ali'nin vekilidir.” İnanın ben yine İmam Ali kim? Tamam biliyoruz da ya İmam Ali'nin vazifesi ne?  Seneler sonra işin içine bir girdik baktık ki peygamberden sonra velayetin kapısı ve sahibi Ali'ymiş o. İslam'da biliyorsunuz iki tane büyük yol var. Birisi nübüvvettir, o peygamberdir onun başı. Aynı zamanda velayetin de başıdır. Ama nübüvvet dönemi sona erdikten sonra artık resmen Allah'ın emriyle velayet dönemi açılır, açılmıştır. Onun da sahibini Allah İmam Ali olarak ilan etti. Muhammed'ine bildirdi. İnşallah bunu ayrı bir konu olarak bir gün size geniş geniş anlatırım. Oldu mu? Bu konuda arkadaşlar bu konuda iddialı değilim. Ama işin içinde bir anda kendimi buldum. On dört tane eser verdim.


Hayatımın Yarısı İlimle Geçti

Sevgili arkadaşlar ben ilahiyatçıyım. Çok ince bir ayrılıktan bahsedeceğim size. Artı Kur'an kurslarında okudum. Medrese tahsili gördüm. Bakın hayatıma bakın şu anda altmış dokuzdayım yarısı mutlaka ilimle geçti. Bak arkadaşlar iddiam şu. İmam Hatip Okulu'nda okudum. Rahmetlik annemin elinde değnek hep benim arkamda gezerdi. Erkeksen kaç. Kaçamazsın. Beni öyle takip ederdi ki Allah onu nur içinde yattırsın. Babam, “hanım” derdi, “ya bizim bir çocuğumuz var, bunu gel okutmayalım.” “E ne yapalım?” “Katır çobanı.” Bir at alacaklar, ben de köyü onunla beraber yük taşıyacağım, geçimimizi temin edeceğiz. Annem o kadar enteresan ki, sanki babamı dövecek, “bunu sen nasıl dersin? Benim oğlum hoca oğlu hoca olacak.” Ve hakikaten anamın oğlu hoca oğlu hoca oldu. Ya o kadar güzel bir manzara var ki, söyleyeceklerimi de unutuyorum ha. Neyse, biz işte ilahiyatı okuduk, İmam Hatip Okulu'ndan sonra. Ondan önce medrese okudum, İmam Hatip Okulu'na devam ederken medreseye devam ettim. İlahiyata devam ederken özel hocalardan Kayseri'de ders aldım. Allah rahmet eylesin ölenlere, çok istifade ettim. Efendim ve hayata atıldık. 
Bizde bir Duman Hoca vardı. Pardon, Ateş Hoca. Bir Ateş Hocamız vardı, rahmetli Baki Hocamızla birlikte. Bir temel atma merasimi,  o hocamız, oturduk sohbet ediyoruz. Şimdi enteresan, onun da doktora tezi var, “Sülemi'nin tasavvufi tefsiri.” Bu tefsirden ben birçok ayet, hadis ezberledim. Çünkü o günün şartlarında tasavvufa öyle bir düşmanlık vardı ki, anlatmam mümkün değil. Biz hocaya cankurtaran gibi, simidi gibi sarıldık. Onun bütün eserini ezberledik adeta. Fakat geldik, Elazığ'da bir sohbette, hoca bu yazdıkların tamamını inkâr ediyor. Rahmetli Baki Hoca, hadis ilminde çok ileri bir arkadaştı. Ben ondan çok istifade ederdim. O benim hocamdı, arkadaşımdı, dostumdu. 
Yine hocadan bir hatıra olsun, böyle gidelim değil mi? Şimdi, benim hafızam zayıf, askerdeyiz, subaylık imtihanına gireceğiz, sınavına. Ya okuyorum, okuyorum, rakamları hatırımda kalmıyor. Arkadaşlar, Baki Hoca benden önde, ben ondan sonra, o benim altta yatıyor, ben onun üstünde yatıyorum rahmetliyle. Dedim, “bak” dedim, “yarın” dedim, “sen kâğıdını yazacaksın, önüme koyacaksın, kenara çekileceksin, ben de bakıp yazacağım.” Aklımda kalmıyor, ölemem ya. Er olup da buradan gider. Rahmetli hakikaten dediğimi yaptı, yazdı, ben de kopya çektim, bakarak tabii. O doksan aldı, ben yüz. Böyle bir arkadaşımdı, Allah rahmet eylesin. Gece yarıları, bakın bu sizin için ölçü olsun. Diyelim saat bir, ben ciddi bir meselem oldu, işin içinden çıkamadım, hemen onu arardım. O zaman böyle telefonlar filan nerede… Atlardık arabaya, hocanın evinin oraya. Hoca “kalk bakalım”, kalkardık sabaha kadar. Neyse o konu onu çözmeye çalışırdık ve çözerdik arkadaşlar. 


