Global güçlerin Türkiye'yi bölme manevraları I
"Küreselleşme", yeni dünya düzenine yön veren uluslararası politika olmuştur.
Sömürgecilik zihniyetinin 21. yüzyıla uyarlaması olan bu anlayışta, milli ekonomilere ve ulusal bağımsızlıklara karşı çıkılmaktadır.
Devletleri ayakta tutan 2 temel değer olan bu unsurların ortadan kaldırılması ise günümüzde, uluslararası şirketler aracılığıyla sağlanmaktadır.
Küreselleşmeci ilim adamı John Naisbitt, uluslararası şirketlerin dayatmaları ile, ulusal bağımsızlıkların nasıl sona erdirileceğini şöyle izah etmektedir:
"Büyük şirketlerin özerk ve küçük ünitelere bölünerek daha iyi çalıştıklarını gördük. Aynı durum ülkeler için de geçerlidir. Eğer dünyayı tek pazarlı bir ülke haline getireceksek, parçalar küçük olmalı... Yeni liderler artık devletler arasında değil, bireyler ve şirketler arasındaki stratejik ittifakları kolaylaştıracaklar ya da en azından karşı çıkmayacaklardır."
Global dünya düzeninin önündeki en büyük engel ulusal bağımsızlıklarını muhafaza eden devletlerdir. Dünya pazarlarına, az gelişmiş ya da gelişmekte olan devletlerin her türlü kaynaklarına sahip olmak isteyen birkaç süper güç için halledilmesi gereken sorun, ulusal bağımsızlıktır. Zira devletler, bağımsızlıklarını muhafaza yerine ne kadar küçük parçalara ayrılırsa o kadar rahat sömürebilirler.
1. Dünya Savaşı'ndan yenik çıkmasına rağmen, ardından verilen Kurtuluş Savaşı'yla emperyalist güçlere karşı büyük bir başkaldırı örneği gösteren Türkiye Cumhuriyeti Devleti, bugün aynı zihniyeti devam ettiren güçlerin en büyük düşmanıdır.
O sıralar pekçok devletin de kendisi gibi bağımsızlığı için örnek olan Türkiye, günümüz paylaşım planlarına göre halen tehlikelidir.
Ülkemiz, IMF ve Dünya Bankası'nın ağına bir kere düşürülmüştür. Atatürk zamanında bir devletin bağımsızlığının temel unsuru olarak görülen bağımsız ve öz kaynaklara dayalı bir maliye, bugün terkedilmiştir. Verilen borç krediler faiziyle beraber geri alınacağı gibi, verilmesi aşamasında dahi büyük tavizlerin istendiği malumdur.
Uluslararası finans kuruluşları ekonomi alanında faaliyetlerde bulunuyor gibi görünse de temelinde yatan, yukarıda belirttiğimiz gibi bir ülkenin parçalanması ve her türlü kaynağına bu sayede sahip olunmasıdır.
Ülkemiz aslında, şu anda bu paylaşım projelerine karşı direnmektedir.
IMF ve Dünya Bankası'nın dayatmaları, bugün sadece ekonomi ile ilgili değildir. Yönetim sistemimiz, doğal kaynaklarımız, değerlerimiz üzerinde büyük "reformlar" istenmektedir. Gelişmekte olan ülkeler arasında yer alan Türkiye, sanayisini tamamlayabilmek için elbette ki kaynağa muhtaçtır. Ama bunun elde edilmesi gereken yer öz kaynaklarımız olmalıdır. Aksi halde ülkemizin Sevr şartlarından çok daha ağır bir ortama sürüklenmesi kaçınılmazdır.
Ekonomik sahalarda dayatılan, Bankalar Yasası'nın değiştirilmesi, Türk lirasının değer kaybına hız veren dalgalı kurun kabul edilmesi, Şeker Yasası, Tütün Yasası ile tarıma getirilen kısıtlamalar, kota uygulamaları, hayvancılık sektörünü adeta bitiren yeni düzenlemeler, sağlık, sosyal güvenlik sahalarında istenilen değişiklikler ile şu anda ülkemiz ekonomisi batma noktasına getirilmiştir.
Azınlıklar bahane edilerek Türk-Kürt, Laz, Çerkez, Alevi, Sünni vs. vatandaşlarımız arasında bölücülük körüklenmektedir. Yıllardır bir ve beraber yaşadığımız bu vatandaşlarımız kullanılarak hedeflenen, parçalanmanın hızlandırılmasıdır.
ABD'li senatörler dahi siyasilerimize "Siz ABD'ye muhtaçsınız, ama ABD'nin size ihtiyacı yok. Kredi ihtiyaçlarınızın halledilmesi için Kıbrıs sorununu çözün, size yardımcı olalım. Aksi halde hiçbir yere varamazsınız" diyebilmektedir.
1920 yılında kararlaştırılan Sevr maddelerine göre, İngiltere, Fransa ve İtalya'da oluşturulacak bir komisyona bırakılması planlanan devlet bütçemiz, bugün IMF ve Dünya Bankası aracılığıyla ABD tarafından idare edilmektedir.
AB'ye alınmamızın dahi gündem edilmediği bu dönemde, NATO imkânlarından yararlanacak bir AB ordusu için ordumuz kullanılmak istenmekte, ama askerimizin hayatını tehlikeye atacağımız böyle bir uygulamada oy hakkına bile, komşumuz Yunanistan engel olabilmektedir.
Arz-ı Mevud hayalleri ile Güneydoğumuzu kendilerine vaad edilmiş topraklar olarak gören İsrail, tüm dünyanın gözü önünde kanla yayılma politikasını sürdürmektedir. Filistin devletini bitirme noktasına gelen İsrail'in ülkemize doğru bu politikasını devam ettireceği, izlediği kararlı projelerden anlaşılmaktadır.
Büyük Ermenistan hayalleri kuran Ermenistan, İstanbul suriçinde kurulması düşünülen Vatikan benzeri bir site devletinin çalışmalarının hız kazanması boşa değildir.
Eğer Kurtuluş Savaşı esnasında gösterdiğimiz kararlı ve milli duruş bugüne uygulanamazsa içinde bulunduğumuz şartlarda parçalanma noktasına gelmemiz, bizi bekleyen acı akıbetimiz olacaktır.
Sömürgecilik zihniyetinin 21. yüzyıla uyarlaması olan bu anlayışta, milli ekonomilere ve ulusal bağımsızlıklara karşı çıkılmaktadır.
Devletleri ayakta tutan 2 temel değer olan bu unsurların ortadan kaldırılması ise günümüzde, uluslararası şirketler aracılığıyla sağlanmaktadır.
Küreselleşmeci ilim adamı John Naisbitt, uluslararası şirketlerin dayatmaları ile, ulusal bağımsızlıkların nasıl sona erdirileceğini şöyle izah etmektedir:
"Büyük şirketlerin özerk ve küçük ünitelere bölünerek daha iyi çalıştıklarını gördük. Aynı durum ülkeler için de geçerlidir. Eğer dünyayı tek pazarlı bir ülke haline getireceksek, parçalar küçük olmalı... Yeni liderler artık devletler arasında değil, bireyler ve şirketler arasındaki stratejik ittifakları kolaylaştıracaklar ya da en azından karşı çıkmayacaklardır."
Global dünya düzeninin önündeki en büyük engel ulusal bağımsızlıklarını muhafaza eden devletlerdir. Dünya pazarlarına, az gelişmiş ya da gelişmekte olan devletlerin her türlü kaynaklarına sahip olmak isteyen birkaç süper güç için halledilmesi gereken sorun, ulusal bağımsızlıktır. Zira devletler, bağımsızlıklarını muhafaza yerine ne kadar küçük parçalara ayrılırsa o kadar rahat sömürebilirler.
1. Dünya Savaşı'ndan yenik çıkmasına rağmen, ardından verilen Kurtuluş Savaşı'yla emperyalist güçlere karşı büyük bir başkaldırı örneği gösteren Türkiye Cumhuriyeti Devleti, bugün aynı zihniyeti devam ettiren güçlerin en büyük düşmanıdır.
O sıralar pekçok devletin de kendisi gibi bağımsızlığı için örnek olan Türkiye, günümüz paylaşım planlarına göre halen tehlikelidir.
Ülkemiz, IMF ve Dünya Bankası'nın ağına bir kere düşürülmüştür. Atatürk zamanında bir devletin bağımsızlığının temel unsuru olarak görülen bağımsız ve öz kaynaklara dayalı bir maliye, bugün terkedilmiştir. Verilen borç krediler faiziyle beraber geri alınacağı gibi, verilmesi aşamasında dahi büyük tavizlerin istendiği malumdur.
Uluslararası finans kuruluşları ekonomi alanında faaliyetlerde bulunuyor gibi görünse de temelinde yatan, yukarıda belirttiğimiz gibi bir ülkenin parçalanması ve her türlü kaynağına bu sayede sahip olunmasıdır.
Ülkemiz aslında, şu anda bu paylaşım projelerine karşı direnmektedir.
IMF ve Dünya Bankası'nın dayatmaları, bugün sadece ekonomi ile ilgili değildir. Yönetim sistemimiz, doğal kaynaklarımız, değerlerimiz üzerinde büyük "reformlar" istenmektedir. Gelişmekte olan ülkeler arasında yer alan Türkiye, sanayisini tamamlayabilmek için elbette ki kaynağa muhtaçtır. Ama bunun elde edilmesi gereken yer öz kaynaklarımız olmalıdır. Aksi halde ülkemizin Sevr şartlarından çok daha ağır bir ortama sürüklenmesi kaçınılmazdır.
Ekonomik sahalarda dayatılan, Bankalar Yasası'nın değiştirilmesi, Türk lirasının değer kaybına hız veren dalgalı kurun kabul edilmesi, Şeker Yasası, Tütün Yasası ile tarıma getirilen kısıtlamalar, kota uygulamaları, hayvancılık sektörünü adeta bitiren yeni düzenlemeler, sağlık, sosyal güvenlik sahalarında istenilen değişiklikler ile şu anda ülkemiz ekonomisi batma noktasına getirilmiştir.
Azınlıklar bahane edilerek Türk-Kürt, Laz, Çerkez, Alevi, Sünni vs. vatandaşlarımız arasında bölücülük körüklenmektedir. Yıllardır bir ve beraber yaşadığımız bu vatandaşlarımız kullanılarak hedeflenen, parçalanmanın hızlandırılmasıdır.
ABD'li senatörler dahi siyasilerimize "Siz ABD'ye muhtaçsınız, ama ABD'nin size ihtiyacı yok. Kredi ihtiyaçlarınızın halledilmesi için Kıbrıs sorununu çözün, size yardımcı olalım. Aksi halde hiçbir yere varamazsınız" diyebilmektedir.
1920 yılında kararlaştırılan Sevr maddelerine göre, İngiltere, Fransa ve İtalya'da oluşturulacak bir komisyona bırakılması planlanan devlet bütçemiz, bugün IMF ve Dünya Bankası aracılığıyla ABD tarafından idare edilmektedir.
AB'ye alınmamızın dahi gündem edilmediği bu dönemde, NATO imkânlarından yararlanacak bir AB ordusu için ordumuz kullanılmak istenmekte, ama askerimizin hayatını tehlikeye atacağımız böyle bir uygulamada oy hakkına bile, komşumuz Yunanistan engel olabilmektedir.
Arz-ı Mevud hayalleri ile Güneydoğumuzu kendilerine vaad edilmiş topraklar olarak gören İsrail, tüm dünyanın gözü önünde kanla yayılma politikasını sürdürmektedir. Filistin devletini bitirme noktasına gelen İsrail'in ülkemize doğru bu politikasını devam ettireceği, izlediği kararlı projelerden anlaşılmaktadır.
Büyük Ermenistan hayalleri kuran Ermenistan, İstanbul suriçinde kurulması düşünülen Vatikan benzeri bir site devletinin çalışmalarının hız kazanması boşa değildir.
Eğer Kurtuluş Savaşı esnasında gösterdiğimiz kararlı ve milli duruş bugüne uygulanamazsa içinde bulunduğumuz şartlarda parçalanma noktasına gelmemiz, bizi bekleyen acı akıbetimiz olacaktır.
Editörün Seçtikleri