Neler Okuyacaksınız
Hoş bulduk, teşekkür ederim.
%10’luk Seçim Barajı, Demokrasiye Vurulmuş En Büyük Darbedir
%10’luk seçim barajı, demokrasiye vurulmuş en büyük darbedir. Her ne kadar demokratik hayatı devam ettirmek için, ihtilal hükümeti tarafından ortaya konmuş bir madde ise de 1980’den zamanımıza kadar şu kadar yıl geçti; bunu siyasilerin çoktan kaldırmış olması lazım gelirken, kendi çıkarları istikametinde değerlendirdiler ve kaldırma lüzumu asla hissetmediler. Onun arkasına sığındılar. Mesela bizim önümüzde devamlı “Haydar Hoca mı? Aa çok mükemmel bir adam, alim bir insan. Ama kazanamaz ki”. Bu kuşatma ile bir çember içerisine bizi aldılar, dışına taşırmak istemediler. Fakat bu seçimde halkımız şuna karar verdi ‘Artık kazanamaz, mazana… Bunların hepsi hikâye. Biz varımızla, yoğumuzla Haydar Bey'in arkasında olacağız. İnşallah bu duvarı yıkacağız’ düşüncesi hâkim. Ben toplumun içinden şimdi geliyorum, o müjdeyi de size vereyim, diyorum efendim.
Ben Yola Vaatlerle Değil Tezimle Çıktım
Şimdi tabi ben beklentiden öteye, ben hakkımı bekliyorum. Benim hakkım, Türkiye'de bu partilerin karşısında en az %51’dir; iktidar partisi olsun, muhalefet partileri olsun… Bakınız seçim vaatleri diyorsunuz. Ben vaat diye bir şeyle yola çıkmadım; ben tezle çıktım. Benim tezim bugün dünyada söz sahibi devletlerin birinci sırasında. Rusya mesela beni uyguluyor, benim sistemimi hayata geçiriyor. BRICS ülkelerinin tamamı benim sistemimi hayata geçiriyor ve bu devletler “Eğer Haydar Bey'in sistemi hayata geçerse dünyada açlık, fakirlik suç olur”. Aynen geçmişte bizim dedelerimizin söylediği gibi fakirlik suç sayılacak noktasına geldiler. Ne ile geldiler? Bu sistemle beraber geldiler.
Rusya’yı Milli Kaynaklarına Biz Döndürdük
Hatırlarsanız 20 yıl evvel Rusya kadınlarını affedersiniz ihracat ederek geçimini temin ederken 10 lira asgari ücret veriyordu, 10 dolar asgari ücret veriyordu. Ben Bakü Devlet Üniversitesi'nde çalışırken 60 dolar maaş alıyordum. Yani oranın memuruyum. Şimdi 2.000 dolar asgari ücret neresi veriyor? Rusya veriyor. Ne ile veriyor bunu? Bizim sayemizde. Kendilerinin itirafı. Çünkü onları biz milli kaynaklarına döndürdük. Aynen Türkiye'de olduğu gibi özelleşme ile ilgili ellerindeki bütün kaynakları devre dışına çıkarmışlardı. Dedim “Ya siz ahmak mısınız, ne yapıyorsunuz? Bu serveti başkasına vereceksin, başkası sana hayırlı bir rüya görecek”. “Doğru” dediler ve kaynaklarını geriye aldılar.
Yani demek istediğim, ben bir tez sahibiyim. Ben vadetmiyorum, tezimin gereğini yapıyorum. Diyeceksiniz ki, yani asgari ücreti sen 5.000 Türk lirası verebilir misin? Eğer vatandaşlar bana müsaade eder, iktidar yaparsa görecek ki; biz 5.000 lira değil, 10.000 lirayı verebilecek bir projenin sahibiyiz.
Rusya Meclisi Duma’da 5 Saat Sunum Yaptım
Rusya’nın esasen daveti bir anda olmuş bir olay değil. 2005 yılında Türkiye’ye geliyorlar, orada bizim İktisat Kongresi'ne katılıyorlar. İktisat Kongresi'ne katılan ilim adamlarından Lebedev, Gavriletz, Victor Volkonski, Victor Minin; bu 5 ilim adamı o gün kongreye katıldı. Çok iyi dinlediler beni, ondan sonra takibe aldılar. Her zaman bana gitti geldiler, sorular sordular, tezimi didik didik ettiler; yani kongrelere bırakmadılar. Biz 9 tane kongre yaptık. İnanır mısınız bu kongrelerin tamamına bu arkadaşlar iştirak ettiler ve hangi konuyu anlayamadı iseler, o konu üzerine çok gittiler ve Putin, zaten onları teşvik eden gönderen Putin. Liberal Demokrat Parti’si Genel Başkanı Jirinovski, Putin'den aldığı talimatla bizi harfiyen tanıma noktasına girdiler. Sistemi çok iyi algıladılar ve “Bununla beraber biz Rusya’yı ayağa kaldırırız” dediler.
2005 yılında aldıkları bilgi ile Rusya'ya döndüklerinde, Lisiçkin denilen profesör arkadaş, bu İktisat Komisyonu Rus Duması’nın Başkanıdır, o zaman işte kısmen bunu uygulamaya koydular. Koydukları uygulamalarda ciddi neticeler aldılar. 2013 yılında da tamamını uygulamaya karar verdiler. Ama bu uygulamada öyle bir ilan yapalım bunu ki, bu uygulamayı da bütün dünyaya deklare edelim, karşısında olan kapitalizmi tarihe gömelim. Bunu bana bizzat Lisiçkin söyledi. Jirinovski ile beraber oturduğumuzda ‘tarihi bir gün yaşıyoruz’ ifadesiyle bunu anlatmaya çalıştı ve davet ettiler. Ben 5 saat bir sunum yaptım Rusya Meclisi'nde. O meclise 2 tane insan girdi yabancı; birisi Çin Devlet Başkanı, ikincisi de bendenizim.
Ondan sonra BRICS ülkeleri Hindistan olsun, Çin olsun, Güney Afrika olsun, Brezilya olsun bizim üzerimize düştü. Şu anda inanır mısınız bu ülkeler devamlı surette bizden bilgi istiyor; biz onlara aktarıyoruz.
Ben Milli Ekonomi Modelini Milletim İçin Yazdım
Ama ben bu sistemi milletim için yazdım. Ne garip tecellidir ki, Türkiye'de iktidar olanlar kendi hırslarına mağlup olarak bizi bir an dinlemek bile istemediler. Şu anda yalanın edebiyatını yapıyor; ha Türkiye iyiymiş. Neresi iyi Türkiye'nin ya? Tarım gitti, hayvancılık gitti, madencilik gitti, ormancılık gitti, sanayi gitti, ticaret bitti. İç politikamız tamamen batmış vaziyette, dış politikada itibarımız kalmadı; e Türkiye iyiymiş. Kardeşim sen rüya mı görüyorsun? Böyle bir rüyaya kimse ‘hayır olsun’ demez.
Kısaca şunu da kaç defa bildirdik, o zaman Cumhurbaşkanımız Sayın Erdoğan Bey başbakandı “Bu işi ben biliyorum. Lütfen gelin ülkemizi kalkındıralım. Biz sizden hiçbir şey de istemiyoruz, danışmanlık ücreti de istemiyoruz. Ya ülke kalkınsın. Memleket kalkındığı zaman ben de kalkınanlar arasında olacağım. Ama ülke… Hep beraber batıyoruz” dedik fakat dinletemedik. Bundan sonra inşallah onlara demeye fırsat vermez millet; bize bu imkânı tanır, hep beraber ülkeyi kalkındırırız, diyorum.
Türkiye’deki Yeraltı Kaynakları, Global Güçlerin Elindedir
Diğer partiler de benim söylediklerimi söylemeye çalışıyorlar ama hiçbir zaman kedi aslan olamaz. Bunlar beni taklit ediyorlar. Ne Cumhuriyet Halk Partisi'nin bunu hayata geçirme imkânı var, ne Milliyetçi Hareket Partisi'nin bunu hayata geçirme imkânı var, ne HDP'nin bunu hayata geçirme imkanı var. Neden, diyeceksiniz. Çünkü bu arkadaşların kaynağı yok. Evet, ben diyorum ama şimdi birazdan soracaksınız “Nedir bu yoğurdun bolluğu? Nereden alıyorsun? Nereden alıp nereye vereceksin?”. Ama bunları sorduğunuz zaman nereden alıp nereye vereceğimi izah edeceğim. Zaten, zaten yapabilseler bana gerek kalmazdı. Bize gerek olmasının nedeni, yapamadıkları içindir.
Şimdi bakınız, yeraltı kaynaklarımıza dikkat ederseniz hiçbiri temas etmez. Niye etmez? Çünkü yeraltı kaynakları, global güçlerin elindeki Türkiye'de bulunan sermayesidir ve birazdan inşallah beraber üzerine durur… Göreceksiniz bir tane Türk firması vardır, o da Sayın Cumhurbaşkanımızın yakını. Bütün firmalar ecnebi firmalar. Bize ait hiçbir şey yok. Milyar dolarlar her yıl dışarı çıkıyor, Türk milleti aç geziyor. Bu politikayla bunlar kalkıp da “Bizim yeraltı kaynaklarımız var. Buradan istifade ile size biz şunu şunu verebiliriz” diyebilirler mi? Ha onlar demedi, muhalefet diyebiliyor mu? Diyemez. Neden diyemez? E Derviş'i getirdi Sayın Kemal Kılıçdaroğlu. Onları da yola koyan Kemal Kılıçdaroğlu. Derviş'i de afedersiniz Kılıçdaroğlu'nu da yola koyan Derviş. Dolayısıyla her ikisinin hocası da aynı. Aynı yolda giden insanların belli sonuçlardan, yani farklı sonuçlar vermesi asla mümkün değil.
E geliyoruz Milliyetçi Hareket Partisi’ne. Zaten Milliyetçi Hareket Partisi işin içinden çıkabilseydi, seçime 1.5 yıl kala iktidarı terk edip kaçmazdı. E şimdi nereye talip oluyor bu adam? Yani talip olmaları hiç mümkün değil.
Demek istediğim kaynakları anlatmaları, bildirmeleri, deklare etmeleri… Mesela ben sorarım, ya bu kadar kaynak vardı da Sayın Devlet Bey rica ediyorum bugüne kadar sen neredeydin? Sayın Kemal Bey sen neredeydin? Değil mi? Şimdi Ahmet Davutoğlu, soracağım ona, sen neredesin ya kardeşim? “Nerede bu kaynaklar?” dediğimizde vermeleri, cevap vermeleri mümkün değil. Enteresandır, bu para konusunu tam açarsak anlatmak istediklerimiz çok daha iyi anlaşılır.
Bizim Kendi Paramız Yok!
Para nedir biliyor musunuz? Bizim alnımızın teridir, emeğimizdir, üretimimizdir ve çalışmamızdır. Bunun adına ‘para’ denir. Elimizde tuttuğumuz, üzerine elimizi koyduğumuz masa paradır; giydiğimiz elbise paradır; ayakkabılarımız paradır; evlerimiz paradır. Yani her şey üretimdir, üretilen her şey de paradır. Bu emek de paradır. Yani para emeksiz olmaz; emeksiz de para olmaz. Parasız da emek olmaz. Bunlar birbirinin mütemmimidir.
Şimdi bakıyoruz, bizim kendi paramız yok, emeğimiz yok, üretimimiz yok. Allah Allah… Öyle şey mi olur? Ben anlattığım zaman herkes hayretler içerisinde kalıyor. Hocam peki bizim cebimizdeki Türk lirası ne? Ha izah edeyim. Bizim cebimizdeki Türk lirası, global güçler bize diyor ki, o global gücün kim olduğunu iyi biliyorsunuz “Siz emeğinizin, üretiminizin karşılığını para olarak piyasaya süremezsiniz”. Ne yaparsınız? Zaten hatırlarsanız, II. Dünya Savaşı'na kadar devletlerin para karşılığı hazinelerinde altınları vardı. Dünya Savaşı'nı yapan Amerika “Yok” dedi “ben bu kanunu geçerli kabul etmiyorum. Benim paramı kendi hazinenize koyacaksınız, onun karşılığında paranızı piyasaya süreceksiniz”. Ondan sonra bütün ülkeler Amerika'nın dolarını hazinesine koydu, parasını piyasaya sürdü. Biz şimdi ne kadar para kazanıyoruz; kazandığımız kadar mal artıyor piyasada. Mal sirkülasyonu olabilmesi için, piyasada bol para olması lazım. Daha fazla borçlanıyoruz. Yani çalışmasak, para kazanmasak daha iyi. En azından o kadar borcumuz olmaz.
Şimdi bu mantıkla beraber bir devletin ayağa kalkması, ileri gitmesi hiç mümkün değil. Niye? Bize ait bir para yok. Şu ana kadar biz kendi paramızı basamadık. Yani emisyonumuzu genişletip senyoraj hakkımızı kullanamadık. Ben bunu 2005 yılında dediğim zaman Amerika talimat verdi Sayın Tayyip Bey’e “Beni eleştirenler oluyor” diye. “Yok. Ben eleştirmiyorum” dedim “ben doğruyu konuşuyorum”. Benim hakkımı sen nasıl oluyor gasp edebilirsin? Babanın çiftliği mi burası be? Benim alın terimi ben para olarak cebimde göreceğim, piyasada göreceğim. Bunu bize tattırmadılar.
Yapılması Gereken, Senyoraj Hakkını Devreye Koyarak Para Basmaktır
Ha şimdi ne olacak? Şimdi bizim yapacağımız iş… Bak mesela 2 trilyon gayrisafi milli hasılamız var. Bu 2 trilyon nedir? Malların tezgahlarında emteadır, maldır; ayakkabıcı dükkanında maldır, mezatçıda maldır, bakkalda maldır. Büyük dükkanlarda, hepsinde malın adıdır. Ama eğer biz o malın karşılığında paramızı piyasa sirküle etmezsek, piyasada korkunç bir durgunluk olur. Türkiye'de yaşanan da budur. Onun için ne yapacağız? O malın karşılığında ne kazandık? 2 trilyon. 2 trilyonun karşılığında ekonominin kurallarından olan senyoraj hakkını devreye koymaktır. Yani, parayı basmaktır. Biz basamıyoruz bunu.
E seni iktidara getirirken adam diyor ki “Sakın ona yaklaşma”. Trilyon dolarlar kazanıyor adam senin sırtından, verir mi onu sana? Yani eskiden savaşarak bir memleketi işgal etmek vardı; istediğini yaptırırdı, köleleştirirdi. Şimdi idarecileri kölesi yapıyor, seni kullanıyor.
Tamamen bağımlı. Hiçbir… Bağımsız olabilir mi ya böyle, böyle bir devlet. Benim cebimdeki parada hakkı olan ve ben cebimdeki paraya hâkim olamazsam yani bu kadar büyük esaret olabilir m?
Bizim Sosyal Devlet Projemizde Adil Paylaşım Olacak
Bizim, Sosyal Devlet Proje… Keşke kitaplarımı getirseydim. Ben bakın Milli Ekonomi Modeli’ni 9 defa uluslararası kongrede tartıştım ve Sosyal Devlet Projemi de 5 defa uluslararası kongrede tartıştım. Yani biz eşit şekilde bunu pay edeceğiz.
Şimdi işçi, eğer bir işçiye 5.000 Türk lirası asgari ücret verirsek, memura asgari ücret 5.000 Türk lirası verirsek, emekliye 5.000 asgari ücret. Bunun üstü var, altı yok. Bundan sonra altı haram, yasak. Bizim dönemimiz bu. Ama bunların döneminde o alt, üst başkasının; bize ait değil, millete ait değil. O takdirde ne olacak? Adil paylaşım olacak.
Sürekli kalkınma. Nedir sürekli kalkınma? Toplumda tüketim olur. Cebinizde para var. Bakkala gidersin istediğini alırsın, manava gidersin istediğini alırsın, ne bileyim ayakkabıcıya gider istediğini alırsın, herhangi bir dükkâna gider istediğini alırsın. Bu istediğin, istediğini alabilecek imkân cebinde varsa tüketimin güçlü olduğu dönemi yaşıyorsun demek. Tükettiğin takdirde üretim devreye girer. Şimdi bir insan sağlıklı olmasa önüne dünyanın en kıymetli gıdalarını getir, yiyemez. Ama sağlıklı olursa, aman Yarabbi; yani neredeyse seni vereyim. Şimdi para cebinde olan insan, sağlıklı bir insandır. Her yerde harcamasını yapabilir. İşte Milli Ekonomi Modeli, harcanması gerektiği kadarıyla ne (lüzumlu) lüzumu varsa, vatandaşımızın cebine koyan sistemin adıdır.
Milli Ekonomi Modeli, Harcanması Gerektiği Kadarıyla Parayı Vatandaşımızın Cebine Koyan Sistemin Adıdır
Ha burada kalkınma nasıl olacak? Ben tüketiyorum, sen üretiyorsun. Eğer sen üretmezsen, ben tüketemem; ben tüketemezsem, sen üretemezsin. Tüketen-üreten, tüketen-üreten yani üretme-tüketme; emme basma tulumba gibi bunların ikisi devreye girer. Bir anda bakarsın ki toplumun her tarafı iş dünyası olmuş. Bugün niçin iş hacmimiz yok? Çünkü katma değer üreten cebimizde para yok.
İki; tüketim hacmimiz yok. İşte bunu biz Bağımsız Türkiye Partisi’nin Milli Ekonomi Modeli ile devreye koyacağız. Rusya onun için bak atıl bir vaziyetteydi; şu anda dünyanın iş cennetine döndü. Bunu ben demiyorum. Amerika, Putin'i 2013 yılında ‘dünya lideri’ seçti, 2014 yılında ‘dünya lideri’ seçti. Niye? Benim sistemi uyguladı. Putin ne diyor? “Beni bu noktaya taşıyan Haydar Hoca’nın sistemidir. Biz ona muhtacız ve de Haydar Hoca’ya dünya muhtaç”.
Ben bu sistemi milletim için yazdım. Ama ne hikmetse milletimize bunu anlatma imkânı bulamadım. Size çok teşekkür ediyorum, bize kapılarınızı açtınız, ekranlarınıza taşındınız ve şimdi bizi milletimle karşı karşıya getirdiniz ve anlatma imkânı buluyoruz.
Cemevleri İbadethanedir ve de İslam’dandır
Bizim valla can emniyeti, mal emniyeti, din ve vicdan emniyeti diye kurallarımız var. Bu İslam'ın gereğidir. Yani bir insanın canını devlet koruma altına almaya mecburdur, malını koruma altına almaya mecburdur, dinini koruma altına almaya… Dinini koruması ne? İbadet hürriyetini vermesidir. Sen şimdi vatandaşa ibadet hürriyetini vermeyeceksin; eee? Din hürriyetinden bahsedeceksin. O zaman senin yaptığına ‘tiyatro’ denir. Zaten bunlar senelerden beri bu tiyatroyu oynuyorlar.
İki; bakınız cemevleri dediğimiz yerler ibadethanedir. Bu adamlar dini de bilmiyorlar. Ben diyanetin başından sonuna kadar olan elemanların iyi tanırım. “Cemevleri ibadethane değildir”. Cemevi nasıl ibadethane değil? İslam… Ben Peygamber Aleyhisselam Efendimiz’in 2 cilt hayatını yazdım. Mescid-i Nebi diye Allah sevgilisinin bir mescidi vardı. O mescidin avlusu Ashab-ı Suffa’nın kaldığı avluydu. Bu avlunun adı bugünkü cemevidir. Orada sahabe ne yapıyordu? Yatıyordu. Artı yiyordu, ibadet ediyordu, Peygamber’le sohbet ediyordu, arkadaşlarıyla konuşuyordu. Cemevinin gördüğü fonksiyon ne? Bu. Peki sen nasıl (diyebilirsiniz ki) diyebilirsin ki “Bunun İslami tarafı yok”. Bu, İslam'dandır. Allah Resulü'nün Ashab-ı Suffa’sının yaşadığı mekanın adıdır.
Aaa cemevi denmiş, neden? Toplanılıyor. Ee, cemevinde toplanılıyor. Ashab-ı Suffa’da, Ashab-ı Suffa’nın olduğu mekanda toplanılıyor. Kısaca bunlara ibadet yapma hürriyeti, bunların bir mekan olduğu, bağımsız bir ibadethane olduğu kanaati onun şahsının elinde değildir. İnsan hakkıdır, bunu vermeye mecburdur. Bugüne kadar vermemişler.
Camilere Tanınan Statüler Cemevlerine de Tanınacak
60 bin kilise açtı bu arkadaşlar, sağ olsunlar. Şimdi Türkiye'de Hristiyanları sayalım. Benim Trabzon'da ya 100 tane Hristiyan vardır yahut da 50 tane. Yok. Trabzon'da neredeyse 150 tane kilise evi var. Gelelim Türkiye, 60 bin tane kilise. Bu kadar Hristiyan var mı Türkiye'de? Niçin bunları açıyorsun? Avrupa Birliği bu talimatı verdi diye. İstediği gibi bunlara ayinini yaptırıyor ama cemevine bunu müsaade etmiyor, hukuki statüye müsaade etmiyor. Allah nasip ederse, o zaten Alevi kardeşlerimin hakkıdır; cemevlerine hiç kimsenin dokunmasına imkan ve ihtimal yoktur. Bunu vermekte de biz görevliyiz. Allah nasip eder bendeniz Allah bana bu imkanı verirse bir; Alevi kardeşlerimiz ibadet yapabilecekleri cemevlerine hukuken sahip olacaklar. İki; cemevlerinde idareci olan, yönetici olan dedelerimiz devlet tarafından nasıl bir müftü efendi (vaaz alıyor) şey maaş alıyor, aynen alacak. Orada çalışan müstahdemi olsun vs. memur, memuresi olsun devletin resmi memuru olup oradan maaş alacak. Artı, eğer cemevi lazımsa devletin hazinesinden bedava olarak arazi tahsis edilecek. Yani, camilere tanınan statüler bunlara tamamen tanınacak.
İlmin Şehri Peygamber, Kapısı Ali'dir
Bir de benim Allah kısmet ederse Ehl-i Beyt Üniversitesi açma düşüncem var ki bunu inşallah hayata geçireceğim. Bu üniversite ile biz, İmam-ı Ali ekolünü tanıtmamız lazım. Bak ilmin şehri Peygamber (S.A.V.), ama kapısı Ali'dir. Ali kapısı olmadan insanların Allah'ın sevgilisine, Allah'ın ehadiyet deryasına geçmesine asla imkan yok. Bu dinin kuralı. Mesela düşünebiliyor musun, Peygamber (S.A.V.) Veda Haccı’ndan dönerken nereye geliyor? Orada bir durum vardı, neyse onu inşallah hatırlarım. Gadir-i Hum denilen yere geliyor, Allah sevgisiyle vahiy, vahiy ediliyor. O vahiy üzerine “Yakınların hakkını ver”. Artı, İmam-ı Ali'nin imametini “Şayet sen, sana emredileni tebliğ etmezsen, bihakkın vazifeni ifa etmemiş olursun”. Maide Suresi’nin, şimdi hatırıma geldi, Ayet-i Kerimesi nazil oluyor. Allah Resulü, ashabını topluyor; 120 bin sahabe, az değil. Orada onlara İmam-ı Ali'yi yanına alarak, müsaadenizle kitapta orasını bulayım, “Ali Bin Ebu Talip benim kardeşimdir, vasimdir, halifemdir. Benden sonraki halifemdir. Allah Resulü'nün halifesi odur. Müminlerin emiri odur. Allah tarafından tayin edilen hidayet imamı odur”. Yani demek, insanların Peygamberden sonra hidayet bulabilmesi için de İmam-ı Ali ile beraber olması buraya göre farz. Bu, Peygamber’in mübarek lisanından dökülen sözler. “Ey insanlar, ben hilafet emrini kıyamet gününe kadar imamet veraseti olarak neslime emanet ediyorum”. İmam-ı Ali gitti, göçtü, neslinden gelen biri gelecek; Hz. Hasan gelecek, Hz. Hüseyin gelecek, İmam-ı Zeynel Abidin gelecek, İmam-ı Muhammed Bakır gelecek, İmam-ı Cafer gelec… Yani bunu diyor Allah'ın sevgilisi. Daha, “Ali, Allah tarafından tayin edilen imamdır. Yani onu ben, sade ben tayin etmedim. Allah tayin etti, ben de ettim”. İşte Maide Suresi bundan indi. 67. Ayet, “Benden sonra Ali, Allah'ın emriyle sizin veliniz, imamınızdır. İmamet makamı ondan sonra da Allah ve Resulü ile görüşeceğiniz güne kadar onun evlatlarından olan benim neslimin hakkıdır”.
Şimdi, olay bu. Gadir-i Hum’da Cenab-ı Peygamber Efendimiz bunu ilan etti ve bunu ilan ettikten sonra “el yevme ekmeltu” Ayet-i Kerimesi indi. “Bugün size dininizi tamamladım. Din olarak İslam'ı seçtim. Ben ondan razıyım” diyor. (Maide Suresi, 3. Ayet)
Arkasından da bak çok enteresandır, nübüvvet dönemi bitiyor. Ne dönemi başlıyor? Velayet dönemi başlıyor. Kimin bu, bunun başı kim? İmam-ı Ali. Haa kim hidayete ulaşmak ister; Ali kapısından mutlaka geçmesi lazımdır. Bunu bilmemiz gerekiyor. İşte İslam bunu emrediyor. İşte Diyanet’miş, herhangi bir dini teşkilatmış; bu anlayışın dışında bir mantığa sahip olursa bu yanlıştır, noksandır. Biz bunu böyle biliyoruz, inşallah hayatımızda da böyle geçireceğiz.
Türkiye’de Açılım Süreci Tamamen Batıl ve Yanlıştır
Bugün ‘Soykırım’ Dedikleri Şey Hacı Bektaş’ın Nezaket ve Nezafetinde Anadolu’nun Müslüman Türk Olmasıdır
Şimdi efendim Türkiye'de açılım süreci tamamen batıl, yanlış. Müsaadenizle ben bunun evveline geçeyim. Yani, Türkiye'de kültür hareketi olarak ben gençlik yıllarımdan beri olayların içindeyim. Biz Anadolu'ya 1071'de girdik. Ama 1071'de girmemize rağmen Anadolu’yu İslamlaştıramadık. Evet, Müslüman olan var ama çok az. Ne zaman Anadolu İslamlaştı? Hacı Bektaş Horasan'dan geldi, Anadolu Yaylası'na indi; bugünkü Hacı Bektaş'a geldi. Hacı Bektaş 1200'lü yıllarda… 1071’de fetih, arkasından 1200'lü yıllarda Hacı Bektaş geliyor. Orada Süryani, Keldani, Yezdani, Rum, Ermeni, Arap, Boşnak, Laz, Kürt, Çerkez; 36 tane etnik grupla çarıklarını giyiyor, kapı kapı dolaşıyor Hacı Bektaş. Ne yapıyor? Bunları İslamlaştır… Müslüman ediyor. Enteresandır, Anadolu Yaylası'nda etnik gruplar ayrı ayrı olmasına rağmen, Hacı Bektaş’ın nezaket ve nezafetinden “Biz Türk olduk” diyorlar. Allah Allah… Bugün ‘soykırım’ dedikleri şey bu. “Siz soykırım yaptınız”. Niye? “Değiştirdiniz bizi”. Ama burada bir zorlama yok; Hacı Bektaş gibi Allah eri var. Tabi. Ya insanlıksa bu, medeniyetse bu, kültürse bu, sanatsa bu, maneviyatsa bu, insanlıksa bu. Niye geçmesin o tarafa? Zaten dinini kabul etmiş.
Kısaca böyle bir birliktelik oluşmuş. Bunun adına ‘Müslüman Türk kimliği’ dendi. Hacı Bektaş'ın babası Arap’tır, Annesi Türkmen Türkleri’ndendir. Annesini çok severdi, Allah şefaatinden ayırmasın. İşte ona olan sevgisi, bütün Anadolu Yaylası'nı Müslüman Türk yaptı. Müslüman Türk, bunun adı.
Hepimiz Kanun Önünde Eşitiz
Şimdi adam geliyor batının bindirmesi ile batının propagandası ile bu mozaiği dağıtmaya çalışıyor. Bu da onun aleti olarak onun -ne denir, suflör mü denir ona- dediğini söylemeye çalışıyor. E ona hakkını ver. Ya peki bizim devlet irademizde Laz'ın, Çerkez’in, Kürt’ün, Arap’ın ayrı ayrı hukuku yok ki. Hepimiz kanun önünde, devletin hukuku önünde eşitiz. Ne senin bana, ne benim sana hiçbir ayrılığımız yok. E sen şimdi ne demek “İmtiyaz tanıyacaksın bana” diyor Kürt kardeşlerimize. Kürt kardeşlerimizin derdi bu değildir; böyle bir meselesi yok. Şimdi bunu ‘ben açılımı yaparak, size bu hakkı vereceğim’ diyerek imtiyaz tanımak; Türkiye’yi parçalamaktır.
Soruyorum, Kürtler’e biz bu imtiyazı tanıdık; e Çerkez demez mi ki “Ben, ben neyim? Ben de istiyorum”. Hayır. O dedikten sonra Laz demez mi ki “Ben neyim ya? Ben de bu toplumun mahsulüyüm. Benim hakkım ne olacak?”. Arap “Ben de istiyorum”, Boşnak “Ben de istiyorum”. Türkiye’yi darmadağın etme projesidir bu. Ama Allah buna müsaade etmez. Çünkü bu memleketimizde ağzı dualı Hacı Bektaş'ın erenleri var, İmam-ı Ali'nin yolundan gelen büyük veliler var. İnşallah onların nefesi ile bu birlik temin edilecek, bu tehlikenin önüne geçilecek, diyorum.
Suriye Meselesinde Ciddi Bir Yanlışlık Yapıldı
Suriye’ye girsek bir ancak onu konuşabiliriz. Çünkü hakikaten ya sen bir herifin, adamın evine gidiyorsun, oturuyorsun, yiyorsun, razı oluyorsun; gelinini getiriyorsun, oğlunu getiriyorsun, kızını getiriyorsun. Ondan sonra Amerikan Hariciye Bakanı Powell ile konuşuyorsun, bir göz işareti; namluyu çevir. Ya böyle bir terbiye olabilir mi? Yani bizim Türk terbiyesiyle böyle bir şey var mı ya? İnsan yediği kaba tükürür mü?
Kısaca, ciddi bir yanlışlık yapıldı. Buna eksen kayması mı desek, buna iman kayması mı desek onu ben takdir etmeyeyim; dinleyenlerimin takdirine arz edeyim. Neymiş? Esad, Alevi imiş. E bir tanesi de kalkıyor fetva veriyor, diyor ki “Alevileri öldürmek caizdir”. Hayda. Bir ara kapılarını işaretlediler hatırlarsanız. Allah'a şükürler olsun bunun önüne biz geçtik. Savaşın önüne de biz geçtik, bunun da önüne biz geçeceğiz inşallah. Ne demek yahu, sen kim oluyorsun? Allah'ın seçtiğini, Peygamber’in seçtiğini… Onun tarafı olana harp İlan ediyorsun. Babanın çiftliği mi bu dünya? Yani hakikaten babanın çiftliği mi burası? Ama burada büyük bir zulüm yaptılar. Kalktı adam yetiştirdiler, o topraklara insan katli için ellerine silah verdiler. Çok ciddi tahribatlar yaptılar. Bir sürü şimdi o insanlardan Türkiye'ye gelen vaat edilmiş haklara kavuşmak üzere insanlar var. Gelip görüyor, Allah Allah… Ya geriye dönsek, nasıl yapacağız? Biz oradan kaçarak geldik, Esad'ın yüzüne nasıl bakacağız? E dönmesek, burada huzurumuz yok. Şimdi düşünebiliyor musunuz, bu insanlara kalkıyorlar vatandaşlık unvanıyla seçme hakkı veriyorlar.
Kısaca, bu arkadaşların dış politikası ne kendilerine yar, ne dünyaya yarar. Hiçbir şeye yaramaz.
Sadece burası mı? Hem Mısır'la hukuklarını biliyorsunuz. Mursi idama mahkûm edildikten sonra işte “Ben, Allah'ın izniyle korkmam”. Ya niye kabadayılık yapıyorsun? Ne demek yani ‘Korkmam, etmem’. Demiyorsun ki “Yanlış yaptık, geri adım atıyorum”. Hala inadında devam ediyorsun. Ama bu inat seni hayra götürmez.
Libya meselesi. Biliyorsunuz, Kaddafi Kıbrıs olayında dış dünya olarak bize tek yardım eden, bizi… Uçaklarımız kaldıracak yakıtımız yoktu. O tarihlerde rahmetli Kaddafi, Türkiye’ye müthiş bir destek verdi. Buna rağmen biz kalkıp onun helakine… Önce diyor ki “Ya bu NATO’nun ne işi var orada?”. Hatırlıyorsunuz. Ondan sonra kalkıyor, öncü kuvvet olarak gidiyor, Libya'yı bombardımana tabi tutuyor. Kısaca, neresini tutsak bunların elimizde kaldı.
Bunların hepsi aynı şey, aynı oyun.
Arap Baharı Amerika'nın Başının Altından Çıkan Bir Projedir; Baş Aktörü de Türkiye'dir
Şimdi Arap şey affedersin, Arap Baharı adı altındaki projenin tamamı Amerika'nın başının altından çıkıyor; baş aktörü Türkiye'dir. İnşallah muvaffak olamayacaklar, diyorum. Yoksa işte onu da gerekçe olarak ‘biz Sünniyiz, onlar Alevi’dir. İslam dünyasında böyle bir ikili kutup oluşturarak milleti vuruşturmak, Müslümanları birbiriyle boğuşturmak istiyorlar. Ama gayretlerimizle bunların önüne inşallah geçeceğiz, diyorum. Gerekirse yani Allah lütfeder ise o imkanı verirse; orada gidip işe de el koruz, diyorum. Yani vatandaşlarım inşallah bu hakkı verir; gider, orada da sözlerimizi, düşüncelerimizi… Ya sen dünyada güçsen…
Bana diyorlar ki “Güzel, sen Rusya'ya ‘evet’ dedin de Amerika'ya niye demedin?”. Ya Amerika'nın olduğu yerde gözyaşı var, kan var, ölüm var. Niye ben diyeyim ona? Senelerce bunların aleyhinde gittiler, Rusların. Ben Bakü Devlet Üniversitesi’nde 14 sene hocalık yaptım. Hiç de onların dediği gibi değil. Ateizm yok mu? Var. Ama adamlar dedi ki “Ya biz bir defa çuvalladık. Allah daha bizi buraya koymasın”. Ciddi bir dönüş var şu anda. Yüz binler İslam oluyor. Nerede? Moskova’da, Rusya'da. Yani ilim adamları, gençler. Şimdi ben mukayese ediyorum; çok samimi konuşuyorum, dağlar kadar fark var. En azından adil insanlar. Peki (Rusya) Amerika niçin bu adaleti tanımıyor? Onu tanısa, dünyanın başı olacak. Jirinovski ile sohbet ediyoruz, Liberal demokrat Parti Genel Başkanı, “Bak” dedim “siz Suriye'ye destek oldunuz. Güzel. Ben sizin bütün İslam alemine destek olmanızı istiyorum. Siz İslam dünyası… İslam dünyası mescit. Onun minaresi olarak yerinizi alırsanız; İslam dünyasının duası size yeter”. Bir numaralı Türk düşmanı olan, o ifade edilen insan ‘Ne mutlu Türk diyene’ sözü ile sohbetimizi tamamladık.
Biz Avrupa Birliği'ne Değil, Bağımsız Ülkelerin Bir Arada Olabileceği Bir Birliğe ‘Evet’ Diyoruz
Kısaca, biz yeni bir dünyaya bakmaya da mecburuz. Batı bizi hala kabul etmemiştir. Şu kadar zamandan beri Avrupa Birliği, Avrupa Birliği. Ya yüzümüze bile bakmıyorlar. Tarımımızı bitirdiler, hayvancılığımızı bitirdiler. Bunlar bitirdi. Talimat veriyor, bunlar da uyguluyor. E peki böyle bir topluluğun ardında koşmanın sebebi ne? Sana, bana faydası ne?
Kısaca demek isterim ki, biz Avrupa Birliği'ne değil, bağımsız ülkelerin bir arada olabileceği bir birliğe ‘evet’ diyoruz. O birlikte de Türkiye'nin şu andaki değerinin en az 10-20 katını kazanacağımızı ben taahhüt ediyorum. Yani bunu biliyorum. Yaparız biz bunu, diyorum efendim.
Bu ana kadar size anlattığım dünya, bu adamları besliyor. Bu aslında başı Yahudi olan bir kurumdur; İslam'la uzaktan yakından ilgisi yoktur. Ama ortaya birden çıkmış bir örgüt; bir de bakıyorsun orasını ele aldı, burası ele aldı. E bunun karşısında nasıl olunur? Bir Müslüman nasıl olacaksa öyle olunur. Biz ona tamamen karşıyız. Ama Türkiye ona ait tedbirlerini almıyor; üstelik de elemanlarını Türkiye'de besliyor, yetiştiriyor. Türkiye'nin bu yönüyle de geleceği iyi değil, sağlam değil.
Filistin; İslam Dünyasının Kanayan Yarası
Şimdi Filistin yeni değil, bizim öğrencilik yıllarımızdan bu tarafa; İslam dünyasının kanayan yarası. Ama “Dünyada bir numaralı düşman Yahudi’dir” diye siyaset dünyasına atılan Sayın Erbakan, bilahare İsrail'le yaptığı 20 tane gizli anlaşma ile birlikte, İsrail pilotlarını Anadolu'da, Konya'da eğittiler. İstihbarat Anlaşması yaptılar. Yani, şimdi Türkiye'nin istihbaratı Tel Aviv'den geliyor, buradan Tel Aviv'e gidiyor, orada şekilleniyor, buraya geliyor. Dahası, Ticari İş birliği Anlaşması. Efendime söyleyeyim, Askeri İşbirliği Anlaşması. Gizli anlaşma olarak 20 madde Sayın Erbakan'ın döneminde hayata geçiyor. Bakıyorsunuz, o günlerde bir şey olduğu zaman Filistin'e, toplanırlardı meydanlarda telin mitingleri yapılırdı. Ama hakikatte, madem sen buna karşısın; bu askeri eğitim anlaşmasını sona erdirin. Pilotlarını sen Konya'da eğitiyorsun. Bunları eğitme. O yok, o bu devlet geleneğidir.
Yapılması Gereken Esad’a, Filistin'e Sahip Çıkmaktır
Kısaca iki yüzlü davranarak Müslüman, Müslümanlık görüntüsü altında ciddi bir hasara sebep olmuşlardır. Öyle bir politika uygulamak lazım ki, Allah selametini versin Sayın Esad bu konuda tavizsiz bir politika izledi ve bugün onun başına gelenlerde İsrail Türkiye’yi ikna etti, onun başına onu bela etti. Yani onun asıl temel nedeni Filistin’dir “Niye sen bunlara sahip çıkıyorsun?” diye. Yapılması gereken Esad’a, Filistin'e sahip çıkmaktır. Nasıl bir sahip çıkmak? Sadece askeri bi… Bu kültürel yönden, ticari yönden, hukuki yönden her yönden sahip çıkmak lazım. Bugün İsrail'de bağımsız bir devlet olmuş olsa, sonuç böyle olmaz. Onun için onları bağımsızlığına kavuşturacak güçlü ataklar yapmak lazım. Ama bu ataklar da İsrail'le dost olarak yapılamaz, Amerika ile dost olarak bunlar yapılamaz. Ha düşman olalım, kavga edelim de demiyorum; onun yanında duralım, “Burası devlet olması gerekiyor” basa basa bu sözü söyleyelim, Birleşmiş Milletler’e bunu ilan edelim ve haklarını koruyalım, sahip çıkalım diyorum. Özetle bunu söyleyebilirim.
Gençlere Sınavsız Üniversite
Hakikaten gençlerimizle çok ciddi bunalım dönemine girmiş. Okuyor, liseyi bitiriyor; 2 milyonun üzerinde insan sınava giriyor, 300 bin insan eğitime alınıyor. Bunun 1 milyon 700 bini açıkta kalıyor. Her sene böyle. Ya bu böyle devam etmez. Ben Bakü'de az evvel söyledim 14 yıl öğretim üyesi olarak çalıştım. Bir insan orada iki tane dil bilir; ayakkabı boyacısına git, iki tane dil bilir. %70’i üniversite mezunudur. %70 insan üniver… Peki bizde? %7 %8. Allah'tan kork ya. Niye bunları sen istediği gibi okutmak istemiyorsun? Yani, ne yapmak istiyorsun? Çocuk bir diploma alacak; iş vermiyorsun zaten, ona da müsaade etmiyorsun. Yapılması gereken; üniversitenin kapılarını ardına kadar açmak. Biz bunu yapacağız. Sınavsız üniversite, diyoruz. Çocuklar girecek. O zaman bana bir soru sordular, dediler ki “Hocam o zaman tıp fakültesine yoğun talep olur”. Onu dengelemek siyasinin elindedir. Ne yapar? Niçin tıpa insan müracaat eder? Maaşı fazla olduğu için. E öğretmene 10.000 lira ver bakalım daha o gider mi oraya, o kadar zahmeti çeker mi. Kısaca, onu rahatlıkla dengeleyebiliriz.
Bir de ne kalıyor? Binalar kalıyor, eğitim mekanları kalıyor. Bir baraka yapmak o kadar zor değil, bir bina yapmak o kadar zor değil. Artı, öğretim üyesi de… Bu kadar dershane var. Bunları hızlandırılmış eğitimden geçersin, bir sınava tabi tutarsın, akademi hak verirsin; Türk dünyasında bir sürü öğretim üyeleri var, alırsın, 1-2 sene kendini sıkarsın; işi halledersin. Yani, bunlar kolay imkanlar. Biz nasip olursa üniversite kapısını açıp bu kardeşlerimizi üniversite mezunu yapacağız. Mezun ettiğimiz gün kendilerine iş bulacağız, iş vereceğiz. Yani mezun etmek mesele değil.
Uzun Vadeli Faizsiz Kredi ile Evlenme Kredileri Vereceğiz
Artı, bu arkadaşlarımızın bir de evlenme ihtiyacı var, yuva kurma ihtiyacı var. Uzun vadeli kredi ile faizsiz kredi ile evlenme kredileri vereceğiz. E buna bir de daire lazım. Değil mi? Konut lazım. Orada uzun, 20 yıl vadeyle. Ama şu anda TOKİ'nin yaptığı gibi değil. TOKİ bunu benden çaldı, iktidar benden çaldı. Bu konut sistemi bana aittir. Memleketimizin hazinelerinde imalat fiyatına, yani 100 metrekarelik yer bugün imal edilse edilse 70 bin lira tutar, 70 bin lira. 70 bin lirayı 20 yıl vade ile… Bizim aynı zamanda vatandaşlık maaşımız var. Yani devlet bir elinden alacak, öbür eline verecek ve bir insan da bedava ev sahibi olacak.
Artı, okuyanlardan 30 yaş ve üzeri olan arkadaşlarımız var. Bunlar da 1 milyona yakın kardeşlerimiz. Bu kardeşlerimizi de hızlandırılmış eğitimden geçirerek bitirdiği gün üniversiteyi Allah nasip ederse onunla da iş imkânı tanıyacağız, diyorum ben.
Sizleri de davet ediyorum. Evvela çok teşekkür ederim. Bir aile ocağında sohbet yaptık, diye ifade edeyim. Allah hepinizden razı olsun. Allah muvaffak etsin, mahcup eylemesin, diyorum efendim.
Bu sohbeti video olarak izlemek için play butonuna basınız