info@profdrhaydarbasenstitusu.org

İnsan ve İnsanın Yaratılış Gayesi
21/11/2024 DİNİ YAŞAM 210

    Neler Okuyacaksınız

Efendim böyle bir programın milletimiz açısından mahiyet itibariyle değeri hakikaten ifadelerle imkânı olmayan bir mahiyet arz etmektedir.

Esasen bu programlar, bizi takip eden kardeşlerimize çok faydalı olduğunu hem duyuyor hem sohbetlerimizde öğreniyor ve hem de bunun mukabilinde çok ama çok dualar alıyoruz. Ben de bizi takip eden kardeşlerimize bilmukabele hürmetlerimi, saygılarımı ve dualarımızı aynen bilmukabele naklediyorum.

Prof. Dr. Esad Coşan Hoca Efendiye Başsağlığı

bir kaza münasebetiyle darulbekaya rihlet eden çok muhterem kardeşimiz ve hocamız Esad Efendiye Cenabı Haktan rahmet, Onu sevenlere sabır, ecri cezir niyaz ediyoruz. Bu kardeşlerimize hakikaten evet üzülmemek ölüme üzülmemek, firkat münasebeti ile mümkün değil ama bu insanlar hayatlarını çok ama çok dolu olarak geçirdiler. Bütün ömürlerini Hak yoluna hizmete vakfettiler; hatta bu münasebetle hicret ettiler. Bir hicret yolculuğunda diyebiliriz, Cenab-ı Hakka rihlet ettiler. Umulur ki bizim akaidimize göre bu evsafta Cenabı Hakka vuslat edenlerin hali şehit halidir. Cenab-ı Hak rahmet eylesin, sabırlarına sabır ihsan eylesin.

İnsanın yaratılış gayesi nedir, bu varlık içerisindeki konumu kıymeti değeri nedir?

Efendim hakikaten biz bu üzerinde yaşadığımız evrende başıboş yaratılmış bir varlık mıyız? Yani niye yaşıyoruz niye geldik bu âleme, varlık nedenimiz ne?

Yaşadığımız hayat tarzlarına baktığımız zaman çok defa acaba niçin yaratıldım sorusunu sorduğunda cevabını bulamıyorsunuz.

Çünkü yaşantımız o kadar maksadının dışına çıkmış ki bu sadece bizim toplumumuz için değil, insan nevinin olduğu her bölgede ve her yerde. Diyebilirim ki fazla gezen bir kardeşiniz olmamız münasebetiyle çok tespitlerimiz oluyor. Yani neden yaşıyoruz, niçin varız?

Sorularını sorduğunuz zaman karşınıza çıkan netice önünüze gelen netice; zengin olmak için yaşıyorum. Bir mevki sahibi olmak için yaşıyorum. Bir rütbe sahibi olmak için yaşıyorum. Güçlü olmak için yaşıyorum. Sorunun cevabını aşağı yukarı inanan da inanmayan da bu kulvarda veriyor.

En yakınlarımızdan en uzakta olana aynı soruyu tevcih ettiğinizde belki sözde az sonra ifade edeceğim konuları içeren cevaplar veriyor ama haline baktığınız zaman, yaşantı tarzına baktığınız zaman hiçte öyle değil. Zengin olmak, yükselmek, çok şey elde etmek, herkesin üzerine çıkmak; yani bütün bunlar kötü şeyler mi?

Bir maksat olmazsa bir gaye olmazsa boş şeyler. Ama ifade etmeye çalışacağımız konu bir gaye olursa çok şey. Şimdi maalesef gayesiz bir büyüme, gayesiz bir yükselme, ihtiras yani nefsani bir duygu içerisinde yükselmede yükselemiyor. Arzu ettiği zenginliği de elde edemiyor. Yani başıboş maalesef bir hayat tarzı içerisinde günümüzün insanı yani bizler uzaktakiler değil nefislerimizi de bu işin merkezine korsak. Yani dinleyen de bizden ayrı diyemezler. Başıboş bir hayat yaşıyoruz.

Hâlbuki Kur'an'da Canab-ı Vacibul Vücûd Hazretleri “İnsanoğlu başıboş yaratıldığını mı zannediyor?” (Kıyamet Suresi / 36. Ayet)

Yani böyle adeta bir sert cisme çarpar gibi kafanı “Kendine gel bakayım. Sen başıboş yaratılmadın.”

Daha, bir hesabı üzere yaratıldın. Senin yaratılışının bir maksadı bir gayesi var. Sadece senin değil bütün bu mükevvenatın bu âlemin bir maksadı var, o maksat bir hesap üzeredir. Öyle milimetrik hesaplar üzerinedir, mizan üzeredir. “Ve vedaal mizan” (Rahman Suresi / 7. Ayet)  Şimdi her şey mükemmel bir nizam üzere olunca ve başıboş da insan yaratılmayınca acaba ne için değil mi?

Cenab-ı Hak, İnsanlara Allah’ı Bulduracak Haberciler Gönderiyor

Başıboş değil, peki maksat ne? İnsan bunu bulamaz diye Cenab-ı Hak, Onu ona bulduracak haberciler elçiler, arasını bulan, Onu tanıtan; Nebi ve Resul dediğimiz cinsten seçilmiş ve sevilmiş ulülazim insanlar gönderiyor. Ve onların kanalıyla Kur'an'da mevcut olan bir mesaj ki o da yaradılışın neden ve niçin olduğunu bunun dışında eğer bir maksat gaye varsa boş olduğunu. Her ne kadar Kuran’ı Azimüşşan’da bu okuyacağım ayeti kerime beyan ediliyor ise de Kur'an'dan evvel gelen 104 kitabın tamamında bu mananın mahiyet halinde insanları kuşattığını ve peygamberlerin bu mesajı insanlara bildirdiğini görüyoruz.

Neymiş o: Estaizubillah “Ve ma halaktul cinne vel inse illa liya´budun” (Zariyat Suresi / 56. Ayet) insanları ve cinleri Cenabı Hak şimdi koyuyor, gayem şu diyor: “Ey insan ve ey cin topluluğu haberiniz olsun benim sizi yaratmamın bir tek sebebi var.” Neymiş o sebep? “Li ya'budun” uleme bu ayeti kerimeyi “liyagrifun” şeklinde de tefsir eder. Allah’ı bilmek tanımak, malumunuz ibadettir.

İbadet Allah’ı Bilme İlmidir

Hatırlarsanız çeşitli sohbetlerimizde ibadet Allah'ı bilme ilmidir.

Neden? Çünkü siz taat ve ibadetle Rabbimizin tecellilerine mazhar oluyorsunuz; O tecelliler ile beraber de yaratıcıyı tanıyorsunuz. O zaman siz Allah'a arif oluyorsunuz. Yani Allah'ın ilmini öğreniyorsunuz, Allah'ı bilme ilmini öğreniyorsunuz. O bakımdan bu manaya gelsin diye “ya'budun li ya'budun” Ayet-i kerimesini oradaki ibadet hususunu ulema Allah'ı bilmek olarak tefsir ediyor.

Allah’ı Bilen Kul Her Adımını “Rabbim Benden Razı Olsun” Diye Atar

Yani ibadet yaptın mı neticede Allah'ı tanırsın şimdi çok enteresan bir incelik var burada. Dikkat ederseniz ibadetle hayatını yönlendiren insanların hayatında hemen hemen bütün işlerin merkezinde oturan gaye Allah'ın rızasıdır.

Allah'ın rızası olması münasebetiyle attığı her adımı o benden razı olsun diye atar. Aldığı nefesi yaptığı bütün işleri benden razı olsun. Şimdi benden razı olsun diye kim razı olacak? Allah razı olacak. Attığı adım işte onun ibadeti. Bu hal bu niyet, Onun Allah'ı hatırlamasına vesile olduğu için hatırlamak, Allah’ı zikirdir. Allah'ı unutmamak, Allah'a hatırda tutmak. Hem Allah Allah diyerek Allah'ı zikretmek de zikirdir, Allah unutmamak da zikirdir. Dikkat buyurun.

Şimdi sadece bak bir niyet, O niyet Allah’ı zikrinize sebep oluyor; o vesile ile Cenab-ı Vacibul Vücûd da sizin kalbinize tecelli ediyor. O tecelli eden Rabbi tanıyorsunuz. Tanımaya başlıyorsunuz. Tanıdıkça O büyük azameti seyrediyorsunuz. Onu görüyorsunuz. Gördükten sonra “Allah Allah!” diyorsunuz ya ben hiçbir şey yapmıyorum. Aman yarabbi! İbadetlerin sana az geliyor, O kudret, o kuvvet, o azamet karşısında. O kadar küçülüyorsun ki; neredeyse ben yokum dercesine içinde hem bir azamete karşı saygı, korku; ama onun üzerinde çok daha sizi Ona bağlayan bir sevgi ve muhabbet gelişiyor. İbadeti yaptıkça yapmanız içinizden geliyor.

Sabah Namazına Kalkmakta Neden Zorlanırız?

Dikkat ederseniz bu hali yaşayamadığımız zaman ibadet sırtımızda bir külfet. Aman bir namaza kalkarken sanki sırtımızda dağlar var. Haydi, bakalım kalk erkeksen. Hele sabah namazı olunca. Şimdi bu neden?

Kalp ile Allah arasına devreyi tam koyamadık yani ibadetle o devreyi tam kuramadık, kapıları açamadık gelecek sinyallerden habersiziz. İşte hakikatte ibadet, o sinyallerin kulun kalbine tecellisine ve o tecellilerle kulun Allah'ı tanımasına işte ayette murad edilen Cenabı Hakk'ın maksadı bunun için yani beni tanıman bilmen “Ben böyle bir padişahım. Haberin olsun ey kulum ha!” Bu hali yakalamandır.

Onun için o gücü her an yaşamandır. Kiminle karşı olursan ol hangi birlik olursa olsun. Bu ABD birliği olur, AB birliği olur, şu olur bu olur; O güç sende olur. Bilmem anlatabiliyor muyum?

Şimdi o güçle birlikte hayatı kucaklamaya çalışan sen o zaman herkesin fevkine Onun için Onun adına çıkmak istersin.

Niye?

Ben İnsan neydi Halifetullah değil mi? Onu temsil ediyorum. Hem inanmış mümin olarak bunu biliyorum.

O zaman güçlü olmaya, kuvvetli olmaya, mecbur oluyor ve bu mükevvenatın Onun emrine musahhar kılındığına. Öyle değil mi? “Semada yerde ne varsa insanoğlunun emrine amade kıldık” diyor ayet-i kerimede Cenabı Vacibul Vücûd. (Casiye Suresi 13. Ayet)

Göklerde ve Yerde Ne Varsa Hepsi İnsanlığın Emrine Amade Kılınmıştır

Yani bütün bu mukevvenat sana verildi. Ne için?

Yani bir gaye olmazsa O verilen şeyin hesabını vermek de çok zor emrine verildi ama nereye kullandın bunu oğlum demi? Her şeyin hesabı sorulacak. Bir nefesin dahi zerrenin dahi hesabı sorulacak. O manada insanın Vacibul Vücûd olan Rabb'inin maksadını bilerek elindeki malzemeyi değerlendirmesi; kâinattaki varlıkları şekilden şekile sokup Onu rızasını kazanacak tarzda kompoze etmesi. Çocukların rızkını kazanması. Düşmanına karşı direnmesi. İnsanıyla milletiyle geçinmesi. Düşkünlere yardım etmesi. Fakiri fukarayı gözetmesi.

Kısaca bütün bu hallerin tamamı ne olmuş oluyor? İbadet olmuş oluyor. O ruhu yakaladığın zaman halin de ruhun da fikrin de bedenin de ahseni takvim bir mahiyet arz ediyor “lekad halaknel insane Fi ahseni takvim” (Tin Suresi / 7. Ayet) O güzel surette işte bu ama yok ondan uzaklaştın “sümme radednahu esfele safilin” (Tin Suresi / 5. Ayet) Kaybolmuş gitmişsin, Allah korusun özette bunu diyebiliriz.

Hayat ve Ölümün Anlamı İmtihan Sırrı

Şimdi madem bir maksat için yaratıldık. O halde o maksat için bu âlemde bulunan insan deneniyordur. Sadece dünyanın geçici olan nimetlerinden istifade ile hayatını sür. Bu maksat yok. Zaten dünya “Leibun ve lehvun” (Hadid Suresi / 7. Ayet) oyundur, oyuncaktır. Cenabı Vacibul Vücûd buyuruyor. Hakikaten şimdi geçmişinize bakın. Yaşınız kaçsa o geçmiş zamanda çok hatıralarınız vardır tatlısı vardır, acısı vardır. Ne bileyim böyle çok sizi sevindireni vardır, üzeni vardır. Ama bütün bunları toplasanız, belki de şu andaki hayatınızda bir saniyenizi bile işgal etmez hepsi geçmiştir.

Bu kadar büyük bir yaşantınız oluyor. Acılarınız oluyor, kederleriniz oluyor, sevinciniz oluyor. Ne bileyim her şeyiniz oluyor. Ama dönüp bakıyorsun hepsini bir ara toparlıyorsun, bir çırpıda seyrediyorsun ve hiçbir şey; Allah Allah diyorsun. Bu neymiş? Bu işte insanı denemek için, Allah kullarını deniyor.

Zaten insan geçirdiği ıstırapları, çileleri, dertleri hatırında tutabilse yani unutmasa -aslında unutkanlıkta büyük bir nimet- geçmişe dönük yaşar, çıldırır, kafayı oynatır. O kadar çile, o kadar meşakkat gözünün önüne gelecek, hayalini kuracak ve bunlarla beraber bir hayat sürecek insan. Unutmadığı zaman o çileler onu bitirir.

Onun için Cenabı Hakk'ın ikram ettiği gaflette bile büyük bir nimet var. Bu gaflet hali olmasa insanoğlu çıldırır. Değil mi? Ama bunun da ifratı ve tefriti olmaması lazım, ortası. Yani burada şunu demek istiyorum: Cenabı Vacibul Vücûd bizi denemek için yaratmış. Bu denemekte ki kasıt da şu; ayette bakın:

estaizubillah “Ellezi halakal mevte vel hayate li yebluvekum eyyukum ahsenu amela” (Mülk Suresi / 2. Ayet).

“Hanginiz daha güzel işler yaparsınız. Bu ortaya çıksın -amel ibadet iş yaparsınız- diye bu ortaya çıksın diye yüce Allah ölümü ve hayatı yarattı.”

Ölümle hayatın yaratılmasının esprisi, maksadı neymiş?

Kimin daha güzel iş yaptığının ortaya çıkması için, daha güzel ibadet yaptığının ortaya çıkması için. Yani kim daha güzel kul oldu, kim olmadı?

Allah’ın İradesine Teslim Olmayan İnsan Nefsani Arzularının Esiri Olur

Şimdi kulluk esasen enteresan bir nükte insan bütün halleri ile beraber bir şeyin esiridir. Kul demek esir demektir. Arapça bir kelime malumunuz. Ya siz kendi iç tabiatınızda mevcut olan nefsani duyguların esirisiniz. Onun esareti ile hayatınızı yönlendirirsiniz. Gece hayatı, gündüz, efendime söyleyeyim sarhoşluk, serkeşlik, eroinman. Ne bileyim şu bu dehlizlerde ömrünüzü çürütürsünüz. Bu nedir? Aslında alabildiğine kendini hür zanneden insan, burada korkunç bir esaretin o duygunun esareti altında, onlara esir durumunda.

Aynı insan çeşitli efendime söyleyeyim meşru gibi görülen ve fakat Allah ile alakasını kurmayan, zenginlikler olsun, şu olsun bu olsun. Bunların esiri olur. Aman o olayım, aman o olayım, aman o olayım. Başta söyledik ya bir gayenin dışına çıktığını zaman yani kulluk gayesinin dışına çıktığınız zaman. O olayım, zengin olayım, şöhret sahibi olayım, efendime söyleyeyim mevki rütbe sahibi olayım, sadece bunun için. Burada da bir şeyin esirisin. Neyin?  Bu da nefsani arzu isteğin, onun esirisin sen. Her ne kadar görünüşte, senin rütben, servetin, şuyun buyun varsa da duyguların esirisin. O seni çekip çevirmiş, avucunun içine almış, seni oynatıyor. Bilmem anlatabiliyor muyum?

Bir de insanın yaradılış maksadıyla Rabb’ına, o evamire, emirlere esareti var. Allah'ın iradesine iradesini teslim etmesi var. Ne demektir bu iradesini Allah'ın iradesine teslim etmesi? “Kulum ben senden şunu istiyorum”, onu yapması; “şunu da istemiyorum” onu yapmaması, iradeyi ona teslimiyettir. İradeyi külliyeye, cüzi iradenin teslimiyetidir.

Şimdi dikkat edin her işinizde bu soruyu sorup cevabını eğer alabiliyorsanız hayatınızın 24 saati, 24 senesi veya tamamı ne olmuş oluyor? Allah'a kulluk kulvarında geçmiş oluyor. Ve bu kulluk sizi öyle bir zengin, şimdi her iki halde de aslında kazanıyorsunuz, yani birinde kazanmak var da birinde yok.

Maksat burada elinde tuttuğun malzemeyi, kullandığın iradenin merkezine göre değişiyor. Birinde sırf kendini yükseltmek için o malzemeyi kullandırıp değerlendiriyorsun. Diğerinde seni Yaradan’ı memnun etmek için o malzemeyi kullandırıp değerlendiriyorsun. Şimdi senin hayat felsefen neyse elindeki malzeme de ona göre şekil buluyor. Ama Allah'ın sana tayin ettiği mantık ve mantalite istikametinde yola çıkar yoluna devam edersen; her şeyin güzel olur. Niye? Onda hiçbir kötü şey yok ki onu emretsin. Her şeyi güzel, emrettiği her şey. Yasakladığı hepsi de çok yerinde yasaklar.

Kısaca şunu demek istiyorum: Yani bir insanın ömrü kulluk kulvarında geçerse görünüşte Allah'ın emirlerine esir olma makamında ve sadedinde olan insan Rabb'ının yakınlığını kazandığı için Onun tecellilerine mazhar olur.

Şimdi geliyoruz bir tarife; burada önümüze o tecelliler insanı mest eder. Kendinden geçirir. “Mesti hayranım” Hani ilahiler de var ya “zarı giryanım.” Yani öyle bir hal olur ki içinizde fevkalâde bir bast hali, genişlik. Başta yola çıkarken kendineçok küçük gelen insan, bir anda Allah Allah kâinattan daha büyük oluyor. Allah ona tecelli ediyor. Bu tecellilerin sahibi oluyorsun. O zenginliği elde ediyorsun. Ama nasıl? Esaretle oraya gidiyorsun. İşte kulluk hürriyet budur. O zevki yaşamaktır.

Yoksa insanın behimi arzularının esiri olarak hayatta har vurup harman savurmanın adına hürriyet denmez, esaret denir. Bizim hayat telakkimizde, böyle bir nefsani hayatın dışında fevkalâde bir ayrılık bir nükte, bir çizgi bir kulvar vardır, bunu yaşarız ve bizi mutlu eder. Dağda çoban da olsan mutlusun, evde ev hanımı da olsa mutlusun, memleketi idare eden Cumhurbaşkanı da olsan mutlusun, Vekil de olsan mutlusun, çiftçi de olsan mutlusun, çöpçü de olsan mutlusun. Niye?

Sen artık yaptığın bütün işlerini niyetinle birleştirip, seni Yaradan’ı memnun etme kulvarında yürüdüğünde, O güzellikleri yaşayan büyük bir zengin insansın da kâinatsın da ondan. 

Allah’ın tecellilerinin yaşandığı, mutluluğunun kaynağı, insandaki merkez nokta kalptir

Şimdi Efendim tabii bunun hepsinin toparlandığı merkez kalbi. Kalp âlemimiz, kalp dünyamız. Ama ona neyi doldurursan, hangi duygularla onu bezersen, o istikamette hayatını yönlendirirsin. O dedik ya nefis, nefsani arzuların istikametinde o gözlerini çalıştırırsın, kulağını çalıştırırsın, elini çalıştırırsın, tabiat malzemesinden hep o yönden görüntüler alır oraya doldurursun. Aldığın bu görüntüler yani niyetine göre aldığın görüntüler kalbini doldurduğu için; eğer niyetin Rabbına vuslat edip onunla dost olmak, arkadaş olmak her işte Onunla musafaha edip sohbet etmek olmazsa, her şey Ondan seni koparır. Yani kalbin o duyguların esiri olur. Ekran kararır. Hani bazen çok defa deriz ya namaza duruyorum her türlü fitne hatırıma geliyor. Arkadaşla kavga ediyorum. Ticaret yapan bir esnafsa satamadığı malı orda namazda satıyorum. Çek senet tahsilatı yapıyorum. Yani kısaca namaza durduğum zaman diyor, -doğrudur bu- her şey orada ortaya çıkıyor.

Şimdi insanoğlunun bu organları, duyu organları, hayatı resmediyor. Nereye? Kalbine. Şimdi niyetin ve maksadın dediğimiz kulluk istikametinde olmazsa filmler ona göre şekil buluyor kalpte. Şimdi bir de düşün ki niyetin, maksadın kainat kitabında Allah'ı tanımak olursa. Bir ağacı seyrediyorsun. Allah Allah! Ne kuvvet, ne kudret. Toprağa yapışan köklerinin topraktan aldığı, ömdüğü suyu ta doruk noktasına kadar hangi motorla çıkartıyor! Allah Allah! En doruk noktasındaki yaprağını kestiğin zaman da ondan su akıyor, tabanındaki bir uzvunu kestiği zaman da ondan su akıyor. Ne hikmet ki buradaki denge o tepesinde de var. Buna neyi yerleştirdi? Şimdi bizde böyle misalleri çoğaltabiliriz. Değil mi?

Kâinatı insanları ve yaptığı işleri Allah'ın rızası istikametinde değerlendiren, işte bu duygularla da o kalbi, bunun ibadet merkezli olduğu için kalbe ibadet merkezli şeyler dolar. Bana çok defa derlerdi “Hocam, bu duyguların kalbimize gelmemesi için ne yapacağız?” Her haliniz zikir olacak. “Hocam nasıl olacak?” Eğer Allah'ı her an hatırlarsan ve de hiçbir anı unutmazsan o kalp Onunla beraber dolar, namazda da onu hatırlarsın.

Şimdi orası bir banyo odası fotoğrafçının banyo odası. Açıyorsun çıkıyor ortaya çektiğin resimler. Değil mi? Şimdi bunun gibi. Kalp öyle bir merkez ki onu temizleyip sahibinin tecelli ettiği bir mekân haline getirmek lazım. Yere göğe sığmam nereye sığarım diyor? Mümin kulumun kalbine. Cenabı Vacibul Vücud nasıl senin kalbine -orası ayna-i ilahi, bir ayna- nasıl sığar? Temizlersin onu aynanın karşısına geçtiğin zaman kimi görürsün? Kendini görürsün. Eğer sen kalp aynasını temizlersen bu ayineden kim görünür diyor, Niyazi Mısri Hazretlerinin ifadesi. “Hak görünür.” Yani ayineyi ilahi insanın kalbi. Kalp çok farklı bir alem.

Cenabı Fahri Alem Efendimiz Allah şefaatinden mahrum eylemesin. Miraçta malumunuz “Ma zağ al besaru ve ma tağa” (Necm Suresi / 17. Ayet) değil mi? “Gözün gördüğünü kalp yalanlamadı.” Kimi görmüş? Allah'ın sevgilisi orada Rabb’ını görmüş.

Şimdi her ne kadar zamanımızda Ulema sınıfı “bu bir manevi haldir, bunun madde ile alakası ve ilgisi yok” diyorsa da ayet-i kerimede “baş gözünün gördüğünü kalbi yalanlamadı” diyor.

Şimdi Allah'ın sevgilisinin bu hali baş gözü olmadan müminde tecelli eder. O baş gözüyle Hz. Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem Efendimize aittir seyir, müşahede, o tecelliye mazhar olma. Nereden çıkartıyorsun bunu? “essalatu miracul müminin” “Namaz müminin miracı.” Mademki müminin miracıdır. Miraç neydi? Allah'a yükselmek, Cenabı Hak ile beraber olmak, değil mi? Allah bu hallerini hepimize nasip eylesin. Yani kalp hakkında çok şeyler var ama bu kadar kafi diyebiliriz.

Kalpler Ancak Allah’ı Zikirle Mutmain Olur

Yunus'umuzun güzel bir ifadesi vardır: “Beni bende demen bende değilem. Bir ben vardır, Beni benden içeri / Şeriat tarikat yoldur varana Hakikat marifet andan içeru /Süleyman Kuşdili bilir dediler, Süleyman var Süleyman'dan içeru.”

Şimdi ben dediğim bir şey var, herkes dikkat edersen. Bu benlik davası o kadar enteresan ki herkes de o ben var, herkeste o ben çok en kuvvetli şey. Evet, insanın gözü güzel, eli güzel, ayağı güzel, kalbi mükemmel ama bütün bunların fevkinde o bir ben diye bir duygu var onun merkezi var. Onu hiçbiri tutamıyor bu ne? İşte bizim özümüz cevherimiz bu o ben “Ben sana kendi ruhumdan üfledim” (Hicr Suresi /29. Ayet )

Ruh Nedir? İnsandaki Ben Nedir?

Nefhai ilahi. Bunun için ruhun tarifinde enteresandır; Ulema-i ikram hazeratı, ezeli değildir ama ebedidir. Gel işin içinden çıkabilirsen çık. Hak değildir, ama onun gölgesidir. Halik değildir ama mahlûk da değildir. İfadesi çok zor. Yani insanda öyle bir şey var ki o Cenabı Haktan. Allah da Allah o kadar güçlü o kadar azametli o kadar kudretli ki; O senin aynana kalp aynana vuruyor. Benlik aynanda “Ben” dedin mi? Allah Allah herkes de bu var O tecelli eden o “Görülen kendi zatıdır değil sanma ki gayrullah. Salatullah Selamullah Aleyke Ya Rasulallah” Ben acayip işte. O yok diyor. Ey senin dilin kurusun sersem seni bu gücü nereden alıyorsun? İnkârında bile o güç kuvvet var o azamet var. Bu şecaat var. Hülasa o var ya o şey bir şey arıyor. O öz bir şey arıyor. Şimdi zikirle bunun münasebetini, onu arıyor.

Ruh Neyi Arıyor?

Bir kafese gelmiş girmiş, kuşu altın kafese koysalar “ah vatan” der. Beden kafesinde Mevlana ne kadar güzel “yırt o beden çuvalını çık içinden, ey kuş can evine uç.”  Öyle değil mi? Yani O ruh için çanakla çömlekte doldurma eteğini diyor? Yani o kalp âlemine kalkıp da maddenin şunun bunun sevgisini doldurma yahu! Canın yüce doruğuna uç yani Rabb’ına uç. Şimdi Ona gitmek istiyor. Her gün önünü kesiyorsun sonra huzur arıyorsun. Benim eşek oğlum nerede bulacaksın onu? Ondan gayri hiçbir yerde huzur bulunmaz. Yani onun da olacaksın ki huzur bulacaksın. Zikrullah seni Allah'a taşıyan binektir, Buraktır. Ona bineğe biniyorsun, efendime söyleyeyim, Cenabı Hakka vuslat ediyorsun. Bakın ayet-i kerimede “Ela” dikkat edin “bi zikrillahi tatmeinnül kulub” (Rad Suresi / 28. Ayet). Kalpleriniz ancak Allah'ı zikirle mutmain olur. Ne demektir bu? Doyurur onu. O sahibinin mekânı da ondan, Ondan başka bir şey korsan olmaz. Onun sevgisi Onun muhabbeti kısaca Onun tecellileri kalp âlemini itminan eder. Canım biz onu sevelim işte ne olursa olsun der de orasını sebze haline çevirirsen. Bizim orada bat pazarı derlerdi, büyükler de ona bit derler. Eğer oraya çevirirsen. Orada satılan mamullerin satıldığı bir mekâna çevirirsen ne aradığını bulabilirsin ne de satılanı alabilirsin. Ama orasını Allah'ın muhabbetinin pazarlandığı bir mekân haline getirirsen, aradığını da bulursun kalbini de mutmain edersin. Aksi takdirde insanoğlunun arayışı bir ömür sürer. Huzur bulamaz.

Bak dikkat edin ne kadar zengin olursa olsun ne kadar serveti şöhreti olursa olsun hangi imkânlara sahip olursa olsun bu dediğimiz ilahi espriden mahrum olduğunuz müddetçe, korkunç bir boşluktasınız. O kadar büyük bir boşluktasınız ki bunun izahını yapmanız bile mümkün değildir. Neden? Çünkü yaratıcından çok uzaksın O orda sen burda. Ondan gelen sen, Ondan habersizsin. İşte Zikrullah seni Ona ne yapıyor kavuşturuyor. Vuslat dediğimiz şey onun için bakın “Akümüsalate li zikri” (Taha Suresi / 14. Ayet). “Beni zikir için namaz kıl” diyor Cenab-ı Hakk. Yani ibadetlerin de ruhu Allah hatırlamak Allah'la beraber olmaktır.

O tecellilerine mazhar olmaktır “Bir tecelli olsa kalbe ihtiyar elden gider. Sayha vurur aşıkların dilhanesi, Namusu ar elden gider” Yani o zikirde Cenabı Hakk'ın tecellilerine kul mazhar olur. O tecellilerde Rabb’ını elinde olmadan Allah Allah derde işin farkında olmaz. Öyledir işte insan hem dilini hem kalbini bu zikri aşina kılması lazım ki mutlak huzuru yakalayabilsin. Onun da olabilirsin Ayette Cenabı Hak buyuruyor ki “beni zikret ki ben de seni zikredeyim” “fezküri ni ezkürküm” (Bakara Suresi / 152. Ayet). Beni zikret ben de seni; yani her Allah'ı hatırlayışta işte Allah'ın kuluna cevabı vardır. Onun kulunu zikri vardır.

Ne var kulum ne istiyorsun? Sen şimdi Rabbinle bu yakınlığı bu dostluğu kurdun da istediğini alamayacaksın. Zannetmiyorum. Naz yönünden de alırsın niyaz yönünden de alırsın.

Allah’ı zikirle eşkıyalar esfiya sınıfına girerler Zikir Meclislerini Arayan Melekler Hadis-i Şerif

Malumunuz Hadis-i Şerifte Allah'ın sevgilisi “Allah'ın Rahmet melekleri vardır.” diyor. Onlar arzı gezerler. Bir zikir topluluğunu gördüğü zaman oraya hep beraber gidip kanatlarıyla arşa kadar onları örter o zikre iştirak ederler. Ve zikir Meclisi'nden sonra Cenab-ı Hakk’a vasıl olup:

-Yarabbi filan yerde senin kullarında beraber biz olduk. Onların yaptıkları amelleri seyrettik.

-Ne yaptılar o kullarım?

-Yarabbi Seni zikreylediler. Allah dediler la ilahe illallah dediler. Hay dediler. Hak dediler Allah’u Ekber dediler. Hamd ettiler.

-Peki, bu kullarım beni gördüler mi?

-Hayır ya Rabbi görmediler. Görseler Vallahi çok daha fazla seni zikrederlerdi.

-Ne istiyor benim kullarım?

-Yarabbi senin cennetini istiyorlar.

-Görmüşler mi?

-Hayır, onu da görmemişler, görseller yine kasemle seni çok zikrederler.

-Neden korkuyor benim bu kullarım?

-Yarabbi senin narından ateşinden korkuyorlar.

-Görmüşler mi onu?

-Hayır ya rabbi onu da görmemiştir, görseler Vallahi seni çok zikrederlerdi.

-Şahit olun ki meleklerin ben o kullarımı Rahmetim ile affettim.

-Ama Ya Rabbi, güzel ama bunların içerisinde öyle kulların var ki bunlar ehli zikir değil. Eşkıya adamlar, günahkâr adamlar, o akşam tuz almak biber almak su almak için gelmiş oraya utanmış kalkamamış O da orada kalmış. Bunlara ne yazalım? Bunlara ne diyelim?

-O Benim kullarımda düşüp kalkanlar şaki olmaz, eşkıya olmaz onları da rahmetim ile Affettim... (Buhâri, Daavât 66; Müslim, Zikr 25)

Şimdi fiziki kurallara göre de malumunuz bitişik kaplar vardır fizikte. 4 tane kabı yan yana koyun. Herhangi bir birleştirici unsurla onları birleştirdiğimiz zaman koyduğunuz sıvı 4'e bölünür eşit bir şekilde O meclislerde Cenabı Hakkın tecellisi aynen o sıvı kaplar gibi günahkâr insanların da kalplerine efendime söyleyeyim zuhur eder tecelliye mazhar olurlar.

O günahkâr dediğimiz eşkıyalar esfiya sınıfına girerler. Allah bu zümreden eylesin diyelim. Hakkı hakikat seyreden kullarının zümresine dâhil eylesin.

Biz bizi seyreden kardeşlerimize dilini ve kalbini bu zikre alıştırmalarını ve bu yolda sabiti kadem devam etmelerini tavsiye ediyoruz, zor bir iş değildir. Zaten bunun kârına insan kavradıktan sonra istesen de vazgeçiremezsin onu. Bunu tavsiye ediyorum özellikle. Bu kadarla herhalde bu konuda anlaşılmış oluyor.

İmanın esasları Bütün Peygamberlerde Aynıdır

Malumunuz İslam Hz. Âdem Safiyullah Efendimiz ile birlikte başlar. Hz Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem Efendimize kadar devam eder. Dolayısıyla Hz. Âdem Efendimize gelen dinin adı da İslam'dır. Hz Muhammed Aleyhisselam Efendimize gelen dinin adı da İslam'dır. Bütün peygamberlere -âlâ rivayet- Ehli sünnet akaidine göre 124 000 peygamber insanlık alemine gelmiştir. Gelen peygamberlerin tamamı Cenab-ı Hakk'ın varlığını bilmek bildirmek ve Amentü diye ifadesini dinimizde bulan esası, insanlara tebliğ etmek içindir.

Yani imanın esasları, imanın şartı dediğimiz hususlar bütün peygamberlerde aynıdır. Hiçbir peygamber bunlardan ne bir tanesini çıkarmış ne de bunlara bir tane ilave etmiştir. Bu 6 şart dediğimiz, yani en iptidai dönemdeki insana da bildirilmiştir. Tekâmül etmiş büyük bir seviye almış insana da bildirilmiştir.

Peki, peygamberlerde değişen hususlar nedir? İslam din olarak değişmez, kurallar zamana göre efendim beşeri bir takım kurallar vardır. Mesela Hz. Âdem safiyullah efendimiz döneminde kardeşin dışında başkasıyla evlenmek mümkün olmadığı için kardeşle evlenmek caiz kabul edilmiştir.

Maslahat müsait değildi. Ama maslahat müsait hale geldikten sonra kardeşle evlilik yasaklanmıştır, haram kılınmıştır. Yani değişen bunlardır, akait değildir.

Neymiş bu akait? Allah'ın birliğine inanmak, “Lem yelid ve lem yulet” (İhlas Suresi / 3. Ayet). Olduğunu kabul etmek. Daha, meleklerine inanmak. Daha, o melekler ile birlikte Cenabı Hakk'ın gönderdiği kitaplara inanmak. Resullere inanmak. Ahiret gününe inanmak. Hesaba kitaba dirilişe inanmak. Hülasa 6 esas diye kabul ettiğimiz bu şart bütün peygamberlerde vardır. Eğer siz gelip de bunu şu veya bu yolla bir ilave veya değiştirme şeklinde hayatınıza geçirmek isterseniz, o zaman İslam’ın dışına çıkmış olursunuz.

Bunun da ölçüsü nedir? Yani nasıl biz İslam'ın dışına çıktık nasıl İslam'ın içinde kaldık ölçüsü nedir? Kur'an'dır, Kur'an'ın hakemliğidir. Anlatabildim mi?

Batı Dünyası ile Türklerin Din Anlayışı Arasındaki Fark Nedir? 

Batı Dünyasında Dinin Yeri

Batı dünyasında dinin yeri yaşamak ve yaratıcısı ile hukuk bunu düzeltmek ona vuslat etmekten ziyade Batı dünyasında din bir çıkar kurumudur. Bütün dünyada onu çıkarı için değerlendirilmiştir. Merkezi Avrupa olan bu inancın dünyadaki hareket bulduğu yerlere baktığımız zaman, orada çıkarları için dini kullandığını görürüz. Afrika'da da bu böyle olmuştur, Amerika’da da böyle olmuştur, Avrupa'nın çeşitli ülkelerinde de böyle olmuştur, Asya'da da böyle olmuştur ve bundan sonra da böyle olacaktır.

Türklerin Din Anlayışı Ehl-i Beyt Anlayışıdır

Bizim dünyamızda din, tamamen, bilhassa Türklerin, Türkler dini hayatına Allah'ın rızasını kazanabilmek için geçirmiş ve onunla birlikte Rabb'inin Rızasını Rabb'i ile aralarındaki münasebeti dostluğu arkadaşlığı geliştirmiştir.

Yani bizim din telakkimiz çok farklıdır, Ehlibeyt telakkisidir. Ehlibeyt Cenabı Peygamber Efendimizin aile efradının yaşayış tarzıdır. Kulluktur, ibadettir. O tarzda ideolojik siyasal bir mantalite yoktur. O tarza insan din ile beraber Rabb’ına vuslat eder.

İşte bizim Kaşgarlı Mahmut'a, Hoca Ahmet Yesevi’ye, Hacı Bektaşi Veli, Yunus’a vesair gibi ulemaya evliyaya baktığımız zaman tamamen bu hayatı görürüz. Yani bizim ile onlar arasında çok kesin bir çizgi vardır. Biz dine hizmet ederken hem kendi mutluluğumuzu, hem de insanların mutluluğunu insanlığa taşımışızdır.

Bizim hayatımızda zulme yer yoktur. İşkenceye yol yoktur. Türk milleti tarihin hiçbir döneminde hiçbir insan topluluğuna zulüm etmemiştir. Kabadayı bir millettir. Gözü kara bir millettir. Deli gözdür. Kesinlikle ölçülüdür. Haddini açmaz ve de insanlığa her dem ve her dönem hizmet etmiş bir millettir, bunu da çok iyi bilmemiz lazım. Bu şekilde meseleyi kavramamız lazım gelir diyorum efendim.

Toplumun Durumu Fertlerin İç Halini Yansıtır

Ferdin iç dünyasında yaşadığı deprem dış dünyasına sirayet ediyor. Yani sizin içiniz neticede fiillerinize geçiyor eyleminiz oluyor. Sadece duygu da kalmıyor, niyetiniz ne ise amelinizde oluyor. Şimdi toplumda seyrettiğimiz, bu kargaşa, bu fitne, gaddarlık, yolsuzluk, hırsızlık, cinayet, rüşvet, 

Bir noktada toplum, insanın dışa yansımasıdır. Ha siz onu fert olarak belki burada yapamazsınız. Televizyon ekranında, millet sizi seyretmesin diye burada yapamazsınız. Ama toplumun içerisinde her birey aynı duyguları psikolojiyi paylaştığı için orada içindeki dışa vurur.

