info@profdrhaydarbasenstitusu.org

Hindistan
11/02/2013 Köşe Yazısı 82
On yıl önce gerçekleştirdiğimiz ilk Hindistan ziyaretimizde Türk hakanı Cihan Şah’ın hanımı Mümtaz Banu Sultan’ın kabri, Tac Mahal bizi çok etkilemişti.
Dünyanın bizce tek harikası olması gereken bu yapı 20 senenin emeği.
Mimar Sinan’ın talebeleri tarafından ve Müslüman - Türk mimarisi tarzında inşa edilen yapının her yerinde mükemmel mermer ve taş işçiliği var. Işık tutulduğunda ışığı yansıtan mermerlerin aralarında zümrüt ve yakut taşlar gizli…
Duvarları Mülk, Fatiha, Yasin sureleri ile Haşr suresinin son ayetleri ve başka ayetlerle süslü. Ancak bizi 20 saate yakın bir yolculuktan sonra tekrar buraya getiren, elbetteki yapının muhteşemliğinin ötesinde Mümtaz Banu Sultan’ın maneviyatı oldu.
Hz. Peygamberin soyundan olan bu anne, bizlere Ehl-i Beyt’ten bir zatı ziyaret şerefini yaşattı.
Tac Mahal, Agra şehrinde. Başkent Yeni Delhi’den 180 km uzaklıkta olan bu şehir, Hindistan için Müslümanlığın merkezi konumunda. Yüzde 45’i Müslüman olan kentte korkunç bir sefalet var.
Şehrin girişinde bizi karşılayan köy, tek veya iki katlı yapılardan oluşan yol kenarındaki evleri ile terk edilmiş bir görüntüde idi.
Evlerin kenarından akıp nehre karışan kanalizasyon boruları ve her kapının önünde bulunan kuyular, on yılda hiçbir ilerlemenin olmaması nedeniyle bizi bir kez daha şaşırttı. Yol kenarlarındaki çadırlarda yaşayan aileler sokaklarda yıkanabiliyor. Asfaltın bulunmadığı yolda, çamur deryası içinde ilerlerken, nüfusun önemli bölümünün otuzlu yaşlara erişmeden öldüğünü öğrendik.
Agra’dan iki saatlik araba yolculuğu mesafede bulunan Yeni Delhi ise küçük Avrupa olarak tabir edilebilir. Agra’nın özellikle geri bırakıldığı her halinden belli.
Buranın Müslüman nüfusun merkezi olmasının yanında barındırdığı Tac Mahal ile kent, büyük İslam - Türk mimarisinin ve İslam devletinin en muhteşem örneklerinden birini taşıyor.
Çöplerin, pisliğin, hayvan çeşitliliğinin hakim olduğu Agra sokakları ile İngilizler adeta bu büyük İslam medeniyetini gizlemeye çalışıyorlar.
Komünist düzenin idaresindeki Hindistan’da kast sistemi halen geçerliliğini koruyor.
En zengin ile en fakir arasındaki uçurum korkunç noktada.
Sokaklarda kutsal sayıldığı için dokunulmadan gezen inekler, fil burunlu kadın bedenli tanrılar, büyük puthaneler ile Hint halkı gelişmiş dünyanın gerisinde batıl içinde oyalanıyor.
Aklımıza İngilizlerin Hintlilere okullarda logaritma cetvelini ezberletmeleri geldi.
İngiliz sömürgesinde yüzyıllarca kalmış ülkede, beyinler ve gönüller yıkanmış, sömürü her sahada devam etmekte. Ve bizce burası bağımsızlığını ilan ettiğini iddia etse de halen İngiliz himayesinde…
Dönüş yolculuğunda üzerimizde fazla miktarda bulunan Hint parasını harcamak istedik. Free shop bölümünde alışveriş için yaklaştığımızda, pek çok stantta dolarla alışveriş yapıldığını söylediler.
Hindistan’ın sınırlarında Hint parası değil, dolar istiyorlar.
Kapitalizmin acı faturalarından biri daha karşımıza çıkmıştı.
Kaynakların ve paranın bir elin parmaklarıyla sayılan zengine dağıtıldığı ülkede, ülkenin milli parası yerine doların hakimiyeti söz konusu…
Kaldığımız otelin penceresinden odamıza yayılan Ezan seslerini dinlemek için tekrar Hindistan’a gitmeye değer… Ancak biz, bu ülke ile iş hukukumuzu da geliştirmeyi planlıyoruz.
Bugüne kadar İngiliz sömürüsü altında ezilen Hintli kardeşlerimiz ile ticaret hareketleri yanında bu mütevazi insanların manevi temizliğinin gayretine de girmeliyiz.
Yaptığımız sohbetlerde Hindistan’da 900 yıl hüküm süren Türk devletlerini öğrendik.
Şimdi ise onlardan eser yok, ancak milyonlarca Türk’ün ülkede yaşadığını gördük.
Kast sisteminin halen tüm katılığı ile uygulandığı bu ülkede, maddi ve manevi desteğe muhtaç Hintli kardeşlerimize el tutmak hem insani, hem de İslami bir görevdir.