info@profdrhaydarbasenstitusu.org

BTP Başkanlık Divanı Toplantısı Ekonomi ve Siyasi Gündem Değerlendirmesi - Ankara /15 Kasım 2013
31/01/2025 EKONOMİ SİYASET 40

    Neler Okuyacaksınız

Muhterem arkadaşlar, aslında il başkanlarımız, ilçe başkanlarımızın toplantısında olmam gerekiyordu. Mazeretim münasebetiyle olamadığım için evvela özür diliyorum, kusura bakmayın. Dede, hoş geldin. Onun için bölgelerde bu hafta içerisinde yapacağımız toplantılarda bir araya gelmeyi düşündük. Sizden rica ettik, sağ olun geldiniz. Şu anda kaç il var burada? 22, iyi. Yarın da kısmetse Bursa'da bir toplantımız il başkanları, ilçe başkanları, teşkilât mensuplarıyla toplantımız olacak. Böylece söylemek istediklerimizi bütün teşkilatlarımıza duyuracağız. 

Hakikatli Açılım Yaparak Millet ile Bir Araya Geliyoruz

Geldiğimiz bu noktada hükümet, sözde açılım yaparak ülkeyi bölerken; biz de hakikatli açılım yaparak millet ile bir araya geliyoruz, bütünleşiyoruz ve millete hakiki kimliği nedir, bunu anlatıp bilhassa asırlardan bu tarafa devam eden bir kavga var. Bu kavgayı da inşallah sonlandırmaya çalışıyoruz. Hepinizin bildiği gibi toplumumuzda Aleviliği sanki karşı taraftan kabul edip asırlar boyu dışladık; yani bunlar Müslüman değildir, kestikleri yenmez, dostluk yapılmaz, arkadaşlık yapılmaz, bir arada olunmaz gibi. Yani efsanelerde dahi olmayacak enteresan sözler söylendi. Benim siyasete girmekte en büyük kârım da bu konu oldu. Ben açıkça bu kadar, bu işin vahim noktalarda olduğunu bilmiyordum. Kaldı ki bizim bölgemizde, yöremizde Alevi insanlar var; bunları dahi tanımıyorduk, bilmiyorduk. Ciddi bir şekilde kaçma vardı toplumda; ‘biz Alevi insanlarız’ deme gibi bir cesaret yoktu. Öyle bir dönem Türkiye yaşadı. İşte tam bu dönemde parti yeni kuruldu “Sayın Hocam” dedim “biz Alevi arkadaşların da partisiyiz. Git bakalım ne isterler bizden. Bir Alevi dedesi bul, onunla beraber konuş”. Açık konuşmam lazım, biz Türkiye’de Aleviliğin yapılanma tarzını da bilmiyoruz. Ben, kendi adıma konuşuyorum. Gönderdik, dedik 1-2 saat kalır, konuşur, gelir. Birinci gün gelmedi, ikinci gün gelmedi, üçüncü gün… İkinci gün telefon açtım “Oğlum” dedim “gittin gelmiyorsun. Ne var?”. “Hocam” dedi, “hiç sorma. Müthiş bir hazine. Bu Alevi arkadaşlar, bize anlatıldığı gibi insanlar değil. İnsanlık bunlarda”. “Allah Allah” dedim, “bir iki örnek ver bana; yani misafirperverliklerinden, arkadaşlıklarından, hürmetten, -artı- yedirmekten, içirmekten.” Biz hoca olduğumuz için, bunlara dikkat ederiz. ”Valla” dedi “senin bu arkadaşlarla mutlaka tanışman lazım”. “İyi” dedim “ben müsait oldum mu şey edeceğim. Ama yarın akşam sen de hareket et, gel” dedim. Bir gün daha kaldı ve bir gün sonra geldi. Konuştuk, Allah Allah… Dedi, “İnanmamız… Benim şahsen inanmam mümkün değil” dedi. 
Niye? “E bize denilenle, yaşadıklarım o kadar farklı ki. Kendi evimde nasıl rahat ettim, orada aynı şekilde”. Dedim, “hemen sen dedeye selamlarımı söyle, Hasan Hüseyin Dede, kulaklarını çınlatıyoruz, ben ona bir ay sonra mutlaka gideceğim. Bana da hatırlat, ekibi de hazırlayın gidelim.” Ve gittik. Hasan Hüseyin Dede, otelde kalıyorum ben, bizi geldi arkadaşları ile beraber karşıladılar. Bir çay içtik “Gidelim” dedi “eve gidelim” dedi ve kalktık gittik. Gittiğimiz yer hem evi hem cemevi. Oturduk, bir bahçesi var. Bahçede yanılmıyorsam incir ağacı vardı, değil mi? Orada oturduk, sohbet ettik arkadaşlarla. Ben öğle namazı geçmesin diye deden müsaade istedim, abdest aldım, cemevinde namaz kıldım. Şimdi bana dediler ki tabii oraya gitmeden “Cemevinin kıblesi filan yoktur, sakın orada kimseye kıble falan sorma”. Ben şimdi Cem evinde abdest aldım, nereden bileceğim kıbleyi. Dedim, “ben soracağım”, dedim. Sordum. Baktım kıbleyi çok iyi biliyorlar. Dedim “Allah Allah hani bunlar kıbleyi bilmiyorlar, ama bunlar biliyor.” Alevi kıble bilmiyor; baktım biliyor. Neyse yemeğimizi yedik, sohbetimiz yaptık ve ayrıldık. Sordum arkadaşlara, bana ne yaşadığınızı anlatacaksınız; yani, müspet - menfi. “Valla Hocam” dedi “Burası kendi evimiz gibi”. “Valla kendi evimiz, hiçbir fark yok”. E ben açık konuşayım, kendi evimden de daha rahat ettiğim bir yer. Çünkü evime gittiğim zaman çoluk çocuk… Dedim ya arkadaşlar, düşünebiliyor musunuz? Asırlardan bu tarafa müthiş bir ihanet şebekesi. 
Derken, zannıma göre 1,5 veya 2 ay sonra tekrar orada tanıştığımız dedelerin bir tanesinin, Muhammet Dede, Allah selametini versin, bizi köyüne davet etti, ona gittik. Giderken yol kenarında bir cami, çok güzel bir cami, yeni yapılmış. Burada namazı kılalım dediler,  girdik namaz kıldık. Dediler “Bunu kim yaptırdı biliyor musunuz?”. Dedim “ya ben müneccim miyim, kim ne bileyim.” “Hasan Hüseyin Dede’nin camisidir burası!” Al sana ikinci gol.

