Küresel sömürü ve Türkiye

Doğu ve Batı medeniyetlerinde din faktörünün birbirinden son derece farklı bir şekilde algılandığı ve de yaşandığı bir hakikattir. İslam medeniyeti dine hizmet etmeyi bir vazife telakki ederken, Batıda din maddi çıkar temini için bir basamak olarak algılanmıştır.
Ortaçağ boyunca ruhban sınıfının Avrupa insanı üzerinde sarsılmaz bir hakimiyeti olmuştur. Bilhassa 910 yılında İtalya'da kurulan Cluny manastırı, ruhbanların ve Papalığın otoritesini kuvvetlendirirken, diğer yandan da misyonerlik faaliyetlerinin ilk temellerini atıyordu. Bu Cluny'ler Endülüs Müslümanları arasına fitne sokulmasını, bu şekilde Endülüs'ün çözülmesini temin ettiler. Bu hususta müsteşrik M. Watt şu itirafı yapıyor: "Endülüs'te Müslümanların kültürel üstünlüğü karşısında ezilen ve çoğu rahiplerden oluşan oryantalistler kendi halklarına herşeye rağmen Hıristiyanlığın üstün olduğunu gösterebilmek için İslam imajını çarpıttılar".
İslam imajını çarpıtmak suretiyle İslam'ı karalayıcı eserler kaleme alan Cluny rahiplerinin başlattığı bu hareket daha sonra Hıristiyan dünyasında taraftar bulmuş ve 18 ve 19. yüzyıllarda müsteşrik ve misyonerlik bir ilim dalı haline gelmiştir. Burada dikkat çekici olan Hıristiyanlığa hizmet ve bu dini anlatmak maksadıyla değil, tamamen İslam'ı çarpıtmak ve bu yolla maddi çıkar temin etmek için bu faaliyetlere girişilmiş olmasıdır. Bilhassa 18. yüzyıldan sonra müsteşrikler, çoğu ülkelerde silahlı güçlerin yapamadığını yapmışlar, zaman zaman askerî işgalin hazırlık safhasının oluşumunda hizmet etmişlerdir. Bacon ve Locke gibi Batılı düşünürler "Askerî gücün yerine misyoner gücünü geçirmeliyiz" diyorlardı.
Bilindiği gibi İngilizler bu yolla Ortadoğu ve Hicaz bölgesinde, Filistin'de fitne tohumları ekmişler, İslam alemini parçalamışlardır. Fransız, İngiliz, Amerikalı ve Hollandalı müsteşrikler bu topraklarda dinin temel esasları üzerinde şüphe tohumları ekmek, fitne çıkarmak suretiyle milli birliği bozmuş ve ülkelerinin çıkarlarına hizmet etmişlerdir. Cluny papazlarının Endülüs'te yaptığını Batılı müsteşrikler Ortadoğu ve Hicaz bölgesinde, Anadolu'da uygulamaya koymuşlardır.
Başta da ifade ettiğimiz gibi, dinini kullanarak maddi çıkar temin etmek Batı insanının hayat felsefesidir. Amerika'ya Afrika'ya, Asya'ya hep bu gaye istikametinde ayak basmışlardır. Ve yine bu maksat dünyanın bir çok yerinde asırlarca kan dökülmesine sebep olmuştur.
Bugün bu mantık hiç değişmemiştir. Küreselleşme adı altında Batı bir yandan iktisaden diğer ülkeleri sömürürken, diğer yandan da kendi kültürünü ve medeniyetini dünyaya pazarlamaktadır. Amerikan dizileri, filmleri dünyanın hemen her ülkesinde televizyonları işgal etmiştir. Batı ve bilhassa Amerikan hayat tarzı ve kültürü her yönüyle dünyaya pompalanmaktadır. Buna teknolojik misyonerlik dönemi de diyebiliriz. Bu durum şüphesiz silahlı işgalden daha tehlikeli bir gelişmedir. Zira bu yolla milletlerin kültürel varlıkları tahribata uğratılmakta, milli dirençleri zayıflatılmaya çalışılmaktadır. Amerikalı bir araştırmacı olan Barnet, "Küresel eğlencenin dünya genelinde geleneksel kurumların yerini aldığını ve insanlararası etkileşimde köklü değişikliklere sebep olduğunu" söylüyor ve "Dünyanın hemen her yerinde geleneksel aile yapısı bozuluyor, yurttaşlık kavramı aşınıyor" tespitini yapıyor.
Bu noktada Türkiye tarihî ve coğrafî yapısı ve misyonu sebebiyle bu küresel oyunların ve müsteşrik faaliyetlerinin merkezi durumundadır. Mevcut bütün imkanlar ve yollar denenerek devletimiz iktisadi, kültürel, siyasi ve milli olarak tüketilmeye çalışılmaktadır. Bu maksada ulaşma yolunda bazı siyasi örgütlenmeler ve oluşumlar da araç olarak kullanılmaktadır. Bu sebeple yeni olarak yola çıkan ve dış güçlerin çıkarlarına hizmet eden bu gibi örgütlenmeler milletin karşısında "şaibeli" bir durumdadırlar.
