info@profdrhaydarbasenstitusu.org

Kültürel bağımsızlığın zarureti
30/05/2001 Köşe Yazısı 105
Bir milletin hayatında, en az silahlı işgal kadar tehlike arz eden hadise; kültür tahribatıdır. Kültürel işgal de diyebileceğimiz bu durum ülkeleri top, tüfek kullanmadan teslim almanın bir şeklidir.

Kültür, en geniş manada asırlar boyu süzülerek gelen inanç, gelenek, örf, adet, musıki, folklor gibi değerlerin birikimidir. Bu noktadan bakıldığında kültürel bağımsızlık bir milletin kendi kimliğiyle ve değerleriyle varlığını devam ettirmesi için en gerekli unsurdur. Ve milletleri yok etmek, sömürgeleştirmek için uygulanan en etkili metod yine kültürel bağımsızlıklarını yok etmektir.

Bu hakikati tarihte Endülüs yaşamıştır.

Bilindiği gibi Endülüs, Hıristiyan Avrupa'nın yanıbaşında kurulmuş mükemmel bir İslam medeniyeti idi. Bu medeniyetin ulaştığı üstün seviyeyi, şu misalle anlayabiliriz. Endülüs'te büyük konaklarda ısıtma, kömür veya odunla ısıtılan depolardaki suyun borular vasıtasıyla evin dört bir yanını dolaşması sayesinde sağlanıyordu. Yani bu günün kalorifer tesisatı 8. yüzyılda Endülüs müslümanlarının evlerinde kullanılmaktaydı.

Peki ne oldu da bu medeniyet acı bir hezimete maruz kaldı? Endülüs'ün yıkılmasında hukuki, siyasi, askeri pek çok sebep olmakla beraber kültürel ve dini yozlaşmanın etkisi son derece önemlidir. Müslümanları İspanya'dan atmak için faaliyete geçen Hıristiyan alemi ve bilhassa Cizvit misyonerler, Müslümanları İslamiyet'ten uzaklaştırmak ve Hıristiyanlığa ısındırmak için gayret göstermekteydiler. Netice olarak, aristokrat kesim başta olmak üzere halk arasında Hıristiyan adetleri, gelenekleri ve hayat tarzı ciddi şekilde benimsenmeye başlandı. Endülüs'te, şenlikler, düğün törenleri, giyim-kuşam vs. sosyal hayatın pek çok alanında Hıristiyanları taklit dönemine girildikten sonra asıl çöküş başlamıştır.

Bu noktada misyonerliğin, milletleri inanç ve kültür tahribatına maruz bırakarak çökertme işinde bir meslek dalı haline geldiğini görüyoruz. Bilhassa Osmanlı'nın duraklama dönemine girmesiyle Ortadoğu Filistin ve Anadolu'da yoğun misyoner faaliyetleri başlatılmış, bu duruma Tanzimat'la birlikte Osmanlı'ya giren batı hayranlığı da eklenince imparatorluğun çöküşü hızlanmıştır. Özellikle Ortadoğu'ya gönderilen ve araştırmacı, arkeolog, tarihçi, akademisyen adı altında faaliyet gösteren Batılı misyonerler ciddi din ve kültür tahribatına sebep olmuşlardır.

Mısır ve Suriye'ye giden Goldziher, Anadolu ve Mısır'ı dolaşan Renan, Mekke ve Cidde'de faaliyet gösteren Hurgrange bunlardan başlıcalarıdır. Hurgrange, haccın cahiliyye devrinden kalma bir adet olduğuna ve kurban kesmenin İslam'ın emri olmadığına Müslümanları inandırmaya çalışmıştır.

Bugün dahi 1912 yılında yaşayan bu misyonerin fikirlerini savunan yerli ilahiyatçılar mevcuttur.

Hicaz, Kudüs, Halep, Şam ve İstanbul'u dolaşan L. Massignon, İslam dünyasında halifeye olan bağlılığı yıkmak için tasavvuf kurumunu hedef almıştır. Bu faaliyetler maalesef semeresini vermiş Ortadoğu ve Filistin Osmanlı'dan koparılmış ve bir cihan devleti parçalanmıştır.

Burada, kültürel bağımsızlığa vurulan darbelerin, siyasi sahada kendini gösterdiği görüyoruz. Zira her zaman ifade ettiğimiz gibi bir millet için bağımsızlık bir bütündür. Kültürel bağımsızlığın olmadığı yerde siyasi çöküş kaçınılmazdır. Çünkü devlet esas itibariyle milletin kültürünü diri tutmak ve egemenliğini devam ettirmek için vardır.

"Devlet dediğimiz siyasi organizasyon bir milletin maddi ve manevi kültürünü ayakta tutmak, onu yaşamaktan ve gelişmekten alıkoyacak tehlikeleri ortadan kaldırmak için kurulur. Millet haline gelmek isteyen toplulukların bir an önce siyasi bağımsızlığa kavuşmak için çırpınması bu yüzdendir" (E. Güngör, Türk Kültürü ve Milliyetçilik).

Demek ki devletin en önemli vazifelerinden biri kültürel bağımsızlığı muhafaza etmektir.

Günümüzde Durum:

20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren dünyada, silahlı işgalin yerini büyük ölçüde kültürel işgal almıştır. Küreselleşme ekonomik boyutu kadar, kültürel boyutu ile de dünya milletlerini sömürgeleştirmektedir. Bu ülkeler ailevi ilişlilerden giyim kuşama ve yemek alışkanlıklarına kadar teslim alınmaktadır. Buralarda Avrupa ve Amerikan hayat tarzı her yönüyle bilinçli olarak özendirilmektedir. Medya ve iletişim araçları kültürel sömürüde en etkin silahtır.

Global sömürünün ekonomik ayağı uluslararası şirketler ve kuruluşlar, kültürel ayağı da medyadır.

Burada maksat iktisadi olarak bağımlı hale getirilen milletlerin, kültürel değerlerini de eritme ve bunların yerine Hıristiyan medeniyetinin değer ölçülerini getirmektir. Böylece fertler, kendi milli ve manevi değerlerine, kendi insanına yabancı bireyler haline gelecektir. Ki bu, silahlı işgalden daha vahim bir hadisedir. Ve ülkemiz de bu oyundan nasibini fazlasıyla almaktadır. AB'ne girme hayaliyle verilen tavizler, IMF dayatmaları bir yana, millet olarak ciddi bir kültür emperyalizmi ile karşı karşıyayız. Bu durum aynı zamanda kültürel bağımsızlığımıza vurulan ciddi bir darbedir. Sadece Endülüs misali dahi kültürel ve dini kimliklerini ve bağımsızlıklarını kaybeden milletlerin uğrayacağı akıbeti görmek için kafidir.

O halde her sahada olduğu gibi kültürel alanda da tam ve kayıtsız-şartsız bir egemenlik esastır.
Editörün Seçtikleri