Veda Hutbesi'nde İnsan Haklarını İlk Defa Akademik Olarak Ben Ortaya Koydum

Ben bu Bağımsız Türkiye Partisi gençliğinde bu ruhu görüyorum. İlahiyatçı arkadaşlar tanırlar, yani çok iyi değilsek de ilahiyatta fena değiliz. Yani sözü tutulan, sayılan bir arkadaşız. Efendim ama biz, bendeniz, Bakü Devlet Üniversitesi'nde doktora imtihanına girdim. O işleri hallettik. Doktora tezimin sunumunda, tezimi savunmam gerekti. Arkadaşlar, savunmam esnasında, tezim de “Veda Hutbesi’nde insan hakları”. Evet, insan hakları İslam tarihinde, bizim dini ölçülerimize göre, efendim, insan hakkı olarak geçer. Anlatabildim mi? Ama böyle, bu manada, dillendirilerek anlatılan bir konu değildi. İlk defa bunu akademik olarak bendeniz ortaya koydum. Ve tez olarak da Bakü Devlet Üniversitesi'nde savundum. Bir tane felsefeci, profesör, tezimi takdim ettikten sonra, “hocam” dedi, “keşke” dedi, “Gadir-i Hum’dan da bir kısım koysaydınız.” Allah Allah. İlk defa Gadir-i Hum’u duyuyorum. Medresede okudum, ilahiyatta okudum, İmam Hatip'te okudum, Kur'an kursunda okudum. Vallahi de, billahi de Gadir-i Hum’u duymadım. Şimdi hocaya soracağım, “hocam Gadir-i Hum nedir?” E utanıyoruz da bir taraftan. Benim orada ders hocam, tez hocam, Vasım Bey, Allah selametini versin, özledik, buradan ona selam gönderiyoruz. Hanımı Kumru Ablam, çok güzel Türk yemekleri yapar. Bize her defasında yemeklerden ikram ederdi. Dedim, “hocam” dedim, “bana” dedim, “felsefeci, dedi ki, Gadir-i Hum’da niçin bahsetmedin?” “Ben” dedim, “böyle bir şey bilmiyorum.” Dedi, sen de ki, “ben bunu bilahare bundan da zikredeceğim.” Ben seninle bu konuyu konuşurum. Ve biz de cevaben kalktık, dedik ki, işte “inşallah ileride biz bu konu hakkında da, Gadir-i Hum’dan istifade ederek kitabımıza alacağız. Vasım Hoca ile sohbet ediyoruz. Dedim, “hocam neymiş bu Gadir-i Hum olayı?” Dedi ki, “Peygamber Aleyhisselam Efendimiz, veda haccından dönerken, ayet-i kerime nazil oluyor. Maide suresinin, 67. ayeti nazil oluyor.” “Evet.” “Sana emredileni tebliğ et. Şayet tebliğ etmezsen, vazifeni yapmamış olursun.” Gelen ayet bu. Bu ayette diyor, Cenâb-ı Hak, “Hz. Ali'nin imam olmasını, Peygamber'den sonra imam olmasını emretti.” “Ben de ilk defa duyuyorum. Hocam, sahi bu dediğin, doğru mu?” dedim. “Evet” dedi. Neyse, biz bu kadar duyduk ama işin üzerine gitmedik. 


İlmin Kapısı İmam Ali’yi Bu Memlekette Yazan İnsan Yok

Siyasete girdik arkadaşlar. Siyasete girdik, Dedim, “burada Alevi arkadaşlarla konuş, dedelerle sohbet et. Nereye ihtiyaçları var, bunları bilelim de, biz de programımızı alalım.” Gitti, konuştu. Üç gün. Ben ikinci gün telefon ettim. “Oğlum” dedim, “gittin, şu kadar gün oldu, bir haber vermedin. Ne yapıyorsun?” “Hocam” dedi, “bunlar çok temiz insanlar. Bize anlatıldığı gibi değil.” “Yapma yahu” dedim. “Vallahi öyle” dedi. “Ama” dedi, “senin buraya gelip, bunlarla mutlaka tanışman lazım.” “Tamam” dedim. “Ben bir veya bir buçuk ay zarfında geleceğim.” İşte gerçekten, bir veya bir buçuk ay, ben de unuttum, geçmiş zaman. Geçiyor. Hatay'a gittik. 21 tane Alevi dedesi, bu 21 Alevi dedesinin, 17 tanesi genç arkadaşlar ama bu adamlar bizim Anadolu'da olan, Alevi dedeleri gibi, efendim, bilgisiz değil, âlim adamlar. Ayetle, hadisle konuşuyor. “Eyvah” dedim, “ya ben bunların karşısında konuşma da yapamam.” Fakat neyse, biz bir taraftan bir destek aldık. Güzel bir sohbet yaptık. Orada, “ben” dedim “size İmam Ali Efendimizin hayatını anlatan bir eser yazacağım.” Onlar da “çok memnun oluruz” dediler. Ben zannediyorum ki, Hazreti Ali hakkında yazılmış Türkçe çok eser var. Gideriz oradan buradan, toparlar, bir eser yazarız. Geldik baktık ki, rahmetli Necip Fazıl'ın, 180 sayfalık veya 200 sayfalık, küçük bir eseri. Allah rahmet eylesin, Necati Sepetçigil'in de, onun kadar bir eseri. “Eyvah eyvah, ne yaptık biz” dedik “ya söz verdik ama nereden kaynak bulup yazacağız?” Hiçbir kaynak bulamadık arkadaşlar. İlmin kapısı, Ali'yi bu memlekette yazan insan yok. Sevgili arkadaşlar, bu dediklerim hikâye değil. Neyse, bizim bir doktor kardeşimiz var, hanım doktor kardeşimiz var. Onun bey, Caferi. Onların yakınlarından hocaları, bana getirdiler, eserler getirdiler. Ama ben Arapçayı terk edeli 40 yıl olmuş, unutmuşum. Ulan biz bugünden sonra Arapça mı öğreneceğiz, bu kitapların içine girmek için? Arkadaşlar, var yok benim evde Arapça bilen, bir kavim var, Allah'a şükür. “Elif, Be”  der gibi oturduk, biz bir şeyler yapmaya başladık. Arkadaşlarıma vazife verdim. Arkadaşlar işin içine bir girdik ki, vay be, müthiş bir okyanus İmam Ali. Vallahi öyle. Ve şimdi ben iddia ediyorum, ben bir İmam-ı Ali yazdım. Ama dünyada tektir. Şimdi niçin bu kadar işi geniş tuttuk? Siz bana tabii bu kadar alkışlarsanız beni, bu yatsıya kadar burada kalırsınız. Arkadaşlar ben Sünni’yim. İmam-ı Azam Sünni, İmam-ı Şafi Sünni, Ahmet bin Hanbel Sünni, İmam-ı Malik Sünni öyle mi? Yalan. Bana İmam-ı Azam'ın Sünni olduğuna dair bir delil gösterin. İmam-ı Şafi'nin Sünni olduğuna dair bir delil gösterin. Hiçbirinin delili yoktur ve bu insanlar Ehl-i Beyt yolunda canlarını feda etmişler. Cenâb-ı Peygamber'den tam 80 yıl sonra “Sünnilik” diye bir kavram ortaya atıldı. Ve soruyorum: Sayın Reis başta, vekilleri, vaizleri, müftüleri Sünnilik hakkında bir tane ayet okusunlar. Bir tek ayet var mı? Yok. Hadis var mı? Yok. Adam gidiyor bilmem hangi dönemde “Sünnilik için hakiki yoldur” diyor. Sana ben derdim ama burası yeri değil. 