Ortaçağ boyunca ruhban sınıfının Avrupa insanı üzerinde sarsılmaz bir hakimiyeti olmuştur. Bilhassa 910 yılında İtalya'da kurulan Cluny manastırı, ruhbanların ve Papalığın otoritesini kuvvetlendirirken, diğer yandan da misyonerlik faaliyetlerinin ilk temellerini atıyordu. Bu Cluny'ler Endülüs Müslümanları arasına fitne sokulmasını, bu şekilde Endülüs'ün çözülmesini temin ettiler. Bu hususta müsteşrik M. Watt şu itirafı yapıyor: "Endülüs'te Müslümanların kültürel üstünlüğü karşısında ezilen ve çoğu rahiplerden oluşan oryantalistler kendi halklarına herşeye rağmen Hıristiyanlığın üstün olduğunu gösterebilmek için İslam imajını çarpıttılar".
İslam imajını çarpıtmak suretiyle İslam'ı karalayıcı eserler kaleme alan Cluny rahiplerinin başlattığı bu hareket daha sonra Hıristiyan dünyasında taraftar bulmuş ve 18 ve 19. yüzyıllarda müsteşrik ve misyonerlik bir ilim dalı haline gelmiştir. Burada dikkat çekici olan Hıristiyanlığa hizmet ve bu dini anlatmak maksadıyla değil, tamamen İslam'ı çarpıtmak ve bu yolla maddi çıkar temin etmek için bu faaliyetlere girişilmiş olmasıdır. Bilhassa 18. yüzyıldan sonra müsteşrikler, çoğu ülkelerde silahlı güçlerin yapamadığını yapmışlar, zaman zaman askerî işgalin hazırlık safhasının oluşumunda hizmet etmişlerdir. Bacon ve Locke gibi Batılı düşünürler "Askerî gücün yerine misyoner gücünü geçirmeliyiz" diyorlardı.
Bilindiği gibi İngilizler bu yolla Ortadoğu ve Hicaz bölgesinde, Filistin'de fitne tohumları ekmişler, İslam alemini parçalamışlardır. Fransız, İngiliz, Amerikalı ve Hollandalı müsteşrikler bu topraklarda dinin temel esasları üzerinde şüphe tohumları ekmek, fitne çıkarmak suretiyle milli birliği bozmuş ve ülkelerinin çıkarlarına hizmet etmişlerdir. Cluny papazlarının Endülüs'te yaptığını Batılı müsteşrikler Ortadoğu ve Hicaz bölgesinde, Anadolu'da uygulamaya koymuşlardır.
Başta da ifade ettiğimiz gibi, dinini kullanarak maddi çıkar temin etmek Batı insanının hayat felsefesidir. Amerika'ya Afrika'ya, Asya'ya hep bu gaye istikametinde ayak basmışlardır. Ve yine bu maksat dünyanın bir çok yerinde asırlarca kan dökülmesine sebep olmuştur.
Bugün bu mantık hiç değişmemiştir. Küreselleşme adı altında Batı bir yandan iktisaden diğer ülkeleri sömürürken, diğer yandan da kendi kültürünü ve medeniyetini dünyaya pazarlamaktadır. Amerikan dizileri, filmleri dünyanın hemen her ülkesinde televizyonları işgal etmiştir. Batı ve bilhassa Amerikan hayat tarzı ve kültürü her yönüyle dünyaya pompalanmaktadır. Buna teknolojik misyonerlik dönemi de diyebiliriz. Bu durum şüphesiz silahlı işgalden daha tehlikeli bir gelişmedir. Zira bu yolla milletlerin kültürel varlıkları tahribata uğratılmakta, milli dirençleri zayıflatılmaya çalışılmaktadır. Amerikalı bir araştırmacı olan Barnet, "Küresel eğlencenin dünya genelinde geleneksel kurumların yerini aldığını ve insanlararası etkileşimde köklü değişikliklere sebep olduğunu" söylüyor ve "Dünyanın hemen her yerinde geleneksel aile yapısı bozuluyor, yurttaşlık kavramı aşınıyor" tespitini yapıyor.
Bu noktada Türkiye tarihî ve coğrafî yapısı ve misyonu sebebiyle bu küresel oyunların ve müsteşrik faaliyetlerinin merkezi durumundadır. Mevcut bütün imkanlar ve yollar denenerek devletimiz iktisadi, kültürel, siyasi ve milli olarak tüketilmeye çalışılmaktadır. Bu maksada ulaşma yolunda bazı siyasi örgütlenmeler ve oluşumlar da araç olarak kullanılmaktadır. Bu sebeple yeni olarak yola çıkan ve dış güçlerin çıkarlarına hizmet eden bu gibi örgütlenmeler milletin karşısında "şaibeli" bir durumdadırlar.
Editörün Seçtikleri