info@profdrhaydarbasenstitusu.org

Hukuk açısından Avrupa Birliği
26/05/2001 Köşe Yazısı 101
Dünkü yazımızda bağımsızlığın ve milli egemenliğin devri gibi hayatî meseleleri ele almış ve bu konularda taviz verilemeyeceğini ifade etmiştik.

Bu noktada milletvekillerinin yemin şeklini düzenleyen anayasanın 8. maddesi ile, Cumhurbaşkanının yemin şeklini belirleyen 103. maddeye temas etmekte fayda vardır. Cumhurbaşkanı ve milletvekillerinin göreve başlamadan yaptıkları yemin birbirinin aynısıdır.

"Devletin varlığını ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, milletin kayıtsız şartsız egemenliğini koruyacağıma...... namusum ve şerefim üzerine and içerim."

Milletin kayıtsız, şartsız egemenliğini koruyacaklarına dair namus ve şeref sözü vererek, milletin idaresine başlayanların bu mükellefiyeti hassasiyetle yerine getirmeleri zaruridir. Şayet bu mükellefiyeti eda etmezler ise bağımsızlığın tartışılması söz konusu olur ki, o taktirde bilerek ya da bilmeyerek insanların vatana ihanet derecesinde suç işlemesine sebep olabilirler.

Anayasada vatana ihanet suçu:

(Madde 125): "Devlet topraklarının tamamını veya bir kısmını yabancı bir devletin hakimiyeti altına koymaya veya devletin istiklalini tenkîse veya birliğini bozmaya veya devletin hakimiyet altında bulunan topraklarının bir kısmını devlet idaresinden çıkarmaya matuf bir fiil işleyen kimse ölüm cezası ile cezalandırılır" şeklinde tarif edilmektedir.

Tanınmış hukukçularımızdan Faruk Erem bu maddenin unsurlarını tahlil ederken şu açıklamaları yapmaktadır:

"Suçun maddi unsuru

a) Ülke: Maddede kullanılan "Devlet Toprakları" tabirini, devletin unsuru olan ülke manasına almak lazımdır.

b) Yabancı hakimiyeti: Ülkenin tamamı veya bir kısmının yabancı bir devlet hakimiyeti altına sokulması, yabancı devlete ilhak edilmesidir.

c) Devletin İstiklali: Bir devletin diğerine nazaran tâbi durumunda olmaması halinde istiklalden bahsedilebilir. Siyasi, adli veya idari veya harici temsil bakımlarından bağımsızlık kaidedir. Bu bakımdan ülke veya bunun bir kısmı üzerinde manda, himaye veya kapitülasyon veya benzeri tabiiyet hallerinin tesisine matuf hareketler devletin istiklalini tenkîs sayılır" (F. Erem, Türk Ceza Hukuku, s: 19).

Bu ve buna benzer anayasa maddeleri mevcut iken Roma Antlaşması ve Kopenhag Kriterlerine tâbi olarak AB'ye girmemiz mümkün değildir. Bu sebeple devamlı surette Kopenhag Kriterlerinin ve Roma Antlaşması maddelerinin önümüze getirilmesinin bir manası yoktur.

Türk siyasilerinin de bu hakikati bir an önce kavramaları, Türkiye'nin geleceği açısından şarttır.