Kim dost, kim düşman?
ABD'deki terörist saldırının ardından, Yunanistan, savunma doktrinini değiştirerek, "milli tehdit" kabul ettiği terörün ilk sırasına Türkiye tehdidini yerleştirdi.
Büyükelçiliğinde "otuzbeşbin insanın katilini" barındıran bir ülke olarak tarihe geçen Yunanistan'ın bu davranışı ancak trajikomik bir hadise olarak değerlendirilebilir. Yunanlıların Öcalan skandalıyla terörizme verdiği destek açıkça ispatlanmıştır.
Savunma doktrinine terörle mücadele maddesini koyan, "terörle mücadele" konusunda da Türkiye'yi bir tehdit unsuru olarak ilk sıraya yerleştiren Atina, bunu "ABD ve AB'nin reçetesini uygulamak" olarak değerlendirmektedir. Başka bir ifadeyle bu karar Türkiye'yi her alanda "kapana kıstırma" siyaseti uygulayan AB'nin manevralarından biridir. O AB ki Kopenhag Kriterleri ve Katılım Ortaklığı Belgesi ile Kıbrıs'ı elimizden almanın diplomatik hesapları içindedir. Bu hesapların bir uzantısı olarak G. Kıbrıs, adanın tek otoritesi sıfatıyla AB'ye dahil edilmek üzeredir. O taktirde Türkiye, Kıbrıs'ta bir "işgalci" konumuna düşecektir. Bu tabloya Yunanistan'ın, savunma doktrinine Türkiye'yi "terörist" tehdit olarak yerleştirmesini de eklersek, manzara ortaya çıkmaktadır. AB'nin yapmak istediği açıkça budur. Aynı durum Ege'deki haklarımız için de geçerlidir.
Biz her ne kadar Yunanistan'la geliştirilen sıcak ilişkilerden bahsediyor isek de durum bu şekildedir. Ege'den uzandığı iddia edilen dostluk elinin arkasındaki niyet, dostlukla bağdaşmamaktadır. Bu dostlar (!) bizi bir numaralı terörist tehdit olarak kabul etmekte ve "AB" reçetelerinin bunu gerektirdiğini ifade etmektedirler.
O halde dostu düşmanı iyi ayırd etmek lâzımdır. Bunu yapabilmek için akıllı, hassas ve dengeli bir dış siyaset takip etmek şarttır.
Büyükelçiliğinde "otuzbeşbin insanın katilini" barındıran bir ülke olarak tarihe geçen Yunanistan'ın bu davranışı ancak trajikomik bir hadise olarak değerlendirilebilir. Yunanlıların Öcalan skandalıyla terörizme verdiği destek açıkça ispatlanmıştır.
Savunma doktrinine terörle mücadele maddesini koyan, "terörle mücadele" konusunda da Türkiye'yi bir tehdit unsuru olarak ilk sıraya yerleştiren Atina, bunu "ABD ve AB'nin reçetesini uygulamak" olarak değerlendirmektedir. Başka bir ifadeyle bu karar Türkiye'yi her alanda "kapana kıstırma" siyaseti uygulayan AB'nin manevralarından biridir. O AB ki Kopenhag Kriterleri ve Katılım Ortaklığı Belgesi ile Kıbrıs'ı elimizden almanın diplomatik hesapları içindedir. Bu hesapların bir uzantısı olarak G. Kıbrıs, adanın tek otoritesi sıfatıyla AB'ye dahil edilmek üzeredir. O taktirde Türkiye, Kıbrıs'ta bir "işgalci" konumuna düşecektir. Bu tabloya Yunanistan'ın, savunma doktrinine Türkiye'yi "terörist" tehdit olarak yerleştirmesini de eklersek, manzara ortaya çıkmaktadır. AB'nin yapmak istediği açıkça budur. Aynı durum Ege'deki haklarımız için de geçerlidir.
Biz her ne kadar Yunanistan'la geliştirilen sıcak ilişkilerden bahsediyor isek de durum bu şekildedir. Ege'den uzandığı iddia edilen dostluk elinin arkasındaki niyet, dostlukla bağdaşmamaktadır. Bu dostlar (!) bizi bir numaralı terörist tehdit olarak kabul etmekte ve "AB" reçetelerinin bunu gerektirdiğini ifade etmektedirler.
O halde dostu düşmanı iyi ayırd etmek lâzımdır. Bunu yapabilmek için akıllı, hassas ve dengeli bir dış siyaset takip etmek şarttır.
Editörün Seçtikleri