İmam-ı Ali’yi Yazdık, Bugün Dünyada Böyle Bir Eser Yok

Dedim, arkadaşlar daha yani böyle fitne, artık buna Cenab-ı Hak bize emrediyor şu anda fiili olarak, bu fitneyi ortadan ey Haydar Hoca’nın ekibi sen kaldıracaksın. Nasıl yapacağız bunu? Nasıl yapacağız bunu? E şimdi arkadaşlar, dedim ki “Arkadaşlar ben bir İmam Ali eseri yazacağım, Hz. Ali’yi yazacağım”. Ben zannediyorum ki Hz. Ali hakkında birçok eser yazılmış. Geldim, piyasa girdim. Allah rahmet eylesin Necip Fazıl'ın 152 sayfalık küçük bir kitabı var, o rahmetli de hiçbir olaya temas etmemiş; Hz. Ali’yi methüsena ediyor, mübalağa üstüne mübalağa. Arıyorum bir şey diyecek diye, hiçbir şey demiyor. 200 sayfa, hiçbir şey demeden bitirdi. Bir de rahmetli Necati Sepetçioğlu’nun bir eseri vardı; gene İmam Ali hakkında. Onu açtım, onda birkaç tane örnek vardı. Eyvah, dedim ya ben söz verdim. Bir kaynak eser yok, ne yapacağız? Kara kara düşünmeye başladım. Dede, Allah inandırsın. Burada tanıdığım Caferi arkadaşlar vardı. Bunlardan kaynak eserler istedim. Gelen eserler Farsça, Arapça; e ben Farsçayı da unuttum, Arapçayı da unuttum. Ne yapacağız? Biz oturduk yeniden Arapça'yı talim etmeye başladık, Farsça'yı. Ama bu kadar zaman geçmiş. 1980’de okulu bitirmişiz. Kaç sene oldu? Yani, 30 seneden fazla, biz bu şeyin yüzüne baktığımız yok. Derken arkadaşlar, işin içine Euzü Besmele’yi çektik girdik. - Keşke İmam Ali’yi getirseydik-Arkadaşlar bir imamı Ali yazdık, iddia ediyorum bugün dünyada böyle bir eser yok.
Ben inşallah bu eseri daha da genişleteceğim.

