info@profdrhaydarbasenstitusu.org

Malum mektuptan - 2
27/03/2013 Köşe Yazısı 109
Dünkü yazımızda Apo'nun adına açıklanan mektubun bazı bölümlerini sizlere aktarmıştık.
Barışa davet ve çözüm içerdiği iddia edilen mektup hakkında önce diğer siyasilerin beyanlarını bekledik. Yazılanlar konusunda yorumlar genelde olumlu idi.  
Mektubu bir de biz okuduk ve satır aralarında memnuniyet verici olduğu iddia edilen çözümlerin denilenden farklı mesajlarını tespit ettik.
Ve o zaman, "mektup okunurken neden Türk bayrağı yoktu?" sorusunun cevabını da bulduk.
İfadelerde; yazılanlar ile yapılmak istenilenin, beklentilerden farklı olduğunu müşahede ettik. "Demokratik hak, özgürlük ve eşitlik"ten mektubu yazan veya yazdıranların ne anladığına dikkat etmek gerekir.
Dün, bazı bölümlerini aldığımız için tekrar aynılarını yazmaya gerek duymadan mektupta yer alan çelişkilerin altını çizeceğiz:
Başlarken, "Bu büyük medeniyet kardeş topluluklar siyasi baskılarla birbirine düşürülmeye çalışılmıştır." Ve "Ortadoğu ve Orta Asya halkları artık uyanıyor. Kendine ve aslına dönüyor…" denilmektedir.
Mektubun girişinde, kardeş toplulukların siyasi baskılarla birbirine düşürüldüğü yazılmış;  hemen altında da, Ortadoğu ve Orta Asya halklarının artık uyandığı, kendine ve aslına döndüğü belirtilmiştir. Yani, demokrasiden kasıt, bugüne kadar baskı altında tutulan, Ortadoğu ve Orta Asya halklarının uyanışıdır.
"Kürtler, öz benliğini, aslını ve kimliğini yeniden kazandı, kutlu olsun" denilerek ilk hak kazananın Kürtler olduğu vurgulanmıştır.
Ancak mektuba göre, sadece hak alacak, ezilen sınıf olarak görülen Kürtler değildir.
"... Bu Nevruz münasebetiyle en az Kürtler kadar Ermenilerin, Arapların ve diğer halk toplulukları"nın hak araması istenmektedir. Üstelik burada yazılanlar ile sadece etnik ayrıma yönelik bir ezilmişlik direnişinden de bahsedilmediği ortadadır.  
Ezildiği iddia edilen kadınların, mezheplerin, tarikatların, işçilerin ve hatta sistemden dışlanan, yok sayılan herkesin, sisteme karşı hak araması tavsiye edilmektedir.
Ve bunun ilk adımı olarak, "Kürtleri, Türkmenleri, Asurileri ve Arapları birleşik bir 'milli dayanışma ve barış konferansı' temelinde kendi gerçeklerini tartışmaya, bilinçlenmeye ve karar almaya çağırıyorum" denilmektedir.
Bu büyük bir çelişkidir.
Barış cümlelerinin ardında Kürtlerin, Türkmenlerin, Asurilerin, Arapların kendi gerçeklerini tartışmasından bahsedilmektedir.
Bir başka çelişki de İslam kardeşliği kullanılarak yapılmaktadır.
"...Türk halkı bilmeli ki, Kürtlerle bin yıla yakın İslam bayrağı altındaki ortak yaşamları, kardeşlik ve yaşam hukukuna dayanmaktadır."
İslam kardeşliği olarak tarif edilen ve Atatürk Türkiye’sinin de temelini oluşturan kardeşlik,  bugün Anadolu coğrafyasındaki tüm etnik kimlikleri birleştiren temel harçtır. Ancak çözümden ve hak aramaktan bahsederken bu kardeşlik bozulmaktadır.
Kurulmuş İslam kardeşliğini Ermenilere, Asurilere, Türkmenlere, Araplara "Siz de bilinçlenin, hak arayın" teklifi ile kendileri yıkmaktadır.
İslam kardeşliğini örnek gösterirken, "Hz. Musa, Hz. İsa ve Hz. Muhammed'in mesajlarındaki hakikatler bugün yeni müjdelerle harekete geçiyorlar" diyerek, bu kardeşliği bir kez de üç farklı dinden bahsedilerek yıkmaktadır.
Bir başka çelişki de savaşlardaki kahramanlıklar hatırlatılarak yapılmıştır:
"…Çanakkale'de omuz omuza şehit düşen Türkler ve Kürtler, 1920 Meclisini de birlikte açmışlardır. Ortak geçmişimizin ortaya koyduğu gerçek, ortak geleceğimizi de birlikte kurmamız gerektiğidir."
"... Türklerin ve Kürtlerin öncülüğünde gerçekleşen Kurtuluş Savaşı'nın derinleşmiş bir türevini yaşıyoruz" İfadeleri kullanılmıştır.
Mektup, Kürtlere farklı haklar vermenin gereğini, Çanakkale Savaşına, Kurtuluş Savaşına dayandırmaktadır. Ancak daha sonra buradaki kahramanlığın karşılığında sadece Kürtlere ayrımcılık istemektedir ki, bu ciddi bir çelişkidir.
Unutulmamalıdır ki, Çanakkale Savaşında ve Kurtuluş Savaşında, bir ve beraber hareket ettiren ruh bir bayrak, bir devlet, tek millet için yapılan mücadele idi.
Yoksa savaş sonrasında Kürtler ayrı devlet, Lazlar ayrı devlet kurmanın hesabında olmamıştır.
Kaldı ki, bu savaşlarda, sadece Kürtler değil, Laz, Çerkez, Boşnak, Türkmen vesaire pek çok etnik kimlik Anadolu'nun düşman işgalinden kurtulmasında canını esirgememiştir.
Kürtlere bu savaşlar gerekçesi ile hak talebi, diğer etnik kimliklerin hakkını yemekten başka bir şey değildir.
Yaptıklarını ve bundan sonraki süreci değerlendirirken kullandığı ifadelere bakıldığında,  dedikleri ile ileriye dönük planlarının birbiri ile çeliştiği görülecektir:
"Silahlı direniş sürecinden, demokratik siyasi sürece kapı açılıyor…"
"Bu bir son değil, yeni bir başlangıçtır. Bu mücadeleyi bırakmak değil, daha farklı bir mücadeleyi başlatmadır" denmektedir.
Elbette ki bu son değil, yeni bir başlangıçtır.
Ve hak arama adına silahlı mücadelenin siyasi arenaya dönüştüğünü söylemek, barış ve çözüme yönelik olmadığından bir çelişkidir.
Halkların kardeşliğinden anladığı, her etnik kimliğin Türkiye coğrafyasından,  mücadelesi ile kendine ait toprağı almasından başka bir şey olmamaktadır.
Bu da Türkiye Cumhuriyeti Devletinin vatanı Anadolu'nun hak arayanlar arasında parçalanması demektir.
Biz kavramı üzerinde de çelişkili devam etmektedir.
"… Bizi bölmek ve çatıştırmak isteyenlere karşı bütünleşeceğiz."
Biz den kastının ne olduğu tam anlaşılamamışsa da, Kürtleri kastettiği fikri, metnin geneline bakıldığında ağır basmaktadır. Kendi ifadesi ile "mücadele" olan Kürtlere hak verme isyanı, diğerlerini bu kadar hiçe sayarken, nasıl olur da birleştirme olarak anlaşılabilir?  
Etnik köken, mezhepsel temel, dinsel öğeler ve hatta meslek grupları kullanılarak ayaklanma için her türlü zemin devreye konulmaktadır.
Böyle bir bakış açısında, birliğin ve beraberliğin simgesi Türk bayrağı o meydanda zaten yer alamazdı, almamıştır.
Belki de farklı kişiler tarafından bölümleri hazırlandığı için çelişkiler ile dolu bu metin; ne çözüm, ne barış, ne de demokrasi getirebilir.
Sadece Büyük İsrail'in kurulmasına hizmet etmek için şimdilik müsaade edilmek istenilen Kürdistan'ın alt yapısıdır.