Anayasa çalışmaları yapılırken...
Suriye meselesi gündemdeki ilk sırasını korurken, ‘Yeni Anayasa’nın yazım çalışmaları da devam ediyor.
Sivil bir anayasa fikri ile başlatılan bu faaliyetin tüm vatandaşlarımızı kuşatacak bir bütünlükte olması gerekmektedir.
Devletin vatandaşına karşı ana vazifesi; can, mal, namus emniyetini sağlamak, din ve vicdan hürriyetini temin etmektir.
Bu beş esasta hiçbir vatandaşın hukuk karşısında diğerinden bir üstünlüğü olmamalıdır.
Devlet, hem vatandaşlar arasındaki eşitliğin, hem de bunların devamının garantisidir.
Devlet örgütlenmesi bu hedef üzerine bina edilmelidir. Yani devletin sahip olduğu yetkiler, bu beş esasın teminindeki sorumluluğunu ifa etmesi içindir.
Bireylerin sahip olduğu haklar aynı zamanda devlete bir sorumluluk da yüklemektedir.
Eğer bu haklardan birinde eksiklik olursa devlet tarafından tanzim edilmesi gerekir.
Haklardaki eksiklikler kanunda yazılan şekilde verilmeye başlansa da geneli değil de ismi yazılı bir kesimi kapsarsa bu da yanlış olacaktır.
Mevcut düzende anlattığımız manada haklar ve özgürlükler Atatürk’ün belirlediği “Türk şemsiyesi” altında her vatandaşımıza zaten sunulmakta idi.
1982 Anayasası bu manada bir ayrım yapmamakta, haklar ve özgürlükler genele hitap eder şekilde düzenlenmekte idi.
Bugün sivil anayasa gerekçesi ile yıllardır AB’nin talep ettiği etnik farklılıkların yasalaştırılmasına yönelik düzenlemelerden bahsedilmektedir.
Bunun bir adım ilerisi etnik farklılıkların iç düzenlemelerinde serbest kalacağı bölgesel ayrımlardır.
Türkiye’nin önümüzdeki süreçte “yarı federatif” bir yapıya geçeceği konuşulmaktadır.
Ancak üniter devlet yapısı ile bir yüzyılı dahi tamamlamamış Türkiye Cumhuriyeti Devleti, “küçült ve parçala” yöntemini gizlemeden uygulayan Batı emperyalizmi karşısında ayakta kalamayacaktır.
Öyleyse haklar ve özgürlüklerin sunumundaki özen, toplumun tamamını kuşatmak için de gösterilmelidir.
Aksi halde kapitalizm ve sosyalizmin bugünkü iflas noktasına gelmesinin sebebi olan “belli kesimlere hizmet fikri” Türkiye Cumhuriyeti Devletini de iflasa sürükleyebilir.
Sivil bir anayasa fikri ile başlatılan bu faaliyetin tüm vatandaşlarımızı kuşatacak bir bütünlükte olması gerekmektedir.
Devletin vatandaşına karşı ana vazifesi; can, mal, namus emniyetini sağlamak, din ve vicdan hürriyetini temin etmektir.
Bu beş esasta hiçbir vatandaşın hukuk karşısında diğerinden bir üstünlüğü olmamalıdır.
Devlet, hem vatandaşlar arasındaki eşitliğin, hem de bunların devamının garantisidir.
Devlet örgütlenmesi bu hedef üzerine bina edilmelidir. Yani devletin sahip olduğu yetkiler, bu beş esasın teminindeki sorumluluğunu ifa etmesi içindir.
Bireylerin sahip olduğu haklar aynı zamanda devlete bir sorumluluk da yüklemektedir.
Eğer bu haklardan birinde eksiklik olursa devlet tarafından tanzim edilmesi gerekir.
Haklardaki eksiklikler kanunda yazılan şekilde verilmeye başlansa da geneli değil de ismi yazılı bir kesimi kapsarsa bu da yanlış olacaktır.
Mevcut düzende anlattığımız manada haklar ve özgürlükler Atatürk’ün belirlediği “Türk şemsiyesi” altında her vatandaşımıza zaten sunulmakta idi.
1982 Anayasası bu manada bir ayrım yapmamakta, haklar ve özgürlükler genele hitap eder şekilde düzenlenmekte idi.
Bugün sivil anayasa gerekçesi ile yıllardır AB’nin talep ettiği etnik farklılıkların yasalaştırılmasına yönelik düzenlemelerden bahsedilmektedir.
Bunun bir adım ilerisi etnik farklılıkların iç düzenlemelerinde serbest kalacağı bölgesel ayrımlardır.
Türkiye’nin önümüzdeki süreçte “yarı federatif” bir yapıya geçeceği konuşulmaktadır.
Ancak üniter devlet yapısı ile bir yüzyılı dahi tamamlamamış Türkiye Cumhuriyeti Devleti, “küçült ve parçala” yöntemini gizlemeden uygulayan Batı emperyalizmi karşısında ayakta kalamayacaktır.
Öyleyse haklar ve özgürlüklerin sunumundaki özen, toplumun tamamını kuşatmak için de gösterilmelidir.
Aksi halde kapitalizm ve sosyalizmin bugünkü iflas noktasına gelmesinin sebebi olan “belli kesimlere hizmet fikri” Türkiye Cumhuriyeti Devletini de iflasa sürükleyebilir.
Editörün Seçtikleri