info@profdrhaydarbasenstitusu.org

Türk milletinin kader oyunu
22/09/2013 Köşe Yazısı 121
Rahatsızlığım nedeniyle Malatya'da gerçekleştirilen Milli Kahramanlarımızı Anma Programı'na katılamadım. Ancak İstanbul'da evimizden yaptığımız canlı yayın ile pek çok meseleyi vatandaşlarımızla paylaşma imkânı bulduk. Bir asra ulaşamamış mazisi ile Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin ekonomi ve sağlık politikası, tarımı, hayvancılığı, madenciliği, eğitim sistemi ile en kötü günleri geçirdiği hepimizin malumu? Arap Baharı ile başlayan Ortadoğu'daki yeni dengelerin şekillendiği süreçte, Türkiye'ye biçilen rolün hem piyon, hem av olduğu da? Bu hassas günlerde bizim yüklendiğimiz misyon, sadece Türkiye'deki dar boğazı ve yanlış gidişatı tersine çevirmekle kalmamış; genelde dünya insanlığının açlığına ve sefaletine; özelde ise İslam âlemi üzerinden sürdürülen işgale ve kana engel olacak bir mahiyet arzetmiştir. İnanınız, milletimizin desteğini alarak Meclis'e girmiş olsa idik nasıl bir muhalefet yapacak ve çözüm sunacak idiysek, demir çarık giyerek karış karış dolaştığımız Anadolu'muzda bugün yaptığımız çalışmalar da bunun aynısıdır. Biz isterdik ki, Meclis'te olalım, dediklerimizi hayata geçirelim, zillet ve acziyetten kurtulalım. Getirildiğimiz nokta, milletimizi bizlerin çözümleri etrafında bir olmaya mecbur etmiştir. Suriye savaşını istemeyen yüzde 90'lara rağmen, halen savaş diyen bir iktidar,   Kardeşim dediği Müslüman lidere namluyu doğrultan bir lider,  Batı ile hareket eden ama Batının bile sırtını döndüğü bir zihniyet...  Mevcut hal, asırlar boyunca İslam dünyasının başını çekmiş Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin bugüne kadar izlemediği bir haldir ve elbette ki zarar getirmiştir. Dış güçlerin Suriye'de, Ortadoğu coğrafyasında ve tabii ki Türkiye üzerinde ciddi hesapları var. İcraatlar buna, bilerek veya bilmeyerek hizmet etmiştir. Osmanlı'nın son dönemlerinden itibaren izlenen İslam'ı değiştirme projesi, daha sonra devreye konan ılımlı İslam ve BOP senaryosu, dinlerarası diyalog, Medeniyetler İttifakı;  sakallı, şalvarlı "dışı Müslüman, içi münafık ajanlar", itikadı etrafında birleşen Türk milletinin, önce itikadına, sonra vatanına ve bağımsızlığına oynanan oyunları görmesini setreylemiştir. Biz programda, İmam Rabbani olarak bilinen Ahmed Sirhindi'den bahsettik.  Peşinde binlerce masum Müslümanı sürükleyen, İngiliz etkisinde ve himayesindeki bu kişinin uydurduğu akım ile bugüne kadar Müslümanlara, Türk milletine ve de devletine verdiği zararları örneklendirdik. Bizi takip edenler, onun şu örneğini hatırdan çıkarmamalıdır. İmam Rabbani denen şahıs hakkında, "Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden her çeşit pisliği, suçu gidermek ve sizi tertemiz bir hale getirmek diler" ayeti (Ahzab, 33) nazil olan, yani temizliğini her türlü pislikten uzaklığını Cenab-ı Hakk'ın murad ettiği bir kişi hakkında, nefsi hallerinden bahsederek, haşa Allah'ın hükmü üzerine hüküm ihdas etmiştir. Hz. Fatıma Anamızın, Resulullah'tan kendisine miras olarak kalan Fedek Hurmalığı konusunda gösterdiği gazaplanmayı "kadınlık hallerinden gelen bir gazaplanmadır" diye yorumlayan İmam Rabbani, yine Şura suresinin 23. ayetinde bizzat Allah tarafından emredilen, "De ki, ben bu Peygamberliğimi tebliğime karşılık sizden yakınlarıma sevgiden başka hiç bir ücret istemiyorum" Ehl-i Beyt'i sevme emrine ters hüküm vermektedir. Bir konu hakkında ayet varsa orada icma olmaz. Ve ayete ters düşenlerin hali de hepinize malumdur. İmam Rabbani'nin Allah'ın ayeti hakkında içtihatta bulunma cüreti bizi hakkında araştırma yapmaya sevk etmiştir. Gördük ki, o din eğitimi almış bir din âlimi değil, felsefecidir.Bu kişinin din adına yanlışlar yapması da çok kolaydır. Zira, Allah'ın tertemiz kılmak istediği ve temizlediği Hz. Fatıma hakkında, "Ben içtihat yaptım, o nefsine uydu, yanlış yaptı" gibi bir hükme varılamaz. Ehl-i Beyt'e karşı geliştirilen felsefi bakış açısı, İmam Ali Efendimiz'in imameti konusunda da kullanılmıştır. İngilizlerle ilişkileri devam eden İmam Rabbani ve talebeleri, İslam coğrafyasında ciddi bir Ehl-i Beyt düşmanlığına neden olmuştur. Ayetleri inkâr ve onları küçük düşürme şeklindeki ithamlar, Ehl-i Beyt'in Müslümanların gönlünden silinmesini ve unutturulmalarını sağlamıştır. Ehl-i Beyt sevenleri toplumdan dışlanmış, ezilmiş, eziyetlere maruz bırakılmıştır. Oysa ki, İmam Ali'yi seven ilk Şialar, Hz. Peygamber döneminde onun gözde sahabeleri idi. Daha sonra da onların yolundan giden kişilerdir. Bu yapılanların müsebbipleri, Ehl-i Beyt aleyhinde verdikleri hükümle, "De ki, ben bu (peygamberliğimi tebliğime) karşılık sizden yakınlarıma sevgiden başka hiç bir ücret istemiyorum." (Şura, 23) ayetini indiren Allah ile savaşmıyor da ne yapıyorlar? Asr-ı Saadet'te Hz. Ömer, geçmişte diri diri kızını toprağa gömdüğü günler aklına geldiğinde ağlar, helvadan yaptığı putları acıkınca yediği için de haline gülerdi. Bunun gibi hatadan ders alıp, tövbe etmektir büyüklük? Uydurulan akıma, sahte silsile ile baş edilen Hz. Ebubekir, Resulullah'a olan teslimiyeti ile doruk noktadadır.  Resulullah'ın sihhatinde yerine vasi tayin ettiği İmam Ali Efendimizi, Hz. Peygamber'in sözünü hiçe sayarak reddetmesine imkân yoktur.  Hz. Peygamber'den 400 sene sonra ortaya çıkan hadisler ile yalanlarına destek aranmaktadır. Yoksa İslam dininde halifenin nasp ile seçilmesi, değişmez bir hükümdür. Ehl-i Beyt'e sırtını dönen İslam dünyasında ise bir daha huzur görülmemiştir. İslam itikadını temelinden değiştirecek proje İngilizler tarafından, sakallı - cübbeli şahıslarla hayata geçirilirken, Anadolu coğrafyasında aynı oyun Atatürk'e uygulanmadı mı? Bugün Bektaşi Atatürk'ü, dindar Atatürk'ü ortaya çıkarmak ve milleti ile bir etmek bize nasip olmuştur. Kurtuluşun temeli kongrelerini, Alevilerin yoğun olduğu yerlerde gerçekleştiren Mustafa Kemal, Kurtuluş davasına çıktığında ilk desteği Bektaşi dergâhından almıştır. Kısaca, oyun büyüktür. İslam dini ile yoğrulmuş ve onunla güçlenen Türk milleti, her dönem ve devirde dininden uzaklaştırılmaya çalışılmıştır. Bugün de örneklere rastlamıyor muyuz? Ebu Talib'in kâfir olduğunu iddia edenler, "cemevi açalım" diyerek göz boyamaya çalışmıyorlar mı? Ehl-i Beyt açılımımız netice vermiş, yaptığımız kongrelerde yer alan Şii ve Sünni âlimlerin kaynaşması ile ortaya çıkan birlik; toplumuzdaki Sünni, Alevi, Bektaşi, Caferi kardeşlerimize de örnek olmuş; itikadımızdaki nifak tohumlarını yok etmiştir. Bu birlik çırağını, bugün Rusya'nın tekrar şaha kalkmasındaki temel dinamik olan Milli Ekonomi Modeli ile birleştirirsek, inanın Türkiye'nin önünde hiçbir güç duramaz.