Siyasetimi Son Nefeste Kelime-i Şehadet Getirmek İçin Yapıyorum

Şimdi sevgili arkadaşlar, benim o küçük kitabı verin. Buradan size birkaç tane ayet okuyacağım. Bu ayetler gibi en az 32 tane ayet var. Ne hakkında? Ehl-i Beyt hakkında. Yani Şiilik, Alevilik hakkında. Ben bunları okumaya başladım. “Haydar Hoca ya…” “Evet.” “Alevi oldu.” Keşke olabilsem. Alevi olmak öyle kolay değil, salak. Alevi olabilmen için bir defa Şii’nin fıkhını bilmen lazım. Yani İmam-ı Cafer'in fıkhını bileceksin. Muhammed Bakır'ın fıkhını bileceksin. Seccad'ın fıkhını bileceksin. Hiçbir şey bildiğimiz yok. Beni namaz kılarken sizin namaz kılmanızın dışında gördünüz mü? Kıldırırken gördünüz mü? Oruç tutarken gördünüz mü? Hacda gördünüz mü? Peki, bunlar nereden çıkardı “Haydar Hoca Alevi oldu” diye. Ben “Alevi olmak kötüdür” onu demek istemiyorum. Bizzat iyidir. Ama benim Alevi olma bilgim yok ya. Ha İmam-ı Cafer'in fıkhını bilsem vallahi de olurum, billahi de. Siz kimsiniz ya? Ve bunu ayrılık meselesi haline getirip milletleri kırdılar. Allah muhafaza eylesin arkadaşlar. Sakalıyla, cübbesiyle ben onun sakalına bir şey demiyorum. Cübbesine de demiyorum. E benim oğlum milletin huzuruna çıkıp “Şiiler batıldadır, onları öldürmek caizdir .” Şahsına hürmet ettiğim ve inanır mısınız gençliğimizde onun bir sözünü iki etmediğimiz bir ağabeyimiz var. Tekrar o günlere dönmesini istiyorum. O da onları fişekliyor. Allah hidayet versin. Şimdi arkadaşlar ben Allah'a can vereceğim. Bütün bunları da, siyasetimi de son nefeste “Eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve Resulü” demek içindir. Başka bir şey için değil. Arkadaşlar ben yokluk da  çektim, zengin de oldum. Ama hayat o kadar enteresan ki her şey bir an. An, şu an işte. Bunları yaşıyoruz bir zaman dilimi meydana geliyor. Meğer hayat vehim ve hayal. Onun için ebedi hayatı kazanmayı Allah hepimize nasip eylesin. 


Hz. Muhammed, İmam Ali, Hz. Fatıma, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin Tertemizdir

Evet arkadaşlar şimdi Ehl-i Beyt hakkında Tathir ayeti: (Ahzap/33) “Yüce Allah ancak ve ancak siz Ehl-i Beyt’inden her türlü pisliği gidermek ve sizi tertemiz yapmak ister.” Kim bu insan, bu insanlar?  Bu tertemiz olan insanlar kim?  Ehl-i Beyt. Kimler bunlar? Başta kim? Hazreti Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem. İmam Ali, Hazreti Fatıma, Hazreti Hasan ve Hazreti Hüseyin. Bunlar tertemizdir. Temiz değil, tertemizdir. Türkiye'de Ahmet Sirhindi olarak geçmez ismini söylemeyeceğim. Ona verilen bir unvan var. Bu adam da Allah'ın Kur'an'da “tertemiz” dediği bu insanları “ehl-i dünya” diye eleştiriyor. Senin dilini eşek arısı soksun. Çok aleyhimde konuşurdular. Dedim ki “ya bunu ben yazmadım” dedim. E gerçekten de ben yazmadım. Bu uşaklar öyle bir kaynak koydular ortaya ki onları tebrik ediyorum huzurlarınızda. Neyse o kadar derine gitmeyelim. Bu kadar kâfi. 


Allah’a İnanan, Peygamberi Muhammed Mustafa’ya İnanan Her İnsan Mümindir ve Birbirinin Kardeşidir

İki, Meveddet   Ayeti: (Şura/23) “De ki ben bu peygamberliğimi tebliğe karşılık sizden yakınlarıma yani Ehl-i Beyt’ime, itretime sevgiden başka hiçbir ücret istemiyorum.” Anladık mı bunu? Ne diyor Allah? Ayet bu. Ne diyor? “Peygamberin yakınlarına, peygambere onları sevmekten başka bir ücret istemiyorum.” Allah diyor. Demek en çok kimi sevecekmişiz? Ben bunu söyledim dediler ki “ya Haydar Hoca var ya” “evet” “Hz. Ebu Bekir'e dil uzattı.” Burada böyle bir şey var mı? Yok. Yani şimdi Hz. Ebu Bekir Ehl-i Beyt’ten değilse ben ona Ehl-i Beyt de diyemem ki. Yani Ehl-i Beyt’e Allah'ın methüsenası varsa ben onu ona yapamam ki. Onu Allah ona yapıyor. O benim elimde değil. Sevgili arkadaşlar neyse onlara çıkardım. Ben bizzat yazdığım dua kitabında Hz. Ebu Bekir Efendimiz'e de salat ve selam getirdiğimi Arapça metinden okudum. Duamda yine ona dua ettiğimizi mesela Allah'ı zikredip onun sonunda dua ettiğimizde onun ismini yine salatu selamla andığımızı ona dua ettiğimizi okuyunca dedikodu kesildi. Öyle mi? Bunlar ne fitne adamlar ya. “Kim sana gelen ilimden sonra seninle tartışmaya girerse de ki ‘gelin oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi çağıralım ve sonra da dua edelim de Allah'ın laneti yalancıların üzerine olsun.’”  (Ali İmran, 61. Ayet) Bu da bir başka ayet. Burada işte az evvel saydığım Peygamber Aleyhisselam, İmam Ali, Hazreti Fatıma, Hazreti Hasan ve Hüseyin bu ayet-i kerimede sayılıyor. Yani bunlar da ayetle mensup. Bunun dışında da Ehl-i Beyt yok. Anlaştık mı? Ya kapı gibi deliller buluyorum size. Şimdi bunları niçin bu kadar uzattık? Arkadaşlar ülkemizde Şii-Sünni, Alevi-Sünni kavgası çıkartmak isteyen Caferi-Bektaşi kavgası çıkartmak isteyen ben onlara “alim” demiyorum. Cahil insanlar var. Milletimizi ikaz edeceksiniz. Allah'a inanan, Peygamberi Muhammed Mustafa'ya inanan yani “La İlahe İllallah Muhammedun Resulullah” diyen her insan mümindir ve birbirinin kardeşidir. Kardeşin kardeşi katletmesi haramdır, affı asla mümkün değildir. Hiçbir haklı sebep olmadan “bir mümini katleden ebediyen cehennemliktir.” (Nisa Suresi, 93. Ayet) Allah'ın ayeti. “Bir sene, iki sene, yüz sene, bin sene” demiyor. “Ebediyen” diyor arkadaşlar. Şimdi bunu anladık değil mi? Daha fazla bunun üzerinde durmaya gerek yok. 
Anayasa, yeni anayasa konusunu Ünal Hocam konuştukça ben bal yiyorum. Öyle mi? Onu da tebrik ediyorum. Ya böyle bir kadro vallahi yok ya yeminle konuşuyorum. Böyle bir kadro yok. Siz onların bakan olmasına, bilmem ne olmasına bakmayın. Bu tayfanın sadakası etmezler. Bütçeyi okurken ben televizyondan takip ettim. Üç milyonluk bir gider, gelir. Üç milyon. Ya bir seçime biz beş yüz bin lirayla giriyoruz. E bu kadar rey o kadar fazla ki adamlar şaşırıyor ya. “Nereden çıktı bu insanlar?” Ama merak etmesinler, o parayı biz helalinden kazanacağız. Çalma çırpma değil. Bak bu dediğimi iyi dikkat edin. Haydar Hoca'nın dedikleri çıkar değil mi? Bir milyarla ben de bir gün gelecek seçime gireceğim. Şimdi onlar bizi takip ediyor. “Tamam sen bir koyarsan biz yüz koyarız” diyorlar. Havanı alırsın.

Barış Topla Tüfekle Değil, Konuşarak Gelir

 Arkadaşlar günlük konulara geçiyoruz şimdi. Anayasayı hocam konuştu. Benim konuşmama gerek yok. Ben diyorum ki “dokunulmazlığa bunlar dokundular.” Siz ne diyorsunuz? Ve ben bu işin sonunda çok büyük bir tehdit görüyorum. Bu bilerek oynanan bir oyun. “Bu dokunulmazlık kalksın” diyen kim biliyor musunuz? Benim kulaklarım çok duyuyor. Şu anda bile PKK'nın kamplarından “ifşa etme bizi. O bizim tezimizdir.” Onlar diyor şu anda. Şu anda diyorlar. Dokunulmazlık kalktı iyi oldu. Selahattin Bey'i zora soktular. Arkadaşlar bu ülkede birlik, beraberlik, dirlik , barış olacaksa, evet başta söyledim “topla tüfekle olmaz” dedik. Ve bunu denedik. Ha olacak yeri de şimdi gelecek onu söyleyeceğim. Ne ile olacak bu? Konuşmakla, bir arada olmakla, ne isteği var dinleyip vermemiz mümkünse vereceğiz, değilse ikna edeceğiz. Yani bir elin parmakları gibi olacağız. 


Haydar Hoca'nın Döneminde Bütün Çocuklar Üniversiteye Girecek

Şimdi arkadaşlar, ne dedim size? Ben Güneydoğu'ya çok giden bir kardeşinizim. Gördüklerimi şimdi size söyleyeyim. Güneydoğu'da bir köydesiniz. Bir tane taştan ev bulamazsınız. Evlerin tamamı hayvan tezeğindendir. Misafir olursun ama evin içi tertemizdir. Dışarısı gübredir içi tertemizdir. Neyi var ne yok önüne koyar. Misafir olmak istersen yani orada kalmak istersen en güzel yerinde seni misafir eder. Hem vallahi hem billahi. Kürt dedikleri bu. Onun için benim bir damarım Kürt, bir damarım Türk’tür. Dokunulmazlıkla beraber şimdi efendim ee ne yapacaksın? İçeri tıkayacaksın. Ne olacak peki? Yani olayların önüne geçmek için mi bunu yapacaksın? Yok böyle bir niyet yok. Olayın önüne böyle geçilmez. Oturacağız, konuşacağız, konuşacaksın. Bugüne kadar biz de konuşmadık, bizim de suçumuz var. O insanların haklarını vereceksin. Eğer tezekten evde oturmak gerekiyorsa, hadi sen gir otur bakalım. Bir ananın işi yok. Bir babanın işi yok. Bir oğlanın işi yok. Bir gelinin işi yok. Bir çocuğun işi yok. Güneydoğu bu. Ne yiyor? Ne içiyor? Eğitimi var mı? Yok. Efendim bilmem hangi beldenin lisesinde mezun olan çocuk yahu zaten bu çocuk matematik derslerinin yarısını boş geçirdi. Türkçe derslerinin tamamını boş geçirdi. Ne bileyim o diğer fen dersleri var. Bu çocuk bunlardan okumadı ki hiç. Geçti işte. Okulu bitirdi. Üniversiteye girecek, üniversiteye giriş sınavları… Arkadaşlar lütfen bunu ruhumuzda, kalbimizde böyle bir hazmedelim. Kimle sınav olacak biliyor musunuz? Galatasaray Lisesi’nden mezun olan dünya çapında çocuklar bunlar ya. Dünya olimpiyatlarına katılmış. Onların lisesinden mezun olanlar. Bizim liselerden mezun olanlar. Yahu şu anda Trabzon'da bizim lise birinci. En geri lisemiz. Trabzon'da birinci. Akçaabat’ta birinci. Öğrencilerimiz orada birinci. He vallahi İstanbul'a gel Ahmet burada yok herhalde. Ahmet zaten her sene birinci. Bursa'da Haydar birinci. Ankara'da Abdullah birinci. Kilis'te neydi? Alaaddin. Arkadaşlar her yerde birinciyiz öyle yetiştiriyoruz. Şimdi bu çocuklarla Güneydoğu'da bu anlattığım çocuklarımız sınava girecek. E bizde başarı %90, %95. Yani bir okuldan yüz kişi mezun oluyor, doksan beş kişi üniversiteye giriyor. Duydunuz mu böyle bir şey? Duydunuz mu? Ha bizim okullar bu. Galatasaray Lisesi bu. Pertevniyal bu. E sen şimdi bunların arasına o çocukları koyuyorsun. Ne etmek için? Harcamak için. Haydar Hoca'nın döneminde bütün çocuklar üniversiteye girecek. Böyle adaletsizlik olmaz. Vicdan sahibi olmak lazım. Allah'tan korkun be. Ondan sonra “canım o vekil oldu da biz ona bir şey mi dedik?” Ulan sen onu zaten okutmuyorsun ki. Yüzde kaçı okuyor bunların? Şimdi onlara da bir çift sözüm var. Bak onların da hakkını ben koruyorum. Bunu iyi bilsinler. Vallahi diğerleri tiyatro oynuyor. Onlara kanmasınlar. Benim sağ kolum, sol kolum olsunlar. Bu işi bitirelim. 

