Kültürel sömürü ve neticeleri
Sömürgecilik 15. yüzyıldan sonra dünya üzerinde hızla yayılmaya başlamıştır. Avrupa tarihini incelediğimizde sömürgecilik faaliyetlerinin önemli bir yer tuttuğunu görürüz.
Sömürgeciliğin siyasî, askerî, iktisadî, dinî, hukukî, kültürel, pek çok boyutu mevcuttur. Bizim, üzerinde durmak istediğimiz, sömürgeciliğin misyonerlikle iç içe yürüyen dinî-kültürel boyutu ile, doğurduğu vahim neticelerdir.
Kültür tahribatının en çarpıcı misali İngilizlerin Mısır, Hindistan, Pakistan gibi ülkelerde uyguladığı siyasettir. İngiltere buralarda yerli halktan bazı kişileri de kullanmak suretiyle ciddi bir kültürel ve dinî tahribat meydana getirmiştir.
Hindistan'da Seyyid Ahmet Han tam bir İngiliz hayranı idi. İncil'in ve Tevrat'ın tahrif edilmediğine dair kitaplar yazmış, yeni neslin İngiliz kültürünü benimsemesi için okullar açmıştı. Bu hizmetlerinden (!) dolayı İngilizlerden 'sir' unvanı alan Ahmed Han'ın fikirlerini Mısır'da Cemaleddin Afgani devam ettirdi. Fransız müsteşrik Renan'ın hayranı olan Afgani, İslamî gelenekleri ve değerleri hırpalamaya çalışmış, akılla nakil çatışmasını gündeme getirmiştir.
Bu gibi kültürel ve dinî sömürü faaliyetlerinden millet olarak biz de nasibimizi fazlasıyla aldık. 17. yüzyılın sonralarından günümüze kadar yoğun bir misyonerlik faaliyetine ve kültür tahribatına maruz kaldık. 19. yüzyılda İngilizler tarafından Afgani aracılığıyla İslam alemine sokulan akıl-vahiy tartışmalarını gündem etmek maksadıyla, ülkemizde düzenlenen toplantı ve paneller hafızalarda henüz tazeliğini korumaktadır. Bunun yanısıra hadisler, mezhepler, tasavvuf gibi dinin temel kurumlarına karşı asırlar boyu fikrî saldırılarda bulunulmuş ve pek çok dinî değer tartışmaya açılmıştır.
Bu faaliyetler neticesi bugün maalesef kendi kendine ters düşen, kendi örfüne, âdetine, dinine, tarihine yabancı bir nesil ortaya çıkmıştır. Bu durumun temel sebebi insanların manevî açlık içerisinde olmalarıdır.
Kabul etsek de etmesek de insanımıza ve bilhassa gençlerimize millî ve manevî değerlerimizi, tarihimizi, kültürümüzü, örf ve âdetlerimizi tam manasıyla öğretip, benimsetebilmiş değiliz. Dinî eğitimde insanlarımızın önü kesilmiş vaziyettedir. Mevcut din eğitiminin de insanımızın manevî tatmini için yeterli olamayacağı aşikardır. Bu milletin örfünden, âdetinden, inancından kaynaklanan bazı hadiseler hâlâ çözüm beklemektedir.
Bu durumun ülkemizi kültürel yozlaştırmaya tâbi tutarak bölüp parçalamak isteyenlerin işini kolaylaştıracağı da diğer bir hakikattir.
Zira kendi dinî ve millî değerlerine, tarihine, kültürüne yabancı olan fertlerin başka medeniyetlere hayranlık beslemesi, onlardan olmak istemesi kadar tabii bir şey olamaz. Afgani'nin Renan'a duyduğu hayranlığın ve onun fikirlerini benimsemesinin temelinde bu nükte mevcuttur. Mânen doymamış, kendi değerleriyle beslenmemiş kimselerin taklitçilikten kurtulmaları mümkün olamaz. Taklitçilik hastalığı ise bir milletin çöküşüne sebep olabilecek kadar tehlikeli bir problemdir. Bu durum ülkeleri silahsız, topsuz, tüfeksiz teslim almanın en sinsi metodlarından birisidir.
Bu sebeple millet olarak topyekün dinî ve kültürel tahribata karşı uyanık olmalı, insanımızı kendi millî ve manevî değerleriyle yetiştirmenin önemini asla gözardı etmemeliyiz.
Sömürgeciliğin siyasî, askerî, iktisadî, dinî, hukukî, kültürel, pek çok boyutu mevcuttur. Bizim, üzerinde durmak istediğimiz, sömürgeciliğin misyonerlikle iç içe yürüyen dinî-kültürel boyutu ile, doğurduğu vahim neticelerdir.
Kültür tahribatının en çarpıcı misali İngilizlerin Mısır, Hindistan, Pakistan gibi ülkelerde uyguladığı siyasettir. İngiltere buralarda yerli halktan bazı kişileri de kullanmak suretiyle ciddi bir kültürel ve dinî tahribat meydana getirmiştir.
Hindistan'da Seyyid Ahmet Han tam bir İngiliz hayranı idi. İncil'in ve Tevrat'ın tahrif edilmediğine dair kitaplar yazmış, yeni neslin İngiliz kültürünü benimsemesi için okullar açmıştı. Bu hizmetlerinden (!) dolayı İngilizlerden 'sir' unvanı alan Ahmed Han'ın fikirlerini Mısır'da Cemaleddin Afgani devam ettirdi. Fransız müsteşrik Renan'ın hayranı olan Afgani, İslamî gelenekleri ve değerleri hırpalamaya çalışmış, akılla nakil çatışmasını gündeme getirmiştir.
Bu gibi kültürel ve dinî sömürü faaliyetlerinden millet olarak biz de nasibimizi fazlasıyla aldık. 17. yüzyılın sonralarından günümüze kadar yoğun bir misyonerlik faaliyetine ve kültür tahribatına maruz kaldık. 19. yüzyılda İngilizler tarafından Afgani aracılığıyla İslam alemine sokulan akıl-vahiy tartışmalarını gündem etmek maksadıyla, ülkemizde düzenlenen toplantı ve paneller hafızalarda henüz tazeliğini korumaktadır. Bunun yanısıra hadisler, mezhepler, tasavvuf gibi dinin temel kurumlarına karşı asırlar boyu fikrî saldırılarda bulunulmuş ve pek çok dinî değer tartışmaya açılmıştır.
Bu faaliyetler neticesi bugün maalesef kendi kendine ters düşen, kendi örfüne, âdetine, dinine, tarihine yabancı bir nesil ortaya çıkmıştır. Bu durumun temel sebebi insanların manevî açlık içerisinde olmalarıdır.
Kabul etsek de etmesek de insanımıza ve bilhassa gençlerimize millî ve manevî değerlerimizi, tarihimizi, kültürümüzü, örf ve âdetlerimizi tam manasıyla öğretip, benimsetebilmiş değiliz. Dinî eğitimde insanlarımızın önü kesilmiş vaziyettedir. Mevcut din eğitiminin de insanımızın manevî tatmini için yeterli olamayacağı aşikardır. Bu milletin örfünden, âdetinden, inancından kaynaklanan bazı hadiseler hâlâ çözüm beklemektedir.
Bu durumun ülkemizi kültürel yozlaştırmaya tâbi tutarak bölüp parçalamak isteyenlerin işini kolaylaştıracağı da diğer bir hakikattir.
Zira kendi dinî ve millî değerlerine, tarihine, kültürüne yabancı olan fertlerin başka medeniyetlere hayranlık beslemesi, onlardan olmak istemesi kadar tabii bir şey olamaz. Afgani'nin Renan'a duyduğu hayranlığın ve onun fikirlerini benimsemesinin temelinde bu nükte mevcuttur. Mânen doymamış, kendi değerleriyle beslenmemiş kimselerin taklitçilikten kurtulmaları mümkün olamaz. Taklitçilik hastalığı ise bir milletin çöküşüne sebep olabilecek kadar tehlikeli bir problemdir. Bu durum ülkeleri silahsız, topsuz, tüfeksiz teslim almanın en sinsi metodlarından birisidir.
Bu sebeple millet olarak topyekün dinî ve kültürel tahribata karşı uyanık olmalı, insanımızı kendi millî ve manevî değerleriyle yetiştirmenin önemini asla gözardı etmemeliyiz.
Editörün Seçtikleri