İmam-I Ali’nin Hilafet ve İmametini İlan Etmek

Aslında İmam-ı Ali Efendimiz bu son konuşmada, televizyon konuşmasında ifade ettim; Cenab-ı Peygamber Efendimiz Gadr-i Hum’da Maide suresinin 67. ayet-i kerimesinin “Resulüm sana indirileni tevhdi etmedikten sonra hakiki vazifeni yapmamış olursun.” 
Müfessirlerin ifadesine göre indirilen, İmam-ı Ali’nin hilafet ve imametini ilan etmek. “Bunu yapmazsan vazifeni yapmamış olursun”. Ayet-i kelimenin devamında da burada inkâr edenlerin Allah ‘kafir’ olduğunu beyan ediyor. Yani çok mühim bir konu. Ama kabul etsek de etmesek de Sünni dünyası, bu konuya hiçbir ehemmiyet vermedi. Tabi Hz. Ali ile beraber başlayan yeni bir İslam süreci. Peygamber Aleyhisselam’la nübüvvet süreci. Velayet sürecinde de İmam-ı Ali ile birlikte başlayan ve 12 imam süreci. Cenabı Hak'ın izniyle ben, bunları da kaleme aldım. Şimdi İmam-ı Taki ile İmam-ı Naki kaldı, sıra onlarda. İnşallah onların da eserlerini tamamlamak üzereyim, bitireceğim. Gördüğüm şu; velayet kapısını İmam-ı Ali'den dolayı gizlemek isteyen bir sürü siyasi oyunlar. Hz. Ali’yi gizlemek isteyen bir sürü siyasi oyunlar. Babasından tutun işte birtakım olaylara kadar saptırmalar. Hz. Ebu Talib’i ‘kafir’ olarak lanse etmeler.  Sonra bakıyorum bunu yapanlar İmam-ı Ali hakkında hutbelerde küfrettiriyorlar, Hz. Ali'nin aleyhinde. Allah Allah… Sonra arkadaşlar,  yani çok ciddi araştırmalar yaptım. Gördüm ki bu şekilde davrananlar Cenab-ı Peygamber Efendimizin hadis-i şerifine göre, beyanlarına göre; “cehennemlik.” Hatta bir hadisinde buyuruyor ki Allah'ın sevgilisi “Ben havzın başında otururken bana çok yakın olan arkadaşlarım gelecekler, ama onları bir melek ‘Haydi gelin’ diye. Ben de nereye gidiyorsunuz? Ateşe götürüyoruz. Neden? Çünkü bunlar senden sonra mürted oldular”. Çok enteresan. Senden sonra bunlar mürted oldular, yani dinden çıktılar. 

Ehl-i Beyt’e Karşı Olanların Siyaset Olarak Toplumu Şekillendirmesi Bizi Ehl-i Beyt’ten Mahrum Etti

Şimdi sevgili arkadaşlar, kabul etsek de etmesek de bu bir tane değil. Böyle bir şu hadis-i şerif var; yani İslam’dan çıkan, çıktığı halde biz baş tacı yaptığımız insanlar var ve bu insanların siyaset olarak toplumu şekillendirmesi bizi o dünyadan, ehl-i beytten mahrum etti. Arkadaşlar, Sünnilik hakkında bir tane ayet-i kerime yoktur. Bir ayet gösterenin ben hayatım boyu kölesi olmazsam namerdim; bir ayet gösterenin. Öyle bir şey yok. Hatta bir hadis-i şerif de yok. Peki nereden çıkardınız bunu siz? Sırf ehl-i beyte karşı olmak için; öyle yalanlar, öyle fitneler, olaylar düzenlendi ki. İşte bak, biz işin içindeyiz. Yeni yeni öğreniyoruz ama ehl-i beyt hakkında yüzlerce hadis-i şerif var, ehl-i beyt hakkında onlarca ayet-i kelime ki eserlerimde bunların tamamı, tamamına yakını var sevgili arkadaşlar. Dedik ki artık biz bunları, bu topluma anlatırsak; o zaman bu topluma ayıkacak. Dün, işte cem evleri  -Ne evi diyordu?- ‘cümbüş evi’ diyen adam, yaptığı köprünün adına Yavuz... Yavuz’un ne ilgisi var bu olaylarla? Çok ilgisi var.  On binlerce Alevi kardeşimizi katlettiler, kuyulara doldurdular. Bunlar tarihi olaylar. Şimdi bir Molla Kasım çıktı, hesaplaşıyor.  
Sevgili arkadaşlar, gördük işte, baktık ki yanlış çok yanlış. O köprünün adına Yavuz Köprüsü’nü diyen; “benim çocuğum, torunum olacak Ali koyacağım ismini, koydum. Ali Ekber koydum.” 
Ya dedim, ben çok güçlü bir hocayım. Bak kimi nasıl, hangi yola getirdim.

