İbadet ve kulluk
"Ben insanları ve cinleri ancak bana kulluk etsinler diye yarattım" (Zariyat: 56) ilâhi beyanında ifade edildiği üzere insanoğlu ancak Allah'a kul olması için bu aleme gönderilmiştir.
"Ben gizli bir hazine idim, bilinmeyi diledim alemi ve insanı yarattım" anlamındaki kudsî hadiste de beyan edildiği şekilde, eşyanın ve bütün bu varlık aleminin tanınmasının ve bilinmesinin hikmeti, Allah'ı tanımak ve bilmektir. Bu yönüyle eşya, Allah'ı tanımak için bir araçtır.
Bu sebeble maddî ve manevî ilimler Allah'ı tanıma noktasında birleşmektedirler ancak insanı, Rabb'ini ve kainatı tanımaya sevk edecek hakiki ilme ulaştıran yol kulluk ve ibadettir. Bu manada ibadet, "Allah'ı tanıma ve bilme ilmidir." Kul, ihlâs ve samimiyetle ibadete devam ettiği müddetçe, Allah'ın rahmetine ve tecellilerine mazhar olur, kalbi nurlanır, Cenab-ı Hakk'a yaklaşır. Bu yolda ısrar eden insan, Rabb'ini tanır ve O'nun ahlâkıyla ahlâklanır.
Kulluk yolunda ibadet ayağıyla yürüyen kimse bilir ki, esasen bütün bir kâinat ibadet halindedir. Ve bir arayış içindedir.
"Göklerde ve yerde kim varsa onlar da gölgeleri de sabah akşam, ister istemez Allah'a secde ederler." (Râd: 13)
"Görmedin mi göklerde ve yerdekiler ve havada kanatlarını çarpa çarpa uçan kuşlar hakikatte hep Allah'ı zikrediyorlar. Her biri duasını ve tesbihini iyice bilmektedir. Göklerin ve yerin mülk ve tasarrufu Allah'ındır. Dönüş yalnız Allah'adır" (Nur: 41).
İnsan dışındaki canlı varlıklar Allah'ı (cc) bu şekilde tesbih ettikleri gibi cansız varlıkların da kendine göre bir tesbihi vardır. Şems-i Tebrizi'nin dediği gibi "Cansız varlıkların da ayrılıkları, vuslatları vardır. Lâkin onların iniltileri duyulmaz."
Peygamberimizin üzerine dayanarak hutbe irad ettiği ağaç kütüğünün Peygamberimizden ayrıldıktan sonra ağlayıp, inlediğine ashab-ı kiram şahit olmuştur.
Elhasıl, canlı-cansız bütün mahlûkatın Allah'ı tesbih ettiği bu varlık aleminde; akıl, idrak, gönül gibi nice nimetlerle donatılan ve mükellef durumunda olan insanın ibadetten ve kulluktan uzak kalması düşünülebilir mi? İnsan, yaratılıştan sahip olduğu üstünlük ve nimetler bakımından doruk noktada olduğu gibi, marifetullah ve kulluk hususunda da başı çekmelidir.
"Ben gizli bir hazine idim, bilinmeyi diledim alemi ve insanı yarattım" anlamındaki kudsî hadiste de beyan edildiği şekilde, eşyanın ve bütün bu varlık aleminin tanınmasının ve bilinmesinin hikmeti, Allah'ı tanımak ve bilmektir. Bu yönüyle eşya, Allah'ı tanımak için bir araçtır.
Bu sebeble maddî ve manevî ilimler Allah'ı tanıma noktasında birleşmektedirler ancak insanı, Rabb'ini ve kainatı tanımaya sevk edecek hakiki ilme ulaştıran yol kulluk ve ibadettir. Bu manada ibadet, "Allah'ı tanıma ve bilme ilmidir." Kul, ihlâs ve samimiyetle ibadete devam ettiği müddetçe, Allah'ın rahmetine ve tecellilerine mazhar olur, kalbi nurlanır, Cenab-ı Hakk'a yaklaşır. Bu yolda ısrar eden insan, Rabb'ini tanır ve O'nun ahlâkıyla ahlâklanır.
Kulluk yolunda ibadet ayağıyla yürüyen kimse bilir ki, esasen bütün bir kâinat ibadet halindedir. Ve bir arayış içindedir.
"Göklerde ve yerde kim varsa onlar da gölgeleri de sabah akşam, ister istemez Allah'a secde ederler." (Râd: 13)
"Görmedin mi göklerde ve yerdekiler ve havada kanatlarını çarpa çarpa uçan kuşlar hakikatte hep Allah'ı zikrediyorlar. Her biri duasını ve tesbihini iyice bilmektedir. Göklerin ve yerin mülk ve tasarrufu Allah'ındır. Dönüş yalnız Allah'adır" (Nur: 41).
İnsan dışındaki canlı varlıklar Allah'ı (cc) bu şekilde tesbih ettikleri gibi cansız varlıkların da kendine göre bir tesbihi vardır. Şems-i Tebrizi'nin dediği gibi "Cansız varlıkların da ayrılıkları, vuslatları vardır. Lâkin onların iniltileri duyulmaz."
Peygamberimizin üzerine dayanarak hutbe irad ettiği ağaç kütüğünün Peygamberimizden ayrıldıktan sonra ağlayıp, inlediğine ashab-ı kiram şahit olmuştur.
Elhasıl, canlı-cansız bütün mahlûkatın Allah'ı tesbih ettiği bu varlık aleminde; akıl, idrak, gönül gibi nice nimetlerle donatılan ve mükellef durumunda olan insanın ibadetten ve kulluktan uzak kalması düşünülebilir mi? İnsan, yaratılıştan sahip olduğu üstünlük ve nimetler bakımından doruk noktada olduğu gibi, marifetullah ve kulluk hususunda da başı çekmelidir.
Editörün Seçtikleri