info@profdrhaydarbasenstitusu.org

AB Zirvesi şaşırtmadı
27/03/2018 Köşe Yazısı 117
1963 senesinde başlayan AB serüveninin halen başladığı noktada kalması çok acı ama gerçek. Varna'da gerçekleşen AB-Türkiye Zirvesi'nde temennilerle dolu basın toplantısının ardından sonuç bildirisi dahi yazılmaması da...
Gümrük Birliği'nin güncellenmesi, vize muafiyeti ve göçmenler konusundaki yardımın devamı konularını gündem eden Cumhurbaşkanımıza somut hiçbir cevap verilmediği masada, karşımıza yine Kıbrıs'ı, yine gazeteciler meselesini ve Afrin'deki haklı harekâtımız konusundaki çekincelerini çıkardılar.
"Kabul edin" dedikçe, diğer aday ülkelerden istenmeyen siyasi baskılara alıştık esasen.
1999 Helsinki Zirvesi'nden beri Kıbrıs'ı masada buluyoruz.
Helsinki'de Kıbrıs'ı ele alan 9. madde şöyleydi: "AB Konseyi, politik bir çözümün Kıbrıs'ın AB'ye katılımını kolaylaştıracağının altını çizer."
Burada anlatılan, Rum Kesimi'nin tek temsilci olarak kabulüydü ve 2000 senesinde bu netleşti. Avrupa Parlamentosu'nun 5 Ekim 2000'de aldığı karara bakınız: "Kıbrıs'ın en önemli toprakları 26 yıldır Türkler tarafından işgal edilmiştir." 
Helsinki'nin sonuç bildirisine Ege Adaları da dahil edilmiştir. İlgili 4. maddede, "AB Konseyi üye aday devletleri devam eden sınır anlaşmazlıklarını çözmek için en geç 2004 yılı sonuna kadar Uluslararası Adalet Divanı yolu ile çözüme bağlanmasını tavsiye eder" deniliyordu.
AB'nin 2004 Türkiye İlerleme Raporu'nda ise neredeyse sömürgeye döndürülmek istenen bir Türkiye vardı AB'nin kapısında. Fırat ve Dicle suları ile bölgedeki barajların AB yönetimine devredilmesi talep edilmiştir. AB, Türkiye'de hak sahibi olması gereken 36 etnik grubun varlığından bahsetmektedir. Dahası 2004 tarihli İlerleme Raporu'na göre 1915-1916'da bölgede yaşanan insani acılarla ilgili olarak "Türkiye'nin AB'ye katılım sürecinde Ermenistan'la bu olaylarla ilgili iyileştirme yaşanmalıdır!"
AB Raporu'na göre Türkiye, Kıbrıs toprağının yüzde 37'sini işgal etmektedir.
AB Parlamentosu, Kardak Adası ile ilgili olarak Türkiye'nin provokatif eylemlerinden endişe duymaktadır.
AB Parlamentosu'na göre Türkiye, Kardak Adası'nı Yunanistan'a vermelidir.
AB, Heybeliada Ruhban Okulu'nun açılmasını tavsiye etmiştir.
AB'ye göre Türkiye, Güneydoğu'sundaki operasyonları durdurmalıdır.   
AB, İstanbul Suriçi'nde bir din devletini kabul etmekte, Patriğin ekümenik sıfatının kamusal alanda kullanılmasının önünü açılmasını talep etmektedir.
İstenilenlerin yerine getirilmesi halinde dahi AB üyesi ülkeler Türkiye'nin üyeliğini referanduma sunacaktır.
Ve bugün değişen bir şey yok.
16 Aralık 2013'te imzalanan 'Vize Serbestisi Diyaloğu Mutabakat Metni' ve 'Geri Kabul Anlaşması', hem ekonomik hem de ülke güvenliği açısından ciddi riskler taşımasına rağmen yetkililerimiz tarafından onaylanmıştı.
Buna göre imzanın üzerinden 3.5 yıl geçtiğinde Birlik, Türkiye'nin vize muafiyeti konusunda gerekli adımları attığına karar verirse, Türk insanı için vize muafiyeti çıkaracak!
Vize konusu şarta bağlanmışken, Geri Kabul Anlaşması'na göre Ankara, Türkiye üzerinden AB'ye giden göçmenleri koşulsuz olarak geri almaya devam ediyor. 
Sayın Erdoğan, "Afrin harekâtı aslında AB'nin de güvenliği için" derken bunu kastediyor herhalde?
Kolombiya, Dominika, Grenada, Kiribati, Marshall Adaları, Mikronezya, Nauru, Palau gibi 19 ülke için AB'nin vizeleri kaldırdığı bir ortamda şarta bağlı vize muafiyeti, halimizi daha da trajik hale getiriyor.
Türkiye'nin hükümetlere göre değişmeyen bir dış politikası, iç siyaseti olmadığını her zaman vurguluyoruz.
Bunun tek istisnası AB hayali olsa gerek?
Yıllardır siyasi baskıların gerekçesi haline getirilen Avrupa Birliği üyeliği, bizce siyasilerimizin Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin ve Türk halkının önüne koyacak ikinci bir projeye sahip olmamalarından bu noktaya getirilmiştir.
Sayın Erdoğan, "Gelin, güçlü, müreffeh ve istikrar abidesi Avrupa'yı hep birlikte inşa edelim" dedi Varna'da.
Eğer AB'yi müreffeh yapacak bir güç varsa, önce Türkiye'yi düzeltelim.
Tarımı, hayvancılığı, madenciliği bitmiş; sanayi bacaları sönmüş bir Türkiye var önümüzde?
"İlelebet payidar kalmalıdır" düşüncesi ile kurulan, "tam bağımsızlık" karakteri üzerine bina edilen Türkiye Cumhuriyeti Devleti bu temel vasıflarını, bir hayalin ötesine geçemeyen AB ile devam ettiremez.
Editörün Seçtikleri