Avrupa Birliği'nin Talimatıyla Köylerden Şehre İniş

Şimdi sevgili arkadaşlarım işi uzatmayalım, çok uzattık. Tabii bu arkadaşlar iktidarda kaldılar; tarımı perişan ettiler, berbat ettiler. 2002 seçimlerine giderken ben halkımın önüne çıktım, dedim “Sakın bunlara oylarınızı vermeyin”. Neden? Çünkü Avrupa Birliği'ne girmek istiyorlar. 
Avrupa Birliği diyor ki, benimle olmak istiyorsanız hiçbir şey yetiştirmeyeceksiniz. Senin 35 milyon insanın köylerde yaşıyor; tarım bölgesinde. E buğday yetiştiriyor, mısır yetiştiriyor, fasulye yetiştiriyor. Ne bileyim üzümü var, inciri var, kirazı var. Ben sizden bir şey almam; hepsini ben vereceğim. Dolayısıyla köylerdeki nüfusun en az 20 milyonu şehre inecek; batının verdiği talimatla. Tabii o günlerde de biz Avrupa Birliği konusunu çok takip ettiğimiz için, bunu vatandaşlarımız anlattık ama beni dinlemediler. Zannetti halkım ki, ya bu Hoca atıyor veya kıskanıyor. Ya yok arkadaşlar ben, bu benim konuştuklarım hep gerçekler. Yarın öyle olacak ki göreceksiniz; yetiştirdiğiniz mamulleri 10’a imal edeceksiniz, mâl edeceksiniz; 5’e, 6’ya satmak mecburiyetinde kalacaksınız. Sonra, Cenab-ı Hak da sanki benim dediklerimi kanun gibi bunlara uygulattı. Sonra kredi alacaksınız, borcunuzu veremeyeceksiniz. Yerlerinizi satacaksınız, fukara kalacaksınız, köyleri terk edeceksiniz. Ben bunu konuşuyorum, adam… Seyrediyorum. Bir taraftan da, Laz’lık var. Niye böyle yapıyorsun? Ya dinle beni işte. Neyse arkadaşlar aradan zaman geçti ve gördüm ki; bizim o düşündüklerimiz hakikaten %100 değil, %1.000 doğru. 

Vatandaş Borcunu Vermek İçin Toprağını Satmak Zorunda Kaldı

Ne oldu? Vatandaş 6’ya imal etti, mâl etti; 4’e satmaya mecbur kaldı. Gitti, borcunu verebilmek için kredi aldı. Borcunu verdi, kredisinin faizleriyle birlikte borcunu ödeyemedi. Ne yaptı bu sefer? Başladı toprağını satmaya, borcunu vermek için. Şimdi arkadaşlar, ben birçok yerden toprak aldım. Zannetmeyin çok büyük para. Yahu yerin dönümü, 1.000 metrekare yer 500 lira olur mu? Bugün 500 liradan sattılar bana. Öyle toprak ki aklınız durur. 1.000 liraya, 1.100 liraya; nehrin kenarından, dönümlü toprak aldım. Ben aldım. Toprak ağası oldum. Sordum ki; bu topraklarını satanlar şehre gidecekmişler, kapıcı olacakmışlar.
Şimdi arkadaşlar, ben bu arkadaşları bu çileden kurtaracağım. Vallahi kurtaracağım, billahi… Ben bu işi biliyorum, yanlış anlamayın. Ben, ben sahneye çıktığım zaman, öyle bir kadroyla çıktım ki; benim elemanlarım bugün Türkiye’de değil, dünyada yok ya. Anlatamadık ama. Geliyor bana, bilmem şu iç işleri bakanı, hariciye bakanı. Benim adamımın tırnağı olamaz bunlar, sen ne konuşuyorsun ya! Vallahi olamaz, yeminle söylüyorum. Hodri meydan. Sayın Başbakan bütün ekibini, maliyecilerini,  iktisatçılarını alsın bir tarafa Haydar Hoca ile otursunlar. Pestillerini çıkarırım. Kimdir bunlar ya? Hayır, hakir gördüğüm için değil; ben bu işi dünyada en iyi bilen adamım ya. Sen en zannediyorsun? Benim sana anlattığım bir kanun. 2 x 2 = 10 etmez, 4 eder; ben sana bunu diyorum. Bunlar bilmiyor bunu. Ama sağ olsunlar, konuşmasını çok iyi beceriyorlar, masaya elini vurmasını çok iyi beceriyorlar. Bizim millet de delikanlı arıyor, peşine gidiyor. Delikanlı derken, kendi deliriyor. Sevgili arkadaşlar, yazık günah. Olmaz. 

Kıbrıs’ın Pazar Sorununa Çözüm

Şimdi, Kıbrıs’tan bir heyet geldi bana, Tarım Birliği. Dediler, “Hocam biz seni Kıbrıs'a davet ediyoruz.” “Ne olacak?” dedim. “Kıbrıs’ta bir kongre yapacaklar size; işte bize görüşlerinizi anlatacaksınız.” “Ben” dedim, “Kıbrıs'ı bilmiyorum”, dedim. “Ne görüşü anlatacağım? Sen konuş bakim”, dedim; “Kıbrıs’ta ne var ne yok?” Narenciyesinden bahsetti, işte patatesinden; patatesi çok meşhur Kıbrıs’ın tavsiye ediyorum. Alın getirin, burada onu çoğaltın. Ben de alacağım oradan kısmetse.
Arkadaşlar, dinledim tabii. Dedim “Abi sizin tek probleminiz var. Probleminiz; siz bağımsız olmadığınız için pazarlara açılamıyorsunuz ve mamulleriniz elinizde kalıyor”. Asil Nadir, Allah selametini versin, o çok ciddi bir hizmet yapmıştır oraya. Ama aldı, attı onu İngilizler hapse; bilerek yaptılar bunu. Onun ufak tefek yanlışları da varsa, onu büyüttüler hapse attılar. Ondan sonra iyice mağdur kaldı bu insanlar. Dedim, size pazar lazım. Benim burada size yapacağım hiçbir şey yok. Zaten siz her şeyi, herkesten iyi biliyorsunuz; ürünleri, yetişmesini. “Yalnız” dedim “ben, tanıdığım arkadaşlarım var, onlarla bir diyalog kurayım. Sizin mamullerinizi eğer pazarlama garantisi bana verirlerse, o zaman kongreye geliriz” ve siz kim benim sevgili dostum, arkadaşım, bizim bu Milli Ekonomi Derneği'nin de ikinci başkanıdır. Birinci başkan benim, genel başkan; ikincisi de o. Haber saldım ona, geldi. İstanbul’da. Dedim “ya siz” dedim “benim bildiğim kadarıyla gıda ürünlerini dış ülkelerden alıyorsunuz. Özellikle de Türkiye'den ithal ediyorsunuz. Kıbrıs’ın şu mamulleri var, - arkadaşlar listesini verdiler bana- rica ediyorum” dedim “bunları siz” dedim “kendi ülkenizde tüketin” dedim. “Ben bir araştırmasını yapayım” dedi, “sana dönerim.” İşte takriben 1 ay geçti aradan “müjde” dedi, “tamam” dedi. Ben de haber verdim, “hazırlık yapın geliyoruz”. Gittik, kongrede ilan ettik. Dedik ki “Biz Kıbrıs’ın tarım ürünlerini alacağız”. 
Bir alkış yok mu ya? Evet, teşekkür ederim arkadaşlar, sağ olun. 

Türkiye'de Yetişen Tarım Ürünlerinin İthalatını Kabul Ettirdim 

Şimdi arkadaşlar, dua ediyoruz 1 milyarlık Türkiye'de yetişen tarım ürünlerinin ithalatını kabul ettirdim onlara. Şimdi 2’ye çıkartıyoruz ve bak ben meclise girmeden… Beni bu millet meclise sokmadı, sağ olsun. Meclise sokmadı, üç dönem. Hadi bir dönem anladık; ikinci dönem şaşırdık, yahu üçüncü dönemde beni niye koymuyorsun. 
Sevgili arkadaşlar şimdi tarım kesimine gideceksiniz, müjdeyi vereceksiniz; ürünlerinizi yetiştirin, Hocam bu ürünlere pazar buldu. Bitti. Ama ürünlerimizi kaliteli yetiştirelim; yani öyle, şey yapmayalım, gelişigüzel olmasın, bize yakışır şekilde. Ben Allah’ın izniyle fiyatını da tahmin etmeyeceğiniz şekilde belirleyeceğim. Ticareti bilirim, sakın şey etmeyin, kimse beni kandıramaz.  

“Türk Milletinin İçinde Bir Dahi Varmış!”

Zaten gerçek olarak Ruslar beni çok seviyor. Neden? Biliyorsunuz 1991 yılından bu tarafa adamlar 2005 yılına kadar çöküşteydi; hep geri gidiyorlardı. 2005’te beni takibe aldılar. Daha doğrusu 2004'te takibi aldılar, 2005’te kongreye katıldılar, İktisat Kongresine.  Bizim arkadaşlar Rusçaya benim eseri çevirdiler, çeviremediler. Okudukları kadarıyla, bir hazineyle karşılaştıklarını anladılar. Dediler “Ya bunu çok iyi tercüme yapalım, Rusçaya tam çevirelim bunu”. Dedim, valla sizin adamlar çevirecek, ben anlamam bu işleri. Derken arkadaşlar, bizim eseri çok mükemmel tarzda Rusçaya çevirdiler ve 2005 kongresine katıldıkları zaman Lisiçkin, şuanda ikinci başkanları olan insan “Vallahi” dedi “biz bu sistemi vaaz eden adamın bir Rus bilim adamı olacağını beklerdik ama maalesef bu sizden çıktı”.  Amerika’dan o kongreye gelen bir bilim adamı vardı, Illinois Üniversitesi’nden. Neyse, benim gavurcaya pek dilim dönmez. Adam ne söyledi biliyor musun? -Desem ne olur? - “Yahu” dedi “Türk milletinin içinde bir dahi varmış, biz bunu bilmiyorduk”.  

Erbakan’ın Adil Düzeni

Tabi o güne kadar da rahmetli Erbakan'ın bir adil düzeni var. Bu adil düzen de artık sanki İslam’ı yaşatan bir kolu imiş; öyle bir propaganda yapıldı. Adil düzen ve İslami düzen. Lan ben bakıyorum İslami diye bir şey yok, kapitalizmden başka. Ama şimdi konuşsak boğacaklar beni, biliyorum da onları. Uzatmayalım, bizim bu sistem ortaya çıktıktan sonra, beni bunlar eleştirdiler; “Vay” dediler “bunların, bu Haydar Hoca’nın sistemi, bizim adil düzenden çalınma”. “Allah’a sığınıyorum” dedim ya “hele Erbakan’dan. Arkadaşlar, çok daha özel konuşurum ama bu kadarı yeter. 
Kıbrıs’tayız şimdi, bu Lisiçkin enteresan bir noktaya girdi orada. Dedi ki “Biz, Haydar Bey’in sistemini inceledik, ettik ve bunu uygulamaya karar verdik. Şimdi bu sistem kanunlaşıyor”. Hatırladınız mı? Sistemi kanunlaştırıyorlar. “Sayın Erbakan ekibiyle bize geldi” O gün, onu da hatırladınız. “Jirinovski ile beraberiz” dedi; “anlattılar anlattılar. Ben iktisatçı olduğum için, Jirinovski bana sordu “Ne diyorsun?”. “Dedim ki” dedim ona “bu kapitalizmin boyanmışı”. 
Şimdi yalnız arkadaşlar, bu sözü söyleyene kadar ecel terleri döküyorum. Erbakan gitti, onunla konuştu. Acaba sonunda ne diyecekler? Bizi kabul etti ama ona ne diyecek? Bu adamlar da “Haydar Hoca Ondan alma dediler. Eyvah!” dedim “ya, eyvah!”  Bir de baktım ki, benim diyemeyeceğimi en güzel şekilde (ifade etmişler).
Şimdi, bu adil düzen denilen; adil düzen değil. Bunun İslam’la uzaktan yakından alakası yok. Piyasaya devlet karışmayacak. Devletin karışmadığı piyasa, serbest piyasa ekonomisi; yani liberal kapitalist ekonomidir. Manyak seni, ruh hastası seni. Sen kim, ekonomi kim ya. 

Artık Bu Çağ Haydar Hoca'nın Sisteminin Çağıdır 

Sevgili arkadaşlar, bunlar hiçbir şey bilmiyorlar. Yani bunları siz başbakan değil, ne yaparsanız yapın; vallahi de bilmiyorlar billahi de. 
Bak yemin ederek konuşuyorum. İki, başkası gelirse biliyor mu? Onlar da bilmiyor. Haydi alalım onu, koyalım yerine Cumhuriyet Halk Partisi’ni. Halk Partisi’nin bir şeysi yok burada. Zaten sorun… Gürsel Bey bir ara benden bir şeyler aldı, çaldı, konuşmaya başladı. Arkadaşlarım dedi ki, ya bunlar hocamın görüşleri. “Hocamın görüşü, benim de görüşümdür”. O inkâr etmiyor. Sarıgül… Beni ziyarete gelmişti. Geldi, hazır ol vaziyetinde karşımda. Ben baktım, Sarıgül’le benim iyi bir tanışıklığım vardır. Yani, o her tarafa gider sağ olsun, ama camiye de …. İnsanlık münasebetleri iyidir, hukukumuz çok eskiye dayanır. Biz onunla, takriben 20 yıl evvel bir aradaydık, görüşüyorduk, devam etti; yani hukukumuz iyi. Geldim, seni ziyaret edeceğim, dedi. Konuşuyoruz, ayağa kalktı, önünü ilikledi. “Hocam ben” dedi “bir şey söyleyeceğim”. Buyur, dedim. “Ben müsaadenizle” o zaman da partisini yeni kurmuş “senin ekonomi modellini aynen uygulayacağım” dedi  “Bana müsaade edeceksin”. Dedim “ne demek” dedim, “helal olsun. Anamın sütü gibi sana helal olsun”, dedim. Yahu, arkadaşlar dedi ki, “niye müsaade ediyorsun?” “Oğlum” dedim, “hayır” desem kendi uygulayacak. Yani, bizim sistemimiz, bugün arkadaşlar, artık bu çağ Haydar Hoca'nın sisteminin çağıdır. Türkiye değil, dünyada iş yapmak isteyen varsa; bizim kapımızı çalmaya makhûmdur. 
Sayın Putin’in danışmanı, iktisat danışmanı Victor Minin 2005 kongresinden sonra, İstanbul’da benim Hayri’nin iş yerine geliyor, oradayız. Bana dedi “Hocam çok yoruluyorsun. Senin hiç koşmana, konuşmana gerek yok. Dünya tıpış tıpış senin ayağına gelecek”. Niye, dedim. “Tıkandı dünya” dedi “açılması için senin görüşün dışında bir görüş yok” ve gerçekten Minin’in dediği gibi dünya, sağdan soldan koşmaya başladı. Bizim yolumuzun dışında kurtuluş yok arkadaşlar ve bu işin vaazı, yani ortaya koyan benim. Bu işi de çok iyi biliyorum. 
Çok orijinal bir sistemdir. Hiçbir başka sistemle alakası yok. Bambaşka bir düzendir ve adalet tamdır. Artı istihdam tamdır ve geçim de tamdır bunda. Öyle yanlış anlamayın. Bak asgari geçimi biz ne dedik? 4.000 lira vereceğiz. Adam 400 liraya talim ediyor. Şimdi kısaca, çok daha konuşabiliriz de, yani benim sistemim; bugün asrın ihtiyacı olan, bütün ihtiyaçlara cevap verecek bir sistem. Bunu biz -7 kongreyle mi- 8 kongreyle insanlığın önüne koyduk, dünyanın en güçlü iktisatçılar ile müzakere ettik, mütalaa ettik ve hepsi karar kıldı ve dedi ki “Dünyayı ancak bu sistem kurtarır”. Yani, anahtarı bende. 

Deccal’in Vazifesi Cilalı Söz Söylemektir

Şimdi arkadaşlar, tarım kesiminde olan kardeşlerimiz mallarını tarlada yetiştirdi ama satamadı. Satamayacaktır, çünkü hükümetin politikası; Avrupa'nın mamullerini Türkiye’ye koyup Türk tarımını öldürmekti.  Köyden çıkması için; mamulünü satamaması lazım. Onu yaptı. Hatırlarsanız mandalinasını, karpuzunu, kavununu, üzümünü; derelere, denizlere döktüler. Bu sebepten dolayı. Şimdi, 35 milyon köylerde bulunan nüfus; tam kesin rakam elimde yok ama 17 milyon diyorlar, olsun 20 milyon ve bu daha da azalacak. Şimdi ben, tarım bölgesinde yaşayan arkadaşlarıma diyorum  “Kesinlikle yerinizi terk etmeyin, bir santimetreyi satmayın”. Yapacağınız iş, Haydar Hoca’yı iktidara taşımak. Vallahi de billahi de, ben bu işi yapacağım. Hiç kimsenin kuşkusu olmasın. Ya hocam sen yemin ediyorsun; oğlum yemini bırak, ben noter tasdikli senet verdim ya. Yapamazsam beni hesaba çekin. Şu söylediklerimin tamamını madde, madde, madde yazdım; altına noterden imza attım, millete dağıttım. Ya noter tasdikli sözüme inanamadı millet; yalanlara inandı. Şimdi o kadar büyük iş düşüyor size ki; sakın ha diyeceksin, o tarafa bakmayacaklar. Ne yapacağız? Bakmayacağız o tarafa. Bakarsak bu adamlar Deccal soyu ürettikleri için gene kandırırlar sizi. Deccal’in vazifesi cilalı söz söylemektir. Konuşur, konuşur, kandırır; sokar seni geri çuvalın içine. Bu askeri soktu oğlum, seni sokmaz mı? Askeri çuvalın içine soktular; haklı oldular. Seni rahatlıkla sokar. Onun için onları dinlemeyeceksin, kafanı döneceksin.

Bütün Teröristleri Suriye’ye Yığan Adam Sensin

Şimdi, mesela hocalarını hacılarını dinliyorum, fetva veriyorlar; vayyy Esad dünyanın en kötü adamı. Ne yaptı sana bu? Bizim bir tavuğumuza ‘kış’ mı dedi? 1 metrekare yerimize tecavüz mü etti? Bir vatandaşımızı nahak yere öldürdü mü? Ne yaptı bize? Hiçbir şey yapmadı. Ne uğraşıyorsun bu adamla ya? Yahu sen dün hanımını aldın, gelinini aldın, kızını aldın; bu adamın sarayına gittin, misafir oldun, yedin, içtin. Bir anda, bir gecede döndü. Amerika Hariciye Bakanı geliyor, şöyle bir kaş, göz işmarı; bir de baktık adamın rengi değişti, tavrı değişti, hareketleri değişti. Aldı namluyu, doğrulttu buna. O günden bugüne atış yapıyor. Arkadaşlar bu bir Türk örfü değildir, adeti değildir; biz bunu yapamayız. Biz elimizi verdiğimiz yere, ayağımızı uzatamayız. Dinimiz müsaade etmez, örfümüz müsaade… Kişiliğimiz müsaade etmez. Bu kadar yakın oldun, şimdi gene harp ilan ediyor. Yazık günah değil mi ya? Şu kadar, 100.000’in üzerinde insan, Suriye’de sen öldürdün; onlar değil. Kalkıyor, Esad öldürmüş; millete caka satıyor. Ulan bütün teröristleri oraya yığan adam sensin. Avrupa'dan sen getirdin, Suud’dan sen getirdin, efendim şuradan… Hepsini sen getirdin. Hapishanedeki katilleri çıkardılar. Biliyorsunuz değil mi? Oraya gönderdiler; Müslüman’ı öldür diye. Allah'tan korkmaz hain seni. 
Ondan sonra, kim öldürmüş bunu? Esad öldürmüş. Yalancı. Sonra, sen orayı işgale gidiyorsun ya.  Aferin, gel burayı işgal et mi diyecek sana? PKK’ya sen niye karşı duruyorsun? İşgal etme niyetinde olduğu için, karşı duruyorsun. Aynı işlemi onlar da yapıyorlar. Sen yapıyorsun doğru, o yapıyor yanlış. Sevgili arkadaşlar, sade burada bu yanlışı yapmadılar. Irak olayında tam 1,5 milyon insan; bunların faili, bunlardır. 60.000 namus kirletildi; faili bunlardır. Bunu Allah’a hesap veremezler, yanlış anlamayın.
Şimdi, yahu bu adamlar o kadar enteresan. Dedim ya konuşuyor, zeytinyağı gibi devamlı su üstüne çıkmış. Dinliyorum. Hacı, hoca efendi kafa sallıyor. Demiyor ki, la “1,5 milyon insanın kanına girdin sen.”  “Bir Müslüman’ı kasten öldüren, ebediyen cehennemliktir.” (Nisa Suresi, 93. Ayet) Allah buyuruyor bunu ya. Sen 1 tane değil, şu kadar insan Irak’ta, şu kadar insan Suriye’de; kasten bunların ölümüne sebep oldun sen. 
Sevgili arkadaşlar, hiç kimse demiyor ya. Gazeteler, televizyonlar; alıyorsun, sanki adamlar fazilet yarışına girmiş. Televizyon ekranlarından seyrediyorsun yani dedim ya öyle bir yarış bu ki! Bir tane bizim de elli ikilik bir topumuz var işte. Her tarafa -Osmanlı topu- her tarafta ondan böyle atıyoruz. Ama sesi çok çıkıyor ha! 

Benim Görevim Hep Problemli Meselelere El Atmaktır

Şimdi sevgili arkadaşlar, Bir, ehl-i beyt konusunda bâtılı yıktık. Sayın Başbakanımız bile sağ olsun, Ali Ekber diye torununun adına koydurduk yani. Torunu Ali Ekber. Cemevine ‘cümbüş evi’ derdi; bakalım şimdi ne diyecek? 
İki, tarım kesimi ayıksın; onu kurtaracağım. 
Üç, Merhum Mustafa Kemal Atatürk’ü bu millet tanımıyordu. Yahu hocam sen de hep problemli meselelere el atıyorsun, nasıl bir adamsın? Benim görevim de bu. 

Herkes Size Hak Verecek, Herkes Sizinle Beraber Olacak

Şimdi arkadaşlar, toplumun hemen hemen bütün kesimleri dahildir; ama Tayyip'in etrafıyla Erbakan’ın etrafı, onlar hariç. Sakın onlara gitmeyin. Dediğim gibi selam verirseniz, perişan olursunuz. Onların tarafına bakmayın. Ama affedersiniz meyhaneye gidin, kumarhaneye gidin, caddelere gidin. Nereye giderseniz gidin, konuşun; herkes size hak verecek ve herkes sizinle beraber olacaktır. Bunda hiç kuşkunuz olmasın. 
Neden diyeceksiniz? Ben her gün rapor alıyorum. Her gün bana arkadaşlarım geliyor. Mesela dün Antep'te bir toplantı vardı. 
Yani biz o bölgede biz toplantı yaptığımız zaman 15 kişiyi geçmez. Şimdi salonlar almıyor elhamdülillah.

Benim Kadromun Karakteri Bağımsızlıktır

Şimdi sevgili arkadaşlar, hakikaten Cenab-ı Hak kadroyu seçti. Bir şey diyor bize. “Ey kullarım, Haydar Hoca’nın kadrosuna bakın, onunla beraber olun; karnınızı o doyuracak, sırtınızı o giydirecek, bağımsızlığınızı o temin edecek”. Mustafa Kemal Rahmetullahi Aleyh “Bağımsızlık benim karakterim” diyordu ya; ha bu kadronun da karakteri bağımsızlıktır. Anlaştık mı?

Bu sohbeti video olarak izlemek için play butonuna basınız



Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir