Neler Okuyacaksınız
Kamu Kurum ve Kuruluşlarının Hiçbir Sebeple Özelleşmeye Açılmasının Gereği Yoktur
Geçen hafta da ifade ettiğim gibi, az evvel ifade ettiğiniz Telekom, Petkim vs. bu gibi kurum ve kuruluşlar, ülkemizin kamuya devamlı surette kâr getiren kurumlarıdır. 10 binlerce insanın istihdam edildiği bu kurumların özelleşmeye açılmasının hiçbir mantıki sebebi yoktur ve hem de vergisiyle beraber hesap ederseniz… Yani şu anda özelleştirilen, %55 yanılmıyorsam özelleştirildi… Bu şirketin, 6 buçuk milyar dolar 5 yıl içerisinde bu ödeme yapılacak, %20’si peşin verilecek. Yani bu şu demektir; 2x5=10, 2x6=12, 125; yani, 1 milyar 250 milyon dolar peşin verilecek, diğeri de 5 yıl içerisinde eşit şartlarla beraber ödemesi yapılacak.
Şimdi, Telekom'un getirdiği getiriye baktığınız zaman, bunun yılda getirisi en az iki misli; yani, vergisiyle yaptığı kârla birlikte Telekom yılda 3 milyar ülkeye kar getiren ve de vergiyle birlikte bütçeyi destekleyen bir konuma sahip. Şu kadar insanı barındırıyor; devlet onunla beraber bir istihdam sahası açmış oluyor.
Şimdi bunu niçin siz kalkıyorsunuz, devamlı kâr getiren bu kurumu özelleştiriyorsunuz? Bu sorunun cevabı meçhul. Yani neden bunu özelleştiriyorsun? Yani geçmişte hatırlarsanız; işletmesi zor, kâr getirme oranı zayıf, yani baştan sona değilse bile problemlerle dolu bir kurumdu, kuruluştu. Rahmetli Kahveci’ye özelleşmesi için vazife verilmiş ve bu konu üzerinde durulmuştu. Ama ondan sonra, yani kitlerden sonra dikkat ederseniz özelleşmeye açılan bütün kamu kurum ve kuruluşların tamamı kâr getiren kamu kurum kuruluşları. Hiçbir sebep münasebetiyle özelleşmeye açılmasının gereği yok. Hele Telekom'un hiçbir gereği yok. Telekom'un aynı zamanda bir mahremiyeti var, sırları koruması babında. Hatta en basitinden o özelleştirme yapıldığı gün, ben avamdan insanları dinliyorum “Yatak odamız özelleştiriliyor. Yatak odamızı veriyoruz”, bunu söyleyen sıradan bir vatandaş. Yani Telekom bu, hangi açıdan bakarsanız bakın.
Millete Ait Olan Kamu Kurumları Yabancı Hiçbir İradeye Devredilmemelidir
Sonra, eğer özelleşmesi gerekiyor ise bu kurumun; bu millete ait kurum olduğu için, yabancı hiçbir iradeye bu kurum devredilemez ve milletle devletin ortaklaşa yürütebileceği bir kurum olması münasebetiyle Telekom, halkla paylaşılması gereken kurum olmalıydı. Ama bunu maalesef bugünün şartlarında bizim görmemiz mümkün olmadı.
Ben şunu diyecektim, yani getirdiği katma değere baktığımız zaman Telekom'un bugünkü değeri en az 40 milyar dolardır. Biz de iş adamıyız, olayları yakından biliyoruz; yani, 40 milyar dolardır. Siz Telekom'un direklerini 6 milyar dolara mal edemezsiniz, sadece direklerini. Neye göre sen bu hesabı yaptın da %55’ini kalkıyorsun 6 buçuk milyar dolara özelleştiriyorsun? Yani her yönünde her yönteminde çok ciddi noksanlıklar, yanlışlıklar olan maalesef bu özelleşme bir icraat olarak karşımıza çıkıyor.
Sonra, özelleşmeye giren şirket Türk olmamakla birlikte ne olduğunu da millet merak ediyor. Çeşitli sözler söyleniyor. Hatta biz, şahsen o kadar ben ileri gidildiği kanaatinde değilim ama Ermeni diyasporasına ait bir kurumun bu işte söz sahibi olduğu bile söyleniyor. Aslında iktidarın şeffaf olarak bunları da ortaya koyması gerekir “Hayır, böyle bir şey yoktur” veya varsa “Şu kadar vardır” deyip milleti de ikna etmesi lazım. Ben o konuda iktidarın bir yanlış yapacağını zannetmiyorum ama en azından vatandaşa açık olarak böyle bir dedikodunun da önüne bilgisiyle geçmesi gerekir idi. Şu ana kadar böyle bir tedbir alınmadı. Bana göre bu bilginin verilmemesi… Çünkü bu söylendi, Cumhuriyet Halk Partisi milletvekili, yanılmıyorsam sözcüsü bunu televizyon önünde gündem etti. Aynı günün akşamı “Hayır, böyle bir şey yoktur. Bu firmanın aslı budur” denilmeliydi. Ha bundan sonra böyle çok daha sözlerin söylenmesi… Bu benim hatırıma geldiği için bunu söylüyorum. Niçin söylüyorum? Niye sen yurt içi fevkalade kurum ve kuruluşlar varken; halk, vatandaş varken bunu yavaş yavaş özelleştirip milletinin malı haline getirmiyorsun da efendim milletin iradesiyle uzaktan ve yakından alakası olmayan bu mahrem kurum ve kuruluşunu herkesin önüne serme gibi büyük bir bana göre bir yanlış içerisine giriyorsun? Yaba ncının eline giriyorsun? Telekom ve emsali kuruluşlar hakkında ben ve bizim görüşümüz olarak kesinlikle özelleşmeye karşıyız. Özelleşme olacaksa, bu kurumlar bu milletin malıdır; bu milletle müşterek bir zemin içerisinde oluşturulması, hayata geçirilmesi gereken olaylardır. Bunun yapılması lazım. Milletin dışında, aziz milletimizin dışında hiçbir kurumu, kuruluşu, gücü ve iradeyi ben kabul etmiyorum. Hele böyle stratejik konumu ve değeri olan bir kurumun yabancı iradeye güvenlik açısından dahi intikal etmesi sakıncasının olduğunu düşünmemek de bana göre yanlıştır. Değil mi efendim? Özet olarak bunu söyleyebilirim efendim.
Özelleş tirilmesinde böyle olmuştu, yani Telekom'un. İlgili arkadaşlar var, konuşuyoruz, bu kurumda çalışan arkadaşlar var; bu rakamı duydukları zaman dudaklarını ısırdılar. Çok komik bir rakam. Kurumun organlarını çok iyi tanıdıkları için “Sade şurası eder bu parayı” diye ifade ettiler. Bana göre en az bir 40 milyar dolar Telekom etmelidir, yani özelleşecekse ve yabancı hiçbir vatandaş da devreye konmadan tamamen milli menfaatler istikametinde milletimizle bu değerler paylaşılmalı. Yapacaksan, onu yap. Yani tüccar alacaksa, Türk milletinin tüccarı almalı; kurum alacaksa, Türk milletinin kurumu; halk alacaksa, Türk milleti alması lazım, diyorum efendim.
Ucuzluk, Vatandaşın Yetiştirdiği Ürünlerde Oldu
Şimdi iktidar sağ olsun bazı hususlarda gerçeği öyle yakaladı ki parayı piyasadan emmek suretiyle bilhassa tarım kesimine verilmesi gereken desteği vermemek kaydıyla beraber çok müthiş bir vatandaşın vurgun yemesine sebep oldu. Şöyle ki mesela 350.000 liradan buğday fiyatları açıklanıyor, deklere ediliyor ve fakat vatandaş 280.000 liraya buğdayını satamıyor, 230.000 liraya buğdayını satamıyor. Şimdi halbuki vatandaş buğdayını 400.000 Türk lirasına mal ediyor; şimdi tarlasını ekse bir türlü, ekmese bir türlü. Ben bu kiraz mevsiminde Ege Bölgesi’ndeydim. Malum o bölge de aynı zamanda kirazın bolca yetiştiği bölgelerdir ve vatandaşa piyasada 3.000 lira olan kiraz, 500 liraya yerinde. Bakıyorsunuz ki 10 binlerce kamyonun kalkması gereken beldelerden, bölgelerden günde iki tane, üç tane kamyon dolup boşalıyor. İlgili şahıslarla konuştuğumuz zaman “Yetiştirdiğimiz mamullerimiz para etmiyor ve bundan birkaç sene evvel buraya gelmiş olsaydınız, bu meydan hep araba dolup boşalırdı”. Şimdi iki tane hakikaten kamyon vardı orda “Bu bir üreticinin bile mamulünü karşılamaz” diye bize söylemiştiniz.
Şimdi şunu demek istiyorum, ha ucuzluk oldu; kime oldu? Vatandaşın mamullerine, yetiştirdiği ürünlerine oldu. Bin çile ahırındaki ineği bakıyor ama baktığı ineğin ürünü olan sütünü bugünkü parayla en kabadayı fiyat 350.000 liraya litresini satabiliyor. Şimdi 1litre su, 1 buçuk milyon lira; 1litre süt, 350.000 lira. Eskiden menkıbelerde anlatılırdı, sütü fazla gösterebilmek için süte su karıştırılırdı. Şimdi işler tersine döndü, yani suya süt karıştırmak gerekecek. Bunun artık fazla misallerle bilmiyorum desteklenmesine gerek var mı? Evet bir ucuzluk oldu, bir yokluk oldu, bir düşüş oldu ama fakir vatandaşın ürünlerinde, fakir vatandaşın yetiştirdiği tarım mamullerinde.
İktidar, Vergi Üstüne Vergi Koydu, Böyle Ekonomi Yürümez
Şimdi bir de işin karşı tarafına geçtiğimizde bakıyoruz ki efendim emlak arazilerine; emlak vergileri %100. Şurada kaç gün oldu işte, arttı; belediyenin gelirlerini arttırabilmek için %100 sayın iktidar, vergi üstüne vergi koydu. Artı, her zaman söylüyoruz; bir ayda üç defa, en az dört defa benzine zam yapılıyor. Bu ortalama olarak %10’un üzerinde haftalık, affedersiniz aylık benzine yapılan zam. Yıl bazında hesap ettiğiniz zaman %100’ü aşan benzine zam yapılıyor.
Mesela yine vatandaşımızın yetiştirdiği ürünlerden çay ürününe baktığımız zaman, bölgemizin ürünüdür. Bugün çaya verilen fiyat 550.000 Türk lirasıdır. Otun fiyatı 750.000 liradır. Yani 1 kilo çay, 1 kilo ot, hayvan otu almıyor.
Şimdi nereden bakarsanız bakın, tuz koktu. Yani, böyle ekonomi yürümez. Bu ekonomi işte iyidir, şudur, budur; kendimizi kandırmamıza gerek yok. Vatandaşa ait değerler devamlı düşüyor ama devlete ait değerler devamlı yükseliyor. Bu vatandaşın bitmesi ve tükenmesi, acziyet içinde kalması, menkul ve gayrimenkul değerlerini, elindeki değerleri elinden çıkarması manasına gelir. Ne demek yani, nasıl çıkarsın? Şimdi siz iş adamısınız; eğer yetiştirdiğiniz ürünü, vücuda getirdiğiniz ürünü satamazsanız bir ay sabredersiniz, iki ay sabredersiniz, üçüncü ay en azından imal ettiğiniz fiyata bunu piyasaya vermek istersiniz. Veremediniz, %10 neyse zararına verme… Hatta %50 zararına dahi vermeyi düşünürsünüz. Ben çok iyi hatırlıyorum, işe başladığımız ilk günlerde imalatımız vardı. Yaptığımız imalatı, imal ettiğimiz fiyatın %50 zararına satıyorduk, satma durumunda kaldık. Niye? Dedik ya “Şerefimizi, haysiyetimizi kurtaralım”. Hani ticarette bir de… Şimdi vatandaş da bakıyorum bu noktada geçimini temin edecek. Ee? Mamulü para etmiyor, yetiştirdiği tarlasındaki ürün para etmiyor, mısırı para etmiyor, buğdayı para etmiyor, hayvanı para etmiyor, kirazı para etmiyor. Buna karşılık da yapması gereken ödeme var. Artı oğlunu evlendirecek, kızını verecek, karnını doyuracak, elbiselerini alacak, çocuğunu okutacak; bunları sayabilirsiniz. Bu sefer ne yapıyor? Elindeki kıymetleri tek tek, yok pahasına satma durumunda kalıyor. Esasen, gayrimenkul arazilerin de vatandaşın elinden gitme, çıkma asıl sebebi budur. Bu bana göre, yabancı kurum ve kuruluşlar tarafından uygulanmaya teşvik edilen, yönlendirilen projelerdir. Sayın iktidarın bunlara yönelik tedbirleri alması, vatandaşımızı ayıktırması lazım.
“Enflasyon Düşmektedir” Demek Cambazlık Oluyor
Bak şimdi sayın iktidar, Avrupa Birliği bizi almayacağını çok iyi bildikleri halde ne hikmetse bu noktaya da kilitlendiler; yani, oraya girecekmiş gibi yapıyorlar. Bu da tabii Avrupa'nın işine şöyle iyi geliyor; yani “Biz, bu ülkeyi parçalama noktasına geldik. Avrupa Birliği üzerinden de bu ülkeyi rahatlıkla parçalarız” demek suretiyle işte bu uyum yasaları, kanunları bu mantıkla dikkat ederseniz çıkıyor. Böyle bir halimiz var. Ne biliyim devletin, hükümet sayesinde mamullerine vergiyle birlikte şu kadar zam yapılırken, yani kendisine ait kalkıp “Ülkede fiyat istikrarı vardır. Enflasyon düşmektedir” demek bana göre ve halka göre de böyle. Gidin konuşun; çok eğer samimiyse çok saflık oluyor, değilse cambazlık oluyor, diyebilirim efendim.
Mesela daha dün çaya %5.5, doğalgazdı zannıma göre, ona eşit oranda %5’er buçuk zam yapıldı. Sen nerden gidiyorsun? Bu, bir anda yapılan zamlar. Senede en az iki defa, üç defa yapıyorsun ki bunlar olmazsa olmaz şeyler, mamuller. Dört defa yaptığını kabul edersek bunu biz, %30’u düşmüyor bu. Değil mi? Evet veya %25 ki bunlar en ucuz olması gereken. Enflasyonu senin ilan ettiğin zaman %8-9 ilan ediyorsun ama gerçeğe baktın; mesela baktığında kira giderlerine bakıyorsunuz, en az %40. Değil mi? %40, %50, %60. Emlağa bakıyorsunuz, %100 emlak vergileri. Değil mi? Yani misalleri çoğaltabiliriz. Kısaca bunlar, birer yanılgı.
Ülkenin Stratejik Ürünü, Tarım Ürünleridir
Şimdi, tabi bir ülke tarım ülkesi ise ve tarımı siz desteklemiyor iseniz… Bir defa ülkenin en belli başlı ürünü de, dünyada bu böyledir, stratejik ürünü; tarım ürünleridir. Bunu şu veya bu mantıkla, bu tedbirleri yok edip bu piyasayı elinizden çıkartıyor, yabancı güçlerin bu piyasaya girmesine sebep oluyorsunuz ve bu stratejik ürünü kaybediyorsunuz manasına gelir. Bunun sakıncası izah edilemeyecek kadar fazladır; yani bir tane, iki tane sakıncası yok. Bir savaş hukukunda, zuhurunda adam “Vermiyorum sana” dediği zaman, bittin sen. Yani milletin aç kalır, susuz kalır; hülasa yemek, ekmek, içmek olmayınca da millet hiçbir şey yapamaz, açlıktan kırılır. Şimdi bir defa bu yönüyle olaya baktığımız zaman, devletin tarım kesimini mutlaka her konuda süspanse etmesi lazım. Batı dünyasına baktığımızda bu fazlasıyla orada yapılıyor ve batıda az evvel söylediğim Avrupa Birliği üzerinden Türkiye'yi zayıflatmak, hatta bölmek ve parçalamak için bu konuda da istediğini yaptırma durumunda.
Dikkat ederseniz, tarım ürünleri konusunda gümrük duvarları tamamen aşağı düşmüştür. Şimdi gümrük duvarları aşağı düşüyor; batılı, Avrupalı yüzde affedersiniz, 60 milyar dolar gibi büyük bir parayla tarım kesimini destekliyor. Amerika Birleşik Devletleri 50 milyar dolar gibi parayla, o da tarım kesimini destekliyor. Bu destekler o derece fazla ki dolayısıyla gümrük duvarları da çekildiği için aşağıya, Türkiye piyasasına girmeleri an meselesi oluyor ve rahatlıkla giriyor. Dikkat ederseniz bakanlarımızın dahi mısırına müşteri olduğu, buğdayına müşteri olduğu hadiselere şahit oluyoruz. Yani bir Türk bakanı kalkıyor, Amerika'nın mısırını; bir Türk bakanı, bir vekili kalkıyor, Amerika'nın buğdayını transfer ediyor, alıyor. Neden? Gümrük duvarları aşağı düştü. Amerika, çiftçisini destekledi; süspanse etti. O gelip senin ülkende, senin imal ettiğin fiyatın yarısına da satsa kârlıdır. Kaybettiği bir şey yok; yani ne alırsa, kâr. Anlatabildim mi?
Güzel Plan ve Programlama Yaparsak, Batının Elindeki Bütün Piyasayı Türk Ürünleri Alır
Şimdi böyle bir uygulama ülkede maalesef yapılıyor. Bunun acilen sona ermesi ve bu işin önüne geçilmesi lazım, gümrük duvarları yukarı kalkması lazım. Bir tek mamul, Türkiye'de yetişen bir tek mamul dış piyasadan alınmaması; Türk köylüsü, çiftçisi, tarım kesimi desteklenmesi ve ürününü bağına, bahçesine atmadan ona satış garantisi verilmesi ve de yetiştirdiği ürünü ‘ben şu fiyata satarsam zarar ederim, şuna satarsam ayakta dururum’ endişesinden de vatandaşımızı kurtarmamız lazım. Ha “Ben bu işi yapamam”, o zaman beyefendi seni zorla tutan yok. Bırak, yapan insan gelsin. Bunlar çok basittir, yapılması çok kolaydır. Bilmem anlatabiliyor muyum? Ve yurt içinde değil. Biz eğer tarım konusunda şartlarımızı göz önüne alır, güzel plan ve programlama yaparsak; dünya ülkeleri batının elinden çıkar, bizim elimize geçer. Ama bunun planlamasını, programlamasını, proje haline getirmesini bilen ve bu hususta gayret sarf eden evvela bir ilim kadrosu, ondan sonra tecrübeli birer kadro. Artı, işin çilesini çeken ve vatan diye bir derdi olan bir grubun olması lazım. Bu takdirde ne olmuş olur? Batının elindeki bütün piyasayı Türk ürünleri alır. Yani onun, ondan sonraki dönemde batının, Amerika'nın, AB'nin, ABD'nin giremediği piyasalara rahatlıkla Türk milleti girer. Bunda kimsenin kuşkusu olmasın. Şu anda ‘bizim halimiz böyle, bu böyle devam edecek’ diye de kimse yeise kapılmasın. Ama el ele verip de bu badireleri de hep beraber aşmamız da gerekli. Aksi takdirde aynı şeyi tekrarlarsak, aynı kaderi bir daha yaşarız. Aynı yanlışlara düşmememiz lazım, diyorum efendim .
Kıyamete Kadar Kaynaklarımız Bize Yeter
Kendi kendine yeten değil; kendi kendine yetti halde taşan, etrafını da bakan, bakabilen… Türkiye'nin çok zaten müthiş bir tarım rezervi var, müthiş yeraltı kaynakları var. Geçen bir eserde okuyorum, 3 katrilyon dolarlık yeraltı rezervimiz var ve yanımda hesap uzmanı arkadaşlar, mühendis arkadaşlar var; dedim “3 katrilyon dolarlık rezervi biz dünyaya bedava olarak versek, kaç sene bu dünyayı…” işte bir hesaplama yaptık dünyanın şu kadar bir yılda gideri olsa; bana dediler ki “Hocam 1.000 yıl”. Türkiye'de yeraltı rezervi, dünyaya 1.000 yıl yetiyor. Hadi sen bırak, 500 yıl yetsin ve bunun içinde Türkiye kaçta kaçtır? Kıyamete kadar bizim kaynaklarımız bize yeter. İstemediğimiz kadar kaynak var. Şimdi biz bu kaynakları maalesef terk ediyoruz, peşkeş çekiyoruz, hazinenin üzerinde oturup elimizi açıp dileniyoruz; yazıklar olsun, bu bize yakışmaz. Bize bu hiç yakışmaz. Buna ne Allah razı olur ne insanlık razı olur; hiç kimse razı olmaz. Onun için toparlanmamız, kendimize gelmemiz, gece-gündüz çalışmamız, bir ve beraber olmamız…
Milletsiz Devlet, Devletsiz Millet Olamaz
Millet şu veya bu sebepten devletine küstürülüyor, karşı karşıya getirmek isteniyor; bu politikalar üretilmek isteniyor. Bu devlet, bizim devletimizdir. Bu devlet olmadan, bu millet ayakta durmaz. Milletsiz devlet, devletsiz millet olamaz. Bunu insanımız çok iyi bilmesi; her değerine, her şeyden çok daha fazla sahip çıkması lazım ki şu anda kaybettiklerimizi geri alıp dimdik ayakta durmasını bilelim ve bunu başarabilelim, diyorum efendim.
Milli Ekonomi Modeli’nde Devlet de Halk da Üreten de Güçlü Olur
Şimdi tabii bütün bunların söylenmesi güzel de, yani bir insanın inanmadan şahadet getirmesine benziyor bu olay. Yapması hiç mümkün değil. Ben bizi takip eden kardeşlerime olayın ciddi bir yanıltıcı oyun olduğunu izah edeceğim ve herkesin de bunu çok rahatlıkla anlayacağını tahmin ediyorum.
Şimdi, iktidarlar bir şey konuşurken “Ben şunu yapacağım” dediği zaman, o yapacağı şeyin kaynağını göstermesi lazım. Dikkat ederseniz her yılbaşı hükümetler bütçe görüşmesi diye bir meclisten müzakere açarlar; yapacakları yatırımları, işleri neyse a'sından z'sine kadar tartışmaya açarlar. Önce kendi ekibi bunu hazırlar, sonra bu hazırlananlar ‘doğrudur’, ‘yanlıştır’ diye meclise gelir ve mecliste bu görüşülür. Muhalefet işte ‘şu yanlıştır’, ‘şu doğrudur’, ‘şu çok yanlıştır’, ‘şurası, şu kadar doğrudur’ gibi o da görüşlerini ortaya koyar. Ondan sonra onaylanır; bu, onaylanan bütçe uygulamaya girer. Tamam. Bir yıl boyunca bunun dışında kimse bir tek kuruşluk yatırım yapamaz. Yani bütçede ne varsa, o uygulamada bulunur. Şimdi Sayın Erdoğan'ın ve vekil arkadaşlarımızın zaman zaman bizden aldıklarını halka… Güzel sözler olduğu için, hakikaten olması gereken meseleler olduğu için de söylediğinde puan aldığını görüyor. “Biz” diyor “bunları söylüyoruz”. Ama senin söylediğin sözlerin içi tamamen boş; bunu dolduramıyorsun. Niye? Sen bütçeyi aç; hazırlarken ‘sakatlar’ diye bir derdin yoktu ki, ‘özürlüler’ diye bir derdin yoktu ki ona sen bütçede bir şey veresin. Vermedin. Şimdi nasıl diyorsun ki “Ben şunu şöyle yapacağım, bunu böyle yapacağım. Evlenme kredisi vereceğim”. Bütçede kaç para sen buna tahsis ettin? Nereden vereceksin bunu? Kısaca dedikleri şey tamamen rüya, hayal mahsulü ve liberal ekonomide bunların yapılması hiç mümkün değildir. Liberal ekonominin mantığı; tüketim kesimini daha da tüketmek, vergi üstüne vergi almaktır, belini kırmaktır. Nitekim arkadaşların yaptığı da budur. Şimdi kalpleri bu tarafı; milletin ıstırabını, acısını görüyor “Ne yaptık? Perişan ettik bu milleti. Anası ağladı bu milletin” bunu görüyor “Hoca’nın dedikleri de doğru”. Dikkat edersen hep beni takip ediyorlar gizli gizli. Hani dinlenilen büyük zatlar vardı, aynen öyle. Köşe başına gidiyorlar “Acaba bu ne diyor?”. Ama onların bunu hayata geçirmesi hiç mümkün değil. Bu, bize ait. Bunun için Milli Ekonomi Modeli diye bizim bir tezimiz var. Sosyal devlet bu tezin bir parçasıdır. Tüketimi devreye koyabilmek için, sosyal devlet projesine ihtiyaç vardır; Milli Ekonomi Modeli’ndedir bu. Anlatabildim mi? Yani biz mesela, liberal ekonomide de böyle bir dert… Mesela bizde vergi yoktur, yani bizim tezimizde vergi yoktur. 100 milyarın altında geliri olan vatandaş; bu işçidir, memurdur, tarım kesimidir vs. onu vergi yükünden devlet kurtarır. Ama devlet onu kurtararak ciddi desteklerle onu destekler, tüketimini çoğaltır. Rahat tüketim yapar, rahat tüketim yaptığı için de üreten ona çok mal satar; bir tane bardak satıyordu, on tane satar. Onun için üreten de bir bardağın vergisi yerine on tane bardak vergisi veriyor. Yani devlet o zayıf vatandaştan değil, güçlü vatandaştan vergiyi alıyor. Hem de on mislisini alıyor. Bu sefer devlet de güçlü oluyor, halk da güçlü oluyor, üreten de güçlü oluyor. Bilmem anlatabiliyor muyum?
Tüm Partilerin Yaptıkları Bizim Milli Ekonomi Modeli’ndeki Görüşleri Transfer Etmeleri
Şimdi bunu, Sayın Başbakanımın bu denklemi çözmeden bu tip vaatlerde bulunması bir defa ilmi gerçeklere aykırı, bir. İkincisi, bu işler ona yakışmıyor; kaynak göstermeleri lazım “Bunu şuradan aldık, doğrudur. Ama biz bunu yapamayız. Çünkü bizim programımızla alakası yoktur”. Bir istisna da geliştirmesi gerekli. Hatta sadece onlar değil, diğer partilerin de baştan beri yaptıkları iş; bu bizim Milli Ekonomi Modeli’ndeki görüşleri alıp transfer etmeleri. Ama uygulaması imkânı hiçbirinin yoktur, tekrar ediyorum. Çünkü uygulamak için bütün bunlara kaynak bulmanız, bu denklemi kurmanız lazım. Bu sadece iç politika, maliye politikası, tarım politikası, orman bunla da alakalı değildir. Bu bir bütündür. Bu işi ancak bilen hayata geçirebilir, diyorum efendim.
Avrupa Birliği Adı Altında Türkiye'nin Parçalanması Söz Konusudur
Şimdi Amerika'nın ve Avrupa Birliği'nin bakışını bilmek o kadar zor bir hadise değil. Sayın Başbakanımız, Amerika Birleşik Devletleri’ne yaptığı son gezide hatırlarsanız ABD'nin Genelkurmay Başkanı’nın enteresan bir sözü var. Ne diyor? “Bu iş silahlı çatışmayla olmaz”, yani ‘Siz bu PKK'lıları, eylem yapanları dağda öldürmeyin, sokakta öldürmeyin; yani, bunlara yaşama hakkı tanıyın’. Seni öldürmeye gelen insanı yaşatacaksın, bu. İkincisi, Avrupa Birliği… Dikkat ederseniz uzun zamandan beri bizim Avrupa Birliği'ne onun için benim devamlı söylediğim söz şudur; Avrupa Birliği adı altında Türkiye'nin parçalanması söz konusudur. Yani, oraya gireceğiz; gerekçeler, bir takım bahaneler adı altında Türkiye'yi parçalıyorlar. Siyasetin bunu çok iyi görmesi lazım. Yani siyaset bunu görmediği zaman, fonksiyonunu icra edemez. Aksi takdirde ülkenin bölünüp parçalanmasına o da ortak olmuş olur. Şu anda yapmak istedikleri” Sen” diyor “af çıkartacaksın”. Tamam, af çıkıyor. “Hatta Apo'yu da affedeceksin”. Dikkat ederseniz bütün bunlar tartışma konusu haline geldi. Türk yargısının verdiği kararı şu ana kadar yargı icra edemedi, yani hayata geçiremedi, infaz edemedi; şimdi bu, bir. Bununla beraber ne ispat edilmiş oldu? Türkiye Cumhuriyeti Devleti, müstakil bir devlet değildir. Karar verir ama infaz yetkisine sahip olamaz. Devletin acziyeti, siyasetle ispat edilmeye çalışılıyor; Avrupa Birliği, bu devletin aciz olduğunu ifade etmeye çalışıyor. Hadi sen erkeksen git bunu Amerika Birleşik Devletleri'ne, İngiltere'ye söyle. O verdiği kararı, bağımsız yargısının verdiği kararı hayata geçirir; hiçbir irade, güç buna mani olamaz.
Şimdi demek istediğim şu, Türkiye'de verilen kararları hayata geçirmemek ne için? Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin zafiyetini izah ve ishal etmek içindir. Tamam mı? Bir defa Türk siyaseti bu konuda bugüne kadar üzerine düşen vazifeyi ifa edememiştir bir. İkincisi, batının oyununa devamlı surette gelmektedir uyum yasaları çıkarma adına. Mesela idamı kaldırdı veya ağır cezaları kaldırdı. Şimdi düşünebiliyor musunuz adam senin en yakınını katlediyor, sen kimin adına bunu affediyorsun? Kanı heder edilen insana, dökülen insana sordun mu “Buna ne ceza vereceksin?” diye. Bilmem ifade edebiliyor muyum? Hangi haktan bahsediyorsun? Benim hakkımı yiyene, hakkının bağışlatılması hak değildir. Bu, hakkın gasp edilmesi demektir. Hakkı gasp ediyor adam, yok ediyor. Bu mantıkta şimdi adalet; haklıya hakkını, haksıza haddini bildirme olayıdır. Sen, haddini bildirmiyorsun ona; bu sefer azıyor. Fazla da vermeyeceksin ama az da vermeyeceksin.
İnsanımız Eğitimle Birlikte Ahlaken Bir Noktaya Taşınmalı
Kısaca şimdi, bu müeyyideler kalktı. Geçmişte terbiye dediğimiz bir olay vardı; kişiler aileden aldıkları terbiyeyle kendini kontrol murakebe eder bir seviyedeydi. Öyle değil mi? Şimdi öyle bir şey de kalmadı. Yani, aileler de çocuğu alabildiğine başıboş bırakıyor. Eğitim de ona bir şey kazandırmıyor. Devamlı surette bizim anlatmaya çalıştığımız; bizim bir Müslüman Türk modelimiz, gençliğimiz. Bu da ne kızımız da ne oğlumuz da maalesef vermedik. Fakir, yani bu konuda aç, susuz bir hasret içerisinde insanımız. Kanunlarla beraber tamamen alabildiğine başıboş bir hale getiriyorsun bunu. Çocuk o zaman serseri mayın gibi ortada dolaşıp duruyor; işte tinercisi adam öldürüyor, bilmem ne yapıyor. Hırsızlar… Tabii hepsi hayata, bu gidişin görüntüsü, sanki bu ülkenin sahibi yokmuş havasını veriyor. Ben şahsen bunu böyle görüyorum. Elbette bunu düzeltecek olan da siyasi iradedir. Ülkeye sahip çıksınlar. İnsanımızı belli kurallarla beraber hukuki müeyyidelerle haklarını teminat altına alıp haksızlık yapmasına mani olsunlar. Evvela onu da eğitimle birlikte ahlaken bir noktaya taşınsınlar, diyorum efendim.
Tabii polis de bir şey yapamıyor. Diyor “Ne yapalım biz?”. Yani tutup da bir hesaba da çekemiyor, suçlu çıkıyor, yani emniyet, kolluk güçleri de hiçbir şey yapacak durumda değiller. Ne yapsın adam? Aşağı tükürse sakal, yukarısı tükürse bıyık. Binaenaleyh böyle acayip garayip durumlar var. İktidarın da üzerine gittiği insanlar kim biliyor musun? İktidar da benim üzerime devamlı geliyor, sağ olsun. Herhalde bizim sabrımızı ölçüyorlar. Batı çalışma grubunu… Kurumlarımıza gece saat ikide düşünebiliyor musun, kurumun muhasebesi tetkik ediliyor; saat bir buçuk, ikide. Evet, yani enteresan haller. Ama millet bu dersi verecek. Aile hayatımızdan, şahsiyetimize kadar iftiralar, dedikodular, fitneler… Bunlar…. Biz ama hepsine açığız, kimse bizi yolumuzdan yıldıramaz; bu vatan bizimdir, hiç kimseye de bunu şu veya bu şeyle bırakmayız. Yani, bu pabuç ölüp bırakılmaz. Bunu demek istiyorum.
Kanunlar Tartışılmalı, Görüşülmeli, Gerekçeleri ile Mütalaa Edilmelidir
Kanunun ruhu, kanun koyucunun maksadı mütalaa, müzakere ile mecliste anlaşılır. Yani kanunlar tek tek bütün maddeleri gerekçeleri ile birlikte anlatılır, mütalaa edilir, müzakere edilir, karara bağlanır. Anlatabiliyor muyum? Şimdi sen muhalefete bu imkânı vermediğin zaman bu kanunun mütalaası, müzakeresi, tartışması olmaz. O zaman bu aslında demokrasi değildir. Bir gecede şu kadar kanun geçecek. Ne bu ya? Eğer bana bunu sormayacaksan, niye getiriyor mütalaa, müzakereye açıyorsun? Açma. Hesabını milletin sorması lazım. Bunların hesabı sorulması lazım, diyorum efendim. Yani bu doğru bir davranış değil. Şıp şıp şıp şıp ne, ne demek? Kanunlar tartışılmalı, kanunlar görüşülmeli; nedir, ne değildir anlaşılmalı. İzah edebildim mi? Aksi takdirde çok yanlış anlaşılmaya vesile olabilir. Aslında bunun yapılması iktidarı da suizandan kurtarır. Bunu yapması lazım.
AK Partisi İslam'a Karşı Ciddi Darbeler İndirdi
Sayın Baykal'ın düşüncesi nedir, partinin düşüncesi nedir bilmem ama ortada benim görebildiğim kadarıyla bir beraberlik söz konusu. Şimdi esasen AK Partisi İslam'a karşı ciddi darbeler indirdi. Bu darbelerin gizlenmesi karşılıklı oyunlarla oldu. Düşünebiliyor musunuz, şu anda kaçıncı madde olduğunu tam çıkartamayacağım ama kanunun içeriği şu; 15 yaşından küçük olan çocuklar Kur'an öğrenimi, din öğrenimi için herhangi bir yere gidip onlara bu öğretimi yaptıran gerek öğretim binasını onlara açan, gerek bu öğretimi yaptıran kişilere bir yıl kadar hapis cezası veriliyor bu yeni düzenlemede. Önce bunu üç yıl yaptılar, sonra bir yıla indirdiler; lütufta bulundu. Bugüne kadar en eski dönemlerde mesela jandarmaların bile Kur'an eğitimini takip ettiği yıllarda, cumhuriyetin o, merhum Atatürk'ten sonra oluyor bu olaylar, döneminde o günlerde bile bir tek gün cezası yoktu Kur'an öğrenmenin. Evet, siyasi bir baskı vardı ama hukuki bir müeyyide yoktu. Şimdi bu iktidar ilk defa bu müeyyideyi getiriyor. Aslında Cumhuriyet Halk Partisi demokrasiden yana olmuş olsaydı “Bu çocuklara siz dinini niçin öğretmekten kaçınıyorsunuz? Dinini öğrenmeyen insanın sadist olması, hırsız olması, yolsuz olması elbette mümkünattan olup…” diyecek ve işin savunmasını, gerekçesini ortaya koyması gerekirken bunu yapmadı, yapmıyor.
Ne bileyim her konuda, mesela kalkıyor İmar Yasası’na ‘ibadethane’ kelimesi koymak suretiyle, apartmanların alt katlarında veya herhangi bir dairesinde kilise evi açmak yoluyla 36.000 kilisenin açılmasına bu iktidar sebep oldu. Şu kadar bin, 40 bin insanımızın -bir şey vardı, bir kurum başkanı. Zannıma göre Din Görevlileri Derneği başkanı olması lazım, diyanet işleri ha Diyanet Sen’in Başkanı’ydı değil mi?- “40.000 gencimiz” diyor, esefle söylüyor adam “Hristiyan olmuştur”. Şimdi bu manzara ortadayken kalkıp da ‘ilticai faaliyetler vardır, şudur, budur’ diye söylemek bence hadiseyi gizlemektir. İkisi bir oynuyorlar işi; o tarafı gizlemek için bu taraf güya varmış gibi ortaya atılıyor. Her ikisi de zaten belli kurum ve kuruluşlardan, belli güçlerden biliyorsunuz düşünce, görüş alırlar. Böyle de olması çok tabiidir. İnşallah milletimiz bütün bu oyunları görerek kendisine layık olanı tespit eder, tensip eder, diyorum efendim.
Bizi takip eden kardeşlerimize hayırlar diliyorum, saygılar sunuyorum. Allah'a emanet ediyorum efendim.
Bu sohbeti video olarak izlemek için play butonuna basınız