Nedir bu işte? Söylediğimiz az evvelki mevzular. Ama orada güzelliklerde görülür. Hayır hasenat yapanı da görürsün, insanlara yardım edeni de görürsün, fakiri fukarayı gözeteni de görürsün. Ne bileyim açın karnını doyuranı da görürsün. Ama bunun yanında yalan konuşanı da görürsün, fitne çıkartanı da görürsün, adam vuranı da görürsün, aldatanı da görürsün, vaat edip sözünde durmayanı da görürsün, kısaca zaman aynası içerisinde fert toplumda o kadar görüntülenir ki, o kadar enteresan bir manzara arz eder ki, o zaman o toplumun fertlerini tanıyabilmek için o topluma bakmanız kâfidir.

Eğer müstesna örnek bir toplum görüyorsanız bilin ki; onun insanları çok mükemmeldir, göremiyorsanız o insanlar çürümüştür. Bizim halimiz Allah bizi hayra nasip eylesin, şu görüntümüz de birlikte hiç de iç açıcı bir manzaramız yok. İftira, dedikodu, fitne.

Toplumlara kendi değerlerine uygun eğitimler verilmelidir

Düşünebiliyor musun? Bir insan yaşadığı öz vatanına sahip çıkamıyor. Ve bunun nasıl elden çıkacağını hesabını bilmiyor. Elinden alacaklar vatanını. Öyle bir irade ki; o noktada bunun hesabını yapamıyor. Bence bunun asıl sebebi niyet bozukluğundan ziyade insanların çürümüşlüğüdür. O bakımdan bizde Milli Eğitimizin yeniden bir yapılanmaya girmesi, Müslüman Türk insanı nedir? Bunu tarif etmesi şekillendirmesi lazımdır. Hatırlar iseniz bazı sohbetlerimizde biz bunu burada uzunca gündem ettik.

Şimdi dünyanın neresine giderseniz gidin. Bir Mozambikli insanı, siz Fransız gibi gösteremezsiniz. Onda bile kendi insan tipi var. Bir Fransızı da Alman gibi gösteremezsiniz. Onda bir Fransız tipi vardır. Yani bu tiplemeler eğitimle öğretimle insanlara ikna edilir, insanlar o terbiye ile yetişir. Ne hikmetse biz kendimize ait olan değerlerden ziyade farklı milletlerin değerleriyle yetiştirilmeye çalıştığımız için devamlı bizde bir çatışma hali mevcuttur. Aydınımıza dikkat et, aydınımız hep bir iç çatışma ile gününü geçirmektedir. Şimdi evet yani toplumda bu kadar renkli mozaikler olmasın değil olsun ama kardeşim bu kadarı da fazla ya.

Biri bakıyorsun bireycilikten hareket ediyor. Biri bakıyorsun kuralcılıktan hareket ediyor. Hülasa o kadar enteresan manzaralar ki! Ve sonra sahip olduğu mantalite ile iddia ettiği tez arasında korkunç farklar var. Mesela benim tanıdığım bazı yazarlar var. Adamın tezi ile mantalitesi arasında %180 fark var. Çok bilgiç geçinirler, korkunç cahiller. Bilmem anlatabildim mi?

Bireyselcilik ve Müslümanlık 

Mesela Müslüman olduğunu iddia eden bir insan bireyselci olamaz. Bireyselciliğin manası; insanın dizginine gem vurmadan aşırı hürriyetçi olarak istediğini yapabilmenin başıbozukluğudur. Budur. Bunu kapitalist dünya, liberalizm adı altında dünyaya lanse etti ki, devamlı tüketim ekonomisi çalışsın, ben de yukarıdan bunu sömüreyim. Bizde yeni yeni efendim soldan, güya Hakkı bulup iddia eden adamlar, bakıyorsun ki daha büyük bir ejderhanın ağzına düşmüş. Allah ayıktırsın diyelim. Yani bu arkadaşlarla bizim bir gecelik sohbet de kâfi gelmez. 24 saat en azından, böyle hususi bir zeminde sohbet edip ne yaptıklarının hangi vahim boyutlarla hayata baktıklarının faturalarını da geçmişteki örnekleriyle ortaya koymamız lazım, ki anlasınlar.

Yani şunu demek istiyorum yani biz de öyle çatışma var ki adam ben diyor şucuyum bucuyum bakıyorsun Allah Allah, ocuyum diyen adam bir de bakıyorsun farklı bir insan çıktı ortaya; “eçheril cühala” eskilerin tabiri ile. Allah ayıktırsın.

Türk Medeniyetinin Temel Vasıfları Nelerdir?

Bizim medeniyetimizin temeli, insan medeniyetidir ve Kuran'a, ilahi vahye dayalıdır. Her şey Onun kontrol ve de murakabesindedir. Bizdeki medeniyet; insanlıktır. İnsanı sevmesi, insana hizmet etmesi, saygı göstermesi, insanlara yardım etmesi, fakiri fukarayı gözetmesi, düşkünlere yardım etmesi, bayrağına, sancağına, milletine, devletine kucak açması. Kısaca bütün değerleri ile barışması, değerleri ile beraber hayatını devam ettirmesidir. Medeniyet bizde budur.

Diyor bizi takip eden kardeşlerimize hürmet saygı muhabbetlerimize arz ediyoruz efendim.

Bu sohbeti video olarak izlemek için play butonuna basınız



Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir