info@profdrhaydarbasenstitusu.org

Türk Milleti ikinci Sevr'e müsaade etmeyecektir
15/08/2002 Köşe Yazısı 98
Tarih boyunca kurulan 16 Türk devletine baktığımızda tamamının milli politikalarında kayıtsız şartsız bağımsızlığı esas aldığını görürüz.

Bağımsızlık Türk Milletinin karakteridir. Asla baskılara boyun eğmez. Ancak adil ve şerefli bir yaşam tarzını kabul edebilir.

Bu ruhtur ki, kurulan Türk Devletlerini asırlarca dünya sahnesinde baş etmiştir.

"Gök kubbe çadırımız, güneş bayrağımızdır" diyen Oğuz Kaan, yeryüzünün tamamını kuşatacak kadar geniş; güneş gibi güçlü, azametli ve her yanı aydınlatan bir bayrağa sahip olacak kadar iktidar sahibi bir devleti bu bağımsızlık ruhuyla kurmuştur.

Fransa kralı Fransua'ya "Ben ki Anadolu'nun ve Rumeli'nin ve Fas'ın ve Tunus'un ve Hicaz'ın ve Mısır'ın ve Azerbaycan'ın ve Yemenin Sultanı Kanuni Sultan Süleyman, sen ise Fransa Kralı Fransua" dedirten, 3 kıtaya hükmeden büyük Osmanlı'nın yine bu ruhla meydana getirdiği kudrettir.

Bu sebepledir ki, Türk'e karşı ittifak etmiş Batı, her defasında önünde eğilmek zorunda kalmıştır.

Yakın tarihimizde verdiğimiz Kurtuluş Savaşı ve neticesinde bu savaş kadar çetin geçen müzakereler sonucunda imzalanan Lozan Antlaşması, Türklerin tarihlerinden aldıkları güçle kazandıkları büyük kahramanlıklardır.

Lozan Antlaşması Türk Milletinin Avrupa karşısında elde ettiği benzeri görülmemiş bir siyasi zaferdir.

Bir milletin bağımsızlığı istikametinde verdiği insanüstü gayretin diplomatik neticesidir.

Atatürk bu antlaşmadan söz ederken şöyle der: "Lozan, Türk Milletine karşı yüzyıllardan beri hazırlanmış ve Sevr Anlaşması'yla tamamlandığı sayılmış büyük bir suikastın sonuçsuz kaldığını bildirir bir belgedir."

Sevr Türk Milletinin yok oluşunu hedefleyen büyük bir suikasttı. Osmanlı Padişahı Vahdettin, koşullarını çok ağır bularak ilk önce imzalamaktan çekindiği bu belgeyi, 10 Ağustos 1920'de kabul etmek zorunda kalmıştır.

Hükümetin zorla imzaladığı Sevr'i Türk Milleti asla kabul etmemiş ve başlattığı mücadele ile onu uygulanmadan tarihe gömmüştür.

Büyük bir liderin önderliğinde, Kuvây-ı Milliye ruhuyla şahlanan bir milletin, her türlü imkansızlıklara rağmen, bir ve beraber hareket ederek kazandığı bu eşi görülmemiş zafer, Batının Türkiye üzerindeki paylaşım planlarını yıkmış ve Lozan'la yeni bir devletin kurulmasını sağlamıştır.

Bugün, AB'ye girmek uğruna her türlü tavizi yerine getiren siyasi irademiz, tarihte Sevr'i önümüze koyan devletlerin şu anda bu birliğin birer üyesi olduğunu asla hatırdan çıkarmamalıdır.

Tarih tekerrürden ibarettir. Geçmişte Haçlı ittifakları ile bizi yok etmek maksadıyla birleşen Hıristiyan alemi; günümüzde AB adında farklı bir görünümle karşımızdadır. Maksat ise değişmemiştir.

Lozan müzakereleri sırasında Lord Curzon'un İsmet Paşaya söyledikleri Batının Sevr'i unutmayacağının, sadece şartlar müsait hale gelene kadar erteleneceğinin en açık ispatıdır. Şöyle demiştir Lord Curzon: "Konferansta bir neticeye varacağız. Ama memnun ayrılmayacağız. Dediklerimizin hepsini reddediyorsunuz. En nihayet şu kanaate vardık ki, ne reddederseniz hepsini cebimize atıyoruz. Memleketiniz haraptır. İmar etmeyecek misiniz? Bunun için paraya ihtiyacınız olacak. Parayı nereden bulacaksınız? Unutmayın ne reddederseniz hepsi cebimdedir... İhtiyaç sebebiyle yarın para istemek için karşımıza gelip diz çöktüğünüz zaman bugün reddettiklerinizi cebimizden birer birer çıkartıp size göstereceğiz."

2002 yılında, AB'ye üyelik için Katılım Ortaklığı Belgesi ile Türkiye'den istenenler incelendiğinde, Sevr'in halen unutulmadığı ve geçerliliğini üstü kapalı bir şekilde koruduğu anlaşılır.

Sevr'de Türk heyeti tarafından şartsız kabulünün istendiği kapitülasyonlar "TBMM hükümeti çağdaş devlet kavramıyla, kamu hukuku ilkelerine doğrudan doğruya aykırı olan kapitülasyonların yeniden konulmasına kesin olarak katlanamaz" şeklindeki İsmet Paşa'nın Lozan'daki kesin tavrıyla kaldırılmıştır.

Avrupa'nın utancı olarak görülen Lozan'ın reddettiği tüm maddeler, bugün farklı ifadelerle önümüze koyulmaktadır.

AB'ne üyelik de, önemli bir köprü zannettiğimiz Gümrük Birliği'ne dahil edilmemiz de kapitülasyonların günümüz versiyonudur. Gümrüklerimizi tek taraflı sıfırlayarak Avrupa'nın açık pazarı haline gelen Türkiye'nin bu anlaşmadan zararı 60 milyar $ olmuştur.

Sevr anlaşmasıyla İngiliz, Fransız, İtalyan ve Osmanlılardan kurulacak komisyon bütçe üzerinde söz söylemede yetkili olacaktır. Türk parasının cins ve miktarını düzenleyecek olan bu komisyonun yerini bugün, verilen borç kredilerinin garanti altına alınmasını temin gerekçesiyle hareket eden IMF direktörleri almıştır.

Hatta 2000 yılında AB'nin Genişlemeden Sorumlu üyesi Verheugen, "Türkiye bütçesini oluştururken söz hakkı bizde" diyebilmektedir.

Azınlıklara istedikleri her derecede okul açabilme serbestisi tanıyan Sevr, 2002 yılının Ağustosunda TBMM'den geçen yeni düzenlemelerin yanında daha iyimserdi.

Bugün kabul edilen düzenleme ile, azınlık vakıflarının mülk edinme hakkı, yabancı derneklerin ülkemizde faaliyet gösterme hakkı, yabancıların toprak edinme hakkı dahi yasal garanti altına alınmıştır.

Yine Sevr'e göre, Türk Silahlı Kuvvetleri müttefik komisyonların kontrolleri altında tutulacaktı.

O tarihlerde gerçekleştirilemeyen bu uygulama, bugün Avrupa'nın en güçlü ordusu olan Türk ordusuna Katılım Ortaklığı Belgesi ile yapılmak istenmektedir.

"Ordunun küçültülmesi" talep edilirken, AGSK'nın karar mekanizmasına da dahil edilmeyerek sadece AB'nin emrinde küçük bir müfrezeye dönüştürülme çabaları vardır.

Bugün Sevr'deki benzerinden çok daha tehlikeli bir şekilde hayata geçirilmek istenen madde ise şöyledir:

"Anlaşmanın uygulanmasına başlandıktan 1 yıl sonra, Doğu Anadolu'da bağımsız bir devlet kurmak istenirse, onların bu istekleri Cemiyet-i Akvam (BM) tarafından kabul edilerek Osmanlılara tavsiye edilirse, Osmanlılar bu tavsiyeyi yerine getireceklerdir."

Bütünlüğümüzü hiçe sayan bu ağır madde, Avrupa Parlamentosu'nun pek çok kararında bugün de dile getirilmektedir.

Görüldüğü gibi, 1920 Türkiye'sinde Sevr'i kabul etmeyen milletimiz, bugün her sahadaki kuşatılmışlıkla o günkünden daha ağır şartlar içindedir.

Millet aynı millettir. O günün esaretini kabul etmeyen milletimiz, bugün de işgali ve esareti asla kabul etmeyecektir.

Peki, ne değişmiştir de, 1920'de gösterilen tavır bugün sergilenememekte, tam aksine, adeta bir şölen havası verilerek ülke bu badirelere itilmektedir?

Değişen sadece siyasî iradenin zihniyetidir.

İsmet Paşa, tarihin en büyük diplomasi zaferlerinden sayılan Lozan'da Amiral Bristol'a şunu demişti:

"Türkiye'nin içişlerine yabancılar tarafından hiçbir şekilde müdahaleye olanak vermeyen mutlak bağımsızlık sorunu şimdi ve ebediyen çözülmelidir. Bu Türk halkının kendi isteğidir. Türkiye her şeyi göze alarak ve doğacak bütün sonuçları kabullenerek bu konudaki tavrını ve görüşünü asla değiştirmeyecektir."

Bugün, siyasi irademiz, mutlak bağımsızlığı devletin ve milletin varlığının, temel sebebi gören yaklaşımı yitirmiştir.

Oğuz Kaan gibi gök kubbeyi çadır, güneşi bayrak yapacak kadar engin hedefleri olması gereken devlet adamı vasfını yitirmiştir.

Bu sebeple AB tek kurtuluş görülmekte, bağımsızlık ve bütünlük uğrunda millete hiç danışılmadan verilen tavizler önemsenmemektedir.

Mandacı ve IMF'ci zihniyetlerle devlet idare edilemeyeceği, tarihteki örnekleri ve bugün geldiğimiz nokta ile sabittir.

Yapılması gereken, özümüze dönmek, ulusal menfaatlerimiz istikametinde Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne geçmişindeki lider ülke vasfını tekrar kazandıracak projeleri hayata geçirmektir.