Küreselleşme ve ABD hegemonyası
Dünkü yazımızda milli oluşların kürselleşmenin karşısında ciddi bir tehlike olarak kabul edildiğini ve global güçlerin pazar haline getirdikleri veya getirmek istedikleri ülkelerde milli hareketlerin her türlüsünü safdışı bırakmaya çalıştıklarını ifade etmiştik.
Bunda şaşılacak bir şey yoktur. Çünkü globalleşme zan ve iddia edildiği gibi sınırların kalkması ve dünya halklarının barış içinde beraber hareket etmesi değil, azgelişmiş ülkeleri sömürmenin kısa yoludur. Hanry Kissinger Amerikan patentli bir kavram olan küreselleşmeyi şöyle tanımlıyor: "Küreselleşme, Amerikan hegemonyasının diğer adıdır. ABD dev şirketler ve uluslararası kuruluşlar vasıtasıyla dünya üzerinde hegemonyasını kurmuştur."
Esasen Amerika, 20. yüzyılın başlarından itibaren bu konuma doğru kararlı adımlarla ilerlemiş, iktisadi ve teknolojik gelişimini devreye koyarak II. Dünya Savaşı'ndan sonra dünyanın süper gücü sıfatını yüklenmiştir. Amerikan düzeninin işleyişi hususunda Başkan Wilson şunları söylüyor: "Amerikan kapitalizminin temel hedefi bütün zayıf ülkelerin hammaddelerini ve ulusal pazarlarını kendisi için açık birer kapı olarak tutmaktır. Bunun için diplomasi ve gerekirse zor kullanılmalıdır".
Diplomasi ve zor kullanma yöntemlerini ustaca uygulayan Birleşik Devletler, azgelişmiş ülkeleri, dev şirketleri ile bir ağ gibi sararken diğer yandan da kredi adı altında borçlandırma yoluna gitmiştir. Neticede, gümrüklerin sıfırlanması, serbest ticaret, liberal ekonomi gibi yöntemlerle ekonomileri tamamen batma noktasına gelen getirilen ülkeler yalnız iktisadi olarak değil, siyasi, hukuki, kültürel hemen her sahada teslim alınmıştır. İngiliz ekonomisti Balogh bu taktiği şöyle açıklıyor: "ABD'nin bugünkü ekonomik ilişkileri özünde, İngiltere'nin Afrika'daki eski sömürgeleriyle olan ilişkilerinden farklı değildir. IMF oyunun kurallarının zorla kabul ettirilmesi işinde sömürgeci yönetimlerin yerini almaktadır."
Bu öyle bir oyundur ki ABD parasını dünya parası haline getirmeyi başarmıştır. Kendi ülkesinin sınırları içinde karşılığı olmayan dolar az gelişmiş ülkelerin halklarının emeğiyle, üretimiyle, alın teriyle karşılığını bulmakta ve hegemonya bu şekilde devam ettirilmektedir.
Sömürünün bundan daha açık bir uygulama şeklini bulmak herhalde mümkün değildir.
Bu iktisadi üstünlük, diğer sahalardaki üstünlüğü de beraberinde getirmiştir.
ABD dilini dünya lisanı, kültürünü dünya kültürü haline getirme işinde büyük ölçüde muvaffak olmuştur. Avrupa ülkeleri ise bu sömürü zincirinde ABD'nin peşisıra gelmektedirler.
Cenova'da düzenlenen G8 zirvesinde gelişmiş ülkeler "Pazarlarınızı bize tamamen açın" diyerek kalkınmasını henüz tamamlamamış dünya ülkelerine küresel bir mesaj gönderdiler. Ve niyetlerini açıkça dile getirmiş oldular. Diğer ülkelere "pazarlarınızı açın" mesajı veren bu devletler kendi pazarlarını sıkı bir denetim altına alırken milli dirençlerini ayakta tutmak için her türlü tedbire başvurmaktadırlar.
O halde bir kez daha altını çizerek diyoruz ki, küreselleşmenin tehlikeli neticelerine karşı mili direncimizi diri tutmak ve global tuzaklara karşı tedbirlerimizi almak mecburiyetindeyiz.
Bunda şaşılacak bir şey yoktur. Çünkü globalleşme zan ve iddia edildiği gibi sınırların kalkması ve dünya halklarının barış içinde beraber hareket etmesi değil, azgelişmiş ülkeleri sömürmenin kısa yoludur. Hanry Kissinger Amerikan patentli bir kavram olan küreselleşmeyi şöyle tanımlıyor: "Küreselleşme, Amerikan hegemonyasının diğer adıdır. ABD dev şirketler ve uluslararası kuruluşlar vasıtasıyla dünya üzerinde hegemonyasını kurmuştur."
Esasen Amerika, 20. yüzyılın başlarından itibaren bu konuma doğru kararlı adımlarla ilerlemiş, iktisadi ve teknolojik gelişimini devreye koyarak II. Dünya Savaşı'ndan sonra dünyanın süper gücü sıfatını yüklenmiştir. Amerikan düzeninin işleyişi hususunda Başkan Wilson şunları söylüyor: "Amerikan kapitalizminin temel hedefi bütün zayıf ülkelerin hammaddelerini ve ulusal pazarlarını kendisi için açık birer kapı olarak tutmaktır. Bunun için diplomasi ve gerekirse zor kullanılmalıdır".
Diplomasi ve zor kullanma yöntemlerini ustaca uygulayan Birleşik Devletler, azgelişmiş ülkeleri, dev şirketleri ile bir ağ gibi sararken diğer yandan da kredi adı altında borçlandırma yoluna gitmiştir. Neticede, gümrüklerin sıfırlanması, serbest ticaret, liberal ekonomi gibi yöntemlerle ekonomileri tamamen batma noktasına gelen getirilen ülkeler yalnız iktisadi olarak değil, siyasi, hukuki, kültürel hemen her sahada teslim alınmıştır. İngiliz ekonomisti Balogh bu taktiği şöyle açıklıyor: "ABD'nin bugünkü ekonomik ilişkileri özünde, İngiltere'nin Afrika'daki eski sömürgeleriyle olan ilişkilerinden farklı değildir. IMF oyunun kurallarının zorla kabul ettirilmesi işinde sömürgeci yönetimlerin yerini almaktadır."
Bu öyle bir oyundur ki ABD parasını dünya parası haline getirmeyi başarmıştır. Kendi ülkesinin sınırları içinde karşılığı olmayan dolar az gelişmiş ülkelerin halklarının emeğiyle, üretimiyle, alın teriyle karşılığını bulmakta ve hegemonya bu şekilde devam ettirilmektedir.
Sömürünün bundan daha açık bir uygulama şeklini bulmak herhalde mümkün değildir.
Bu iktisadi üstünlük, diğer sahalardaki üstünlüğü de beraberinde getirmiştir.
ABD dilini dünya lisanı, kültürünü dünya kültürü haline getirme işinde büyük ölçüde muvaffak olmuştur. Avrupa ülkeleri ise bu sömürü zincirinde ABD'nin peşisıra gelmektedirler.
Cenova'da düzenlenen G8 zirvesinde gelişmiş ülkeler "Pazarlarınızı bize tamamen açın" diyerek kalkınmasını henüz tamamlamamış dünya ülkelerine küresel bir mesaj gönderdiler. Ve niyetlerini açıkça dile getirmiş oldular. Diğer ülkelere "pazarlarınızı açın" mesajı veren bu devletler kendi pazarlarını sıkı bir denetim altına alırken milli dirençlerini ayakta tutmak için her türlü tedbire başvurmaktadırlar.
O halde bir kez daha altını çizerek diyoruz ki, küreselleşmenin tehlikeli neticelerine karşı mili direncimizi diri tutmak ve global tuzaklara karşı tedbirlerimizi almak mecburiyetindeyiz.
Editörün Seçtikleri