Biz İktidar Olduğumuz Dönemde Dağda Bir Tane PKK’lı Kalırsa Namerdim

Ve biz   iktidar olduğumuz dönemde dağda bir tane PKK'lı kalırsa namerdim. Cebren değil, hileyle değil. Rıza pazarı gelecekler. “Hocam Allah senden razı olsun.” “Niye?” “Karnımızı doyurdun. Sırtımızı giydirdin. Bize iş verdin.” Böyle olacak bu iş, başka olmaz. Şimdi kardeşlerim eğitim yok. Sağlık var mı? Sağlık hizmeti de yok. Ve hasta olacak bir insan tedavisi 6-7 ay sürüyor. Oradaki arkadaşlarım söylüyor bana. Ya 6-7 ayda bir adam dar-ül bekaya rihlet eder. O da şanslı olan. O da şansı olmayan tedavi imkânı da bulamıyor. Şimdi arkadaşlar sosyal hizmetler, sağlık hizmetleri, eğitim hizmetleri o gençlere verilecek. Annenin 1500 lira, çalışmazsa maaşı olacak. Baba iş sahibi 5000 Türk lirası  aylık alacak. Gelin iş sahibi 5000 Türk lirası maaş alacak. Kocası öyle, bir eve 16-17 bin lira para gidecek. Bu çocuklar dağa çıkar mı arkadaşlar? Vallahi de yaparım billahi de yaparım. Bu hainler beni iyi dinleyin. Çocuklar iyi durun. Bu hainler “yapamaz” diyor. Hain seni onu sen yapamazsın. Sen o kaynakları Rio Tinto'ya verdin, Eldorado Gold'a verdin, Cominco şirketine verdin. Onların şirketlerine teslim ettin. Alacağım geriye dönün marş marş milletime vereceğim bunu. Var mısınız? Var mısınız? Bu iş böyle olacak. 

Federatif Yapıyı Kuramayınca Dokunulmazlığa Dokundular

Şimdi geçenlerde Kilis’e bomba düştü. Ben bir konuşma yaptım. Konuşmamda dedim ki “Kilis’ten bir yol arıyorlar. Antep'ten geçecek. İnşallah Antep'in içine girmezler. Oradan da Hatay’a, Hatay'dan da Akdeniz'e inecekler. Bu yol Büyük İsrail yoludur.” Hemen birtakım gençler bana cevap vermeye başladı. “Ya nereden İsrail'i çıkarttın?” Sanki İsrail'in avukatları bunlar. Şimdi gel oğlum beni dinle. Bakın şunu çekin yüce milletime gösterin. Biz delilsiz konuşmayız. Biz işkembeden atmayız. Dediklerimiz kanundur. Tamam mı oğlum? Güzel çektin mi? Ya, şimdi Büyük İsrail temellerini attı. Haberiniz var mı? Konuşuyorlar. “Anayasa değişecekmiş. Bilmem dokunulmazlık kalkacakmış.” Niçin kalkacak dokunulmazlık? Federatif yapıyı kuramadılar. Federasyonu ilan edemediler. Dokunulmazlığa dokundular. Şimdi kafalarına göre kavgayı başlatacaklar. İnşallah Selahattin Bey kardeşim aklını başına alır da bu oyuna kurban gitmezler. Güneydoğulu kardeşim hareket etmeyin. Ben sizin hakkınızı alacağım. Doya doya size bunu vereceğim. 

Arz-ı Mevud Sınırları, Doğu Anadolu Bölgesi Ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ni de İçine Almaktadır

Evet arkadaşlar, arz-ı mevud Eski Ahit’te arz-ı mevud ile ilgili bölüm 15 babın 18-21'inde maddeler şöyle: O gün Rab Abram'la yani Hz. İbrahim'le anlaşma yaparak ona şöyle dedi. Cenâb-ı Hak Hz. İbrahim'e demiş ki “Mısır ırmağından büyük Fırat ırmağına kadar uzanan bu topraklar Ken Keniz Kodmon Hitit Periz, Refa Amor Kenan, Girgaş ve Yavuz topraklarını  senin soyuna vereceğim.” Her tarafı saydı orada. Yani Allah demiş Hz. İbrahim'e “bunları senin soyuna vereceğim.” “Ayak basacağınız her yer sizin olacak. Sınırlarınız çölden Lübnan'a, Fırat ırmağından Akdeniz'e kadar uzanacak.” Tevrat, Yasanın Tekrarı 11/21'de. Theodor Herzl sınırları şöyle tarif ediyor. “Kuzey sınırlarımız Kapadokya’daki dağlara kadar dayanır. Güneyde ve Süveyş kanalına sloganımız David ve Solomon’un Filistin olacaktır. Theodor Herzl 1887. Daha okumama gerek var mı arkadaşlar? Yalnız burada vilayetleri “Kilis” dedim de, “hayır” dediler “burada bunların işi yoktur.” Gençlerin kim olduğunu biliyor musun sen? Nasıl bilmiyorsun ya Kilislisin? AK Parti’ sinin gençleri. Kim o avukat olabilir ki? Adana haritaya göre Adana, Hatay, Kilis, Gaziantep, Diyarbakır, Van, Hakkâri. Hakkâri’ye kadar Güneydoğu Anadolu'nun tamamı. Doğu Anadolu'nun da büyük kısmını kapsamakta. O haritada Doğu Anadolu'da var arkadaşlar. İşte burası arz-ı mevuta aitmiş. Şimdi biz bunun önüne durduk mu? Durduk mu? “Evet” diyorsunuz ama sandıklardan biz boş çıkıyoruz. Ama bir daha boş çıkarırsanız valla bu memlekette duramazsınız. Bana inanmıyorsunuz ama bilin böyle olacak. Bu da böyle.   

Dağdan Çocuklarımızı İndirip, Onları Bu Memleketin Evladı Yapacağız

Arkadaşlar Güneydoğu'dan yaklaşık 500 bin insanımız hicret etti. Bölgede hayvancılık ve tarım bitti. Bölgede Diyarbakır Sur içi harabeye döndü. Artı Şırnak merkezde 14 Mart'tan bu tarafa 2,5 ay mı ediyor? Çatışmalar devam ediyor. Yüksekova’da operasyonlar devam ediyor. 7 Temmuz'dan bu yana 500'den fazla rütbeli gerek polisimiz, gerek askerimiz, Allah'ın rahmetine kavuştu. Sevgili arkadaşlar bunlara şimdi biz “dur” demeye gerçekten var mıyız? Ama bu “varız” demek sesiniz güzel. Eskiden bu da yoktu. Dört elle bu işe sarılmamız lazım. Bak buradan çıktık mı komşularımızı, arkadaşlarımızı, akrabalarımızı ikna etmeliyiz. Bu işi tek çözecek olan parti, kadro Bağımsız Türkiye Partisi ve kadrolarıdır. Bak burada muhterem hocamı dinlediniz. Ya bunlar beyin adamları. Vallahi öyle. Dünya çapında insanlar bunlar. Bizim kadromuz böyle. Diğer partiler de böyle bir tane vallahi de insan yok, billahi de. Mesela ben bir hukukçu tanıyorum. Onunla epey beraber olduk. Çok yakın tanıdığım için biliyorum. Hocamın tırnağı etmez tırnağı. Bunlara adamlar bir sürü sıfat verdiler. Siz de bizi hep yaya gezdiriyorsunuz. Bizim hizmet edebilmemiz için biraz da uçağa, arabaya binmemiz lazım. Öyle mi? Arkadaşlar terörün halli ancak bizim modellerimizle mümkün olabilir. Bunun önüne biz böyle geçeriz. Dediğim gibi o dağdan çocuklarımızı indireceğiz. Onları bu memleketin evladı yapacağız. Ve Türk devleti, milleti varlığı içinde canlarını feda edecek noktaya gelecekler. Bunda kuşkunuz olmasın. Bunu biz yaparız. Bana inanırsanız bunu görürsünüz. Ama inanmanın şartı “inandım” dediğiniz an atağa kalkmaktır. Bak burada olduğu kadar dışarıda aynen böyle insanlar var. Yani bir 10 bin insan yaklaşık var burada. Ya 10 bin kişi yarın akşama kadar 100 bin eder. Öbür gün akşama kadar 300 bin eder. Bir haftada 2-3 milyona çıkarsınız. Bu işi hallederiz. İki haftada biz bu işi hallederiz. Var mısınız buna? 

Laiklik Dinle Devlet İşlerinin Birbirine Karışmamasıdır

Arkadaşlar Ankara'nın gündemi az evvel söyledik. Başkanlık sistemi. Buna bağlı yeni anayasa. Milliyetçi Hareket Partisi kendi derdine düşmüş ama Sayın Devlet Bahçeli'de Cumhurbaşkanı'ndan himmet istiyor. “Bana destek ol” diyor. Gelecek günler ne gösterir onu Allah bize gösterecek. Ve yine Ankara'nın gündeminde laiklik var. Arkadaşlar laiklik evet bir zamanlar Türkiye'de “dinsizlik” olarak algılandı ve de dinsizlik olarak algılandığı için de Müslümanlara ciddi zulümler yapardı. Ama laiklik bu değil. Laiklik dinle devlet işlerinin birbirine karışmamasıdır. Yani yani, yani bir öğretmen sınıfa girdiğinde devlet “siz başınızı örtün” diye emrediyor derse laikliğe aykırıdır. Hayır “Allah Kur'an'ında başınızı örtünüz” diye söylerse laikliğe aykırı değildir. Bu kadar basit. Anlaştık mı? Yani din emrettiği için yerine getiririz. Eğer devlet emrettiği için dini konuyu kabullenirsek laikliğe aykırı oluruz. Onun için her vatandaşımız rahatlıkla laikliği uygulayabilir. Devlete ait bir sistem değildir. Halka ait bir sistemdir. Laik olan sensin benim başkası değildir. Bak “ben laikim  Müslümanım.” Öyle mi? İnanıyor musunuz? Az çıktı sesiniz demek şüphe… Ben de sizin Müslüman olduğunuza inanıyorum. Sizin bu yaşantınız laikliğe aykırı değildir. Tamam mı? Durum buyken bunu pişmiş aşa su katar gibi temcit pilavı gibi ısıtıp ısıtıp milletin önüne getirmenin bir manası yok. Ben bunu 1984'te olması lazım bir makalemde laiklik varsa din hürriyeti ihlal ediliyor. O zamanlar bunların abisi “ama senin dininde laiklik var mı?” diye bana gazetesinden cevap veriyor. Siz olsanız ne derdiniz ona? Söyleyin korkmayın. Ben ne dedim biliyor musun? “Allah'ım sana akıl fikir versin.” Ne diyeyim daha? Şimdi bir kamu görevlisi bir meseleyi icra ederken bunu din adına yapıyorsa bu laikliğe aykırıdır. Anlaştık mı? Hayır, kamu görevlisi bu işi Allah için yapıyorsa nefsinden. Şimdi bu adam hâkim, savcı, avukat namazı mı terk edecek? Çekilir odasının bir tarafına “Allahu Ekber” der namazını kılar. Hâkim laiklik ihlal edildi mi? Edildi mi? Ya hiçbirinizde iş yok. “Hocam edilir mi?” diyeceksiniz ya. Tabi edilmez. Bir savcı odasının kenarına çekiliyor seccadesini seriyor namazını kılıyor. Laiklik ihlal edilmez. Ama gider de bir hükmü “Allah böyle emretti” diye verirse işte o zaman laiklik ihlal edilir. Anlaşıldı mı arkadaşlar? Deyin ki “hocam bunu senden iyi anlatan da yok.”

Biz Kendi Kaynaklarımızla Sosyal Devleti Hayata Geçireceğiz


Şimdi arkadaşlar, şimdi bunu güzelce oku. 
Kaynaklarımız: 
Gayrisafi milli hasılamız, iki trilyon.
Yeraltı kaynaklarımız üç katrilyon.
Enerji kaynaklarımız 200 milyar TL. 
Dört vergi kaynaklarımız, 500 milyar TL. 
Toplam yedi trilyon yedi yüz milyar TL 
Güneş enerjisinden yılda 300 milyar kWh elektrik enerjisi üretebilecek bir kapasitemiz var.
Yani yılda 2656 gün güneşlenme kapasitesine sahip bir ülkede yaşıyoruz. 
Rüzgâr  enerjisinden 160 milyar kWh yılda elektrik, üretebiliriz. 
Üç tarafımız denizlerle çevrili dalga enerjisinden 10 milyar kWh elektrik üretebiliriz. 
Akarsularımız var. Buradan potansiyelimiz hidroelektrik santralinden 350 milyar kWh. 
Tarım artıkları, ev artıkları hepsi dahil olarak biokütle enerjisinden de 160 milyar kWh elektrik üretme potansiyeli var ülkemizin.
Dünyanın %90 rezervinin bulunduğu hiçbir radyoaktivite içermeyen uranyumun yerine kullanılabilecek olan bir yakıt türü var. 
Nedir o da? Toryum.
Toryum tüketen elektrik santralleri kullandığımız zaman 2 trilyon kWh de buradan gelir elde edebileceğiz. 
Cari açığımız 32.2 milyar dolar.
Dış ticaret açığımız 63.3 milyar dolar. 
Bütçe açığımız da 22.6 milyar dolar.
Yani  bu kadar açığı olan bir bütçede bizim gibi kaynak göstermeyen hiçbir iktidar bu 1500 liradır, 1800 lira bunları veremez. Niye? İşte açıkları ortada. Ha biz bu bütçeyle bunu yapmıyoruz. Kaynaklarımızla Allah nasip ederse hayata geçireceğiz. Bunları da halkımıza anlatın. Yalancılara inanıyorlar. Bu işin ilmini ortaya koyan insanlara inanmıyorlar. Halk da enteresan. Şimdi arkadaşlar sona yaklaştık hiç endişe etmeyin.

Mustafa Kemal Emsali Olmayan Eşsiz Bir Liderdir

 Bakınız arkadaşlar her milletin ve devletin merkezinde olan bir otoritesi vardır. Dünyanın neresine giderseniz gidin en iptidai kavimlerden, en ideal toplumlara kadar devletlere kadar böyle bir merkezi otorite olmadan zaten o devlet o millet olmaz. Onun için hala Avrupa krallıklarla idare edilen ülkelere sahiptir. “Demokrasi” deriz ama o otoriteler, krallık onlarda olduğu için krallık adına iş görürler. Ve herkes de onlara itaat eder. Türkiye'ye gelince evet Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni Türk milleti kurmuştur. Doğrudur. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni kuran milletimiz eğer kendisine ideal bir lider Mustafa Kemal Atatürk'ü kabul etmezse 24 saatte yok olmaya mahkûm olur. Anlatabildim mi? Evet. Evet, Mustafa Kemal hakikaten emsali olmayan eşsiz bir lider. Kim ne derse desin. Bizim gençlik yıllarımızda ona bir sürü iftiralar atıldı. Annesine, babasına, şahsına Mustafa Kemal'in adı anıldığı zaman “o dinsizdir.” Hep bunu duyardık. Allah nasip etti biz işin içine girdik. Gördük ki Mustafa Kemal bunların dediği gibi soysuz bir aile değil. Annesi çok mümtaz bir insan. “Molla Zübeyde” adıyla anılan muhterem bir validemiz. Molla Zübeyde. Kim bu? Mustafa Kemal'in annesi. Mustafa Kemal'i terbiye eden, yetiştiren. Beş vakit namazlı bir insan. Vasiyetnamesini bulamadım gelirken bulsaydım onu size okurdum. Ben bugüne kadar Peygamber efendimizin sahabesi de dâhil onun gibi bir mübarek kadın vasiyet bıraktığını okumadım, duymadım. Öyle Müslüman bir kadın. Ve buna atmadıkları iftira kalmadı. Babası Ali Rıza. İmam Rıza var. On iki imamdan biridir. Dedesi İmam Rıza'yı çok sevdiği için oğlunun adına “Ali Rıza” koydu. Ali Rıza işte Zübeyde  hanımla bir araya geliyor. “Mustafa” diye nur topu gibi bir çocuk dünyaya zuhur ediyor. Mustafa Kemal zekâsının, çalışkanlığının nedeniyle “Kemal” ismiyle okulda hocası tarafından ona iltifat ediliyor. “Benim adım da  Mustafa seninki de ama sana bir Kemal lazım” diyor. Adına “Mustafa Kemal” koyuyorlar. Mustafa Kemal bu. Arkadaşlar şimdi inşallah gidersiniz ziyaretine ona Fatiha, dua okumayı ihmal etmeyin. Başkalarının kafasına bakmayın. Kütüphanesini gez in. Ben kütüphanesini gezdim gördüm. Arkadaşlar bir insan bu kadar çalışkan olamaz. Ya her kitabı okumuş binlerce kitap, binlerce eser. Sonra sıradan eserler değil bunlar. Böyle zeki bir insan. Artı her Ramazan orucunu tutuyor. Cuma namazlarını Hacı Bayram’da, Leblebici Camii’nde kılıyor. Kendine bir gün istihbarat müdürü geliyor. “Efendim bir suikast haberi aldık. Tedbir almanız lazım” diyor. Hacı Bayram ve Leblebici Camii’nden uzaklaşıyor. Ve o camiler de hutbe irad etti. Balıkesir Nasrullah Camii’nde öyle değil mi? Altmış sayfalık bir hutbe okumuştur. Kim? Mustafa Kemal. Ya şimdi bana sen hocayı söyle. Vallahi altı satır hutbe okuyamıyor kendi kendine. Yazıyorlar, ona veriyorlar ellerini okutuyorlar. Mustafa Kemal dindar bir adam. Mustafa Kemal yedi yaşında Kur'an okumayı öğrendi. Sekiz yaşında hafız-ı kelam oldu. Biliyor muydunuz? “Yaşar Hafız” isminde kurra bir hoca var. Onu danışmanı olarak yanına aldı. Allah hepsinin ruhuna rahmet eylesin. Yaşar Hafız Ramazan'da okur, Mustafa Kemal dinler; Mustafa Kemal okur, Yaşar Hafız dinler. Yani Kur'an'ı Ramazan-ı şerifte mukabele ederdi. Daha ne yapacak ya söyleyin bana. Evet sevgili arkadaşlar, Mustafa Kemal'e sahip çıkacaksınız. Eğer Mustafa Kemal'e sahip çıkmaz da iftira yoluyla onu eritmeye çalışırsanız elinizde avucunuzda vatan diye bir yer kalmaz. Allah hepimizi bu akıbetten muhafaza eylesin.


Mustafa Kemal Bu Milleti Ayağa Kaldırdı

Evet kardeşlerim, biz 1071 Malazgirt Meydan Muharebesi'yle son sözüm, endişe etmeyin. Tamam, çok yorulduğunuzu, çok yorulduğunuzu anladım. Ben de yoruldum. Arkadaşlar, arkadaşlar şu anda devletimizin yapısı üniter. Ne demek bu? Üniter yapı da kaç tane halk olursa olsun iddialara göre Türkiye'de 36 tane etnik grup var, halk var. Bunların hepsi Müslüman olanlar aynı haklara sahiptir. Onun için bakınız Anadolu'ya biz 1071'de girdik ama Hacı Bektaş'ın irşad kabiliyeti, ehli o gün olmadığı için maalesef bir yol alamadı. Hacı Bektaş 1200'lü yıllarda ta Horasan'dan Maveraünnehir Bölgesi haritaya bakın takriben 7000 km'lik bir yol. Yani burası Ankara mı? Ankara'dan Hac kaç kilometre? 3000. Arkadaşlar iki buçuk defa Hacca gideceksiniz. Bu kadar uzun bir yol Hacı Bektaş-i Veli Horasan'dan Ahmet Yesevi'nin dergâhından yetişti Anadolu topraklarına yürüyerek geldi, kardeşiyle beraber. Rivayetlere göre 36000 insan yetiştirdi. Kim? Hacı Bektaş-i Veli. İşte Sarı Saltuk bunlardan bir tanesi. Bosna'ya gittiğinizde mutlaka ziyaretini yapın. Allah şefaatinden ayırmasın. Mustafa Kemal'in dedesi Kızıl Hafız, Balkanları Müslüman yapan adam. Biliyor muydunuz? Mustafa Kemal'in dedesi, Kızıl Hafız.  O Balkanları Müslüman etti. Ve annesi Zübeyde Hanım'ın yolundan en az 6 tane büyük evliya var. Babası Ali Rıza’nın yolundan bir o kadar büyük evliya var. Arkadaşlar sağında evliya, solunda evliya, ortasında Mustafa. Evet, Allah hepsine rahmet eylesin. Ve annesi, babası İmam Ali'ye dayanıyor. Yani soy olarak Mustafa Kemal'in nesli neymiş? Ehl-i Beyt, peygamber soyuymuş. Alkışlamayın. Şimdi size soruyorum, Türkiye'de böyle bir adam geldi mi? Böyle bir adam var mı? O zaman bu hainliğin sebebi nedir? Bu hainliğin sebebi ne? Evet arkadaşlar sahip çıkarsan… Bak bugün çektiğimiz belaların temeli bu şahsa sahip çıkmadık Allah belamızı veriyor. Yanlış anlamayın. Yani bir devlet kuruyor. Üç kıtada kurulan bir imparatorluk çöküyor; ot yok, ocak yok, askerin ayağında çarık yok, doğru dürüst silah yok. Bir insan çıkıyor bunun içinden, bu milletin içinden ve bu insan Misak-ı Milli hudutları içinde olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni kuruyor. Ve diyor ki “Ne mutlu Türk'üm diyene.” Durun burada durun, durun, burada durun. Anlamıyorsunuz. Mustafa Kemal “Ne mutlu Müslümanım diyene” dese İngilizler tepesine binecek Türklerin. “Ne mutlu Türk'üm diyene” diyor ki onu sanki bir kavmiyete “olana” demiyor. “Ne mutlu Türk olana” demiyor. “Türk'üm diyene” yani “Müslümanım diyene.” Anlaşıldı mı? Yani bizim Türk'ümüz arkadaşlar kafatasçı değildir. Kültür birliğidir, maneviyat birliğidir, din birliğidir. Anlaştık mı? Ve onun için “Ne mutlu Türk'üm diyene.” Sağ olun, var olun. Allah'a emanet olun. 
 

Bu sohbeti video olarak izlemek için play butonuna basınız



Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir