info@profdrhaydarbasenstitusu.org

3. Göz Programı Prof. Dr. Haydar Baş Hayatını Anlatıyor / 20 Temmuz 2007
18/01/2025 SOSYAL HAYAT 23

    Neler Okuyacaksınız

Sağ ol. 

Özdemir Erdoğan Prof. Dr. Haydar Baş’ı Anlatıyor

Sönmez Atasoy Prof. Dr. Haydar Baş’ı Anlatıyor

Sarıtaş Mahallesi, O Günün İsmiyle Salari’de Dünyaya Gelmiş Oluyoruz

Ailenin tek erkek evladıydım ve erkek çocukları da yaşamıyordu; annemlerin erkek çocuğu yaşamıyordu. Yanılmıyorsam benden evvel 4 ağabeyim doğdu ve öldü. Bunun da acısı hakikaten, annemi ve babamı epey bir miktarda yıpratmıştı. Çocuklarımız yaşasın diye, gerek annem gerekse babam gitmedikleri doktor; efendim tabi bizim bölgenin ve ailemizin de yapısından kaynaklanan inançtan dolayı, gitmedikleri maneviyat ehli insan kalmamıştı. İşte bu arayışlar içerisinde, dua edeninden tut akıl tavsiye edenine kadar herkesten alınan görüşler istikametinde; 1946 yılının kış mevsiminde işte bir çocuk, erkek çocuğu dünyaya geliyor. Benden büyük 2 ablam var. Onlar da dahil olmak üzere rahmetlik ninem, dedem, amcalarım, hanımları; çok ciddi bir sevinç içerisinde bizim dünyaya gelişimizi adeta istikbal ediyorlar, kutluyorlar ve de şimdi Sarıtaş Mahallesi, o günün ismiyle Salari’de dünyaya gelmiş oluyoruz.

Anne ve Babam Ahlaki Yapıları Münasebetiyle Beni Çok Etkilemişlerdir

Tabi çok küçük yaşlarımızı bilmemiz mümkün değil ama etraftan ve rahmetlik annemden dinlediğim kadarıyla… Annem çok dini bütün, takva muttaki bir kadındı. Ben, onun hayatında gece yarısından sonra uyuduğunu pek bilmem. Çocukluk yıllarımdan, onun ahirete rıhlet eden dönemine kadar gayet iyi bildiğim hayatı; hep böyle gece yarılarından sabahlara kadar ibadet ve taatla geçirdiğidir. Rahmetlik babamın da anneme “Yahu kocakarı, postu çürüteceksin” şeklinde latif sözlerle onun bu halini, onun bu tavrını ifade ettiklerine çok şahidim. 
Annemin tek derdi, gayesi vardı, o da kendisinden dinlediğim kadarıyla; Allah’ı sevmek ve Allah’tan korkmak. Öyle bir insandı. Bu tarz, rahmetlik babamı da etkiledi. Ailede, ikisi bir bütünlük oluşturdu. Ablamlar da evlenene kadar, bu hava içerisinde beraber olduk. Bölgemizin de denilebilir ki en dindar aile yapılanması bize aitti. Gerek babamın, gerekse annemin tavrı hem dindarlık ve hem de dinin insan üzerine etki olarak bıraktığı ahlaki hamide; açık ve net olarak iki insanda da görünüyordu. Onun için gerek annem gerekse babam bu yapıları, ahlaki yapıları münasebetiyle beni çok etkilemişlerdir. 

Çocukluk Yıllarımızda İnsanlar Çok Mutluydu

İşte bu gördüğünüz yerden ben taa Akçaabat’ın merkezine kadar, buradan merkeze tam hat… Belki yanlış olur okuduğum okula ama en az 3,5 km. bir yol vardır veya 3 km.’lik bir yol vardır. Ki yollar böyle bu şartlarda değildi, patika yollar, 70 cm., bilemedin 1 m. genişliğinde patika yollar. Yağmurda, çamurda, karda, kışta biz bu yollarla ilkokula giderdik. Bazen havanın yağmurlu olduğu döneminde, kış mevsiminde buz olduğu dönemlerde yürürken veya koşarken düştüğümüz, üstümüzün başımızın çamura bulaştığını çok yaşadık. Okula böyle gittiğimizde işte yolumuzun üzerinde çeşmeler, dereler vardı; oralarda üstümüzü başımızı siler, o şekilde ıslak ıslak sınıfa girerdik. Evet, yani düşünebiliyor musunuz; 7 yaşındaki bir çocuğun 3 sabah gidiş, 3 de geliş tam 6 km. bir yol yapıyor. Her gün bu. Bu yaz, kış; bütün mevsimler bunun içerisinde. Yani hayatımız gerçekten öyle bugünkü çocukların yaşadığı şartlarda geçmedi.  
Sonra bugünkü imkânlar o dönemde gerçekten yoktu. Ben hiç unutmam çocukluk yaşımda hatırıma bir makarna yemek geldi, zannım o ki ilkokul 1’deydim. Tutturdum makarna yiyeceğim. Rahmetli şimdi evde baktı makarna yok, koskoca bir mahallede bir tabak makarna yok. Düşünebiliyor musun? O zaman bakkaldı, dükkândı bulmak zor, belki de imkânsızdı. İlla işte dediğim gibi 2,5-3 km gidecek şehre ineceksin, oradan ihtiyacını alıp geriye döneceksin. Yani o günün şartlarıyla bugünü mukayese ettiğinizde, mukayesesi mümkün olmayacak şekilde muazzam farklar var. 
Ve yine benim çocukluğumda dikkatimi çeken mühim olaylardan biri de o günün şartlarında gerçekten geçim sıkıntısı vardı. Her ailenin hemen hemen çok dar geliri olmasına rağmen halini sorduğunuzda devamlı şükrederdi, Allah’a şükürler olsun. Geçiminden ben şikâyet eden bir tek insan bilmezdim, bir tek Allah kulu tanımazdım. Kötü de olsa, böyle bir şikâyet yoktu. Bugünle o günü mukayese ediyoruz; arada dağlar kadar fark olmasına rağmen bugün de şikâyet etmeyen insan yok, her halinden müşteki. Ben bunun sırrını hala anlamış değilim. Ve o zaman insanlar çok mutluydu; birbirlerine girerler çıkarlar, arkadaşlıklar, dostluklar yaparlar; böyle sosyal yardımlaşmalar her konuda öne çıkardı. 

İlkokulda Benim Hedefim; Okuyup Büyük Adam Olmak, Anneme Hizmet Etmekti

Ben ilkokulu Akçaabat’ta okudum. Ortaokul, lise yıllarımı Trabzon şehir merkezinde bulunan İmam Hatip Lisesi’nde; orada, şu anki Ziraat Bankası’nın hemen yanında bir eski bina vardı, orada okulumuzu okuduk. Gençlik yılları, çocukluk ve gençlik yılları insanların kabul etsek de etmesek de en hareketli yıllarıdır. Yani bizim de öyleydi. Oynamak, atlamak, zıplamak hayatın ne olduğunu anlamadan bir sele kapılıp gitmek. İşte, o günün şartlarında moda dediğimiz şey ne ise genç ve çocuk olarak siz bunun içindesiniz. İsteseniz de dışına çıkamazsınız.
Şimdi bizim tabi benim çocukluk yaştan itibaren annemi çok sevdiğim için, babamı çok sevdiğim için; büyüyerek onlara hizmet etmek, onları rahata kavuşturmak isterdim. Yani bu, ilkokulda dahi benim idealimdeydi. Rahmetlik annem benim üzerime çok titrediği için, ben de onun üzerine çok titrerdim. Düşünebiliyor musun, ilkokulda benim hedefim; ben okuyacağım, büyük bir adam olacağım, anneme hizmet edeceğim, annemi ben bakacağım, annem benim hizmetimle ömrünü sürdürecek ve hatta çok enteresandır benim okuyacağım Kur’an’la ruhunu teslim edecek. Ve nitekim de böyle oldu. Rahmetlik anneme ben gerçekten Allah kabul etsin çok güzel hizmetler ettim, onu çok seviyorum. Annem çok akıllı bir insandı ve devamlı nasihat eder bize, bana yol gösterirdi. Çok fedakârdı, bütün analar zaten öyledir. İşte birinde var da diğerinde yok, buna rastlamak mümkün değil. Yani o özveri, Allah'ın onlara bahşettiği analık sıfatı. Zaten o olmazsa ondan ana olmaz. Ama bu halde çocuğu kendisine adeta bağlayan müthiş bir bağ, bir ip diyebilirsin. Ondan kopman da mümkün değil. O sevgi, bir ömür devam ediyor. Yani o sevgi bağı; onu unutman, onu inkâr etmen… Böyle bir şey. 
Baba ile de öyle. Mesela rahmetlik babam, annemden önce Allah'ın rahmetine kavuşmuştur. Hiç unutmam, babam ahirete rıhlet ettikten sonra enteresandır bir buçuk yıl eve geldiğimde sanki evin bir tarafı yok; öyle öyle bir his oluyor, bir duygu oluyordu bende. Bir buçuk yıl. O bir buçuk yıl sonra yavaş yavaş yavaş işte ‘o gerçekten öldü’ diyebildik. Bu ne ile oldu? Bir otorite olarak babamın bana hâkim olması ile değil. 

Hayattaki En Büyük Disiplin Anne-Baba Sevgisidir

Onların adeta bizi sevgi yumağıyla kuşatması; her şeyimizde tabiri caizse elimizde, ayağımızda, gözümüzde, gönlümüzde o sevgiyi bulmamızdan kaynaklanıyor. Ben bütün annelere babalara bu tip sevgi ile yavrularını kuşatmalarını, çocuklarını kuşatmalarını tavsiye ediyorum. Yani hayattaki en büyük disiplin anne ve baba sevgisidir.  O sevgi çocukları istedikleri noktaya taşır. Sevgi veremedikten sonra basmakalıpla hiçbir noktaya onu getiremezsin. Önce rahmetlik annem, dedim ya bilhassa dış tabiatın etkilerinden de çok endişe ettiği için; ahlakı bozulmasın diye üzerime çok titrerdi. Biz de tabii sinemaya gitmek o zaman çok lüks olaylardandı, kaçar sinemaya giderdik; 1951-52 işte o yıllar 53-54, giderdik. Dönüşte hem babam hem annem rahmetlik ikisi beni hesaba çekerdi. Nereye gittin? Sinemaya. Güzel bir kulağımı çekerlerdi; ondan sonra nasihat ederlerdi bana. Oğlum tabii sen çocuk olarak bir şey anlamıyorsun ama gerçekten o filmlerde zerk edilen düşünce, yavaş yavaş yavaş yavaş senin kimliğine dahi etki ediyordu. Bunu o çocukluk yaşında anlaman, bilmen mümkün değil. Ailelerin bu tip hallerde, gerçek kontrol mekanizmasını çalıştırması lazım. E adam sende ‘çocuk kendi kendine doğruyu da bulur, yanlışı da bulur’. Ya çocuk doğru biliyor mu ki doğruyu bulsun. Böyle manyaklık olur mu? Sen ‘bu yanlıştır, bu doğrudur’ demezsen, nereden o doğruyu bulacak? Nereden ‘şu yanlıştır’ diyecek? Ha ana o bakımdan bir mikyastır, ölçüdür; baba bir ölçüdür. Oğlum şu doğrudur, şu yanlıştır. O güzel ‘lisanı haliyle’ derler, güzel dille bunu yavrusuna, çocuğunu anlatması lazım. Yani ben bunu çok yaşadım, yaşıyordum. 

Trabzon'da Oldunuz Mu Futbolla Alakanız Olması Lazım 

İşte gençliğimiz, gençlik dediniz; sinema, ondan sonra da alışkanlık olarak, zaten Trabzon'da oldunuz mu mutlaka bir yönden futbolla alakanız olması lazım. 
Ya istesen de olacak, istemezsen de olacak. Çünkü nerede olursanız olun mutlaka futbol sizin oyun araçlarındandır; yani futbol sizin oyun türlerinizdendir, eğlence türünüzdür. Bizde o zaman bilhassa liseli yıllarda Trabzon okul takımındaydık tabii. Ben okul takımının da kaptanıydım, bizim okul takımının kaptanıydım. Faroz’da Karadenizgücü diye bir takım vardı ki Trabzon’un iyi takımlarındandı. Orada antrenmanlara katılırdık, orada oynardık. Ama bizim takımda çok güçlü futbolcular da vardı. O zaman Trabzonspor’dan işte tanıdığımız arkadaşlar var. Bizden sonra daha doğrusu bizim dönemimizde ben yüksekokula ayrıldım, bizim Karadenizgücü, İdmangücü, İdmanocağı birleşerek Trabzonspor’u oluşturdular. Yani şunu demek istiyorum; Trabzon'da olanların, kim olursa olsun mutlaka futbol ile alakası vardı. Bu alakadan dolayı da bizim de alakamız vardı. Okul takımlarında devamlı oynardık, boş vakitlerimizde devamlı topla meşgul olurduk. Bu da çocukluğumuzun, gençliğimizin kaçınılmaz eğlence araçlarındandı. Yalnız dikkatli ol, bir tarafın sakatlanır, bacağın kırılır, kolun kırılır; böyle nasihatler ederlerdi, yani onlara bir şey demezlerdi. Zaten müspet manada çocukların oynamasına, eğlenmesine de ebeveynlerin müsaade etmesi lazım. O genç enerjiyi de sen hapsedemezsin, mutlaka bir tarafa kanalize olması lazım.

Gönül Ehli İnsanlar Türk Toplumunun Özünü Oluşturmaktadır 

Şimdi, gönül ehli insanlar Türk toplumunun özünü oluşturmaktadır. Yani o bizim gençlik dönemlerimizde olan zaten bir iki filan değil; onlar toplumun temel direkleriydi, temel taşlarıydı. Bizi etkilemesi ise saygı, sevgi, edep yönündedir. O tip insanlara mukabil fevkalade bir hürmet, muhabbet, sevgi beslenirdi. Bundan da etkilenmemek hiç mümkün değildi; çünkü örnek olarak kabul edilen bireyler, bu insanlardı. O günün şartlarında bunlara ‘insan-ı kâmiller’ bugünkü dille de ‘erdemli insan’ unvanı verilirdi. Yani adeta herkes, o insanlar gibi olmaya çalışırdı. Bu benim, senin veya şunun isteği filan değil; toplumun isteği, herkesin. O insanlara ‘nasıl olsa da, biz de bunlar gibi olsak’ şeklinde bir algılama tarzı vardı ki; biz de bu toplumun bir bireyi olmamız münasebetiyle elbette o da bizde olacaktı yani. Bugün bunlara özenti manasında cümleler sarf edilse de; onun çok ötesinde bir iştiyak, bir arzu, bir sevgi diyebiliriz. Bize ne kadar etkisi oldu? Onu ben tabii pek o kadar bilemeyeceğim.
Bizim dönemimizde yani bizim devrimizde, gençlik dönemlerimizde ifrat ve tefritten uzak bir hayat yaşadığımız için, dozunu kaçırdığımız bir tarzımız olmadığından; dozu kaçırmış olsaydık, bir noktaya gelmiş olmanın düşüncesi içerisinde bize etkisi olurdu, diyebilirdim. Böyle bir dengesizlik ben şahsen yaşamadım. Binaenaleyh mutlaka etkisi olmuştur; ama şu kadar olmuştur, demem mümkün değil. Evet, evet yani toplumun algılama tarzı buydu. Mesela Ramazan akşamlarında bizim insanımız, gençlerimiz örneğin Trabzon'da diyelim 60 tane cami var; iftardan sonra gençler olarak çıkılır, bunlar yatsı teravih kılındıktan sonra camileri bitirmek üzere sahur vaktine kadar camiler ziyaret edilirdi. Bu bir toplum geleneğiydi, bir alışkanlıktı. Şimdi bu toplumda, bu bireylere çok fazla bir şey söylemeye de bir gerek yoktu. Yani ne bileyim bir bütündü bu, bir mozaikti. Elbette ki etki vardı ama ne kadardır tefrik etmek zordu, diyebilirim.

Gençlik Yıllarımızda Fikir Eserlerini Çok Okuyorduk

Evet. Şimdi bizim yetişme tarzımız gerçekten hamuleli oldu. Yani, bunu kabul etmek lazım. Gençlik yıllarımızda biz, fikir eserlerini çok okuyorduk. Artı, o günün düşünürleri, fikir adamlarının konferanslarına, sohbetlerine çokça katılıyorduk. Biz Kayseri İlahiyat okurken, düşünebiliyor musunuz taa İstanbul, Ankara konferanslarına giderdik; Rahmetlik Necip Fazıl'ın, Osman Yüksel Serdengeçti’nin vs. Nurettin Topçu'nun. Yani, böyle bir merakımız vardı; büyükler ne diyor şu konuda, bu konuda diye. Anlatabildim mi? Hem kitap okuyorduk hem de okuduğumuz kitapları canlı olarak yaşayan düşünürlerin, fikir ve İlim adamlarının konferanslarına, sohbetlerine gidiyorduk, onlara takılıyorduk. Bunlar bizim gelişmemizde ciddi katkılar yapmışlardır. Ayrıca Kayseri İlahiyat ’ta okurken muhterem Nazik Hoca Hanımefendinin de bize çok etkisi olduğunu söyleyebilirim. 
Nazik Hoca Hanım ciddi ölçüleri olan, İslam tasavvufunun çok iyi bilen, bu mantıkta, bu mantalitede öğrencilerini eğiten, bu tarz bir ahlak modeli ile öğrenci yetiştirmeye çalışan mükemmel bir insandı. Onun da bu hali bizi istesek de istemesek de etkilemiştir. Sonra Hoca Hanım’ın hayatında, o öğretmenlik yaptığı dönemde, bizler de onu çok severdik. Ondan istifade etmeye çalışırdık. Kısaca diğer öğretmenlerimiz, bahsettiğimiz işte fikir adamlarının konferansları, eserleri; bütün bunları yoğurduğunuz zaman bir kişilik ortaya çıkıyor, bir benlik ortaya çıkıyor. İşte o benlik, kabul etseniz de etmeseniz de bir arayışa sizi sürüklüyor. 

Bizim Düşünce Tarzımız, Sosyal Olayların İçinden Çıktı   

Tabii 1970-80 yılları arası da Türkiye'nin maceralı bir serüveni vardır. Her gün bilhassa 80 yılına, 77 yılından sonra daha fazla diyebilirim, yaklaştığımızda her gün onlarca insan nahak yere öldürülüyordu, sebepsiz; sağ-sol kavgaları. Bu dönemde iyi hatırlıyorum 79’dan sonra bilhassa; 50 kişinin günde öldüğünü, öldürüldüğünü, bu sağ-sol kavgası ile heder edildiğini, gençliğinin perişan edildiğini yaşayan insanlarız. Şimdi tam bunun arkasından Cumhuriyeti Koruma Kollama Harekâtı diye 80’de bir askeri harekât oluyor. O günlerde ve ondan sonra bu harekât hakkında ciddi eleştiriler yapılmasına rağmen, bendeniz o günün şartlarını çok iyi bilen bir insan olarak; eğer bu hareket gecikmiş olsaydı, Türkiye iç kavgadan kendini bitirebilirdi. 
Yani, düşünebiliyor musunuz? 60 insan bir günde ölüyor, 60 insan ve benim çalıştığım iş yerimin karşısında, hemen önünde birçok cinayet işlendi. Ciddi bir iç savaş vardı. O halde eğer bu tedbir, koruma, kollama olmamış olsaydı; Türk toplumu birbirine girerdi. Şimdi işte onun hemen akabinde, 80 sonrası dediğimiz dönemde, biz düşünmeye başladık. Neden bu 80 öncesi halleri toplum yaşadı?
Baktık ki sebepsiz millet birbirine düşman oldu, birbirini hazmedemedi, birbirini çekemedi, kamplar oluşturuldu. Bunların yanlışlığını 80 sonrası anlatmak mecburiyetinde kaldık. Bizde ne, hangi ruh noksandı ki bu hale geldik? İşte bunu araştırma düşüncesinden yola çıkarak; toplumda olması gereken insanı ve insan modelini izah etmenin gerekliliğine inandık. Bizim düşünce tarzımız, sosyal olayların içinden çıktı. Bilmem anlatabiliyor muyum?  
Aldığımız eğitimler, yaşadığımız hadiseler; bu tarzın ortaya çıkışına sebep oldu. Yani toplumda insanlara yol göstermek, onları yönlendirmek adeta bir vecibe oldu. Şimdi bu belki bir yönüyle böyle diyebiliriz; ama biz düşünerek bunu, bu noktaya getirmedik. Bir kaostan, bir bunalımdan, bir savaştan çıktı toplum. Yani 80 öncesi hadise çok farklı. Bu kaostan çıkan toplum, bir arayış içine girdi. Dolayısıyla kanaat sahipleri, kanaat önderleri, biraz düşüncesi olan insanların; bu topluma yol göstermesi, bunu yönlendirmesi zaten boyunlarının borcuydu. Bilmem anlatabiliyor muyum? 
Birikimi olan insanın, bireylerin bu topluma sahip çıkması da kaçınılmazdı. Biz bunu yaptık. Neden bu kavga daha önce başladı, olmaması için gereğini anlattık, şartları ortaya koyduk ve çok da faydalı oldu. 80 sonrası benim ilk hazırladığım konferans birliktir, beraberliktir. Toplumun birliğe olan ihtiyacı buradan başladı. 

80 Sonrası Benim İlk Hazırladığım Konferans Birliktir, Beraberliktir

Düşünebiliyor musun, hem Türkiye'de birçok vilayette, şu anda kaç vilayettir tam hatırlayamayacağım ama, Avrupa'da bunları dile getirdik ve de çok takdir topladı. Salonlar bizi o günün şartlarında almadı; tıklım tıklım doldu taştı. Neden? Millet gerçekten birliğe hasretti. Sebepsiz yere sokakta giderken ‘vay sen sağcısın, ben solcuyum, o sağcıdır, bu solcudur’ takır takır takır takır insanlar öldürülüyor. Bu kadar şuursuzluk, boş kafalılık olur mu ya? Niye vuruyorsun? Eeee, odur. Sana ne, nereden olursa olsun. Yani kısaca şunu demek istiyorum; bir hiç uğruna toplumu birbirine düşürdüler. Bir el, toplumu ayırdı. Şimdi bunu böyle de diyemiyorsun; dediğin zaman taraf olan insanlar, onlar da senin karşına geçiyor. Ama bulundukları taraftan uzak bir noktadan olayı seyretmeye başlayınca ‘vay’ diyor ‘ya biz de aldandık, biz de yanlış yaptık’. Tabii şu anda yapılan işte dünün o insanlarını, dün sağa sola bölünen bu insanları; bugün işte globalizmin, o selin etkisi ile beraber bir yere taşımaya çalışıyorlar. Dün öyleydi, bugün de böyle. Yani bugün sağ-sol kalmadı. Niye kalmadı? Çünkü dün sağı-solu organize eden el, artık onun hükmünün bittiğini, yeni bir hareketin ‘globalizm’in başladığını deklare ederek, insanları o noktaya taşımaya başladı. Ha şimdi bugün geldiğimiz noktadan, o günü iyi seyrediyoruz. O günü iyi seyredenler, bugünün de yanlış olduğunu görmesi lazım. Aksi takdirde işte ‘yahu anlamadık, etmedik’ demenin de bir faydası yoktur. Bunu da iyi bilmiş olalım, diyorum.

56 Günde Fabrika Kurduk Bu Dağın Başından Avrupa'ya 3 Yıl İhracatta Bulunduk

Şimdi benim Avrupa'ya 1975 olması lazım ilk gittiğim yıl, 1975’ti. O tarihlerde Türkiye'de bir sanayi hamlesi başlatmak zor, belki de imkânsız kabul edilirdi. Sanayi mi? Bunu yapamazsın, hiç mümkün değil. Şimdi tabii 75 yılında biz Avrupa'ya gittik. Gittiğimde Avrupa'nın da en öne çıkan tarafı, sanayisidir. Bizi davet eden arkadaşlara rica ettik, buranın sanayisini bize tanıtın gösterin. Bir döküm fabrikasına gittik. Allah Allah… Baktım çok basit, hiçbir şey değil. Ondan sonra dokuma tezgâhlarının bulunduğu ayrı bir fabrikaya gittik. O da basit, o kadar o da bir şey değil; Anadolu'da biz bunun iptidai de olsa elle olanını görüyorduk. E bu da işte, biraz daha onun ilerlemiş şekli. 
Sonra gözümüzde büyüttüğümüz, ulaşılması zor dediğimiz bu hadiseleri bizzat yerinde tespit edince; ‘vay be, hiçbir şey değilmiş bu’ dedik. Türkiye'ye geldiğimde bunun örnek bir şekilde hayata geçmesi için; duygu planında, düşünce planında kafamda yoğurdum bunu. İşte 1984 olması lazım veya 5, yanlış hatırlamıyorsam, böyle bir fikir gelişti. 
Metal yönünden bir sanayi başlamamızın gerektiğini benim o zaman iş yaptığım, iş ortağım olan Bilal Bey'e söyledim. Onlar da bunu kabul ettiler. Esasen kuracağımız fabrika da bizim o aile şirketimize ait olacaktı. Fakat rahmetlik Baki Hoca ve Ali Gedik Beyler ısrar ederek bunu bir daha geniş temele oturtalım, ısrarlar üzerine; bunu işte anonim şirket yaptık. Baş Ticaret’in bir kolu olacaktı bizim, benim kuracağım sanayi. Hülasa böyle başladık. Biz 56 günde bir fabrika kurduk. 56 günde fabrika kurduk. Üretime başladık ve biz bu dağın başından Avrupa'ya 3 yıl ihracatta bulunduk. Mal ihraç ettik; burada ürettik, Avrupa'ya. O tarihlerde biz burada mal ihraç ettik. Ancak Özal'ın mali tedbirleri münasebetiyle, açılmanın da doğru olmayacağını gördük. Zaten rahmetlik Özal'da herkesin kendi şartlarına dönmesini ve açılırsak zarar edeceğimizi bize söylüyordu. Bundan mülhem olarak biz de kendi dünyamıza çekilmemizin gerektiğini, o kadar açılmamızın doğru olmayacağını düşündük ve şartlarımıza göre işlerimizi yürüttük; ama sanayide çok ciddi bir tecrübe sahibi olduk. Gördük ki öyle denildiği gibi, olmayacak şey değilmiş; bilakis çok basit, yapılması mümkünattan olan. 
Şimdi de motosiklet, bir klima, hatta bilgisayar, televizyon sahalarında da konularında da sanayi dalımızı geliştirme projemiz, planımız var. İnşallah bir, iki ay içerisinde de o da hayata geçecektir. Bunu diyebilirim.

Türkiye'nin ve Dünyanın Asıl Meselesi İnsandır

Şimdi, bugün Türkiye'nin ve dünyanın asıl meselesi, insandır. Yani, yetişmiş insan. Dolayısıyla yapılması gereken hizmetlerin, bana göre en önceliğinin verilmesi gereken saha, eğitim sahasıdır; insanı yetiştiren okullardır, mekteplerdir. O bakımdan eğitime, benim de mesleğim eğitim olduğu için, bu derece ehemmiyet vererek destek olmaya çalıştım ve de çalışırım. Ömrümüz vefa ettiği müddetçe çalışmamız da lazım. Bugün bütün yatırımlar, şunlar, bunlar; yetişmiş insanların elinde ne olacaksa olacak. Siz insan yetiştirmiyorsunuz, ülkenin geleceğine talip değilsiniz; ondan sonra oturduğunuz yerde halinizden, memleketin meselelerinden şikâyet ediyorsunuz. Buna hakkınız yok. O bakımdan herkes karınca, kaderince elinden ne geliyorsa; toplumun bu güzide varlıklarını milletinin ve devletinin menfaatine kazanmak mecburiyetindedir. E bunun da yolu nedir? Eğitimdir. Yani biz çocuklarımızı evvela kendi yararlarına, kendi menfaatlerine; sonra da toplumun, milletin menfaatine kazanmamız lazım. E bu durur, otururken olmaz, ‘yap’ demekle de olmaz, ‘et’ demekle de olmaz. Ne ile olur bunlar? İşte eğitimle, bu seferberlikle olur. Binaenaleyh o bakımdan biz, hem özel manada hem genel manada bu konuya yardımcı olmaya çalıştık. 
Hani geçmişlerin bir sözü vardır, büyüklerin bir sözü vardır “Arkanızdan Fatiha okuyacak olan onlardır, rahmet okuyacak olanlar onlardır”. Niye? Ona kendisini tanıtıyorsun, ona milletini tanıtıyorsun, toplumunu tanıtıyorsun, insan olduğunu hatırlatıyorsun ve yaşatıyorsun. Bu kadar büyük iyilik olur mu? Bu iyilikten dolayı o da elbette ki seni unutmayacaktır. Değil mi? Onun için her türlü mesleğin iyi tarafı vardır, her tür mesleğin; ama insan eğitimi ile uğraşan kişilerin mesleği, en kutsal meslektir. Ticaretle uğraştığınızda elinizdeki malzeme maldır; tarımla uğraştığınız zaman elinizdeki malzeme topraktır; sanayi ile uğraştığınız zaman elinizdeki malzeme işte metaldir, tekstildir, şudur budur. Ama eğitimle uğraştığınız zaman elinizdeki malzeme insandır. Değil mi? 
Hiçbirine benzemez. Hepsini şekilden şekle sokan, bütün meslek gruplarını da yetiştiren insanı siz yetiştiriyorsunuz. Bundan daha zevkli, bundan daha kârlı, bundan daha gururlu, mutlu bir meslek ben şahsen hatırlamıyorum. Onun için de ben mesleğimi çok seviyorum. Devam ediyorum ben. Ben 7 öğretim yılı liselerde, 13 öğretim yılı Bakü’de.

Azerbaycan Milli Eğitim Bakanı Mısır Merdanov Prof. Dr. Haydar Baş’ı Anlatıyor

Prof. Dr. Vasım Mehmetalioğlu Prof. Dr. Haydar Baş’ı Anlatıyor

Prof. Dr. Murtus Aleskerov Prof. Dr. Haydar Baş’ı Anlatıyor 

Benim Vatanım 2 Tane; Birisi Türkiye, Diğeri De Azerbaycan

Şimdi Türk milleti, bilhassa Anadolu insanı kültürünü, manevi medeniyetini Horasan Erenlerinden almıştır. Hoca Ahmet Yesevi'nin yetiştirdiği insanlarla Anadolu hayat bulmuştur. Ama 1917 ile başlayan komünizm harekâtı, o maneviyat damarlarını maalesef söndürmüştür. Tabii komünizmin inkırazı ile birlikte o dünya tekrar geçmiş dünyasını yaşama şansına kavuşmuştur. Biz de işte tam bu mevsimde oraya bir gezi tertip ettik, o dünyayı gördük. Ben şahsen geçmişi hatırlayarak bir vefa borcumuzun olduğunu ve bu borcun da ödenmesi gerektiğine inandım. Anlatabildim mi? Onun için de orada bu vazifeyi deruhte etmeye çalıştım ve de Allah nasip etti, lütfetti, muvaffak oldum. 
Şimdi benim vatanım 2 tane; birisi Türkiye, diğeri de Azerbaycan. Gerçekten ben Azeri kardeşlerimi çok seviyorum. Biz zaten ayrı değiliz, ayrı gayrı değiliz; bir bütünüz. Orayla birlikte, Türk dünyasıyla irtibatımızı geliştirdik. Aslında benim Kazan Üniversitesi ile de bir çalışma teşebbüsüm vardı ki Kazan Üniversitesi Tataristan'ın biliyorsun üniversitelerindendir; Lenin'in yetiştiği üniversite, benim dediğim üniversite. Gittik, rektörle beraber konuştuk, anlaştık. Orada Felsefenin, Tasavvuf Bölümü Kürsüsünü kuracaktık. Profesör Gürnar Hanımefendi’nin tavasutu ile bunu yapacaktık. Sayın Rektör “Tamam” dedi “başlayalım” dedi. Ama Türkiye'ye geldik ki; benim Azerbaycan var, burada işimiz var, sanayimiz var. Birçok iş dallarımız var. Buna imkân tanımadık, bulamadık yani. Bunu da yapmış olsaydık, orada çok mükemmel bir hizmet yapacaktık. Orada çok farklı bir yer; Türk dünyasının hemen hemen her birinde farklı güzellikler var. Şu kadar yıl komünizmin etkisiyle, daha doğrusu komünizmi yaşamalarına rağmen örflerinden, adetlerinden, geleneklerinden hiçbir şey kaybetmediler. Yani ancak onu beraber orada gezmiş olsak anlatabilirim. Hiçbir şey kaybetmediler. Türk milletinin o örfi güzel adetleri, gelenekleri hala dipdiri ayakta. Binaenaleyh tabii böyle bir dünyada hizmet etmek çok büyük manada, büyük bir manevi fazilet olacağından; şahsen ben o dünyayı seçtim. Bugün geçmişe dönecek bir hayat yaşama imkânımız olsa, bunu 1-2 misli daha arttırırım diyorum; yani birkaç misli daha yaşarım.

Prof. Dr. Rıdvan Paşayev Prof. Dr. Haydar Baş’ı Anlatıyor

Prof. Dr. Victor Minin Prof. Dr. Haydar Baş’ı Anlatıyor

Prof. Dr. Ahmet Qaşemoğlu Prof. Dr. Haydar Baş’ı Anlatıyor 

Prof. Dr. Ömer Eyercioğlu Prof. Dr. Haydar Baş’ı Anlatıyor

Prof. Dr. Goulnur Baltanova Prof. Dr. Haydar Baş’ı Anlatıyor

Prof. Dr. Ruşen Quliyev Prof. Dr. Haydar Baş’ı Anlatıyor 

Doç. Dr. Rauf Mehmedov Prof. Dr. Haydar Baş’ı Anlatıyor 

Doç. Dr. Eric Shaydullin Prof. Dr. Haydar Baş’ı Anlatıyor 

Prof. Dr. Haydar Baş’ın Nobele Aday Gösterildi 

Bizim Ekonomik Görüşümüz Bütün Ekonomi Kurumlarını İhtiva Eden Bir Bütündür

Bir Türk olarak tabii neler hissettiniz, sorusunun cevabı; bir defa vicdanen huzur duyuyorsun, mutlu oluyorsun. Dünyanın tıkandığı… Bugün dünya ekonomi ile tıkanmıştır. Liberal kapitalist ekonomi bitmiştir; sol ekonomi zaten 1981 yılında yanılmıyorsam tükenmişti. Dünyanın artık yeni bir sisteme ihtiyacı var. Biz bu gerekçeyle yeni sistemi vaaz ettik. Hani bizimki o bakımdan sıradan bir ekonomi görüşü değil; bütün ekonomi kurumlarını ihtiva eden bir bütündür. A’sından Z’sine her şeyi içine alan makro ve mikro yönüyle, makroekonomi mikroekonomi yönüyle, yedisinden yetmişine bütün özelliklerini içine alan bir görüştür, bir tezdir. 
Tabii bu tezi hazırlamanın ve bunun karşılığında herkesin istifade edeceği bir tez olduğunu görmenin mutluluğuna elbette insan yaşayacak. Seni hiç tanımadığın, hiç bilmediğin, beklemediğin dünyalar takdir ediyor. Mesela benim o Heidelberg’de en fazla dikkatimi çeken hususlardan biri şu oldu; İstanbul Kongresi’nde biz Avrupa'nın Birliği’nin tıkanacağını söyledik ve bu birliğin çok devam etmeyeceğini ifade etmeye çalıştık. Avrupa Birliği adına iştirak eden Profesör, Hollandalı bir Hanımefendi “Biz bu sözü duyduğumuz zaman Sayın Baş’ın siyasi nedenlerle bunu söylediğini zannettik” diyor. “Ama eserini okuduktan sonra gördük ki, bunun ciddi iktisadi sebepleri var, bu sözün. O bakımdan Avrupa Birliği derhal bir komisyon oluşturup bu kitabı okuması lazım”. 
Şimdi bugüne kadar burnundan kıl aldırmayan batı, bu onun ilim adamı. Bunu kendini tanımak için, acizliğini görmek için söylüyorsa; elbette Türk olarak ben orada gurur duyarım. Değil mi? 
29. Eğer Ürettiğini Tüketebilen Toplum Yoksa Senin Ürettiğinden Ne Olur?
Mesela yaşlıların ne olacak? Nedir? Öyle şey mi olur? Tıkanmıştır dünya denildiği noktada, İtalyan bilim adamı diyor ki “Sayın Baş’ın” diyor “tezinde gördük ki, yaşlılık da ekonomide bir etkenmiş”. Yani tüketime dönük bir analiz olduğu için, yaşlılık da büyük bir nimet. Şimdi ne oluyor şu anda? Liberal mantığın, kapitalist mantığın öyle bir sakat anlayışı var ki; ekonomi dendiği zaman hep üreteceksin. Yanlış. Eğer ürettiğini tüketebilen toplum yoksa senin ürettiğinden ne olur? Değil mi? Ürettin ürettin, ölüler dünyasındasın. Senin üretiminden ne olur? Bunu kim tanır? Yok ha. O halde yaşlılar sınıfı, en iyi tüketici değil mi? ‘Tüketen olduğu zaman demek ki üretime ihtiyaç var’ mantığı ile beraber biz; tüketim eksenli bir analizi ortaya koyarak, dünyanın tıkanmış ekonomisinin önünü açtık. 
30. Benim Bütün Eserlerim Geçmişten Beri Tuttuğum Özel Notlarımın Kitap Haline Gelmiş Şeklidir
Tabii eseri iyi tetkik etmek lazım; enine boyuna. Aslında benim Milli Ekonomi Modeli, takriben 30 yıllık hayatımın özetidir. Aslında benim bütün eserlerim geçmişten, 20-30 seneden beri tuttuğum özel notlarımın sonunda kitap haline gelmiş şeklidir. Yani bir bakıyorsun 5 ayda, 6 ayda bir eser yazıyoruz; ama o 5-6 aylık eser değil. Ya nedir? O, bir ömrün özetidir. Geliyorsun işte 3 ayda, 5 ayda onu kitap şekline koruyorsun. Bu manada bizim ekonomi tezimiz, benim inancım o ki, uygulandığı takdirde bütün dünyayı kurtaracak; sadece ülkemizi değil. Yani benim buna inancım tamdır. 
Şimdi, şöyle bir şey diyeyim; tabii Türk milleti büyük bir millet, Türk coğrafyası o büyük milletin yaşadığı coğrafya. Siz tabii burada olan yanlışlıklara dur diyeceksiniz, bura üzerinde hesabı olanlar size müdahil olmayacaklar. Eğer böyle düşünüyorsanız, bu çok yanlış olur. Elbette Türk milleti üzerinde ve bu topraklar üzerinde hesabı olanların, burayı koruyanlar üzerinde de hesabı olacak. Bunu kabul etmedikten sonra siz bu çalışmanın, bu gayretin, bu mücadelenin içerisinde olamazsınız. Bu yaradılışta olan insanın bir kaderidir. Yani bu mağduriyetler, ne bileyim ne derseniz deyin, bu davalar… Bunun temeli, bu kaderin bir neticesidir. Biz bunu kabul ediyoruz.  Ha biz reklamından yana değiliz. Mesela o mağdurların, mağdur rolüne yatanların hayatının en az 15-20 katı mağduriyeti biz yaşadık, yaşadık ve yaşıyoruz. Ama bütün bunlar kader anlayışımızla bizim gönlümüz arasında bir meseledir. Çözüleceği ve bu badirelerin aşılacağı inancı da bizde tamdır. 
Yarının Türkiye'si, yarının milleti bizimle buluşacaktır. Bunda benim hiç kuşkum yok. Tabii bu hususta çok ciddi gayretler ve samimi adımlar gerekiyor. Biz de etrafımızdan bunu bekliyoruz; özellikle siz gibi genç arkadaşlarımızdan bu desteği bekliyoruz. Etrafınızı ayıktırmanız; bir bilek, bir yürek olmamız; sivilimizle, askerimizle, devletimizle, milletimizle barışmamız; yürekli bir Türk milleti olarak ortaya çıkmamız. 

Televizyonlarda Türk Aile Yapısına Yapılan İhanetten Milleti Kurtaralım Diye Özel Kanal Kuran Arkadaşlarımıza Yardım Ettik

Bu özel kanallar çıktığı zaman, rahmetli Özal dönem; onun çocuğuyla şu anda Cem Uzan’ın televizyonları vardı. Onun bir akşam haberden önce bir filmine,  dizi filmine şahit oluyoruz. Bir ailenin iki evladı var. İki evladın bir tanesi, bir diğerinin hanımı ile beraber irtibat kuruyor. Çok enteresan, çok seviyesiz aralarında bir konuşma geçiyor. Anne de bunları dinliyor, üzülüyor “Niye çocuklarım bu hale geldi?” diyor. Yani onların yaptığı ahlaksızlığa üzülmüyor da, çocukların birbirine düşmesine üzülüyor. Tabii bu o kadar korkunç bir Türk aile yapısına indirilmiş bir darbe ki, bunun boyutlarını ifade etmek mümkün değil. İşte biz o zaman tanıdığımız arkadaşlarımıza rica ederek; biz gerekli desteği temin edeceğiz, lütfen bu tip ihanetten milleti kurtaralım, diye ilk tetiği çekenlerden olduk ve işte dediğiniz o hareketi geliştirerek özel kanal kuran arkadaşlarımıza yardım ettik. Allah kabul etsin. 

Ticaret Hayatımda Bütün Dünyayı Ekip Halinde Gezerek Araştırmalar Yaparım

Şimdi efendim biz neticede ticaretle iştigal eden insanlarız. Tabii araştırma yapmadan yapacağınız ticaret belli seviyelerde olur; ama araştırma yaparak yaptığınız ticaret de kârlı olur. Kabul etsek de bu budur, etmesek de budur. Bu sebeple bizim yaptığımız ticari faaliyetler hakikaten ciddi menfaatler getirmiştir. O bakımdan devamlı ben ticaret hayatımda bütün dünyayı gezerek, sonra tek başıma değil ekip halinde gezerek; benim göremediğimi arkadaşlarım görürler, onların göremediğini ben görürüm ve bir komite olarak, bir komisyon olarak bu araştırmaları yapar, değerlendiririz. Benim de Allah rahmet eylesin Engin Çamurdan diye ticaret ortağım olan bir kardeşimiz kazada ölmüştür, yakinen tanırsın. Şahsen onun ben görüşlerinden çok istifade ettim; o da tabii bizden çok istifade etti. Onunla birlikte ciddi bir bütünlük ticaret dünyasında vücuda getirdik; bilhassa bu ithal edilecek mallar konusunda. 
“Niçin erken dönüyorsunuz?”. Bende Türkiye hayranlığı, bölge sevgisi doğuştandır. Yani ben vatanımdan uzak yaşayan bir insan değilim. Ne olursa olsun, şartlar ne olursa olsun evvela gelip vatanımı şöyle 3 gün, 4 gün sonra, en fazla 4 gün sonra şöyle bir seyredip rahat bir nefes almak isterim. Anında da kendi bölgem olan, işte şu oturduğunuz yerde gelip rahat bir nefes burada da almak isterim. Yani şöyle de diyebilirsiniz; vatan sevgisi bizde doruk noktalardır. Bu topraklar için, bu vatan için biz her şeyi, her fedakârlığı yapmaya hazırız Allah'ın izniyle.

İnsanı Yaradılışın Maksadı, Kendini ve Yaradan’ı Tanımasıdır

Evet, şimdi efendim insanı merkeze oturtan ben değilim; bu kâinatın sahibi olan Allah'tır. Kur'an'da ‘İnsanı en güzel surette yarattım. Fakat o güzelliğinin farkında olmadığı için en sefil oldu’. Yani bunun manası; yaratılışının gayesinden uzaklaştı. Eğer insan yaratılışının gayesi istikametinde tamirlerini geliştirirse; dünyanın en güçlü, en doğru, en dürüst insan olur. Nedir o? İnsanı yaradılışın maksadı, tahammülü nedir? Kendini tanıması, Yaradan’ı bilmesidir ve en güçlü ilim, en zevkli ilim de insanın kendini ve Yaradan’ı tanımasıdır. Kur'an'da ‘Ben insanı, bana kul olmak için yarattım’ buyuruyor. (Zariyat Suresi, 56. Ayet)  
Ee bizim din büyüklerimiz bu ayet-i kelimeyi ‘liya’rifûn’ diye tefsir ederler. Yani “Beni tanıması için, Allah'ı tanımak için niçin bu alemi yarattın?” sorusuna Cenab-ı Hak; kendimi tanımam için, kendi kendime olan hayranlığımı bilmem için. Yani burada asıl hazine, vacibu’l-vücud olan Allah’tır. Onu tanımak kastıyla insanı yaratıyor. İnsandan Allah'a giden bir yol oluyor. Bilmem ifade edebiliyor muyum? 
Şimdi demek istediğim, insanı merkezine oturtan ben değilim; bu kâinatın sahibi olan Allah'tır. Dolayısıyla onun merkezde olduğu bir hayat anlayışını hayatınıza geçirirseniz, şartlarınız ne olursa olsun mutlaka siz her an huzurlu olursunuz. Benim hayat prensibim, gayem de budur; ticarette budur, siyasette budur, ahlakta budur, hukukta budur, her şeyde budur. Yani insanı tanımaktır bütün mesele. Onun için dikkat edin bak insanı kazanmayan hiçbir sistem, toplumun menfaati ile alakalı olamaz. Siz dünyanın en mükemmel sistemini getirin; onu hayata geçirecek insanı yetiştirmedikten sonra hiçbir netice alamazsınız, hiçbir işe yaramaz. Anlatabildim mi? 
O halde her şeyin merkezinde olan insana biz bu değeri veriyorsak, bana göre bu az biledir. Çok daha fazlasına layıktır insan.

Samimi Olarak Bir Kulluk İçindeyseniz Basiret ve Feraset Ehli Olursunuz

Bakınız Kur'an'da Cenab-ı Hak şöyle bir husustan bahsediyor; insanların oturduklarında, kalktıklarında, her halinde diyor Allah'ı anması lazım. O andıktan sonra ve ‘yetefekkerûne fi halkıs semavati’ yerin ve göğün sahibine o zaman tefekkür etsinler. (Ali İmran Suresi, 190. Ayet) 
Şimdi, bunu hayatımıza teşmil ettiğimizde, eğer siz hakikaten samimi olarak bir kulluk içindeyseniz; siyasi hadiseleri, ticari olayları, sosyal münasebetleri, hariciye politikalarını o tefekkürle yani aklınızı ve kalbinizi nurlandırarak eğer bunları yapabiliyorsanız; işin mahiyetini, iç yüzünü çok daha iyi kavrarsınız. O takdirde ne olur? Hem aklınız ve hem gönlünüz buluşarak; görülmek istenen, işletilmek istenen hususlar görülür ve işitilir. Bilmiyorum, belki bizde bu olmuştur. Yani buna sen aklını kullanmak de, öngörülü olmak de, ne derse… isimlendirin. Bu bir hayat tarzıdır, hayata bakış tarzıdır. Öyle de olması lazım. O takdirde insanlar basiret ehli olur, feraset ehli olur. Basiretiniz ve ferasetiniz tamsa, görgünüz de tamdır efendim, diyebilirim. 

Klasik Musiki Çok Severim; Bilhassa Hüzzam Makamını 

Şimdi, şiirle bir ara iştigal ettik ama şimdi yaş 61, vaktimiz de yok. İki, musiki gerçekten severim. Yüksekokul yıllarımda Yeşilay Kolu Kayseri Başkanlığı yapıyordum. Bir müzik heyetimiz vardı, onun başkanı bendim. Klasik musikiden de baya fasıllar icra ederdik yani. Tabii hayatın meşakkat boyutu bizi oradan kopardı. Şimdi ara sıra işte arkadaşların desteği olursa o günleri hatırlıyoruz. Klasik musiki çok severim; bilhassa hüzzam makamını. Yani yarışmaya girersek herhalde birinciliğe.  Arkadaşların iltifatı, sağ olsunlar. 
Ben aslında hiçbir şeyle ilgilenmem. Biraz zor oluyor ama ne bileyim ben çocuklarla, bizim çocukların yetişmesinde müzikle alakalarının… Benim çocukların hepsinin müziği iyidir, musikisi iyidir. Klasik musikide sanatkârlara yanlarında bir şey değildir, yardım ederim onlara. 
Takip eden kardeşlerime hürmet ve saygılarımı arz ederek Allah'a emanet ediyorum, diyorum efendim. Sağ olsunlar. İstirham ederim. 

Bu sohbeti video olarak izlemek için play butonuna basınız



Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir