Yönünü kaybedenlerin arayışı
Arap Baharı, Ürdün’e de sıçramış durumda.
Tunus, Mısır, Libya’nın ardından Ürdün’de de halk “demokrasi istiyoruz” gerekçesiyle sokaklara döküldü.
Müslüman Arap âleminin geldiği bu nokta, aslında dininden uzaklaşmasının acı faturasıdır.
Hatırlanacaktır, geçmişte Hicaz Bölgesinin Osmanlı’nın elinden çıkışı da önce itikadının bozulması ile başlamıştı.
Ortadoğu’da İngilizler eliyle kurdurulan yeni mezhep, içi boşalmış bir İslam inancı getirmekteydi ve bunun manası “işgale hazır halklar” demekti.
İyi bilinmelidir ki, kişiler arayışlarını yaradılışları istikametinde sürdürmezlerse, bugün yaşanılan vahametle karşılaşılması kaçınılmazdır.
Demokrasi isteme gerekçesi ile halkın sokaklarda koşturması, mutlak hakikati arayan insanın kendini arama seferberliğinden başka bir şey değildir. Ancak İslam itikadı eşit haklar verebilir ve özgürlükleri temin edebilir. Bu arayışın Batı kaynaklı sistemlerde veya Batının vereceği demokrasi ile geleceğini düşünmek ise fıtrata ters düşmektedir. Kaldı ki, bugün medet umulan Batı kendi insanına hangi hakkı sunmuştur ki, Müslüman Araplara verebilsin?
Batı medeniyetinin şekillendiği inanç, güçlünün var olduğu ve diğerlerinin ezildiği bir sistem olarak karşımıza çıkmaktadır. Sömürüye dayalı bu düzende ise, haklar verilmez, kişiler gayelere ulaşmak için bir araç mesabesindedir. İşin bir diğer acı yönü ise, bugün Müslüman dünyanın kurtuluşu, refahı ve huzuru farklı bir itikatta aramasıdır.
Hz. Peygamber (sav) kıyamet alametlerinden bahsederken şöyle buyurmuştur: “Nefsim yed-i kudretinde olan Zat-ı Zülcelal’e yemin olsun! İmamınızı öldürmedikçe, kılıçlarınızı birbirinize kullanmadıkça, dünyanıza şerlileriniz varis olmadıkça kıyamet kopmaz.”
Bugün yaşananlar hadisleri doğrulamaktadır.
İslam ümmeti karşı safı unutmuş, birbiri ile kavgalıdır ve bu kavgayı ayırması için de Batıdan medet ummaktadır. İnsan olarak üzerimize düşen vazife, istikamet üzere olmamız, inancımızı ve törelerimizi gerektiği şekillerde yaşamamızdır. Yoksa kendinden kaçıp kendinde mutlak hakikati arama seferberliğinde olan insanın, dış tabiatında oynanan oyunlara kapılıp, istikametten mahrum kalması çok acıdır. Acınır o kimselere ki, haktan ayrılıp Deccal’lerin arkasında saf tuttuğu halde, doğruyu bulduk diye
sevinirler.
Tunus, Mısır, Libya’nın ardından Ürdün’de de halk “demokrasi istiyoruz” gerekçesiyle sokaklara döküldü.
Müslüman Arap âleminin geldiği bu nokta, aslında dininden uzaklaşmasının acı faturasıdır.
Hatırlanacaktır, geçmişte Hicaz Bölgesinin Osmanlı’nın elinden çıkışı da önce itikadının bozulması ile başlamıştı.
Ortadoğu’da İngilizler eliyle kurdurulan yeni mezhep, içi boşalmış bir İslam inancı getirmekteydi ve bunun manası “işgale hazır halklar” demekti.
İyi bilinmelidir ki, kişiler arayışlarını yaradılışları istikametinde sürdürmezlerse, bugün yaşanılan vahametle karşılaşılması kaçınılmazdır.
Demokrasi isteme gerekçesi ile halkın sokaklarda koşturması, mutlak hakikati arayan insanın kendini arama seferberliğinden başka bir şey değildir. Ancak İslam itikadı eşit haklar verebilir ve özgürlükleri temin edebilir. Bu arayışın Batı kaynaklı sistemlerde veya Batının vereceği demokrasi ile geleceğini düşünmek ise fıtrata ters düşmektedir. Kaldı ki, bugün medet umulan Batı kendi insanına hangi hakkı sunmuştur ki, Müslüman Araplara verebilsin?
Batı medeniyetinin şekillendiği inanç, güçlünün var olduğu ve diğerlerinin ezildiği bir sistem olarak karşımıza çıkmaktadır. Sömürüye dayalı bu düzende ise, haklar verilmez, kişiler gayelere ulaşmak için bir araç mesabesindedir. İşin bir diğer acı yönü ise, bugün Müslüman dünyanın kurtuluşu, refahı ve huzuru farklı bir itikatta aramasıdır.
Hz. Peygamber (sav) kıyamet alametlerinden bahsederken şöyle buyurmuştur: “Nefsim yed-i kudretinde olan Zat-ı Zülcelal’e yemin olsun! İmamınızı öldürmedikçe, kılıçlarınızı birbirinize kullanmadıkça, dünyanıza şerlileriniz varis olmadıkça kıyamet kopmaz.”
Bugün yaşananlar hadisleri doğrulamaktadır.
İslam ümmeti karşı safı unutmuş, birbiri ile kavgalıdır ve bu kavgayı ayırması için de Batıdan medet ummaktadır. İnsan olarak üzerimize düşen vazife, istikamet üzere olmamız, inancımızı ve törelerimizi gerektiği şekillerde yaşamamızdır. Yoksa kendinden kaçıp kendinde mutlak hakikati arama seferberliğinde olan insanın, dış tabiatında oynanan oyunlara kapılıp, istikametten mahrum kalması çok acıdır. Acınır o kimselere ki, haktan ayrılıp Deccal’lerin arkasında saf tuttuğu halde, doğruyu bulduk diye
sevinirler.
Editörün Seçtikleri